Bu yazımızda ünlü dilbilimci, yazar ve fikir adamı Necmettin Hacıeminoğlu tarafından 1964 yılında o günün şartlarına göre yazılmış bulunan “Köy Gerçeği ve Aydınlar” konulu yazısını önemine binaen aktarıyorum. Bilindiği gibi Türkiye’de yıllardır ve belki de yüz yıllardır ele alınmaya, çözümler getirilmeye, kalkınması ve daha modern aletlerle tarım yapması konusu tartışılmış ve çeşitli fikirler üretilmiştir.
Hacıeminoğlu millî şuur dairesinde 1964 yılında bu konuyu kaleme almış. Köy ve köylü konusunda ancak 1960 askeri müdahalesinden sonra “Köyişleri Bakanlığı” adı altında bir bakanlık kurulmuş ve bu sayede köyün ve köylünün problem ve meseleleri ele alınma yoluna gidilmiştir. Günümüze gelindiğinde ne kadar başarılı olunduğu tartışılabilir.
Bugünden geriye bakarak o günlerde tavsiye edilen, yer yer eleştirilen konular bugünün şartlarına pek de uymayabilir. Nüfusun yüzde sekseni köylerde yaşarken bugün bu durum çok değişmiş, nüfusun neredeyse yüzde sekseni şehirlerde yaşamaya başlamıştır. Köylünün, köyün dert ve problemleri çok değişmiştir. Eskiden pek çok köyde elektrik yokken, pek çok köyün yolu bulunmuyorken, bugün bu problemlerin pek çoğu çözülmüştür. Hatta şehirlere, ilçelere yakın olan köyler il ve ilçe belediyelerine bağlanarak köyün ihtiyaçları daha sağlıklı bir şekilde çözüm yoluna girmiştir. Eski evler yerlerini beton evlere, eski çamurlu yollar bir nebze de olsa asfalt ya da kilit taşlı yollara bırakmış göreceli bir gelişme sağlanmıştır.
Biz bu ve bunun gibi konulara devam edecek, Türk Milletine ve Türk milliyetçiliğine hizmet etmiş ilim ve fikir adamlarımızdan alıntılar yapmaya ve onların görüşlerini paylaşmaya-aktarmaya devam edeceğiz.
Günlük siyasetin dolambaçlı ve çıkmaz sokaklarında dolaşmaktansa bu yolla milletimize hizmet ettiğimiz kanaatindeyim.
Yayına hazırlayan: Kenan EROĞLU
***
Köy Gerçeği ve Aydınlar
“Türkiye’de belki de asırlardan beri idareci ve aydın sınıf köy ile köylü hakkında gerçeğe uygun bilgilerden mahrumdur.
Osmanlı İmparatorluğu devrinde Anadolu köylerinin ve köylünün siyasi, iktisadi durumu ne idi, bilemiyoruz. Devrin aydınları köye hangi gözle bakıyorlardı? Bugün olduğu gibi o zaman da şehir ile köy ve şehirlinin dünyası ile köylünün dünyası arasında derin uçurumlar var mıydı? Aydın zümre edebiyatında böyle içtimai konulara pek yer verilmediği için, bu soruların cevaplarını hemen bulmak mümkün olmuyor.”
“Bu durum, ikinci meşrutiyet devrinden sonra köyün lehine olmak üzere biraz değişmiştir. Edebiyatta bir halkçılık ve köycülük akımı başlamış, fakat köklü bir hareket olmadığı için çabuk sönmüştür.”
“Cumhuriyet devrinde ise hem siyasi alanda hem de edebiyatta ateşli bir köycülük akımının başladığını görüyoruz. Ancak gerek siyaset dilinde gerekse edebiyatta köy ve köylüden sık sık bahsedilmesine rağmen, meselenin gerçek yönü ne anlaşılmış ne de müsbet yolda değişebilmiştir. Siyasi bakımdan milli bayramlardaki dövizlere konu teşkil eden köy davası, edebiyatta da parlak cümlelerle dile getirilen birer romantik duygu olmaktan ileri gidememiştir. Her yazar, zihninde tasarladığı köyü ve köylüyü gerçek dışı tasvirler halinde kaleme almayı milli bir vazife saymıştır.”
“İkinci dünya savaşından sonra yeni ve bambaşka bir çığırın başladığını görüyoruz. Daha önceki romantik köy edebiyatına tepki olarak doğan bu “sosyal gerçekçi” edebiyatta da Türk köyünü gerçek yanları ile tanımak mümkün değildir. Çünkü bu edebiyat köyü, olduğundan daha kötü şartlar içinde göstermeye çalışmıştır. Fakat bu mübalağalı tutumun, bütün dikkatleri köye çevirmek gibi müsbet tesirleri olduğunu da belirtmek zorundayız.”
“Son yıllarda ise, köy meselesini artık devlet müstakîlen ele almak ihtiyacını duymuştur. Bu cümleden olarak, Cumhurbaşkanı Gürsel’in direktifi ile bir “Köy İşleri Bakanlığı” kurulmuş ve şüphesiz herkes tarafından memnunluk ile karşılanmıştır. Programı, planı ve çalışma şekli hakkında henüz hiçbir bilgiye sahip olmadığımız bu Bakanlığın kurulmasında çok geç bile kalındığını belirtmek zorundayız.”
“Sayısı kırk bini bulan köylerimiz ile, nüfusumuzun yüzde seksenini teşkil eden köylü vatandaşlarımızın özel ve nev’i şahsına münhasır bir yığın meselesini önemle ele almak için bu kadar beklememeli idik. Fakat hiç değilse bundan sonra ”zararın neresinden dönülse kârdır” düsturuna uyalım ve geçmiş yılların ihmalini telâfi etmeğe çalışalım. Emin fakat hızlı adımlar atalım.”
“Bunu temin için de köy davasını ele alırken, başarılı bir çözüme ulaşabilmek amacıyla, konuyu bütün yönleriyle iyice kavramak lazımdır. Eğer bugüne kadar olduğu gibi, bundan böyle de köylerimizin dert ve ihtiyaçları yanlış tesbit edilir veya anlaşılmazsa, dökülecek paralar, harcanacak emekler ve geçecek zamanlar gene boşa gidecektir.”
“Bilindiği gibi, bugüne kadar “köy davası” denince akla ilk gelen şey, her köye bir okul yaptırmak suretiyle bütün köylüyü ilköğretimden geçirmek ideali olmuştur. Onun için de bütün gayretler bu istikamete yöneltilmiştir. İrili ufaklı kırk bin köyün sadece kültürel değil, iktisadi, içtimai ve sıhhi bakımdan çeşitli meseleleri olduğu pek düşünülmemiştir. Her köyün korkunç tabiat şartları, hayat seviyesi; maddi imkânları, yolu, ışığı, suyu; çalışma ve yaşama düzeni hiç bahis konusu edilmemiştir. Köylü hayatı seviyor mu? Köylünün zevki, eğlencesi, düşüncesi nelerdir? Bir gayesi, bir ideali var mıdır? O, nasıl harekete getirilir, bir dava etrafında nasıl seferber edilir? Bu soruların cevabı aranmamıştır. Sadece vergi zamanında tahsildar, seçim zamanında da politikacı tarafından aranmıştır. Bütün bunların yanında yalnız bir noktaya dikkat edilmiş ve ısrarla o nokta üzerinde durulmuştur.”
“Köylü cahildir, bilgisizdir. Bundan dolayı da mutaassıp dini duyguların ve bir takım batıl inançların tesiri altındadır. Bu zaafından dolayı politikacılar tarafından fazlası ile istismar edilmektedir. Eğer biz her köyü bir okula kavuşturursak, her vatandaşı ilkokuldan geçirirsek, onlar taassup ve batıl inançların baskısından kurtulur. Başkalarının oyununa gelmezler. Böylece, köy ve köylü ile beraber memleket de gelişir, ilerler ve kalkınır.”
“Bu teşhis ve görüşte şüphesiz bir isabet ve hakikat payı vardır. Ancak pek çoklarının ısrarla iddia ettikleri gibi meselenin esası o kadar basit değildir. Dava, köy ve köylü davası, sadece bir okuma-yazma meselesi olarak ele alınamaz. Köyün binbir çeşit derdi, ihtiyacı ve meselesi vardır. Maddi ihtiyaçları, iktisadi perişanlığı, sıhhi dertleri vardır. Bu dertler yılların değil, yüzyılların biriktirdiği, ihmal ettiği müzminleşmiş dertlerdir. Okuma-yazma noksanlığı bütün bu dertlerden sadece bir tanesidir. Sanıyoruz ki köylüyü ilkokul öğreniminden geçirirsek memleketi kurtarırız. Sanıyoruz ki, yapacağı yarım-yamalak bir ilkokul tahsili onu taassup ve batıl inançların zincirinden kurtarmaya yetecektir. Ne büyük hayal! Bir an için kurtardığını düşünelim, Köylü, dünyanın öküz sırtında durduğuna değil de döndüğüne inansın. Bu neyi değiştirir? Onu toprak altından güneş ışığına çıkarır mı? Gübre yığınlarından kurtarıp temiz, zevkli ve rahat bir yuvaya kavuşturur mu? Onun karanlık gecelerini aydınlatabilir mi? Barınacak ev, içecek su ve darda kaldığı zaman kendisini büyük merkezlere ulaştıracak yol bulamayan köylünün, güneş sisteminin prensiplerini bilmesi neyi değiştirir, neyi ifade eder?”
“Çünkü ona verilen tahsil en aşağı seviyededir. Köylü onunla daha verimli bir müstahsil durumuna yükselemez. Çevresini değiştirebilecek, imkânları dile getirecek bir yaratıcılığa kavuşamaz. Kitleleri ardından sürükleyebilen basit bir önder de olamaz. Zira ilkokulun verdiklerini takviye edecek hiçbir yardımcı kuvvete sahip değildir. Gene dağ başındadır, gene sert tabiatlı ve kaderi ile baş başadır. Bu şartlar altında köylü atom fiziğini bilse ne yapabilir ki! Eli bağlı, gözü bağlı!”
“Bu sözlerle, “onu hiç okutmayalım, okumaya ihtiyacı yoktur” demek istemiyoruz. Sadece şunu belirtmeye çalışıyoruz:”
“Köylüye sadece okuma-yazma öğretmek onu ve memleketi, içinde bulunduğu gerilikten kurtarmaya asla kâfi gelmez. Onun için, artık, birinci mesele olarak ele almaya alıştığımız bu konuyu ikinci plana atmak zorundayız. Zira her şeyden önce iktisadi kalkınmaya, maddi kalkınmaya muhtacız. İşlenmeyen toprağı işleteceğiz. Kapalı yolları açacağız. Çalışmayan vatandaşı çalıştıracağız. Devlet her şeyden önce, köylüye insanca yaşayabilmenin maddi imkânlarını sağlayacak. Evini, suyunu, yolunu, sağlık yurdunu temin edecek, onu hayata kavuşturacak, onu hayata bağlayacak. Ve ona hayatı sevdirecek. Bunlarla beraber köye elbette okul da yapılacak. Devlet yapmasa bile, bunu köylü kendisi isteyecek, kendisi yaptıracaktır.”
“Bir hususu daha belirtmek lüzumunu duyuyoruz:
Bundan böyle köyün meseleleri üzerine eğilirken masa başından biraz uzaklaşalım. Ve köyün derdini böyle tesbit edelim. Bütün köyleri teker teker gezip görmek mümkün değildir ama, kırk bin köyü ortak vasıflarına göre guruplara ayırmak suretiyle, bu miktarı çok az sayıya indirmek imkânı vardır. Bunu da içinde iktisatçı, sosyoloğu, hekimi ve ziraatçısı bulunan uzmanlar heyeti yapabilir. Onun için, bu yöndeki çalışmalara, gereği kadar yeterli uzmanların yetiştirilmesi işine, hemen başlanmalıdır. Önümüzde sayısız başarılı örnekler de olduğuna göre, plan, program ve şekli meselelerle fazla zaman öldürmekten sakınılmalıdır.”
…
Kaynak:
Necmettin Hacıeminoğlu, “Türk Kültürü” dergisi, “Köy Gerçeği ve Aydınlar”, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü yayınları, Ayyıldız matbaası Ankara 1964, Yıl: II, sayı: 17, sayfa: 22-24