1477 yılı ortalarında Venediklilere ait kırk altı, Papalık donanmasına ait yirmi beş, Napoli kralı Ferdinand’a ait on yedi ve Rodos şövalyelerine ait on dört kadırgadan oluşan Haçlı donanması Akdeniz’e indi ve Türk sahillerindeki şehir, kasaba ve köyleri vurmaya başladı. Venedikli Amiral Mocenigo komutasındaki Haçlı donanması hiçbir direnişle karşılaşmadan yoluna devam ederek Antalya limanına girdi, kaleyi karadan ve denizden kuşattı. Haçlılar kolay bir av olarak gördükleri iki katlı sur ve iki derin hendekle çevrili kaleyi uzun uğraşlara rağmen düşüremediler. Türk kale muhafızlarının inatçı direnişini kıramayınca Antalya önlerinden çekilmek zorunda kalan Haçlı donanması çekilmeden önce surların dışında kalan yerleşim alanlarını yakıp yıktı.
Anadolu sahillerindeki köy ve kasabaları yağmalayan, Urla ve havalisini soyan, Pamfilya, Lidya ve İyonya sahillerini vurduktan sonra İzmir’e ulaşan müttefik Haçlı donanması askerlerini karaya döktü. Haçlı donanmasındaki vahşi savaş köpekleri, İzmir sahillerine çıkınca bir anda ortalık kan gölüne döndü, yağma, talan ve ırza geçme olayları birbirini kovalamaya başladı.
Birleşik Hıristiyan kuvvetlerine katılan tarihçilerden biri şunları yazmıştır. “ Venedikliler ve müttefikleri olan Rodos şövalyeleri İzmir’e girdiklerinde erkekleri boğazladılar, camilere sığınmış olan kadın ve kızları ihtiraslarına alet etmek için kapıları kırdılar. Saldırıyı yöneten Venedikli komutan Mocenigo, askerlerinin insancıl duygularını uyandırmak yerine yağmayı, kundakçılığı ve ırza geçmeyi kışkırtıyordu. Kendisine getirilecek her Osmanlı’nın kafası için bir duka altını vermeyi vaad etmişti. Tutsak alınanlar ise açık arttırmayla satılıyorlardı. Rodos’un karşısındaki kıyı kasabalarının halkı kılıçtan geçirildi, binaların dışında bağlara ve ağaçlara varıncaya kadar her şey yakıldı.”
Yıllardır Anadolu sahillerine yapılan bu saldırılar, karanlık Ortaçağ’a son verip Yeniçağ’ın perdelerini açan kudretli Osmanlı Sultanı Fatih Sultan Mehmet Han’ı son derece üzüyor ve öfkelendiriyordu. Son saldırının haberini alan F. S. Mehmet Han dökülen masum kanlarının öcünü almayı ve Osmanlı devletiyle bilek güreşine girmeye cüret eden Akdeniz’in en büyük korsan devletine gereken dersi vermeyi kafasına koymuştu. İzmir saldırısının ardından F. S. Mehmet Han, Divan-ı Hümayun’u topladı ve vezirlerine dönüp sert bir ses tonuyla konuşmaya başladı.
“Süleyman Paşa derhal Lepanto körfezine hareket edecek ve Rumlardan Venediklilerin eline geçen Lepanto kalesini kuşatacak. Mihaloğlu Ali Bey ve akıncıları Tiran vadisindeki Venedik kalesi Kroya’yı saracak. Sırbistan Sancakbeyi Malkoçoğlu Bali Bey ise İşkodra üzerine sevk edilecek. Denizlerdeki üstünlüğüne güvenerek kolumuzu bükmeye yeltenen korsan devlet Venedik’e asıl darbeyi ise Turahanoğlu Ömer Bey indirecek. Dört ayrı bölgede sıkıştırılacak olan Venedik’e Türk kıyılarında yaptıkları yıkım ve katliamların hesabı misliyle ödetilecek. Sizlerden Turahanoğlu Ömer Bey’e tam destek çıkmanızı ve ne isterse yerine getirmenizi bekliyorum. Ömer Bey’in istekleri benim isteklerimdir, ona göre hareket edesiniz.”
Kısa bir süre sonra Fatih’in fermanını alan Bosna Sancakbeyi Turahanoğlu Ömer Bey, sınır boylarında yırtıcı kurtlar gibi dolaşan bileği bükülmez, yüreği sarsılmaz yiğit akıncılarının derhal Venedik sınırında toplanmasını buyurdu. Fatih’in buyruğunu yerine getirmek için Turahanlı akıncılarının yanına bir an evvel varmak isteyen Ömer Bey hazırlıklarını hızla tamamladı ve maiyetini de ardına takarak Bosna’dan Kuzey Venedik sınırına doğru yola koyuldu. Birkaç gün sonra Adriyatik denizinin kuzeyine
dökülen İzonzo nehrine ulaştı ve günler önce Venedik sınırında toplanmaya başlayan tepeden tırnağa silahlı yirmi bin akıncısıyla buluştu.
Turahanoğlu Ömer Bey, akıncı komutanlarıyla kısa bir toplantı yaptı. Bosna sancakbeyinden önce toplanma yerine gelen akıncı komutanları kılavuzlarına bölgede sıkı bir araştırma yaptırmışlardı. Akıncı komutanlarının sözlü raporlarını dinleyen Ömer Bey ilk iş olarak Venediklilerin Akile yakınından başlayıp Kerç’e kadar uzanan fasılasız hat üzerindeki geniş hendeklerin geçilmesi gerektiğini bildirdi. Sınır boyunca uzanan, dibine sivri kazıklar çakılmış derin hendekler, Türklerin istilalarına karşı durmak için yapılmıştı, ama bir işe yaramadı. Türk akıncıları Venediklilerin pek güvendikleri derin hendekleri kazasız belasız geçtiler ve Venedik topraklarına adımlarını attılar. Bunun üzerine Ömer Bey, akıncı komutanlarına Kerç köprüsünün ele geçirmelerini emretti. İyi yüzme bilen akıncılar arasından bir birlik oluşturuldu. Nehri yüzerek geçen akıncılar Kerç köprüsünü korumakla görevli sınır karakolundaki Venedikli askerleri hazırlıksız yakaladılar, kısa bir çarpışmanın ardından karakoldaki askerleri etkisiz hale getirdiler. Yol açılmıştı. Ömer Bey akıncılarını karşı yakaya geçirdikten sonra akıncılarını ikiye böldü ve Kuzey Venedik topraklarında bulunan Gradiska ile Koğliyana garnizonlarının üzerine sevk etti.
Her iki Venedik garnizonunda bulunan askerlerin Türk akıncılarının sınırı geçtiğinden haberi bile olmamıştı. Hiç beklemedikleri bir anda burunlarının dibine kadar sokulmuş olan Türk akıncılarını gören Venedikli subaylar şaşkınlıklarından çabuk kurtuldular ve General Novellüs’e haberciler gönderip acil yardım istediler. Türklerin Kuzey Venedik sınırından büyük bir istila hareketi başlattığına inanmayan ve bir avuç akıncının yağma ve talan için sınırı geçmiş olabileceğini düşünen General Novellüs, bölgeden gelen ve ardı arkası kesilmeyen habercilerin anlattıklarından sonra işin ciddiyetini kavradı, hemen Kuzey Venedik ordusunu toplayıp sınıra doğru yola koyuldu.
General Novellüs’ün kalabalık bir ordu ile üzerine yürüdüğü haber alan Ömer Bey hazırlıklarını tamamladıktan sonra Venedik generaline bir haberci göndererek generale meydan okudu. Ömer Bey’in meydan okumasını kabul eden kibirli General, askerlerinin önünde Tagliyamento ile İzonzo nehirleri arasındaki ovaya doğru ilerledi. Geniş ovaya giren iki ordu yağmurlu bir Ekim gününün ilk saatlerinde karşı karşıya geldiler.
Akıncıların sayıca kendilerinden çok az olduğunu gören General Novellüs, oğlunun komutasındaki süvarilerini Ömer Bey’in üzerine sevk edip piyadelerini yedek kuvvet olarak yanında tuttu. General babasının gözüne girmek isteyen Novellüs’ün oğlu süvarilerini derhal hücuma kaldırdı. Kalabalık düşman süvarileriyle çarpışmaya girişen Ömer Bey kısa bir süre sonra vuruşmayı bırakıp akıncılarını savaş alanından geri çekmeye başladı. Akıncıların ovadan çekilip İzonzo nehrine doğru kaçtığını gören Novellüs’ün oğlu, babasının uyarılarına rağmen akıncıları takibe koyuldu ve süvarileriyle birlikte bir gün önce Ömer Bey tarafından hazırlanmış olan büyük bir tuzağın içine düştü. İzonzo nehri kıyısında pusuya yatmış olan akıncılar aniden ortaya çıkınca Venedik süvarileri için cehennemin kapıları ardına kadar açılmış oldu.
Dökülen masum Türk kanlarının öcünü almaya yemin etmiş olan akıncıların okları, kılıçları, baltaları, topuzları ve kargıları acımasızca Venedik süvarilerinin üzerine inmeye başladı. Yağmur, gök gürültüsü ve rüzgârın teslim aldığı Tagliyamento ovasında vuruşan savaşçılar vahşice birbirlerine saldırıyorlardı. Havaya kalkıp inen kesici ve delici savaş aletleri gencecik bedenleri parçalıyor, kollar, bacaklar, kelleler havada uçuşuyordu. Süvarisi vurulmuş güçlü savaş atları yerlerde acıyla kıvranarak yardım dilenen çaresiz durumdaki yaralıların savunmasız bedenlerinde yeni yaralar açıyor, gökyüzünden yeryüzüne dökülen yağmur damlaları ölü ve yaralıların üzerinden süzülüp toprakla buluşmadan önce pembe bir renge dönüşüyordu. Nehrin kenarında yükselen acı dolu çığlıklar ve at kişnemeleri kesildiğinde her taraf cesetlerle dolmuş, delice esmeye devam eden sert rüzgâr Venediklilere ait San Marco amblemli çamura bulanmış sancakları önüne katmış sürüklemeye başlamıştı.
Süvarilerinin savaş dışı kaldığını, oğlunun Türk kılıçları altında öldüğünü öğrenen General Novellüs son kozunu oynadı ve piyadelerini akıncıların üzerine sürdü. Atlarıyla bütünleşmiş Türk akıncıları yağız atlarını topukladılar ve saldırıya geçen Venedik piyadelerinin arasına fırtına gibi daldılar, küçük küçük parçalara böldükleri piyadeleri kılıçtan geçirmeye başladılar. Korkunç çarpışmadan General Novellüs de kurtulamadı ve vurulup görkemli atının ayakları dibine yuvarlandı. Ölüm korkusunu iliklerinde hisseden can kaygısına düşmüş Venedikli askerlerin bir kısmı Azrail’in tırpanı gibi çalışan akıncıların aman vermez kılıçlarından kurtulabilmek için zincirlerinden boşanmışçasına savaş alanından kaçmaya başladılar. Gün ortasına varmadan güçlü Kuzey Venedik ordusu darmadağın olmuştu.
Savaşın ardından Turahanoğlu Ömer Bey, süvarilerini İzonzo ile Tagliyamento arasındaki ovaya yaydı. Ömer Bey’in akıncı tümenleri savunmasız kalan Kuzey Venedik topraklarını birkaç gün içinde alt üst ettiler. Kaleler, şehirler, köyler, saraylar ve ormanlar hep bir ateş ummanı içine gark oldular. Ömer Bey’in akıncı tümenleri, yirmi gün sonra karşılarına çıkarılan, alelacele bir araya getirilmiş ve iyi silahlanmış Lombardiya askerlerini de silindir gibi ezdiler, yağız atlarını dörtnala koşturarak Piyave’yi geçtiler ve Venedik şehrinin varoşlarında göründüler.
Piyave havalisinin vurulması ortalığa dehşet verip herkesi sindirmişti. Venedik Dükü Andre Vendramin müttefiklerinden yardım istedi ama Türk akıncılarının saldırılarına uğrayan müttefikleri de kendisi gibi çok zor durumdaydı. Papa Sikst ise Venediklilere eskisi kadar yardım edemiyordu. Fatih Sultan Mehmet Han, müttefikleri tarafından terk edilen ve yalnız başına kalan Venedik ile anlaşmak istediği için Kasım ayı başlarında Kuzey Venedik topraklarını kasıp kavuran Turahanlı akıncılarını geri çekmeye karar verdi.
Kuzey Venedik’te bir ay kalan Ömer Bey, Amiral Moçenigo ve onun vahşi savaş köpeklerinin Türk sahillerindeki kasaba ve şehirlere yaptıkları müthiş tahribat ve katliamlara karşılık Türk akıncılarını tâ Venedik şehrinin varoşlarına kadar götürmüş, yakmış, yıkmış, ortalığı harabeye çevirmiş, masumların dökülen kanlarını yerde bırakmamış, intikamlarını misliyle almıştı.
Kripoli akının ardından Venedik’te veba salgını başladı ve Dük Vendramin dâhil Venedik nüfusunun neredeyse yarısı bu salgın hastalık yüzünden öldü. Bir ay süren bu müthiş akının ardından Napoli kralı Ferdinand Venedik ittifakından ayrıldı. Macar kralı Matyas Korven kayınpederi Ferdinand’ın ısrarı ile Osmanlı devletiyle barış anlaşması imzalayınca Venedik cumhuriyeti de 1478 yılı ocak ayında Tomas Malipiyeri’yi İstanbul’a gönderdi. İki devlet arasında yapılan anlaşmaya göre Venediklilerin elinde bulunan İşkodra, Kruye, Limni ve Ağriboz adaları Osmanlı devletine terk edildiği gibi Venedik Osmanlı devletine her yıl on bin duka altını ödemeyi kabul etti.
Avrupa’yı dehşete düşüren Kripoli akını, on altı yıl süren Osmanlı Venedik savaşını bitirdi.
KAYNAKLAR
BÜYÜK OSMANLI TARİHİ: Ord. Prof. İsmail Hakkı UZUNÇARŞILI
BÜYÜK OSMANLI TARİHİ: Baron Joseph Von Hammer Purgstall
OSMANLI TARİHİ: Alphonse de Lamartıne