Suzan ÇATALOLUK
Aziz Dostlar,
Haram ve helal, hayata saygı, sanata sevgi, temizlik kuralları, evde kalmak, Corona virüsü…
Hepsi birbirini nasıl da tamamlıyor! Sebep-netice, sebep- netice, sebep- netice!
Bu ibret verici daire şaşmaz bir şekilde, hiç aksamadan dönüyor.
Bu hali yaşadığım birkaç hadiseyi misal getirerek ifade etmek isterim izninizle:
Yakın zamanlarda bir gün AVM’de meyve almak için dolaşırken ceviz gözüme çarptı. İnce kabuklu idi. Yanaştım tezgâha. O sırada orta yaşlı bir adam geldi. Bir ceviz alıp kırdı. İçini yedi. Herhalde iyi olup olmadığını kontrol ediyor, diye düşündüm.
Ama adam durmadı. İkişer ikişer kırıp yedi cevizleri, kabuklarını da yere attı!
Bir gün de yaşlı hanım mandalinaları yedi. Herhalde çok ters bakmış olmalıyım ki pişkin bir şekilde güldü ve dedi ki:
“-Göz hakkı var değil mi?”
O da mandalina kabuklarını ayağıyla ittiriverdi tezgâhın altına.
İnanmayacaksınız ama başka bir gün gencecik bir anne çocuğunun ağzına çilekleri tıkıştırdı. Şaşkınlıkla bağırmışım:
“-Yıkanmamış, topraklı çileği nasıl yediriyorsunuz?”
Hanım çok rahattı, yılıştı:
“-Ben onun annesiyim! Oğlum çok sağlam. Afiyet olsun kuzummm!”
Gidip AVM’nin müdür yardımcılarından biriyle konuştum. Hanım başını salladı, gülümsedi:
“-Afiyet olsun. Ne yapabilirim ki?”
Helal-haram ilişkisi!
Haram, günah, öte dünya, hesap günü, adalet, hak, hukuk… Vatandaşımızın kaçta kaçının umurunda?
*****
Buna hiç inanmayacaksınız:
Yıllar evveldi. Kanalizasyonun denize aktığı koca boruların biraz uzağında denize giriyordu herkes. Çoluk çocuk, şakalaşan delikanlılar. Koca koca adamlar balık tutuyordu.
Çocukların yüzündeki ve vücutlarındaki lekeler dikkatimi çekti. Telefon ettim ilgililere canhıraş bir şekilde. Cevap beni dehşete düşürdü:
“-Elimizden hiçbir şey gelmiyor. Evet, mantar yaygın. Ama Vatandaş böyle…”
*****
Sonra bir gün sahilde bir balıkçı gördüm. Bir vatoz balığı vardı ayaklarının dibinde, çırpınıyordu.
Sanki ben çırpınıyordum. Sordum:
“-Bu balık yenmiyor. Niye suya atmıyorsunuz?”
Adam neredeyse beni dövecekti. Yüzüme çemkirdi:
“- Defol git be kadın. Başımı belaya sokma. Git, evinde bulaşık yıka!”
İnsana, insan hayatına, dünyayı paylaştığımız diğer canlıların hayatına dair saygımız…
Hayata saygı!
Kaçta kaçımız saygılıyız?
****
Öylesine üzüldüm ki “Yusuf Adası” romanımı yazdım. Dünyayı kasıp kavuran virüs salgınını anlattım. Yayınlandı.
Sevdiklerime hediye ettim. İki dostum hariç, hiç kimseden dönüş almadım. Dönenlerden çok sevgili hocam Gülbün Mesara Hanımefendi, diğeri de kadim dostum Prof. Dr. Oya Ercan’dı.
Bir hanım toplantısında şiirden bahsedecek oldum, biri hemen sözümü kesti:
“Ay, aman! Ben şiir hiiiç sevmem!”
Uzak bir akraba resimle uğraştığımı duymuş. Bana sordu:
“-Bütün gün o incecik fırçalarla uğraşıp duruyormuşsun. Bari para kazanıyor musun?”
Sanata ve edebiyata sevgi ve saygı!
Kitap okuma sayımız ortada!
*********
Aziz Dostlar,
Temizlik kurallarında dünyada ilklerdeyiz diye hiç iddia etmeyelim. Denizlerimiz, piknik alanlarımız ve özellikle dişlerimiz ortada, sokaklarımız da…
*****
Şimdi…
Şimdi Aziz Dostlar,
Basit bir el yıkama ve birkaç zaman sokağa çıkmama bize bu kadar zor gelirken,
Bazı dedelerimiz bu kadar sokak severken;
Bir kısım gençlerimiz bu kadar saygısızken…
Millet bu kadar vurdum duymazken…
Bu durumda daha kaç Corona virüsünü beklemeliyiz, daha kaç salgın kapımızı çalabilir?
Veya…
“Kimin umurunda salgın, ölen ölür, kalan sağlar bizimdir” mi diyeceğiz?