Nuri GÜRGÜR
Almanya Başbakanı Merkel Koronavirüs (Kovit 19) salgınının 2. Dünya Savaşından sonra yaşanan en büyük kriz olduğunu söyledi. Halen bu salgında 15 bine yakın insan hayatını kaybetmiş durumda; ancak yapılan bazı simülasyonlara göre vaka sayısının milyonları bulacağı ölüm olaylarının da aynı oranda artacağı öne sürülüyor.
Geçen Aralık ayı başında Çin’de ortaya çıkan bu hastalığın, Türkiye’ye nisbeten geç gelmesi bize zaman kazandırmış oldu; hem dünyada ilk defa görülen virüsün yol açtığı semptomları görebildik, hem nasıl mücadele edilebildiğini izledik hem de gerekli önlemleri almak, sağlık sektöründeki eksiklerimizi giderebilecek zamanı kazanmış olduk.
Sağlık Bakanlığında oluşturulan Bilim Kurulu’nun gecikmeden devreye sokulması, konunun uzmanlarının önerilerinin dikkate alınması, bilimsel esasların önemlenmesi kamu oyunda olumlu karşılandı; Bakan F. Koca ‘nın yaptığı açıklamalardaki tavır ve üslubu da olumluydu. Salgının ilk ulaştığı İran ile sınırın hemen kapatılması, Çin’e uçuşların durdurulması sorunun ciddiye alındığı anlamına geliyordu. Ancak ilk vakaların görülmesiyle birlikte tehlikenin doğrudan içinde olduğumuz ortaya çıktı. Başlayan tedirginlik vakaların katlanarak artması ve ölüm olaylarıyla birlikte hızla genişledi. Böylece salgın konusunda, bazı adımların atılmasında yapılan gecikmeler tartışılmaya başladı.
Şimdi artık Umre’ye Şubat sonuna kadar izin verilmiş olmasının ne kadar yanlış olduğu ortaya çıktı. Dönenlerden 21 bin kişiden ancak dörtte biri karantinaya alınırken, 15 bini kendilerini izole etmeleri söylenip evlerine gönderildi. Bu tavsiyeye uyan oldu mu bilmiyoruz ama çoğunun sosyal ilişkilerine tahdit getirme gereği duymadığı biliniyor; aralarından kaçının taşıyıcı olduğunu , bunu kaç kişiye aktardığını da bilmiyoruz. Yapılan bilimsel tedbirler, virüs taşıyan bir kişinin bile , önlem alınmaması durumunda bunu önce bir gün içinde beş kişiye aktardığı ardından iki günde sayının 25 kişiye devamında 625’e kadar genişlediğini gösteriyor. Diyanet umre ziyaretini ancak Suudi’ler 27 Şubat ta vize iznini kaldırdıktan sonra durdurduğundan, yetkili makamlar ilk dönen kafileyle başlayan karantina uygulamasını yapmadığından dolayı müteselsilen sorumludur.
Garip bir durum var; bütün idari kademeler, kurumlar ve yönetenler en yukarıdan gelecek talimatı bekler durumda. İnsiyatif kullanmaktan, karar alıp adım atmaktan çekiniliyor. Cemaatle namaz kılınmaması, maçların oynanmaması, eğitime ara verilmesi, kamuda dönüşümlü çalışma düzenine geçilmesi gibi konularda neden talimat bekleniyor? Kararın yukarıdan gelmesi isteniyorsa bu konularda neden teklif hazırlayıp onaya sunulmuyor? Mevcut sistemdeki bu sorunlar görülüp bir an önce etraflı düzenlemeler yapılmadığı takdirde bürokraside yaşanan bu tıkanmalar bir süre sonra “kriz” e dönüşecektir.
Kovit 19 epidemisi, çok yönlü tehdit boyutuyla sadece dünya çapında hayati bir tehlike olmakla kalmıyor, sosyo-ekonomik bir türbülans oluşturuyor. Küresel ekonomi 29 buhranından bu yana yaşamadığı derin bir krize sürükleniyor. Bütün ülkeler ayırabilecekleri parasal kaynakları kullanarak zararı en aza indirmeye çalışıyor. ABD bir trilyon 300 milyar, Almanya 570, İngiltere 390 milyar dolar bir kaynak ayırdı. Diğerleri de imkanları oranında benzer adımlar attı. Ekonomilerinde ortaya çıkan ve salgının sürmesine bağlı olarak derinleşeceği anlaşılan krizi atlatabilmek için ilave önlemler de almaya hazırlanıyorlar. Fransa zora giren büyük ölçekteki bazı sağlık kuruluşu ve firmaları kamulaştırmayı tartışıyor.
Türkiye’de de üç gün önce 100 milyar lira hacminde bir destek paketi açıklandı. Buna göre bazı sektörlerin vergi ve prim ödemeleri 6 ay kadar öteleniyor, konaklama vergisi kaldırılıyor, kredi kullanmaya ve ihracatçıya kolaylıklar getiriliyor.
Paketin içeriğiyle yaşanan ve yaşanılacağı kaçınılmaz olan sorunlar arasındaki büyük farklar, gündemin salgına kilitlenmesinden dolayı pek konuşulmadı. Önceki yıllarda da, umulan sonuçlar alınmasa da büyük iddialarla bir çok paketler açıklanmıştı; ama hiç birinde ortam şimdiki gibi değildi. İnsanların evde kalmaları yani işini gücünü belirsiz bir tarihe kadar askıya almaları isteniyor. İçişleri Bakanı 150 bine yakın iş yerinin kapatıldığını açıkladı. Bu tablo tamamına yakını buralarda aylık ücretle çalışan bir milyondan fazla insanın işsiz kalması anlamına geliyor. Turizm tesisleri açılamadığından işçi alamıyorlar. Ay başı geliyor; onbinlerce insan evinin kirasını v.b.ni nasıl ödeyeceğini düşünüyor Çoğunun bir aylık yiyeceğini karşılayacak parası bile yok. Bu insanlara uçak fiyatındaki indirimin veya ev kredisi kolaylığının bir anlamı olabilir mi?
Beri yanda Devletin kaynak sıkıntısı var. Bu gibi acil durumlar için ayrılan imkanlar bütçeye destek amacıyla on yıl boyunca kullanıldı. Elimizde artık MB’nın ihtiyaç akçesi yok, işsizlik fonunun tamamına yakını da devlet bonolarına bağlı, dolayısıyla kullanılamıyor. Oysa bunlar amacına uygun olarak muhafaza edilseydi işini kaybedenlerin en az iki aylık acil ihtiyaçları karşılanabilirdi. Yangın durumu için bulundurulan söndürme tüpünün içi boş olunca yangın nasıl söndürülür? İşini kaybedip evine tıkılan insanlar çaresizlik içinde kıvranırken, kolonya dağıtarak teselli edilebilir mi?
Çok acil yeni bir önlem paketine ihtiyaç var.Ama bunu lütfen işinin erbabı olan, ekonomiden gerçekten anlayan, piyasayı iyi tanıyan insanlar hazırlasın. Kamu oyuna açıklamaları, şu anda ekonomi ve maliyenin başındaki zat-ı muhterem değil, duruşuyla, üslubuyla, bilgi donanımıyla güven veren bir başkası yapsın. İnsanımız bir yandan ölüm tehlikesi, diğer yandan işsizlik ve açlık korkusuyla karşı karşıya. Emanet ehline verilmeden sadece manevi duygulara yönelik konuşma ve vaatlerle bu sorunların altından kalkamayız.