Bir kere şunu kabul edelim, dünyanın tamamı bu krize hazırlıksız yakalandı, dolayısıyla herkes hasar görecek. Krizden daha az hasarla çıkacak olanlar ise, bilimsel veriler ışığında hızla toparlanıp, şeffaf yönetimle halk desteğini sağlayarak, sağduyunun gereklerini yerine getirenler olacak. Şimdilik, daha başarılı gözükenlerin demokratik yönetim tarzı, şeffaf bilgilendirme, gelişmiş ekonomi ve planlama becerileri ile öne çıktıklarını söylemekle yetinelim.
Öte yandan, liberal olsun otoriter olsun, tüm ülkelerde, varlıkları söz konusu olduğunda vatandaşların koronavirüs krizi karşısında özgürlüklerinden vaz geçmeye hazır olduklarını gördük. Hatta pek çok ülkede vatandaşlar sokağa çıkma dâhil daha sert önlemler talep ederken, uzun dönemde ekonomik, sosyal ve siyasi sürdürülebilirlikten endişe duyan hükümetlerin daha yumuşak tedbirlerle yetinmeye çalıştıklarını da görüyoruz.
*****
Prof.Dr. Mustafa AYDIN[i]
Koronavirüs, namı diğer Covid-19, hayatımızın her anını esir aldı. Sadece eve kapanmak zorunda kalmamızı kast etmiyorum. Virüse her yönden maruz kalıyoruz. TV haberlerinde başka konu yok. Uzun zamandır gazete okumuyoruz, ama alıp baksak, onlarda da başka haber yok. O kadar ki, normalde çok şikâyet ettiğimiz, TV kanallarının adına “tartışma” dedikleri, her konuyu bilenlerin her akşam farklı bir konu üzerine tuluat yaptıkları eğlence programlarını bile özledik.
Sosyal medyanın her tarafından analiz fışkırıyor. Tiriaj, filyasyon, sistik fibroz havada uçuşuyor. Acil servislerde yoğun mesai yapan doktorlar bu diyalogları duysa ne hissederlerdi diye düşünürken buluyorum kendimi. Rahatlamak için artık alıştığımızdan bize yabancı gelmeyen, amatör siyaset bilimcilerin gelecek öngörülerini okuyorum.
Koronavirüsü, dünyaya şekil vermek isteyen X devleti, Y ailesi, Z grubunun ürettiğini öğreniyorum. Devletin güçlendiğini, otoriterliğin hâkim olduğunu, adaletsiz dünyanın sonunun geldiğini ve elbette artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını ardı ardına okuyor, dinliyor, izliyorum.
Bu sözde analizlerin herhangi bir kısmı bana mantıklı gelir gibi olduğunda, kendime son 20 yılda en az üç defa (Soğuk Savaş sona erdiğinde, 11 Eylül saldırılarından sonra, Arap isyanları başladığında) “artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” ifadesini duyduğumu, kurulup parçalanan “yeni dünya düzeni” sayısını ise hatırlayamadığımı hatırlatıyorum. İyi geliyor. Siz de deneyin.
İçinden geçtiğimiz hengâmede henüz salgının ne kadar süreceğini bilmiyoruz. Tekrarlama veya uzun süreli hale gelme ihtimali de var. Küresel etkileri ise çok boyutlu ve değişken. Virüsün tespit edildiği günlerde, hatta haftalarda, açıklanan veriler sorgulanıyor, bunlara dayanan önlemler değişiyor. Tüm dünyada doğru bilinenle ve alışkanlıklar alt üst oluyor.
Otoriter rejimler-popülist demokrasiler
Böyle bir ortamda “büyük” analizler üretmek, hele de sistemsel değişimler konusunda kesin sonuçlara varmak için sizce de erken değil mi?
Her şey bu kadar değişkenken, bugünkü tespitlerimizin salgının büyük ölçüde devam edeceği anlaşıldığı önümüzdeki aylarda değişmeyeceğini varsayabilir miyiz?
Bu kadar oynak bir zemine oturan tespitlerden yola çıkarak gelecek projeksiyonları yapmak doğru mu?
Bu sorulara benim cevaplarım net: evet, erken, hayır varsayamayız ve doğru değil değil.
Daha ileri gideyim: hızı, yaygınlığı ve etkisi anlamında salgını öngörememiş kişilerin, kurumların ve devletlerin, salgın sonrasını öngörmede daha başarılı olacaklarını varsaymak için hiçbir nedenimiz yok.
İlk başta, Çin örneğinden yola çıkarak, otoriter rejimlerin sert ve hızlı tedbirlerle salgına karşılık vermede başarılı oldukları izlenimi uyandıysa da, bu görüş kısa sürede yerini tam tersi yönde bir algıya bıraktı. Tercih olarak sadece, bir tarafta Çin ve İran örneklerinde gördüğümüz, esas endişeleri rejimin sürdürebilirliği olan, paylaştıkları verilere güvenilemeyen otoriter rejimler ile diğer tarafta ABD ve İngiltere örneklerinde gördüğümüz popülizmin pençesindeki beceriksizlik örnekleri sunulunca insanın içinin kararmaması mümkün değil.
Daha doğru bir fotoğraf, şu ana kadar salgınla göreli olarak daha başarılı mücadele eden devletlere (Almanya, Japonya, Yeni Zelanda, Danimarka vb.) bakınca ortaya çıkıyor.
Herkes hazırlıksız yakalandı
Bir kere şunu kabul edelim, dünyanın tamamı bu krize hazırlıksız yakalandı, dolayısıyla herkes hasar görecek. Krizden daha az hasarla çıkacak olanlar ise, bilimsel veriler ışığında hızla toparlanıp, şeffaf yönetimle halk desteğini sağlayarak, sağduyunun gereklerini yerine getirenler olacak. Şimdilik, daha başarılı gözükenlerin demokratik yönetim tarzı, şeffaf bilgilendirme, gelişmiş ekonomi ve planlama becerileri ile öne çıktıklarını söylemekle yetinelim.
Öte yandan, liberal olsun otoriter olsun, tüm ülkelerde, varlıkları söz konusu olduğunda vatandaşların koronavirüs krizi karşısında özgürlüklerinden vaz geçmeye hazır olduklarını gördük. Hatta pek çok ülkede vatandaşlar sokağa çıkma dâhil daha sert önlemler talep ederken, uzun dönemde ekonomik, sosyal ve siyasi sürdürülebilirlikten endişe duyan hükümetlerin daha yumuşak tedbirlerle yetinmeye çalıştıklarını da görüyoruz.
Tabii bu gözlem, Macaristan örneğinde olduğu gibi, mevcut şartları fırsat bilerek güç devşirmeye çalışan rejimlerin varlığını yadsımıyor. Burada önemli olan bireylerin, güvenliklerini yakın tehdit altında hissettiklerinde özgürlük-güvenlik dengesinde -geçici de olsa- kayba razı olmaları. Bu rızanın ne kadar süreceğini şu anda bilmiyoruz. Bundan faydalanarak güç devşiren devletler ile bireylerin salgın sonrası özgürlük taleplerinin ne kadar hızla çatışacağını kestirmek de kolay değil. Ama çatışacakları kesin.
Uyum sağlayanlar önce çıkacak
Kriz sonrası dönüşümleri düşünürken, nasıl şu anda salgına hızlı ve etkin karşılık verebilen devletler öne çıkıyorsa, sonrasında da ortaya çıkacak yeni şartlara hızla uyum sağlayarak, bu sefer vatandaşların kriz sonrası ihtiyaçlarına en etkin şekilde karşılık verebilen devlet/yönetimlerin öne çıkacağını hatırda tutmalıyız. Bugünkü baskılanmış özgürlük ortamını kabullenmek zorunda kalan bireylerin, kriz sonrasında daha çok özgürlük ve hak talep edeceklerine kuşku yok. Bu nedenle, bugünkü ortama bakarak otoriter devlet/rejim modelinin kriz sonrasında hâkim unsur olacağını söylemek doğru olmaz.
Buna karşılık, 2008 dünya finansal krizinde gördüğümüz üzere, devletin iyice küçüldüğü ve ekonomiye müdahalesinin neredeyse ortadan kalktığı küresel finansal kapitalizmde ortaya çıkan sosyal maliyetler ve tekrarlayan krizler nedeniyle, bireyler artık ekonominin işleyişinde devletin düzenleyici rolünü görmek istiyorlar. Fakat bunun, devletin, doğrudan ekonominin işleyişine müdahale edecek şekilde kurgulandığı model olmadığını de son on yılda gördük. Kısaca, “düzenleyici devlet” genel kabul görürken, “tekelci devlet” reddediliyor.
Koronavirüs salgını vesilesiyle bir kere daha gördük ki, mevcut küresel ekonomik sistemin ortaya çıkarttığı çelişkiler sürdürülebilir değil. Durgunluk uzayıp, işsizlik arttıkça devletlerin “Keynesyen” önlemlerle ekonomiyi yönlendirme çabaları da artacak. Uzayan krizin sonucunda kökten sistem değiştirici bir değişiklik gelmese de mevcut ekonomik sistemde devleti öne çıkaracak bir ince ayarı şimdiden bekleyebiliriz.
Öte yandan, son yıllarda öne çıkan uluslararası siyasi ve ekonomik trendlerin -artan popülizm, ekonomik milliyetçilik, yabancı düşmanlığı- bu salgın dolayısıyla büyük değişimlere uğramayacağı, ancak salgından etkileneceklerini varsayabiliriz.
Yeniden “yeni dünya düzeni” mi?
Kriz dönemlerinde toplumsal beğenilerin hızla değişebileceğini de unutmamalıyız. Özellikle krizin uzaması ve ekonomik olumsuzlukların artması durumunda pek çok ülkede popülist liderlerin sorgulanıp, gelişmelerin hızlı iktidar değişikliklerine neden olması mümkündür.
Buradan yola çıkarak, popülizmden köklü bir dönüş yaşanacağını düşünmeyelim. Zira onun dinamikleri ayrı ve bunlar sürdüğü sürece popülist dönemden geçmeye devam edeceğiz. Fakat bu, popülist çağda lider değişiklikleri olmaz anlamına gelmez.
Kriz ortamları toplumlarda yeni beklentiler doğurur; kriz sonrası dönemler ise yeni hikayelere ihtiyaç duyar. Bu kapsamda farklı ülkelerde yeni hikâyeler anlatabilecek yeni liderlerin yükselişine tanıklık edebiliriz. O noktadan sonra sürecin nasıl evrileceğini belirleyecek olan, kriz döneminde yaşananlardan ziyade, kriz sonrası dönemin taleplerine en iyi kimin ne tür bir rejimle ve hangi ekonomik, sosyal, siyasal modelle cevap verdiği olacaktır.
Uluslararası alanda da krizin ortaya çıkartacağı değil, hızlandıracağı eğilimlerden bahsetmek daha doğru olur. Uluslararası siyasetin gidişatına ilişkin küreselleşme bağlamında yapılan “yeni dünya düzeni” tartışmalarının bu krizle birlikte yeniden canlanacağı kuşkusuz. Bir süredir dünya siyasetinde yükselen trendlerin etkisiyle büyük ölçüde göz ardı edilen “devletin dönüşümü” tartışmalarının da yeni bir ivme kazanacağını söyleyebiliriz. Tüm bunlara, son 20 yıldır zaten yaşadığımız geniş kapsamlı toplumsal değişimlerin hızlanacağı öngörüsünü eklediğimizde, uzun vadede farklı bir küresel siyasi ve ekonomik sistemle de tanışabiliriz.
O noktada belki gerçekten hiçbir şey eskisi gibi olmayabilir; bekleyip görmek lazım.
——————————————–
Kaynak:
[i] Prof Dr Mustafa Aydın Kadir Has Üniversitesi Öğretim Üyesi; Uluslararası İlişkiler Konseyi YK Başkanı