“Neo-liberal küreselleşme, sınırları aşan, hatta sermaye dolaşımı açısından onları ortadan kaldıran politikalar uygulayarak, ilk etapta uluslararasılaşmanın, daha sonra uluslarüstülüğün zeminini döşer ve pekiştirirken, Korona sınırların kapatılmasına, göçlerin durmasına, sermaye akışının hızını kesmesine, neredeyse tüm ekonomik göstergelerin içeriği boş hâle gelip, belirsizliğin işaretlerine dönüşmesine de sebep olmuştur. Bu durum, …küresel bağlardan belirsiz bir yalıtıma/kopuşa maruz kalan ulus-devletlerin, meselelerin kendi başına üstesinden gelebilme kapasitelerinin ne olabileceğini de gündeme getirmiştir.”
*****
Prof. Dr. Ali Yaşar SARIBAY
Korona’nın güncel politik hali: “Küresel iç savaş”ın yoğunlaşması
Yüzyılımızda “savaş” olgusunun stratejik, taktik, hatta ekonomik çıkarlar yoluyla anlaşılamayacağı açıktır. Nitekim, 2001’de İkiz Kuleler saldırısından sonrasını tahlil eden siyaset felsefecisi Giorgio Agamben de[1] benzer bir tespitte bulunarak, geleneksel anlamda bir savaş hâlinden bahsedilemeyeceğini söylemiştir.
Sınaî-teknolojik modernliğin ilerlemesiyle günümüzde beliren en önemli güdü, “yaşam ve hayatta kalma hakkı”dır; daha vurgulayıcı bir deyimle, ontolojik güvenliktir. Eşitsizlik ise sınaî-teknolojik modernitenin en önemli çatışma kaynağıdır. Eşitsizlik, sosyolog UlrichBeck’in ünlü tanımıyla dünyanın bütününü “risk toplumu” hâline getirmiştir.[2] Sadece total olarak ulus-devletler değil, gruplar, aileler, kurumlar ve bireyler de risk altında ve ontolojik güvensizlik içindedir.
Bu durumu, İkinci Dünya Savaşı üzerine politik tahlillerinde siyaset bilimci Hannah Arendt “Dünya İç Savaşı” kavramıyla tasvir etmiştir.[3] 1930’larda aynı kavramlaştırmaya başvuran hukukçu ve siyaset kuramcısı Carl Schmitt daha derinlemesine bir tahlile girişmiştir. Schmitt, realist bir yaklaşımla “Dünya İç Savaşı” veya “Küresel İç savaş” olgusunu bugünkü dünya ahvalini anlamamıza Arendt’ten kavrayış gücü daha fazla olan ipuçları sunmaktadır.
Carl Schmitt’in “Küresel İç Savaş” (Weltbürgerkrieg) dediği, “yeni düşmanların” ve “yeni düşmanlık algılarının” yaratıldığı bir durumdur. Bu durum, devlet-dışı unsurlar arasında vukû bulmakta; bölgesel/küresel siyasî dizaynlar için iktidar ağlarının içine uygun olan sosyal iktidar sahibi grupları da kolayca dâhil edebilmeyi içermektedir.[4] Schmitt, yaptığı tanımla, geleneksel olan savaşların bir toprağı ele geçirme, bir kara parçası fethini amaçlayan nomos’un (Yunanca kökeninden gelen “almak”/”ele geçirme”) mahiyetinin değiştiğine dikkat çekmiştir. Nitekim, Schmitt, 20. Yüzyıl sınaî kapitalizminde bu mahiyet değişikliğinin “endüstrinin ele geçirilmesi” (Industriennahme) doğrultusu olduğunu vurgulamıştır.[5] Endüstriyel ele geçirme ile başlayan süreç, giderek neoliberal politikaların dünya çapında yayılmasına ve pekişmesine yol açmıştır. Dolayısıyla, Schmitt’in “küresel iç savaş” diye işaret ettiği olgunun, günümüzde neoliberalizmin yoğunlaşmış bir uzantısı olduğunu belirtmemiz gerekir.
Neoliberalizm virüsü
Korona virüsü, sadece salgın hastalık olarak yayılmamış; neoliberalizmin hastalıklı taraflarına âdeta spot ışığı da olmuştur. İlginçtir; Agamben’in bahsettiği Statis’in Yunanca kelime kökeninden gelen bir anlamı da bedensel hastalık veya enfeksiyondur. Politik teşkilata da body politic dendiği hatırlandığında, politik bedenin malûl olduğu neoliberal virüsün, bir başka virüs aracılığıyla spot altında berrak bir görünüm kazanması söz konusudur. Nedir bu politik bedene musallat olmuş neoliberal virüsün mahiyeti? Burada, yerin sınırlılığı, neoliberalizm konusunda uzun açıklama olanağını vermiyor. Fakat, en azından, neoliberalizmin –tâbiri caizse– viral belirtilerini yansıtmamızı mümkün kılıyor.
Neoliberalizmin, en belirgin özelliği toplumun her alanını (devlet kurumu dâhil) ekonomikleştirilmiş bir yapı olarak inşa etme girişimidir. Bunun sonucu olarak, insanın sosyal sermaye addedilmesi (buna insanın sermayeleştirilmesi diyebiliriz); saniyen, insanın kendisinin girişimcisi hâline getirilmesi ve sosyal politika alanının bireyselleştirilmesidir (bireysel emeklilik, özel sağlık sigortası, vs. mekanizmalarla). Bu tür sosyal mekanizmalarla yaratılan yeni homo oeconomicus, aslında, neoliberal devletin idarî vasıtalarla oluşturduğu bir iş birliğinin ürünüdür; devlet, zaten bu tür yönetimselliğe dair uygulamayı başlatmanın, yaymanın mimarıdır.[6]
Bu mimarinin dış görünümü şöyledir.[7] Her şeyden önce, insanlar, her kurumun ve toplumsal kümenin gözünde “sermaye” sayılmaktadır. Bu, insanı, başta aile olmak üzere, özel olsun, kamusal olsun, birçok dayanaktan yoksun bırakıp güvencesiz kılan en önemli etkendir. Sermaye addedilmek; rekabete tâbi hâle gelerek, baştan eşitsizliğe mahkûm edici bir durumdur. O kadar ki, politika teorisyeni Wendy Brown’ın belirttiği gibi; “…eşitlik, neoliberalleşmiş demokrasi için … aslî unsur olmaktan çıkmaktadır. Kanunlarda, içtihatta ve yaygın tahayyülde eşitsizlik normalleşmekte, hatta normatifleşmektedir.[8] Öte yandan, her şeyin sermaye addedilmesi, emeği değersizleştirdiği gibi, sınıf olarak kaybolmasını sağlayarak yabancılaştırır, sömürü karşısında emekçiler arasındaki dayanışma zemininin altını oyar. Dahası, homo oeconomicus aracılığıyla siyasî alan ekonomik terimlerle tanımlandığında kamusal olan ve ortak fayda bileşkesinin oluşturduğu yurttaşlığın zemini de ortadan kalkar. En önemlisi de devletin tüm işlevleriyle birlikte özelleştirilmesidir: Piyasa mantığıyla işleyen bir devlet, meşruluğunu öncelikle ekonominin sorunlarını dert edinen âdeta büyük bir firmaya dönüşür.
Brown’un vardığı şu sonuç, aslında küresel iç savaşın pekişmesini döşeyen zemine de işaret ediyor: “…[H]omoeconomicus’un insan sermayesi biçiminde yorumlanmasıyla birlikte sadece homo politicus değil, bizzat hümanizm de geride bırakılıyor.”[9]
Sermayeleşmiş insan, parasallaşmış devlet
Gerçekten de sermayeleştirilmiş insan anlayışının, parasallaşmış devlet yönetimi yüzünden bireyleşmeyi, yani eşitsizlikle bezenmiş bir güvencesizliği en uç noktasına götürdüğü görülmektedir.[10] Daha önce yayımlanan bir yazımda şu tespitte bulunmuştum: “Neo-liberal küreselleşme, sınırları aşan, hatta sermaye dolaşımı açısından onları ortadan kaldıran politikalar uygulayarak, ilk etapta uluslararasılaşmanın, daha sonra uluslarüstülüğün zeminini döşer ve pekiştirirken, Korona sınırların kapatılmasına, göçlerin durmasına, sermaye akışının hızını kesmesine, neredeyse tüm ekonomik göstergelerin içeriği boş hâle gelip, belirsizliğin işaretlerine dönüşmesine de sebep olmuştur. Bu durum, …küresel bağlardan belirsiz bir yalıtıma/kopuşa maruz kalan ulus-devletlerin, meselelerin kendi başına üstesinden gelebilme kapasitelerinin ne olabileceğini de gündeme getirmiştir.”[11]
Hâl böyleyse, günümüzde küresel düzenin varlığının varsayımsal olduğu ortaya çıkmıyor mu? Dilimize pelesenk ettiğimiz küreselleşme güzellemelerine rağmen, dünyanın hemen her yerinde kilometrelerce uzunlukta duvarların yükselişi ne anlama gelmektedir?[12] Söz konusu duvarların yükselişi, Schmitt’in dillendirdiği “küresel iç savaş”ı nasıl anlamamızı gerektirmektedir? Bu soruların cevabı, bizâtihî savaşın belli bir tanımından çıkarılabilir.
Savaşın yeni dinamikleri
Düşünür Cornelius Castoriadis savaşı, “Bir toplumun dışarısı karşısında, dışarıdaki bir toplumun atılımını kesmek amacıyla, kendi atılımını ortaya koyan şiddetli bir dışavurumdur”[13] şeklinde tanımlar. Bu tanım doğrultusunda, dikkate getireceğimiz iki husus, “küresel iç savaş”tan neden hâlâ bahsedilebileceğini de açıklayabilir.
Birincisi, tekrar hatırlatalım, günümüzde “savaş” artık geleneksel bir çağrışıma sahip değildir. Dolayısıyla, Castoriadis’in tanımındaki “dışarıdaki toplum” bir topos’u (toprak parçasını) değil; bence Schmittgil anlamda nomos’u (herhangi bir şeyi ele geçirmeyi) içermektedir. Schmitt’in dost-düşman ayırımına oturttuğu politika tanımıyla[14] beraber düşünüldüğünde; tanımdaki “dışarıdaki toplum”, bir toplumun kendi içindeki dışarısı sayılabilir. Bu hususları neoliberalizm bağlamına yerleştirirsek durum daha açıklık kazanır: Neoliberalizmin özellikleri – başta normatifleştirdiği eşitsizlikler – güncel politikanın daSchmitt’in “dost-düşman” ayrımına karşılık gelen şekilde tezahür ettiğini gösterir (örneğin Trump’ın George Floyd olayından sonraki konuşmalarında bu husus bariz yansır. Aynı şekilde Avrupa’da ırkçılığın yükselişinde de…).
Duvarların yükselişi meselesine gelince; neoliberalizm, bir ideoloji olduğu kadar ekonomi politik bir rasyonalitedir de. Duvarların varlığı, onun malûl olduğu sosyal patolojilerin küresel yayılmasına engel değildir (bu yüzden “virüs” metaforunu kullanıyorum). Üstelik, Schmitt eleştirmenleri bile onun “politika olarak ekonomi”[15] tanımının isabetini teslim etmektedirler. Buna göre, liberaller ve piyasa ekonomisine fonksiyonel işlerlik kazandırmak için devletin düzenleyici kararlar almasını ve uygulamasının gerekli gören Alman ordoliberaller“ diğerlerine vermek için birilerinden almak gerektiğini” inkâr ettiklerinden temellükün (elde etmenin) ve paylaşımın (elde edileni bölmenin) politik doğasını ıskalamışlardır. Bu yüzden Schmitt, “İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra doğmuş devletin arkasında ‘sosyal devlet tarafından demokrasi ve barış kılığına sokulmuş’ ‘bir iç savaş etiği’ni” saptar.[16]
Neoliberal gidişat
Neoliberal toplumda toplum üyelerinin “ücrete bağımlı-kâra bağımlı” olarak ayrılmış olması[17] Schmitt’in hemen yukarıda tanımladığı politik gerçekliği, bir “iç savaş etiğini” küresel çapta geleneksel olmayan bir savaşa dönüştürebilecek kaynaktır. Çünkü, neoliberal gidişat, “düşen büyüme oranı”, “artan eşitsizlik” ve “yükselen toplam borç” eşliğinde; vergi devletinden borç devletine, buradan da toplam borçları uzun vadeye yayan konsolidasyon devletine geçişi yaşamaktadır.[18] Bu bağlamda, kimden alınıp kime dağıtılacağı, “ekonomi olarak politikanın” çatışma yaratan en büyük sorunudur. Bu sorun hâlihazırda küresel çapta yayıldığı içinde bir “iç savaş” niteliğindedir.
KAYNAKÇA
Ali Yaşar Sarıbay (2020), “Devlete Bulaşan Virüs”, Fikir Turu.
Carl Schmitt (2006), Siyasal Kavramı, İstanbul: Metis.
Ertan M. Kardeş (2019), Yönsüzleşmiş Savaşlar, İstanbul: Pinhan.
Giorgio Agamben (2015), Statis. Civil War as a Political Paradigm, Stanford: Stanford University Press.
MaurizioLazzarato (2009), “Neoliberalism in Action”, Theory,
Culture and Society, Vol.26 (6).
Dipnotlar:
[1] Giorgio Agamben (2015), Statis. CivilWar as a Political Paradigm, Stanford: Stanford UniversityPress.
[2] Ulrich Beck, ( 2001 ),World Risk Society, London.
[3] Patricia Owens (2009), Between War and Politics. International Relations and Thought of Hannah Arendt, Oxford: Oxford University Press.
[4] Ertan M. Kardeş (2019), Yönsüzleşmiş Savaşlar, İstanbul: Pinhan, s. 136.
[5] Maurizio Lazzarato (2015), Borçla Yönetmek, İstanbul: Otonom.
[6] Maurizio Lazzarato (2009), “Neoliberalism in Action”, Theory, Cultureand Society, Vol.26 (6), s. 130.
[7] Wendy Brown (2018),Halkın Çözülüşü. Neoliberalizmin Sinsi Devrimi, İstanbul: Metis.
[8] Aynı eser.
[9] Aynı eser.
[10] Maurizio Lazzarato (2009), “Neoliberalism in Action”, Theory, Culture and Society, Vol.26 (6).[/efn_note] En uç noktada bu güvencesiz bireyselleşme paradoksal olarak, sadece ekonomik bakımdan eşitsizliğe değil; bu unsuru da besleyen, “üst üste binen” (intersectionality, “kesişimsellik” diye de çevirenler var) diğer bazı unsurlarla birleştiğinde çatışmacı bir hâl de alabilmektedir.
[11] Ali Yaşar Sarıbay (2020), “Devlete Bulaşan Virüs”, Fikir Turu.
[12] Wendy Brown (2011), Yükselen Duvarlar, Zayıflayan Egemenlik, İstanbul: Metis.
[13] Ertan M. Kardeş (2019), Yönsüzleşmiş Savaşlar, İstanbul: Pinhan.
[14] Carl Schmitt (2006), Siyasal Kavramı, İstanbul: Metis.
[15] Maurizio Lazzarato (2015), Borçla Yönetmek, İstanbul: Otonom.
[16] Aynı eser.
[17] Wolfgang Streeck (2016),Satın Alınan Zaman, İstanbul: Koç Üniversitesi Yayınları, s.14.
[18] (Streeck, 2016: 23 ve 2. ve 3. Bölümler)
————————————————————–
Kaynak:
https://fikirturu.com/toplum/koronanin-guncel-politik-hali-kuresel-ic-savasin-yogunlasmasi/