İslam dini geldiğinde Mezopotamya’dan Roma’ya kadar bu gnostik inançlar tüm düşünce akımlarına sızmış durumdaydı. İslam, “düalist Tanrı inancı”na karşı “tevhid inancı”nı ortaya koydu. Allah, “Rabbul meşrikayni ve Rabbul magribeyn” yani “iki Doğu’nun ve iki Batı’nın da, gecenin ve gündüzün de, zulmetin ve nurun da Rabbi”dir. Ne gece de ne kadın da ne de bir başka varlıkta asla kötülük veya uğursuzluk yoktur. Çünkü kâinattaki her şey Allah’ın sıfatlarının tecelli ettiği eserleridir.
*****
Prof.Dr. Hilmi DEMİR
“Ne yani, kötülüğü veya şerri Allah mı yarattı demek istiyorsun?” diye soranlar olacaktır. Bu sorunun cevabını verecek olursak; tüm yaratılışın sebebi Allah’tır. Fakat bu durum rahmet ve merhamet sahibi olarak tanımladığımız Allah için bir problem oluşturmaz mı? İşte bu soru ile birlikte kadim bir meselenin de kapısını aralamış oluyoruz.
İslam ile gnostik ve bâtinî inançlar arasındaki en temel fark, kötülük meselesinde ortaya çıkar. İslam dini, tevhidi savunduğundan kâinattaki tüm oluşumların tek bir ilahın eseri olduğunu savunur. Bu durum İslam’ın olmazsa olmaz en temel inancıdır. Kâinattaki iyi-kötü veya şer-hayır tüm eylemler ve oluşlar, tevhid ilkesine bağlı olarak açıklanır. Mahlûkat yani tüm varlıklar Allah’ın fiili ve eseri olarak kabul edildiğinden, iyi-kötü veya şer-hayır ne varsa hepsinin de Allah tarafından yaratılmış olması tevhid ilkesinin zorunlu bir sonucudur. “Ne yani, kötülüğü veya şerri Allah mı yarattı demek istiyorsun?” diye soranlar olacaktır.
Bu sorunun cevabını verecek olursak; şerri veya kötüyü, iyiyi ya da hayrı ne varsa tüm yaratılışın sebebi Allah’tır. Fakat bu durum rahmet ve merhamet sahibi olarak tanımladığımız Allah için bir problem oluşturmaz mı? İşte bu soru ile birlikte kadim bir meselenin de kapısını aralamış oluyoruz. Kâinattaki kötülüğün varlığı ile iyi İlah arasındaki ilişkiyi nasıl açıklarız? Daha açık bir ifadeyle; virüslerden hastalıklara, depremden sellere kadar kâinatta var olan kötülükleri, acıları, elemleri rahman ve rahim olan, iyi olan İlah neden yarattı? Madem âlem mutlak iyi bir İlah tarafından yaratıldı, o hâlde bu yaratıcı, insanların acı çekmesine ve dünyadaki kötülüklere neden müsaade ediyor? İstese tüm bunlara engel olamaz mıydı?
Bugün de hâlâ yer yer dinlere ve özellikle de İslam’a saldırmak isteyenlerin sıkça başvurduğu bu deliller aslında oldukça eskidirler. Evet; İslam’dan yüzyıllar önce, kadim gnostik inançlar bu delillerle Hristiyanlığa saldırmış ve onun tahtına oturarak Avrupa içlerine kadar bu kötülük teolojisini yaymayı başarmışlardı. Kimden mi, bahsediyorum elbette Manihaizm’den.
Manihaizm ve kötülük teolojisi
Mani, 216 yılında Dicle’nin sol kıyısında Babil’in kuzeydoğusunda, Cûkha bölgesinde bulunan bir köyde doğmuştur. Elinde bir asa ve giydiği renkli bir pelerinle kendisini “Işık Bahçelerinin Kralı” olarak adlandırmıştır. Mani, uzun yıllar boyunca çeşitli ülkeleri gezerek öğretisini yaymış, Türkistan ve Kuzey Hindistan’da Manici topluluklar kurmuştur. Kendinden önceki Zerdüştlüğün ve Hristiyanlığın öğretilerini kullanarak kendisine eklektik bir inanç sistemi inşa etmiştir.
Mani, açıkça kâinattaki kötülüğün ancak bir başka “tanrısal” varlıkla açıklanabileceğini savunur. “İyi Tanrı asla kötülüğü yaratmış olmaz.” Çünkü bu durumda kötülüğü yaratan da kötü olacaktır. Kötülüğün varlığı ancak onu yaratan bir başka Tanrı’nın varlığı kabul edilerek açıklanabilir. Bu nedenle Mani düalist bir sistemi savunur. Manihaizm’de tanrısallık ikili bir biçimde paylaştırılır. Bu tanrılardan birisi Işık diğeri ise Karanlıktır. Işık, İyi’nin Karanlık ise Kötü’nün hâkimidir. İyi Tanrı kuzeyden batıya doğru yayılmıştır, Kötü Tanrı ise güneyden doğuya doğru yayılmıştır. Misyoner bir teşkilat kurduktan sonra kadın ve erkek rahipler, oldukça münzevi bir hayat sürer ve Mani’nin inancını yayarlar. Manihaizm’in bu kötülük teolojisi bir asır geçmeden Roma İmparatorluğu sınırlarının dışına taşar. Ünlü Hristiyan Teolog olan Augustine, kırk yaşına kadar Manihaist olarak yaşamıştır.
Manihaizm’e göre kâinat-madde kötü, ruh-Işık ise iyidir. Kâinatta ebedî bir iyi-kötü mücadelesi devam edecektir. Beden aşağılık bir varlıktır; bu nedenle de dünyadan uzaklaşmak, evlenmemek, züht hayatı yaşamak ve kurtarıcıyı beklemek gerekecektir. Kurtarıcı gelene kadar da onun temsilcilerine uyarak bu savaşa hazırlanmalıyız. Kötülük kâinata kadın aracılığıyla taşınmıştır. İyi olan ilk insan, kötülüğün ve şeytanın silahı olan kadın tarafından baştan çıkarılarak kötülüğün tüm insan soyuna geçmesini sağlamıştır. Onlara göre insanlara musallat olan hastalıklar, eksiklikler hep “Kötü Tanrı’nın oyunları”dır.
Batılı araştırmacılar, Kilise sisteminden asli günaha kadar birçok inancın Hristiyanlığa Manihaizm’den geçtiğini düşünür. Batı düşüncesinde ebedi kozmik savaş, siyah ve beyaz gibi her şeyin iyi ve kötü olarak ikiye ayrılması, Yüzüklerin Efendisi gibi filmlerde Kuzey’in iyi, Güney’in ise kötü olması (bazen bu Batı ve Doğu olarak temsil edilir) Manihaizm etkisi olarak kabul edilir.
Tevhid ve kötülüğün varlığı
İslam dini geldiğinde Mezopotamya’dan Roma’ya kadar bu gnostik inançlar tüm düşünce akımlarına sızmış durumdaydı. İslam, “düalist Tanrı inancı”na karşı “tevhid inancı”nı ortaya koydu. Allah, “Rabbul meşrikayni ve Rabbul magribeyn” yani “iki Doğu’nun ve iki Batı’nın da, gecenin ve gündüzün de, zulmetin ve nurun da Rabbi”dir. Ne gece de ne kadın da ne de bir başka varlıkta asla kötülük veya uğursuzluk yoktur. Çünkü kâinattaki her şey Allah’ın sıfatlarının tecelli ettiği eserleridir.
İslam’da ve onun temel ilklerini açıklayan Kelâmi kozmolojide fizik-dünya kendinde bir varlıktır/el eşyau sabitetün. Yani fiziksel varlık alanı kurgu veya hayal ürünü değil “gerçek” bir varlık alanıdır. Onun gerçekliği konusunda hiçbir şüphe yoktur. O bizim tarafımızdan bilinebilir bir dünyadır. Ama fizik-dünya kendinden bir varlık değildir. Yani var oluşu, meydana gelişi ve varlığını devam ettirişi açısından kendi kendisinin illeti değildir, o bağımlı ve sonlu bir varlık alanıdır.
Âlem, Allah’ın bir eseri olarak mümkün dünyaların en iyisidir. Varlık, Allah’ın fiili/eseri olduğu için asla kötü olamaz. Âlemde kötülük elbette vardır. Fakat kötülük kendinden bir varlık değildir. Kötülük bir şey ile ortaya çıkar. Bu yüzden bir şey bazı durumda iyi iken bazı durumda da kötü olur. Bal sarılık hastalığı olana zehir, olmayana şifadır.
Kötülük ve iyiliğin varlığı için iki Tanrıya ihtiyaç yoktur. Tüm yaratılış tek bir yaratıcının eseridir. Fakat Allah kötülüğe vesile olan şeyi yaratır ama ondan razı olmaz. Ona rızası da yoktur. Bu yüzden onu işleyene ceza verir. Buna karşılık, iyiliğe vesile olan şeyleri hem yaratır hem de ondan razı olur ve onu işleyene sevap verir.
Yani Allah kötülüğe müsaade mi eder? Elbette hayır, Matüridilerin inandığı gibi kul onu işlemeye azmi musammem yani niyet eder, yönelir, tercih eder ve işlemeye kesin karar verdikten sonra Allah onu yaratır. Neden? Çünkü yaratmasa kulun iradesi, tercihi imkânsız hâle gelir. Kötülük, bizim özgür irademizin bir bedelidir. Allah yeryüzünde kötülüğü yaratmasaydı; o zaman imtihana, insanın özgürlüğüne de gerek kalmazdı. Cenneti yeryüzüne getirmek insanın özgür seçimine de son vermek anlamına gelir. Kötülüğün varlığı, özgürlüğün bir bedelidir. Keşke hiç kötülük olmasa ama maalesef insanın istek ve arzuları, sınırsız ihtirasları ve aç gözlülüğü, kötülüğü ister istemez var ediyor.
Müslüman mütefekkirlerin kötülüğün varlığını izah ederken kullandıkları diğer bir önemli delil de kötülüğün mutlak değil izafi bir varlık olduğudur. İyi bildiklerimizde şer, şer bildiklerimizde hayır-iyilik vardır. Çünkü biz âciziz, kâinattaki tüm olaylar zincirini kontrol edecek bir güce, bilgiye de sahip değiliz. Bildikçe cehaletimiz artıyor. Deprem bizatihi kötü müdür? Aksine depremler kâinatın canlılığının, yeryüzünün sıcak tabakalarının bir sonucu olarak ortaya çıkar. Kötü olan deprem değil, depremi bilme kapasitesi olan insanın Allah’ın bahşettiği aklı kullanmaması, açgözlülüğü, daha fazla para kazanma hırsıdır.
İmam-ı Matüridi hazretlerinin açıkladığı gibi aslında âlemde hiçbir zararlı nesne yoktur ki, insanların anlamaktan âciz kalacağı bir yararı olmasın. Söz gelimi; ateşin yakma özelliği olmakla birlikte besinleri pişirme, madenleri eritme ve insanların onlardan istifade etmesini mümkün kılacak hâle getirme özelliği de vardır.
Her canlının hayatı suya bağlı olmakla birlikte ölümü de onunla gerçekleşebilir. Aynı şekilde acı ve zehirli birçok nesne vardır ki müzmin bir hastalığın ilacı da olabilir. O hâlde, bir nesnenin mutlak kötü veya mutlak iyi olduğuna hükmetmek yanlıştır, aksine her nesnenin zararı da yararı da vardır. Tabiatın bu yapısında tevhid delillerinin en büyüğü mevcuttur. Bu yüzden şu, Allah’ın gazabı veya cezasıdır şeklinde bir varlığa atfettiğimiz hükümlerin hepsi izafidir. Hayır veya şer, bizim onun nasıl kullandığımıza bağlı olarak değişir. Zehir bazen ilaç veya bir insanın kurtuluşu için kullanılır; bazen de bir insanın ölümü için kullanılabilir. Varlık bile bir cezaya dönüşebilir. İnsanın başını döndüren, daha çok harama yönelmesine sebep olan zenginlik ve mülk kul için bir ödül değil olsa olsa bir cezadır.
İslam’a göre hiçbir varlık kötülüğün kaynağı olmadığı gibi dünya da siyah ve beyaz olarak mutlak kötülüğün savaş alanı değildir. Bu yüzden tarihin gidişi sürekli ne kötüye ne de iyiyedir. İyilik ve kötülük asli değil, bizim eylemlerimizin sonucudur. Her güneşin doğuşu yeni bir sabahın başlangıcını müjdeler. Yüce Allah Yusuf Suresi 87. Âyetinde; “Ey oğullarım, (şimdi) gidin ve Yusuf ile kardeşi hakkında bir haber almaya çalışın ve Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin; bilin ki, hakkı inkâr eden insanlardan başkası Allah’ın hayat bahşedici rahmetinden ümit kesmez” buyurur. Sürekli darlık, sürekli kötülük Allah’ın rahmetiyle örtüşmez…
Allah’ın akıl eden, çalışan, sünnetullahı okumasını bilen kulları olduğu sürece, her gecenin sabahı, her kışın baharı vardır. Çünkü insan ancak çalıştığında, emeğinin karşılığını alır…
——————————————-
Kaynak: