Körfez bloğunun Pakistan’ı kendi safların çekmeye çalışırken bu amaca ulaşmak için Çin ve Hindistan gibi bölgenin önemli ülkeleri ile kurduğu yakın ilişkileri de bir kaldıraç olarak kullanmaktadır. Örneğin Suudi Arabistan, Arap Baharı’nın başladığı dönemde Körfez bloğuna fiili askeri güç desteği sağlama konusunda çekimser kalan Pakistan’ı bu politikasından vaz geçirmek için Pakistan’ın en önemli bölgesel rakibi olan Hindistan ile ilişkilerini sıkılaştırmayı bir araç olarak kullanmıştır. Özellikle Suudi Arabistan’ın 2014 yılında Hindistan ile yaptığı savunma anlaşması Hindistan ile halen resmi olarak savaşta olan Pakistan’da hayal kırıklığı yaratmıştır. Suudi veliaht prensin çıktığı Şubat ayındaki Asya gezisinde Pakistan’dan sonra Hindistan’a da uğraması ve Pakistan ile imzalanan 20 milyar dolarlık anlaşmaya karşılık Hindistan ile 100 milyar dolarlık bir anlaşma imzalaması da Hindistan ile ilişkileri sıcak tutarak Pakistan’ı sıkıştırma stratejisi olarak yorumlanmıştır. Benzer şekilde Çin ile sıcak ilişkiler geliştirmeye çalışan Suudi yönetimi Pakistan’a, gerekirse Çin’den nükleer caydırıcılık sağlayabileceği mesajını vererek Pakistan’ın Suudi Arabistan için tek alternatif olmadığını ortaya koymaya çalışmıştır.
*****
Dr. Necmettin ACAR
2019 yılı Şubat ayı ortasında Körfezin iddialı iki ülkesi olan Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Suudi Arabistan’ın defacto yöneticisi konumundaki veliaht prensleri olan Muhammed bin Selman ile Muhammed bin Zayed’in peş peşe Pakistan’a düzenledikleri ziyaretler uluslararası kamuoyunun ilgi odağını bu bölgeye yöneltti. Bölgede son zamanlarda yaşanan bir dizi gelişme de bu ziyaretlerin zamanlamasını anlamlı kılmaktadır. Bu gelişmeler; Belucistan’da İran, Keşmir’de Hindistan ordusuna yönelik saldırılar, bu saldırıların neticesi olarak Hindistan-Pakistan ve İran-Pakistan arasında artan gerginlik, Pakistan’ın son dönemde ağırlaşan ekonomik koşulları ve Körfez ülkelerinin Katar krizi ve Yemen savaşı sırasında yaşadıkları askeri kapasite sorunlarıdır. Tüm bu yaşanan gelişmelere ilaveten ziyaretçi veliaht prenslerin diplomatik teamülleri zorlayan bir ihtişamla karşılanması ve ziyaretler sırasında imzalanan anlaşmalar, başını Suudi Arabistan ile BAE’nin çektiği Körfez bloğu ile Pakistan ilişkilerinin geleceği hakkında bir tartışmayı beraberinde getirdi.
Körfez-Pakistan ilişkileri
Körfez-Pakistan ilişkilerinin tarihi oldukça eski olmakla birlikte Körfezin Pakistan’a olan ilgisinin temelinde yaşadığı fiili askeri kapasite sorunları bulunmaktadır. Her ne kadar hidrokarbon zengini Körfez ülkeleri ekonomik olarak birer dev olsalar da askeri kapasite açısından oldukça zayıftırlar. Körfez ülkelerinin yaşadığı askeri kapasite sorunlarının altında bu ülkelerin düşük olan nüfusları ile bağlantılı olarak güvenlik sektörünün yeterli insan kaynağına ulaşmakta zorlanması, ekonomik refah seviyesi yüksek olan toplumun askerlik gibi zor koşulları içeren sorumluluklardan kaçınması ve rejimlerin zayıf olan toplumsal meşruiyetleri gibi sosyopolitik gerekçeler bulunmaktadır. Bazen rejim güvenliğini temin etmek için genişleyen güvenlik sektörü bizatihi kendisi rejim açısından bir güvenlik tehdidi (askeri darbeler yoluyla) haline gelebilir. Bu durumda iktidardaki seçkinler, silahlı kuvvetleri zayıf tutarak, güvenlik birimlerini kendi içlerinde bölüp rekabete zorlayarak silahlı kuvvetler içerisinde kendi kendini dengeleyen bir yapı oluşturdukları için de bu ülkelerde askeri kapasite zayıf kalmıştır.
Yemen savaşı ve Katar krizi, yakın dönemde, Körfez bloğunun askeri kapasite sorunlarını bir kez daha ortaya çıkaran en önemli bölgesel krizler olmuştur. Hem Katar’da hem de Yemen’de Körfez bloğu bütün askeri/diplomatik/ekonomik kaynaklarını seferber etmelerine rağmen Pakistan ve Mısır gibi bölgenin iki önemli askeri gücünün aktif desteğini sağlayamadıkları için kendi lehlerine politik bir sonuç elde etme konusunda son derece başarısız olmuşlardır. Yaşanan bu iki bölgesel kriz Körfez bloğunun, çözümü askeri kapasiteye dayanan hiçbir bölgesel krizi kendi imkânları ile aşmalarının mümkün olmadığını göstermiştir.
Hâlbuki Pakistan, 200 milyonu aşan yetenekli nüfusu, savaş tecrübesine sahip etkili bir askeri gücü ve sahip olduğu nükleer caydırıcılığı ile Körfez bölgesinin ilgisini çekmektedir. Özellikle İran’ın nükleer silah edinme çabalarının yoğunlaştığı, Körfez ülkeleri ile İran arasında bölge genelinde artan gerginlik ve devam eden vekâlet savaşları Körfez ülkelerinin güvenlik ihtiyacını artırmış ve Pakistan’ı Körfez güvenlik mimarisinin öncelikli bir siyasi unsuru haline getirmiştir. Son dönemde İslamabad’a yönelik Körfez ilgisinin altında yatan temel motivasyon da Pakistan’ı Körfez bloğuna katarak bu politik önceliği gerçekleştirme çabasının bir yansımasıdır. Körfez’in artan İran tehdidini dengeleme gayesi ile Pakistan’ı kendi saflarına çekme çabası son dönemde İran’ı kuşatmaya dönük ABD politikaları ile de bir bütünlük arz etmektedir.
Pakistan’ın Ortadoğu’ya yönelik geleneksel politikası
Her ne kadar Körfez ülkeleri Ortadoğu bölgesinde İran ile girdikleri rekabette Pakistan’ı bir ağırlık noktası olarak kullanmak isteseler de Pakistan’ın Ortadoğu ve İslam dünyasına dönük geleneksel politikası tarafsızlıktır. Bu geleneksel tarafsızlık politikasının Pakistan açısından önemli politik gerekçeleri bulunmaktadır. Özellikle Şii-Sünni gerilimini de içeren konularda bu tarafsızlık politikası daha da katı bir biçimde uygulanmaktadır. Örneğin Suudi Arabistan Arap Baharı sırasında Doğu Vilayetinde çıkan isyan girişimlerinde ve Yemen’e dönük kara savaşında Pakistan’ın askeri kapasitesine dayanmak istemiş ancak Pakistan bu süreçte bölgeye dönük tarafsızlık politikasını gerekçe göstererek Suudi baskılarına direnmiştir.
Pakistan’ı Ortadoğu ve İslam dünyasına dönük tarafsız bir politikaya zorlayan iç politik gerekçelerin başında ülkenin İran ile olan ilişkileri ve ülkede yönetimin üst kademelerinde etkin olan Cemaat-i İslami’nin politik vizyonu gelmektedir.
Öncelikle Pakistan, İran ile oldukça güçlü ekonomik ilişkilere sahiptir. Özellikle ülkenin enerji ihtiyacı önemli oranda İran’dan sağlanmaktadır. Tüm bunlara ilaveten Pakistan’daki %20 gibi önemli oranda Şii nüfus ülkede kırılgan bir mezhep dengesine yol açmakta ve Pakistan’ı İran karşıtı bir bloğa katılma konusunda tereddüde sevk etmektedir. Pakistan, bölgedeki mezhepsel gerilimlere taraf olması durumunda ülkede Şii ve Sünni guruplar arasında çatışmaların çıkmasından endişe etmektedir. Çünkü ülkede 1980 ve 1990’lı yıllarda İran ve Suudi Arabistan tarafından desteklendiği düşünülen mezhep temelli çok sayıda çatışma yaşanmıştır. İkinci olarak da Pakistan’da yönetim kademelerinde etkili olan Cemaat-i İslami’nin Müslüman Kardeşler ile geliştirdiği dostane ilişkiler, Pakistan’ın, Körfez bloğu ile yakınlaşarak Müslüman Kardeşler karşıtı bir kampanyaya katılma konusunda tereddütler yaşamasına neden olmaktadır.
Pakistan’ı Ortadoğu’ya yönelik tarafsızlık politikasına zorlayan en önemli dış politik gerekçe ise ülkenin tarihsel olarak Hindistan ile yaşadığı askeri/jeopolitik rekabettir. Her ikisi de nükleer güç olan Pakistan ile Hindistan Keşmir’in statüsü yüzünden 1947, 1965 ve 1971 yılında üç kez savaşmışlar ayrıca 1998 ve 2002 yıllarında iki ülke yine savaşın eşiğine gelmiş, uluslararası çabalar sonucunda olası bir sıcak çatışma önlenebilmiştir. Dolayısıyla Pakistan için en önemli politik öncelik Hindistan ile girdiği bu askeri/jeopolitik rekabettir. Ortadoğu’daki kriz alanlarına ilgisini ve kaynaklarını yöneltmesi Hindistan ile giriştiği bu rekabette Pakistan’ı zaafa uğratabilir.
Pakistan’ın Ortadoğu’ya yönelik tarafsızlık politikasının geleceği
Pakistan, tarihsel olarak başta Suudi Arabistan ve BAE olmak üzere Körfez ülkeleri ile oldukça yakın ilişkiler geliştirmesine rağmen Ortadoğu bölgesine yönelik tarafsızlık politikasını itina ile uygulamıştır. Ancak son dönemde yaşanan birtakım gelişmeler Pakistan’ı bu politikasını değiştirmeye zorlamaktadır. 1980’li yıllardan beri çok yakın ilerleyen Suudi-Pakistan diplomatik, ekonomik, askeri ilişkilerine rağmen içinde bulunduğumuz döneme kadar Pakistan bu tarafsızlık politikasından ödün vermemiştir. Hâlihazırda 3 milyon Pakistanlının Körfez bölgesinde çalışıyor olması, Pakistan’a gelen en büyük işçi dövizi miktarının Körfez kaynaklı olması, Suudi Arabistan’ın, 1980’li yıllardan beri ülke ile geliştirdiği çok yakın ilişkilere istinaden Pakistan iç ve dış politikasını etkileme gücü olan az sayıda ülkeden biri olması bile Pakistan’ı bu tarafsızlığından vazgeçirmeye yetmemiştir. Son dönemde Pakistan’ı, Ortadoğu ve İslam dünyasına yönelik tarafsızlık politikasından vazgeçmeye zorlayan bu gelişmeleri küresel, bölgesel ve ekonomik olmak üzere üç düzeyde inceleyebiliriz.
Öncelikle, ABD’de Trump döneminin başlaması ile birlikte ABD-Pakistan ilişiklerinde bir bozulma meydana geldi. ABD’nin Afganistan işgali sonrası yaşadığı birtakım başarısızlıkları Pakistan’a mal etme girişimleri ilişkilerdeki bu bozulmanın ana nedeni gibi durmaktadır. Bu gerekçeler ile son dönemde ABD yönetiminin üst kademeleri tarafından Pakistan’dan teröre destek olan bir ülke diye söz edilmesi ve ABD’nin ülkeye yaptığı yardımları askıya alması Pakistan’ın ABD tarafından bir tecrit ile karşı karşıya kalmasına yol açmıştır.
Bölgesel düzeyde ise Pakistan, İran ve Hindistan gibi doğu-batı yönündeki iki güçlü komşusu ile ciddi bir gerginlik yaşamaktadır. Bu gerginliğe sebep olan olay 13 Şubatta İran’ın Belucistan eyaletinde Devrim Muhafızları Ordusuna ve bu olaydan bir gün sonra Keşmir bölgesinde Hindistan ordusuna yönelik gerçekleşen saldırılardır. Her iki saldırıda da İran ve Hindistan’ın Pakistan’ı sorumlu tutması tansiyonu yükseltmiş, Pakistan-Hindistan sınır hatlarında yaşanan çatışmalar sonucu her iki taraftan da ölenler olmuş ve bir Hindistan savaş uçağı Pakistan ordusu tarafından düşürülmüştür. Bölgede yükselen tansiyon ve yaşanan çatışmalar, Pakistan açısından, başta Körfez bloğu olmak üzere bölgedeki komşuları ile olan ilişkilerini daha da önemli hale getirmiştir.
Pakistan son dönemde ciddi bir ekonomik darboğaz ile karşı karşıya bulunmaktadır. 1980’li yıllardan beri İMF’den 12 defa borç alan Pakistan bugün de yaşadığı ekonomik darboğazı aşabilmek için önemli oranda dış kaynağa ihtiyaç duymaktadır. ABD ile bozulan ilişkileri ve kesilen ABD yardımları ülkenin bu ekonomik şartlarını iyice kötüleştirmiştir. Aynı zamanda Pakistan’ın ABD tarafından teröre destek veren bir ülke olarak gösterilmeye başlanması ülkenin başta İMF olmak üzere dış kaynak bulma ihtimalini azaltmış, dış kaynak bulsa bile bu kaynakların maliyetini oldukça yükseltmiştir. Ülkenin son dönemde bölgesel düzeyde yaşadığı krizlerin savunma bütçesi üzerinde oluşturduğu baskıya ilaveten merkez bankası rezervlerinin 8 milyar dolara kadar gerilemesi ülkeyi ekonomik olarak büyük sıkıntıya sokmaktadır.
Küresel, bölgesel ve ekonomik alanda yaşanan gelişmeler Körfez bloğunu Pakistan açısından önemli bir alternatif haline getirmiştir. Pakistan açısından Körfez bloğu ile yakınlaşmak içinde bulunduğu ekonomik darboğazı aşmasına olanak sağlayabileceği gibi İran ve Hindistan ile yaşadığı gerginlikte Körfez bloğu yeni bir ağırlık noktası olabilir. Aynı zamanda ABD tarafından Pakistan’a uygulanan tecrit politikası Körfez bloğu ile yakınlaşmak suretiyle hafifletilebilir.
Körfez bloğu açısından ise Pakistan’ın Körfez bloğuna katılması son dönemde İran’ı çevreleme politikasına yoğunlaşan Körfez’in imkân ve kabiliyetlerinde büyük bir artış sağlayacaktır. Çünkü Pakistan nükleer caydırıcılığı ve konvansiyonel savaş tecrübesi olan güçlü bir askeri kapasiteye sahiptir. İran’ın nükleer güç geliştirme peşinde olduğu bir dönemde Pakistan’ın Körfez bloğu ile yakınlaşarak kazandıracağı nükleer caydırıcılık bölgedeki dengeleri değiştirebilecek son derece önemli bir gelişme olacaktır.
Körfez bloğunun Pakistan’ı kendi safların çekmeye çalışırken bu amaca ulaşmak için Çin ve Hindistan gibi bölgenin önemli ülkeleri ile kurduğu yakın ilişkileri de bir kaldıraç olarak kullanmaktadır. Örneğin Suudi Arabistan, Arap Baharı’nın başladığı dönemde Körfez bloğuna fiili askeri güç desteği sağlama konusunda çekimser kalan Pakistan’ı bu politikasından vaz geçirmek için Pakistan’ın en önemli bölgesel rakibi olan Hindistan ile ilişkilerini sıkılaştırmayı bir araç olarak kullanmıştır. Özellikle Suudi Arabistan’ın 2014 yılında Hindistan ile yaptığı savunma anlaşması Hindistan ile halen resmi olarak savaşta olan Pakistan’da hayal kırıklığı yaratmıştır. Suudi veliaht prensin çıktığı Şubat ayındaki Asya gezisinde Pakistan’dan sonra Hindistan’a da uğraması ve Pakistan ile imzalanan 20 milyar dolarlık anlaşmaya karşılık Hindistan ile 100 milyar dolarlık bir anlaşma imzalaması da Hindistan ile ilişkileri sıcak tutarak Pakistan’ı sıkıştırma stratejisi olarak yorumlanmıştır. Benzer şekilde Çin ile sıcak ilişkiler geliştirmeye çalışan Suudi yönetimi Pakistan’a, gerekirse Çin’den nükleer caydırıcılık sağlayabileceği mesajını vererek Pakistan’ın Suudi Arabistan için tek alternatif olmadığını ortaya koymaya çalışmıştır.
Son dönemde Körfez bölgesinin iddialı iki veliaht prensinin (Mbs/MbZ) Pakistan’a peş peşe yaptığı ziyaretler ve bu ziyaretler sırasında imzalanan yaklaşık 26 milyar dolarlık ekonomik yardım/yatırım anlaşmaları Körfez bloğunun Pakistan’a atfettiği değerin bir ifadesi olarak durmaktadır. Bu durum her iki ülke tarafından yönlendirilen Körfez bloğu açısından Pakistan’ın askeri kabiliyetlerine verilen önemin bir göstergesidir. Önümüzdeki süreç Suudi petro-dolarlarının Pakistan’da işe yarayıp yaramayacağını gösterecektir. Ancak şu bir gerçektir ki, Pakistan’ın, ABD ile ilişkilerinin bozulması, İran ve Hindistan gibi iki güçlü komşu ile yaşadığı gerginlikler, Suudi Arabistan’ın bölgesel rakipleri ile geliştirdiği sıcak ilişkiler ve son dönemde kötüleşen ekonomik koşulları Pakistan’ı Körfez bloğuna doğru itmektedir.
———————————————–
Kaynak:
http://orsam.org.tr/tr/korfezin-paakistani-kusatma-girisimi/