Köyümden… Gönlümden…

Tam boy görmek için tıklayın.

Geçen Pazar günü köye gidiyordum, radyoda Âşık Noksanî Türküleri.

“Eğer âşık isen güzel canana,

Seyreyle cemalin dur gizli gizli.

Eğer mecnun isen hüsnü didara,

Gizle asrarını dur gizli gizli.”

Ardından bir başkası;

“Geldim şu âlemi ıslah edeyim,

Özümü meydanda gördüm sonradan.

Zaman mahlûkuna meylimi verdim,

Sermayemden zarar gördüm sonradan.”

Eskişehir Türk Ocağı gençleri piknik yapıp, köye tarlaya geleceklerdi. Ablamlara da tembih etmiştim. “Dutlar dursun da gençler dalından yesin” diye.

Âşık Noksani devam ediyordu;

“Derde düştüm bi nihayet Ya Ali senden medet,

Umarız senden inayet Ya Ali senden medet,

Cürmümüz yazmaktan aciz kiramen kâtibin,

Fatime Hatice Hakkı affet Ya Ali senden medet.”

Mezarlığa uğradım, oradan tarlaya. Hava güzel, her taraf yemyeşil. Bülbüller ötüyor. Bir yanda pekmez kaynatılıyor, yanında çay var.

Ali Erdinç aradı. Pekmez yaptığımızı söyledim. Zile’nin pekmezleri meşhurmuş, Eylül- Ekim aylarında “en organik” olandan gönderecek inşallah. Onlarınki üzüm pekmezi.

Ali Erdinç’e “Burada sohbet ediyoruz, bir şiir okursan kulaklarımızın pası silinir” dedim.

Ben kendi şiirlerinden birini okur diye bekliyorum, o Rıza Polat Akkoyunlu’dan okudu;

“İşte böyle Salih,

İşte böyle kardeşim…

Akşamlar olmaya görsün bir kez,

Buğusu üstünde bir somun gibi tütmeye başlar,

Gözümde arkadaşlar…

Gözümde o dertli kentin en dertli yeri,

Koltuk meyhaneleri…

Bağlasalar duramam Salih,

İple çekerim paydos zilinin çalmasını

Boşsa cebim, daktilo kızlardan borç alıp Derdalan parasını,

Herkesten önce ben düşerim o yere…

O yerdeki köşeme, yumulurum şişeme…

Alışılmış bir düzendir bu bozulmaz.

Daha ilk kadehte bir sökündür başlar.

Her günkü arkadaşlar

İşe küskün, cebe dargın, yorgun argın boyverirler şöyle bir bir

Gene en başta Mehmet İspir.

Arkasından Zavrak İsmail ile Postacı Kemal, Hüzzam Hayri, Teğmen Ali, Emekli Nedim…

Derken… derken efendim o gözlerinde gülüşlerin en tatlısı, koltuğunda ney…

Hey gidi dünya hey! O herkesin bildiği eski spiker Doğan Ülker…

İşte bu yerlerde harcadım Salih, o pırlanta gençliğimin neyse bütün varını

Düşünmedim yarını, düşünmedim kardeşim…

Karların böyle birdenbire bastırıp, birdenbire etrafımızı saracağını

Ve bu yerlerin bizi, alınterlerimizi sağmal bir inek gibi sağacağını,

Düşünmedim!

Savrulan yapraklarıyla geliverdi güz…

Uçtu gençlik, çatladı nar, örtük bütün kapılar…

Gayrı elden ne gelir? Olan oldu biten bitti.

Orhanla Cahit bile bu uğurda gitti.

Bu uğurda gitti Macar Mustafa ile Kerim Renda, Sebzeci Ali, Tornacı Hikmet, Balıkçı Haydar, Eskici Ramo…

Ne o? Ne o? Gözlerin mi doluktu?

Ayıplama Salih, ayıplama be kardeşim.

Benim de işte şurada, şuracıkta, şu kıllı göğsüm altında kanayan bir yerim var.

Ama kimse bilmez, kimse bilmez be kardeşim..

Nasıl bir insan olduğumu, akşamları böyle niçin bardaklarla boşalıp, bardaklarla dolduğumu

Kimse bilmez…

Dün gene aybaşıydı, olmaz olsun!

Delik geniş, yama dar.

Gözlerimin önünden geçtiler şöyle bir bir , asık suratlı alacaklılar..

Utancımdan uğrayamadım semtine kasap ile manavın…

Geçemedim dükkânı önünden Bakkal Mustafa’nın…

Ağlamaklı bir ah! çekip yürekten, suçlu bir insanmışım gibi,

Saklanıp gizlenerekten gittim işime…

Biliyorum Salih, biliyorum kardeşim…

Küfretmişler yine gelmişime geçmişime

Ama neylersin? Ne söylersin?

Bu ay da veremedim ev kirasını…

Ve bu sabah tutuşturup eline üç beş kuruşla yol parasını…

“Seni annen istiyormuş” dedim.

El kızını bile sepetledim.

Ben böyle olacak adam mıydım? Böyle olacak adam mı Salih?

Neyleyim elimden tutmadı talih…

Kader böyle imiş, ne söylesem boş.

İçsem şaraptan, içmesem ıstıraptan…

Sarhoşum, sarhoşum, sarhoşum be Salih…

Sarhoş…”

Şerif Aydemir Ağabey Eğin’li. Oralarda da pekmez var ya. Yazılarında fırsat buldukça “şıra”, “şirelenmek” kelimelerini kullanır. Biz de pekmez yapıyoruz ya, kıskansın diye fotoğraf gönderdim. Şerif Ağabey de Ağın’dan pekmez yapılırken çekilmiş bir video gönderdi. Hazırda bekliyormuş sanki.

Akşama doğru Türk Ocaklı gençler geldiler. Daha önce piknik yapmışlardı. Dr. Kerim onlara Türkistan Pilavı pişirip ikram etmişti. Kısmet olursa köyde anneme, babama, geçmişlerimize bir mevlit okutacağız. İnşallah Dr. Kerim’in yaptığı Türkistan Pilavından ikram edeceğiz.

Öğrencilerin başlarında Nedim Abi, Mehmet ve Volkan Hocaları da var. Yüz kişinin üzerinde insan.

Dalından dut yediler, ağaçlara çıktılar, dut silktiler. Gelirlerken tepsi tepsi börek getirmişler. Börekle pekmez yediler.

Sohbet ettik sonra. Yine türkülerden bahsettik. Etraftaki ağaçları gösterdim. “Şu ceviz. Ceviz Oynamaya mı Geldin Odama ya da Cevizin Yaprağı Dal Arasında türkülerimiz var. Şu vişne ağacı. Bahçesinde Bir Taş Attım Vişneye/ Kimseler Yârinden ayrı Düşmeye. Şu dut. Dut Ağacı Boyunca var. İlerideki ağaç meşe. Meşeler Göğermiş Varsın Göğersin. Göğermek, yeşillenmek. Bizim türkülerimiz böyle oluşuyor. Gördüğün türkülerin içine konuyor. Bakın karşıda dağlar var, dağ türküleri söyleyelim. Bu Dağlar Eze Dağlar/ Yâr Gele Geze Dağlar, Bu Dağlar Ulu Dağlar, Dağlar Dağladı Beni, Bu Dağların Ardı Var…” Konu âşıklara geldi. Âşık Cemal Divani’yi aradık bir şiir okudu;

“Ben, Oğuzun boyundanım özüm şahittir benim,

Ben, Orhunda abideyim yazım şahittir benim,

Ben, Kürşat’la saray basıp bu dini kurtarmışım,

Ben, Körükle dağ erittim közüm şahittir benim.

Ben, Ötüken yolcusuyum Viyana’ya gitmişim,

Ben, On altı devlet kurup cihanla harp etmişim,

Ben, Akdeniz’i göl sanıp asırlar seyretmişim,

Ben, çağ kapattım çağ açtım mazim şahittir benim.

Ben, bin yıldır buradayım bedenim candan kale,

Ben, altın harflerle yazdım şereften şandan kale,

Ben, Boğazda düşman boğdum ispatım Çanakkale,

Ben, sayısız şehit verdim gazim şahittir benim.

Ben, geçmişte Bilge Kaan bugünde Atatürk’üm,

Ben, kendimi böyle bildim bizzat Türkoğlu Türküm,

Ben ki Cemal Divani’yim söylenir benim türküm,

Ben üç kıta ya nam saldım izim şahittir benim.”

Sonra bir şiir de ben okudum;

“Başı duman yüce dağın,”

Bir uzak diyar söyledi.

“Gel, sustuğun yere sığın,”

Konuştu, mezar söyledi.

“Gâh söylemiş, gâh susmuşum,

Ezel, ebede esmişim,

Ben çağlara söz kesmişim,”

Söğüt’lü çınar söyledi.

“Topraktan göğe taşarım,

Nice sevdalar yaşarım,

Ateş yansa ben üşürüm,”

Doruklarda kar söyledi.

“Birce tutarız yasımız,

Öteden gelir sesimiz,

Ta Yesi’den nefesimiz,”

Nice türbedar söyledi.

“Dedem Korkut’tur bilici,

Nefese sunduk alıcı,

Ney’le süsledik kılıcı,”

Saz söyledi, tar söyledi.

“Hâl bilmeze verme meyil,

Yalnız Hak önünde eğil,

Her Hasan Tiryaki değil, “

Cihangir yazar söyledi.

“Dağ yürüten neferim var,

Dokuz yöne seferim var,

Ağustos’ta zaferim var,”

Kut’luca bahar söyledi.

“Hayallerin erinmesin,

Başın yerde sürünmesin,

Yan, ateşin görünmesin,”

Bir Veli Hünkâr söyledi.

Bir güzel gündü vesselâm.

Gençlerimizim yolları, bahtları açık olsun.

Sağlıkla, huzurla, mutlulukla nice bayramlara inşallah…

Mehmet Ali KALKAN

Yazar
Mehmet Ali KALKAN

Eskişehir'de doğdu. Eskişehir Gazi İlkokulunu, Tunalı Ortaokulunu, Motor Sanat Enstitüsünü ve Çukurova Üniversitesi Mühendislik Bilimleri Fakültesi İnşaat Mühendisliği Bölümünü bitirdi (1980). Bir müddet Eskişehir Belediyesinde ... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen