Kötülük karşısında sessizlik!

Kur’an’daki İslâmiyet’in toplumsal davranışlar hakkındaki bu düzenlemesi, bütün evrensel hukuk ve ahlâk öğretilerinin temelini oluşturur. ‘İyiliği emretmek’ ve ‘kötülükten sakındırmak’ eylemlerini, zihinsel bir tutarlılık içinde aynı insanın zihninde birleştiren ve aynı toplumun vicdanında buluşturan bu formül, başlı başına bir toplumsal model sayılır. İnsanlık tarihinin, yüzyıllar boyunca deneme-yanılma yoluyla öğrendiği ortak deneyimleri, akılcı ve bilimsel zihniyete dayalı entelektüel düşünce ve etik değerleri, gerçekte böyle bir toplumsal düzeni sağlamaya yönelik beklentileri içermektedir. Bu bağlamda, bütün inanç sistemlerinin kültürel pratikleri, bütün hukuk sistemlerinin fiili uygulamaları ve bütün siyasi ideolojilerin amaçlayıp da güç yetiremediği ‘mutluluk’ umudu da burada saklıdır.

*****

Prof.Dr. Feyzullah EROĞLU

Toplumsal düzenin bir denge içinde sürdürülmesi, her yaş ve konumdaki insanların, yaptıkları davranışları hangi durum ve şartta iyi, hangi durum ve şartta kötü olduğunu bilerek yaşamalarına bağlıdır. Her insanın doğumu ile başlayan geleneksel şartlandırma tipi öğrenmeye, nörofizyolojik gelişime koşut olarak zihinsel öğrenme tipi de eklenmiş olur. Böylece, insanlar deneme yanılma, taklit ve zihinsel öğrenme yoluyla, hangi davranışların yapılırsa iyi, hangilerinin kötü olduğunu kavramış olurlar. Toplumsal düzen ve gelişmenin sağlanması bakımından, her bireyin kötülüğü değil, iyiliği seçmesi beklenir. Aslında, bütün sosyal normların, kurumların ve değer yargılarının asli işlevleri, iyiliğin seçileceği ve kötülükten sakınılacağı bir toplum düzeni kurmaktır.

İnsan insanın denetleyicisidir

Sosyal yaşamda ve kültürel süreçlerde, mutlak iyi ve kötü diye bir şey yoktur. Bu kavramlar, çoğunlukla görecelik esasına bağlı olarak insan aklı ve toplumsal normlar tarafından anlam kazanır. Neyin iyi veya neyin kötü olduğu hakkında gelişen ortak kıstaslar sayesinde, toplumsal bir uyum ve ortak bir tavır gelişir. Sosyolojik olarak millet olmanın temel ölçütlerinden biri de, birlikte yaşama iradesinin bir göstergesi olarak böyle bir sosyal uyumun sağlanmış olmasıdır.

Her toplumsal düzende yaşayan kişilerin, içinde yer aldıkları toplumda genel geçer olan ‘iyi’ ile ‘kötü’ ayrımını bildikleri ve normal şartlarda buna göre hareket edecekleri varsayılır. Gerçekte, biyolojik ve zihinsel gelişme tamamlanıncaya kadar geçen sürede, bu davranışlarla ilgili uyumsuzluklar -öğrenme süreci sürmekte olduğu için- belirli bir toleransla karşılansa da, erginlikten sonraki kötü ve istenmeyen davranışlar hukuki ve toplumsal yaptırımlara tabi tutulur. Böylece, iyi ve kötü davranışların sınırları açık seçik belli olur. Bu çerçevede, toplumsal uyumun ve düzenin sağlanması ve kötülüklerin doğmaması için duyarlı insanların, nispeten duyarsız kişilerin davranışları üzerinde uyarıcı ve öğretici sorumlulukları vardır.

İyi ve kötü davranışların öğrenilmesi süreci

Toplumsal ilişkilerin düzenlenmesinde en önemli belirleyici, öngörülen davranışın sonucunda karşılaşılması umulan, olumlu ya da olumsuz durumlardır. B. Frederic Skinner’ın pekiştirme teorisine göre, alınan kararların ve yapılan eylemlerin ortaya çıkışında, bütün bu davranışların sonunda karşılaşılan sonuçların çok önemli bir araçsallık değeri vardır. Eğer, gösterilen davranışların sonucunda iyi ve olumlu karşılıklar alınıyorsa, büyük bir ihtimalle bu tür davranışlar sürdürülür. Eğer, gösterilen davranışların sonucunda olumsuz tepkilerle ve yaptırımlarla karşılaşılıyorsa bunlardan da vazgeçilir. Ancak, başka insanların yaşamını haksız bir biçimde ve olumsuz olarak etkilemelerine rağmen, onların bu kötülüklerine karşılık, ilgili mağdurlardan ya da başka insanlardan herhangi bir tavır görülmezse, bu tür olumsuz durumlar zamanla ‘sıradanlık’ kazanabilir.

Hannah Arendt ve “Kötülüğün Sıradanlaşması”

Nazi Almanya’sından kaçarak ABD’ye yerleşmiş olan filozof Hannah Arendt, bir kısım Yahudi’nin toplama kamplarında öldürülmesinden sorumlu tutulan Adolf Eichmann’ın Kudüs’teki yargılama sürecini izlemiştir. Kendi gözlemlerinden ve mahkeme izlenimlerden çıkarımlarını “Kötülüğün Sıradanlığı” adlı ünlü çalışmasında ortaya koymuştur. Arendt, bu çalışmasında A. Eichmann’ın korkunç bir kişi olmaktan çok, şaşırtıcı bir biçimde normal bir insan olduğuna dikkat çekmiştir. Arendt, kötülük yapanların düşünme ve akıl yürütme yeteneklerini kaybetmiş olduklarını, yaptıkları kötülüğün kötülük olduğunu düşünmediklerini anlatarak; bu durumda başkalarına kötülük yapanların kötülüklerine diğer kişilerin sessiz kalmalarının sonucunda kötülüğün sıradanlaştığını açıklamıştır.

Kötülüğün dinselleşmesi

Kendilerini koruma ve savunma imkânı olmayan insanlara ve öteki canlılara zarar verici söz ve eylemlerin çok sayıda kaynağı olabilir. Bunlar arasında, bilgisizlik, zihinsel bozukluk, aşırı güç taşkınlığı, siyasi ve ideolojik saplantılar, inanç farklılıkları gibi birçok etken kötülüğün ortaya çıkışına kaynaklık edebilir. Ancak, kötülüğün ortaya çıkışında en çelişkili durum, ‘din-kötülük’ bağlamında kendini gösterir. Dinlerin var oluş nedenlerinden ve temel işlevlerinden biri de, başkalarına mümkünse iyilik yapmak ve kötülükten ise kesinlikle kaçınmaktır. Buna rağmen, kötülük sayılan bir söz veya eylemin kaynağı inanç ve dinsel gerekçelere dayandırılıyorsa, bu eylemlerin özneleri tarafından başkalarına zarar verici kötülüğün birer kutsallık inancıyla yapılması gibi olumsuz bir güdüleme söz konusu olacaktır. Kötülüğün, ‘dinsellik’ bağlamında yapılması, bu eylemin meşrulaştırılması ve yaygınlaştırılması yanında, şiddetini de artırıcı bir etki yaratır. Söz gelimi, ülkemizde ve birçok Müslüman toplumda, Orta Doğu’nun yönetici saraylarında uydurulan dinsel rivayetler üzerinden 6 yaşındaki kız çocuklarıyla evlilik maskesi altında cinsel hayat yaşanması, son derece patolojik bir durum arz etmektedir. Burada, bu hastalıklı anlayış ve davranışların öznelerinde, herhangi kötülük yapılmış olduğuna ilişkin bir açık pişmanlık olmadığı gibi, bu sapkın davranışı savunan ve bunlara sessiz kalarak onaylayan çok sayıda kişi ve toplulukların olması, en tehlikeli ve yıkıcı kötülüğün, din kisvesi altında yapılmakta olan kötülükler olduğunu açıkça göstermektedir.

Kötülük yapan kişilerin, kötülüklerini, çoğunlukla kendilerini savunamayan çok zayıf insanlara ve varlıklara yönelttikleri için yetkin insanlar, onlar adına seslerini ve itirazlarını yükseltmelidir.  Ayrıca, yetişkinler kötülüklere maruz kaldıklarında, bu işlem ve eylemlere karşı mutlaka makul ve meşru bir tavır almalıdırlar. Kötülüklere sessiz kalmak, bir tür onay vermek anlamına gelir. İnsanların, kendilerini savunamayan kişiler ve canlılar için mücadele etme düşünce ve tavırları olmadığı zaman, kendi düşkünlükleri sırasında başkalarından yardım ve destek beklemelerinin bir anlamı olmasa gerekir.

“İyiliği Emrediniz, Kötülükten Sakındırınız”

Kur’an’daki İslâm’ın, bütün zamanlarda geçerliliği bulunan en görkemli evrensel yasalarından birisi de, Âl-i İmran’ın 104, 110 ve 114. Âyetleri; Maide’nin 79. Âyeti; A’râf’ın 157 ve 199. Âyetleri; Tevbe’nin 71. Âyeti; Hac’ın 41. Âyeti ve Lokman’ın 17. Âyetinde, son derece kesin bir ‘emir’ kipi ile ifade edilen “İyiliği Emrediniz, Kötülükten Sakındırınız” biçimindeki buyruğu olmalıdır. Toplumsal varlığın belirli bir düzen içinde sürdürülmesinin en önemli toplumsal alt yapısı, bu âyetler aracılığıyla kesin bir dille bildirilmiştir. Her ne kadar gelenekçi ve muhafazakâr Müslümanlık anlayışı, İslâm olmanın şartını ‘beş’ sayısı ile sınırlayıp ‘İslâm’ın beş şart’ görüşünü kabul etse de, gerçekte Kur’an’da geçen ve her mü’minin uyması gerektiğine vurgu yapılan çok sayıda buyruk veya şart vardır. Bunların tamamının, İslâm’ın şartı olarak görülmesi ve her birinin ‘beş şart’ sayılan İslâmi ögelerle birlikte anılıp Müslümanların yaşamında aynı duyarlılık ile uygulanması gerekirdi. Bunlardan birisi de, “İyiliği Emrediniz, Kötülükten Sakındırınız” buyruğudur.

Kur’an’daki İslâmiyet’in toplumsal davranışlar hakkındaki bu düzenlemesi, bütün evrensel hukuk ve ahlâk öğretilerinin temelini oluşturur. ‘İyiliği emretmek’ ve ‘kötülükten sakındırmak’ eylemlerini, zihinsel bir tutarlılık içinde aynı insanın zihninde birleştiren ve aynı toplumun vicdanında buluşturan bu formül, başlı başına bir toplumsal model sayılır. İnsanlık tarihinin, yüzyıllar boyunca deneme-yanılma yoluyla öğrendiği ortak deneyimleri, akılcı ve bilimsel zihniyete dayalı entelektüel düşünce ve etik değerleri, gerçekte böyle bir toplumsal düzeni sağlamaya yönelik beklentileri içermektedir. Bu bağlamda, bütün inanç sistemlerinin kültürel pratikleri, bütün hukuk sistemlerinin fiili uygulamaları ve bütün siyasi ideolojilerin amaçlayıp da güç yetiremediği ‘mutluluk’ umudu da burada saklıdır.

Bu buyruk, aslında Kur’an’daki İslam’a iman etmiş Müslümanlara, çift yönlü toplumsal sorumluluk yüklemektedir. İlki, her insanın yaşadığı toplumsal düzende bizzat ‘iyilik’ yapması ve ‘kötülükten’ uzak durması; ikinci yönü ise başkalarına ‘iyilik yapmayı’ salık vermesi ve ‘kötülüklerden kaçınılmasını’ sağlamaya çaba göstermesidir.

Müslüman olduğunu kabul eden her birey, Kur’an’daki sadece bu buyruğa göre davranmış olsaydı bile, o zaman Müslüman ülkeler yeryüzünün en uygar ve mutlu toplumları olurdu.

————————————————

Kaynak:

https://millidusunce.com/misak/kotuluk-karsisinda-sessizlik/

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen