Mustafa Hakan YILDIRIM
“Çerokiler İçin…” diye bir ithaf sözüyle başlıyor bu kitap. Beyaz Adam’ın yerlerinden yurtlarından ettiği, topraklarından sürdüğü yüzlerce Kızılderili kabilesinden sadece birisidir Çerokiler. İşte bu kitapta Çerokiler’in yaşamından tarihlerine, hayat felsefelerinden yaşama üsluplarına kadar birçok şeyi öğreniyoruz. Tabii, bu kitabın içerisinde sadece Çerokiler yok, kitabımızın başkahramanı ve müellifi olan Forrest Carter bu kitabın aslında esas konusudur. Zikrolunan yazar, kendi hayatının beş- altı yaşına kadar olan kısmını, otobiyografik olarak kaleme alıyor ve bu muazzam eser bu şekilde ortaya çıkıyor.
Bir Kızılderili’dir Forrest Carter, bizim çok medeni(!) Beyaz Adam’ın katlettiği, soykırıma tabi tuttuğu yüz binlerce Kızılderili insanının yüksek sesidir. Çeroki halkına olan vefası ve tarih şuuru ile birlikte, halkına olan borcunu belki yazdığı eserlerle bir nebze de olsa yerine getirmek niyetindedir. Yazar, ‘’Dağlardan Sorun Beni’’, ‘’Öç Günlüğü’’, ‘’Kader Dönemeci’’ ve ‘’Küçük Ağaç’ın Eğitimi’’ kitaplarını bu dertten ötürü yazmıştır. Kısaca Forrest Carter’dan bahsetmek istiyorum. Forrest Carter, 1925 yılında dünyaya gelir. Küçük Ağaç’ın Eğitimi isimli eserinde de anlattığı üzere, küçük yaşlarda anne ve babasız kalmanın acısını tadar. Daha sonra yazarı, büyükbabası ve büyükannesi sahiplenir ve büyütür. Küçük yaşta büyükbaba ve büyükanne ölümü ile de sarsılan Forrest Carter, sağlıklı bir okul eğitimi almaz. Hayatını kovboyluk, çiftçilik ve çobanlık gibi mesleklerle kazanmaya çalışır. Yazarlık hayatına ise ancak 45 yaşında atılır ve ölümüne kadar toplam dört kitabı hayatına sığdırmayı başaracak azmi kendisinde bulur. Belli bir süre sonra kitaplarla öyle bir üne kavuşur ki, meşhur oyuncu ve yönetmen Clint Eastwood tarafından ‘’Kader Dönemeci’’ adlı kitabı sinemaya uyarlanır ve film sinemada büyük gişe yapar. Asıl büyük ününü ise, az sonra tanıtımını yapmaya çalışacağımız “Küçük Ağaç’ın Eğitimi” isimli kitabıyla kazanır. Tabii, bu ün yanında birçok dedikodu ve homurdanmayı da beraberinde getirir. Adının Forrest Carter değil de, Asa Earl Carter olduğu, beş yaşında yetim kalmadığı, büyükbaba ve büyükannesi tarafından yetiştirilmediği iddia edilir. Hatta içkiye olan aşırı düşkünlüğünden ötürü öldüğü de bir diğer iddiadır. Tabii bunlar Forrest Carter hakkında ispatlanamayan safsatalardır. Hayatına 4 tane güzel kitap sığdıran, Kızılderililer’i ve onlara “Vahşi Batı” tarafından reva görülenleri anlatmayı şiar edinen Forrest Carter, 54 yıllık yaşamı sonunda 1979 yılında ölür. Sanırım, müellifin hayatını biraz uzun tuttum ama bunun gerekli olduğunu düşünmem beni bu satırları uzatma eylemine götürdü. Umarım hoş görürsünüz, efendim. Neyse, lafı daha fazla uzatmadan ben eseri tanıtmaya gayret edeyim.
“Küçük Ağaç’ın Eğitimi” adlı bu eser 1976 yılında yayımlanır ve bahsettiğim gibi yazarın asıl ününü kazanmasına vesile olur. Kitap ise Türkçe’ye ancak 2001 yılında çevrilir, Say Yayınları tarafından basılır ve okuyucunun ilgisine sunulur. O günden beri de Türk okuyucusunun ciddi manada ilgisine mazhar olur.
Küçük Ağaç’ın Eğitimi kitabı, yerli dilinde ona “Küçük Ağaç” adı verilen Forrest Carter’in hikâyesidir. Maalesef ki Küçük Ağaç, beş yaşında yetim kalır ve büyük babası ve büyük annesi ile yaşamaya başlar. Zor bir hayat beklemektedir Küçük Ağaç’ı ama bir o kadar da şanslıdır. Öyle ki onu yetiştirecek iki tane muazzam insana sahiptir. Küçük Ağaç, anne ve babasının ölümü ardından büyükanne ve büyükbabası ile yaşamını sürdürmeye başlar. Küçük Ağaç’ın hayatı o dakikadan itibaren gizemli bir hal alır ve yeni ebeveynleri onun artık yeni yaşamına uyum sağlaması için ellerinden geleni yaparlar. Eve getirdikleri ilk dakikadan itibaren artık yaşayacağı coğrafyayı, evi, onu nasıl doğal bir hayatın beklediğini ona uygulamalı olarak anlatmaya başlarlar. İşte onların yaşamının farkı da buradadır. Söylemek, kuru anlatım yaparak bilgileri ezberletmek değil. Yaparak yaşayarak öğretmek.. Hayatın bizzat içinde yer alarak, doğaya ve yaşama uyum içerisinde yaşamanın hazzına erdirmek.. Gayeleri budur ve daha ilk anlardan itibaren Küçük Ağaç’ı bu hal ve hareketleriyle o travmatik durumdan çıkarırlar ve onu sımsıkı sahiplenirler. Bir de geldiği ilk gecede büyükanne onun ne denli değerli olduğunu hissettirmek için ona bir şiir okur ve onun hayata tutunmasını sağlar. Küçük Ağaç, hayata tutunur da… O şiirden ise bir kısım paylaşmak isterim. Şiirin bir kısmı şöyledir:
Awi usdi, küçük geyik
Ve Min-e Lee, dağtavuğu
Kagu, karga bile şarkıya katılıyor:
Küçük Ağaç yüreklidir.
Ve onun gücü inceliğindedir
Ve Küçük Ağaç asla yalnız kalmayacak.
Küçük Ağaç, kendine yaşama sevgisini veren, onunla konuşan hayvanları ve tabiatın canlı oluşunu daha ilk dakikadan keşfeder ve hayatı bundan sonra bambaşka bir hale bürünür. Küçük Ağaç işte yeni evine geldiği o gün hayatına böyle devam edeceğini bilir ve mutlu olur. O sayede ağlamaz ve uykuya dalar…
Artık Küçük Ağaç, yeni bir yaşamın tam ortasındadır. Doğayla iç içe yaşayacak, bilmediği şeyler keşfedecek, kendi kendine hayatını idame etmeye alışacak… Tabi, bütün bunlar beri yandan da bir hoca eşliğinde olacak işlerdir. İşte, Küçük Ağaç’ın hocası da büyükbabasıdır. Onun hayata dair öğrenmesi gereken çok önemli şeyler vardır. Büyükbaba da bunu bildiğinden ötürü, yavaş yavaş ona bir şeyleri öğretmeyi tasarlar. Birçok şey öğretilecektir Küçük Ağaç’a. Büyükbabası bir gün yüksek yerlerdeki patikaya gideceğinden bahseder ona. Eğer erken kalkabilirse, Küçük Ağaç’ın da onunla sabah patikaya gelebileceğini söyler. Büyükbaba, onun erken kalkması ve onunla gidebilmesi için onu şu sözle teşvik eder; “Bir erkek sabahları kendi kendine kalkar.” İşte, o bilge hoca ilk derste torununa “vazife şuuru”nu bu şekilde verir ve torunu o sabah ondan evvel hazır bir şekilde bekler. Bu, onun gelecek yaşamını etkileyecek bir küçük derstir ve bu dersi de başarıyla geçmiştir.
Büyükbaba’nın ona öğretmek istediği en önemli mefhumlardan biri de “gidişat”tır. Yüksek patikalara gittikleri o gün birlikte bir şahin kuşunun avladığı bıldırcını gözlemlerler. Normaldir ki, Küçük Ağaç bu tablodan etkilenir ve üzülür. Burada devreye bilge Büyükbaba girer, onu teskin eder ve bunun normal olduğunu, tabiattaki işlerin böyle yürüdüğünü söyler. “Gidişat”a dair ise ona bir öğüt niteliğinde olan şu sözleri söyler; “Yalnızca gereksinim duyduklarını al. Geyik alıyorsan, en iyisini alma. En küçük ve en yavaş olanını seç, o zaman daha güçlü olur ve her zaman sana et verir. Panter bunu bilir. Sen de bilmelisin.” Bu cümlenin ardından ise, meseleyi biraz daha geniş ele alır ve burada da modern dünya insanlarının aç gözlülüğüne dair gözlem ve düşüncelerini dile getirir. Bilge şöyle der; “Yalnızca arı, kullanabileceğinden daha fazlasını depolar… Bu yüzden ayı tarafından soyulur. Rakun ve Çerokiler tarafından da… Paylarından fazlasını depolayan ve kendilerini besleyen insanlar için de bu böyledir. Ellerindekini kaptırırlar. Bu konuda savaşlar olur… Uzun konuşmalar yaparak paylarından fazlasını ellerinde tutmaya çalışırlar. Bir bayrağın onlara bunu yapma hakkını verdiğini söylerler… Erkekler, sözler ve bıçaklar yüzünden ölürler ama ‘Gidişat’ın kurallarını değiştirmezler. Daha bu denli derin düşünce içeren birçok aforizma kitabın içerisine serpiştirilmiştir.
Bu sevimli aile, bir Kızılderili ailesi olabilir ama bir o kadar da genel kültür seviyesi yüksek bir ailedir. Belli zamanlarda şehir merkezine inerler ve büyükannenin onlara verdiği liste üzere, şehir kütüphanesinden kitaplar alıp, heybelerini doldururlar ve eve dönerler. Bu ailenin tabii ki okudukları yazar ve eserler de bir hayli fazladır. “Roma İmparatorluğu’nun Yükselişi ve Çöküşü”, “Macbeth” gibi eserler, Shelley ve Byron gibi yazarlar, bu okunanlar arasındadır. Bu kitapları sadece okumakla da kalmazlar. Kitaplar hakkında fikir beyan ederler, beyin jimnastiği yaparlar. Kısacası bir tefekkürane hal içerisindedirler. Kâh büyükbaba Roma’da Julius Caesar’ın ölümünde ondan yana tavır alır, kâh Amerikan Başkanı George Washington’un karşısında ise ise ateşli bir muhalif tavrı takınır.
Öğretilecek çok şey vardır Küçük Ağaç’a… Belki de ona verilebilecek en önemli şeylerden birisi de “tarih şuuru”dur. Ona geçmişi öğretmeye karar verirler ve geçmişi bilmenin önemini şu cümleyle gerekçelendirirler; “Geçmişi bilmezsen bir geleceğin olmaz çünkü. Halkının bir zamanlar nerede olduğunu bilmezsen, nereye gittiğini de bilemezsin.” Bu şekilde ona Çerokiler geçmişi hakkında bildikleri şeyleri anlatmak için çabalarlar. Yaşamlarının nasıl bir halde olduğunu, hasat şölenlerini nasıl yaptıklarını, kendilerini “gidişat”a nasıl adadıklarını ona anlatırlar. Hükümet askerlerinin nasıl yaşadıkları topraklara geldiklerini, onları nasıl yerlerinden, yurtlarından ettiklerini, yeni beyaz kişilerin nasıl yaşam yerlerini işgal ettiklerini, topraklarının, ev ve eşyalarının nasıl ellerinden alındığını ve de en acı olarak, hayvanca muamelelerle nasıl sürüldüklerini anlatırlar. Burada da bir büyük ders vardır elbette; Küçük Ağaç’a bir geçmiş şuuru verilecek ve bizim tabirimizle “mankurtlaşmak”’ dediğimiz hadise, Küçük Ağaç için geçerli olmayacaktır.
Bu kişilerin yaşamlarını idame ettirmeleri için bir meslek sahibi olması da mutlaka şarttır. Bir işleri elbette vardır; bu aile viski üretmekte mahirdir. Büyükbaba, yörenin en iyi viski üreten kişilerinden birisidir. O da bu mesleğe torununu intisap ettirmek için, ona viski yapımında yardımcı olması için izin verir. Burada viski yapımının inceliklerini öğretmeyi düşünür ve bu işi dürüstlükle yapması gerektiği yönünde telkinler verir. Viski yapımında beraber geçirdikleri zamandan sonra, büyükbaba; yetmiş yaşında olmasına rağmen, Küçük Ağaç’ın yaptığı kadar iyi viski yapamayacağını ve dağlardaki en iyi viski yapımcısı olmasının mümkün olduğunu, söyler. Yine bu şekilde Küçük Ağaç’a özgüven aşılanır ve kendini gerçekleştirme noktasında bir aşama daha kaydeder…
Küçük Ağaç, hayatta hep mutluluklarla donatılmayacaktır. Hayatın acı tecrübelerini de mutlak görecektir. Anne ve babasını kaybeden Küçük Ağaç’ın, hayatta edindiği bir tecrübe de ilk defa birisi tarafından dolandırılmak olacaktır. Sıklıkla gittikleri alışveriş dükkânına giderken, yolda buzağısıyla beraber gelen bir adama gözü takılır ve buzağıya dikkatlice bakar. Bunun üzerine buzağının sahibi, buzağıyı ona satmayı düşünür. Ama Küçük Ağaç’ın cebinde sadece elli sent vardır. Adam, ona buzağıyı elli sente satabileceğini söyler. Söz oyunlarıyla onu kandırmayı başarır ve ona buzağıyı satar. İlk defa bir şeye sahip olmanın duygusuyla coşan Küçük Ağaç, buzağıyı eve götürmek için yola düşer. Yolda giderken buzağı halsizleşmeye başlar ve en sonunda da yere kapaklanarak ölür. Büyükbabası ona, buzağının öldüğünü söyler ve bunun üstüne sadece buzağının işe yarar derisini yüzerek, eve dönerler. Yemeğe oturmuşlardır ve büyükbaba, düşünceli olduğunu sezdiği Küçük Ağaç’a yine tecrübe yolunda önemli bir mesafe aldıracak nitelikteki şu sözlerle ders verir; “Görüyorsun, Küçük Ağaç, öğrenmenin yapmaktan başka yolu yok. Senin buzağıyı almanı engelleseydim, her zaman bir buzağın olması gerektiğini düşünecektin. Sana satın almanı söyleseydim, aldığın için beni suçlayacaktın. Yaşam içinde öğrenmek zorundasın.”
Sahip oldukları küçük tarlalarında ekim yapmak için gerekli olan zamanı beklerler. Büyükbaba burada devreye girerek, bu defa da ekim yapmanın püf noktalarını ona anlatır. Sebze ve meyvelerin nasıl ekilmesi gerektiğini, toprağa ekmeye nelerin uygun olduğunu, bir sebze veya meyvenin nasıl olgunlaştığı anlamanın püf noktasını ona öğretir. Burada büyükanne de ona bir şey öğretir. Büyükanne ona, çok az insanın ağaçlara, kuşlara, sulara -yağmura ve rüzgâra- tam sevgi duymak için seçildiğini söyler. Mesela yıldızlarla konuşabileceğini ve yıldızların da ona cevap verebileceğini ona söyler.
Küçük Ağaç ve ailesi, bazı zamanlar ibadet için kiliseye de giderler. Kiliseye gittikleri vakit, din adamlarının nasıl bir taassup içinde olduklarını düşünürler. Öyle ki din adamları, kapıların kilitlerini ellerinde tutarlarmış; kendileri gibi düşünmeyenleri içeri sokmamak için şifreleri varmış. Aslında burada, yaşadıkları yerdeki din anlayışını, dinin insanlar tarafından –özellikle din adamları- nasıl sömürüldüğünü anlıyoruz. Kitabın içinde çoğu zaman politikacılara taşlamalar yapılırken, bu bölümde ise oradaki din anlayışının, katı bir taassup içerisinde olduğunu satır aralarından anlamak mümkün görünüyor. Öyle ki, sadece bir dinde değil de, bütün dinlerde insanları din ile sömürmenin mümkün olabileceğini de insana düşündürebiliyor…
Küçük Ağaç’ın acı ve tatlı tecrübelerle geçirdiği hayatına bir yerde dur demek ve onu resmi müeyyidelerle, ailesinin elinden almak istemek zamanı da gelir. Hükümet, eve iki yetkili gönderip, büyükbabanın yarı İskoç olmasını ve büyükannenin yaşlı olmasını, ona bakmaya hakları olmadığını ve ona doğru davranılmadığını iddia ederek çocuğu bir an evvel yurda göndermelerini, aksi takdirde yasal işlemleri başlatacaklarını söylerler ve çocuğun en kısa sürede yetimhaneye gönderilmesini isterler. Böylece ne kadar göndermek istemeseler de, resmi makamlar karşısında çaresiz oldukları için, Küçük Ağaç’ı yetimhaneye göndermek zorunda kalırlar.
Küçük Ağaç, yetimhanede kalmaya başlar. Yetimhanede kaldığı zamanlarda genellikle sessizlik durgun bir ruh hali içerisindedir. Pek kimseyle konuşmaz. Anne ve babası Çeroki usullerine göre evlendiklerinden ötürü, yetimhanedeki hiçbir haktan yararlanamaz ve gayrı meşru muamelesi görür. Böylece büyükannenin ona, yıldızlarla konuşabileceğini öğretmesi üzerine, köpek yıldızı sayesinde ailesiyle hayali olarak da olsa iletişime geçer ve onlarla bağlarını koparmaz. Bu sayede burada çektiği bütün eziyetlere rağmen hayata tutunabilir. Küçük Ağaç’ın tabii ki de aile özlemi günden güne artar ve bundan dolayı gitmek ister. Ama gitmek isterken de ailenin başına sorun getirmekten korkar. En sonunda büyükbabasının bir gün onu ziyarete geldiği bir günde, onunla birlikte her türlü tehlikeyi göze alarak eve giderler.
Mutludur Küçük Ağaç, çünkü kendisini kucaklayan ve her türlü fedakârlıkla onu besleyen ve geleceğe ayakları yere sağlam basar bir şekilde yetiştiren ailesinin yanına dönmüştür. Küçük Ağaç, kendisini doğadan tecrit eden, hayati tecrübeleri bizzat yaşayarak edindiği yaşamından onu alıkoyan hayattan tekrar kendi eski güzel günlerine döner. Doğayla tekrar iç içe olur. Kışı birlikte geçirirler. Bahar gelir, tekrar ekime başlarlar. Viski üretimini sürdürürler. Kısacası, hayat onun için tekrar o bildiği normal halini alır.
Her hikâyenin bir de sonu vardır, denildiği üzere; bu uzun serüvenin sonu da maalesef ki acı bir son buluyor. Küçük Ağaç, o mutlu yaşamının belki de hep böyle gideceğini düşünüyordu. Hayat ona sadece bir kez sıkı bir tokat atmıştı. Uzun bir zaman böyle düşündü Küçük Ağaç ve o uzun zamandan sonra hayatın o acımasızlığını iliklerine kadar bir kez daha yaşadı. Küçük Ağaç, ikinci sahip olduğu aileye maalesef elveda diyecektir. Büyükbaba ve büyükannesini de kaybeden Küçük Ağaç’ın bu hiç bitmesini istemediğimiz bu sımsıcak hikâyesi de işte burada biter…
Son söz niyetine birkaç kelam etmek isterim… Bu kitap aslında sadece otobiyografik bir roman tarzında ele alınmış gibi görünüyor. Ama kesinlikle bu kitap öyle değildir. Bir romandan çok daha fazlasıdır. Bu kitapta, her şey vardır. O dönemki siyasi portreyi, dini hayatı, insan ilişkilerini, insanlara yapılan muameleleri gözler önüne seriyor. Önemli olarak satır aralarında bizlere öğretmek istediği şeyler ise genellikle bugün “değerler” dediğimiz, insanı insan yapan mefhumlardır. Ama şu da bir gerçektir ki, bu kitapta en önemli olarak öne çıkarılan şey, pedagojiye yapılan atıflardır. Bir çocuğun nasıl yetiştirilmesi gerektiğini, çocuğu nelerin mutlu edeceğini, çocuğa hangi değerlerin aşılanmasının lüzumlu olduğunu, çocuğu yetiştirirken nasıl bir yol izleyeceğimizi, ona nasıl rol model olacağımızı anlatıyor. Yani bir nevi çağdaş bir çocuk eğitimi kitabı da diyebiliriz. “Bu kitabı kimler okumalı?” sorusunun cevabını da naçizane vermek isterim. Bu kitabı; özellikle ebeveynler, kendini mesleğine adamak isteyen idealist öğretmenler ve dahi herkes okumalıdır, diye bir tavsiyede bulunuyorum. İyi okumalar…