Mevlüt UYANIK
17. Mart 2017 Cuma saat 10 sularında Mescid-i Aksa’ya tekrar döndük, Kubbetu’s-Sahra’yı Nebi Mihrabını ve Miraç kümbetini selamlayarak doğrudan adı üstünde Cuma/Kıble mescidine girdik. Ne bileyim gece görmek sanki bana da iyi geliyor, sessizlik sakinlik ve pırıl pırıl parlayan binalar, birden güneşin altında durgunluğa geçmiş gibi. 1993 yılında Mekke’ye de gece yarısı girmiş, sabaha karşı Harem-i şerifi selamlamıştık, belki onun manevi hazzının devamıdır bilemedim. Cuma sonrasında kalabalık dağıldıktan sonra Kubbetu’s-Sahra’dan rehber eşliğinde başladık ziyaretlerimize.
Mescid-i Aksa içinde altın (sarısı) kubbesiyle en şatafatlı eser olması nedeniyle Cuma/Kıble Mescidi ve Hz. Ömer camiiyle karıştırılan mübarek mekân. Burası aslında kadim zamanlardan itibaren bütün dini tasavvurların önemsediği bir yer. Beytu’l-Makdis yani mukaddes ev anlamında ilk peygamberlerden itibaren önemli. Çünkü Musevilerin Kurtuluş kayası dediği; Müslümanların miraca yükseldiğini söyledikleri siyah taş buradadır. İslam mimarisinin bütün unsurlarını (Emevi, Abbasi, Osmanlı) taşıyan ilk kubbeli mescid örneğidir burası. Miracı peygamberimiz biz Türklerin muallak taşı da dediğimiz merdivenlerle inilen mekandan mı; yoksa rehberimiz Muhammed Emiri beyin dediği gibi Kubbetu’s-Sahra’nın yan tarafında inşa edilen kümbetten mi (Kübbetu’l-Miraç) gerçekleştirdiği üzerinde muhtelif görüşler var. Zaten aralarında elli metrelik bir mesafe bile yok: dolayısıyla nicelik üzerine durmadan İsra ve miracın niteliğini vurgulamak daha tutarlı gibime geliyor.
Malumunuz bu yolculuk, Hz. Muhammed’in peygamber olarak görevlendirilmesinin 3. senesinde, Recep ayının 27. gecesi gerçekleşmiştir. Peygamberimiz, Cebrail eşliğinde Burak adlı bineğe binerek Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya ulaşmış, binitini Süleyman mabedinin ayakta kalan duvarının bir yüzüne (bugünkü Burak mescidi) bağlamış. Kutsal kayanın bulunduğu yere gelmiş, bugün üzerine yapılmış Kubbetü’s-Sahra’nın yanında tüm Peygamberlere imamlık ederek namaz kıldırmış. Ardından miraç gerçekleşmiş. Peygamberimiz manevi alemde zamansızlık ve mekansızlığın olduğu ortamda Adem, Yahya, İsa, Yusuf, İdris,Harun, Musa ve İbrahim peygamberlerle buluştuğuna inanırız.
Bu peygamberlerin manevi etkisiyle olsa gerek, Kubbetu’s-Sahra içinde merdivenlerle inilen mağaraya indiğinizde kendinizi birden metafiziksel bir gerilim içinde buluyorsunuz. Eğer çatışma yerine aynı geleneği devam ettiren seçkin insanların önemsediği yer diye düşünüyorsanız, oradaki manevi bir havayı hissetmemeniz mümkün değil. Çünkü Hz. Davud, Hz. Süleyman’ın buraya inip dua ettiğini, kurbanların burada kesildiğini düşündüğümüz zaman bu manevi ortam sarıveriyor insanı.
Museviler için burası oldukça önemli çünkü Hz. Süleyman’ın Tevrat orijinal Tevrat nüshasının olduğu Ahd-i Atik sandukasının burada bulunduğunu düşünürler. Buraya Taht-i Süleyman denir. Bunun için de burada kazı yapmak istemelerini nedeni de budur. Zaten Süleyman Mabedi’nin tek ayakta kaldığı duvarın bir tarafı Ağlama Duvarı, diğer tarafı Burak Mescidi; İbrahimi geleneğin iki tasavvurunun müntesipleri de buralarda ibadet ve dua ediyorlar. Bir de gözden kaçan ve Abdülbaki Önen hocamın uyarısıyla haberdar olduğum Makam-ı Süleyman varmış.
Burası Hz. Süleyman’ın mescid yapılırken bastonuna dayanıp durduğu ve inşaatı kontrol ettiği yermiş. Cuma mescidinin sağ tarafına bitişik, daru’l-hadis olarak kullanılan bu taş mekânmış. Talha Uğurel’in kitabından söyleyecek olursak, iki metrelik bir lahit varmış, içeride; buraya ben giremedim maalesef.
Bizim muallak taşı dediğimiz aslında askıda bulunan anlamına gelen yere dair söylenceler var, birisi peygamberimiz miraca çıktığında taş da kalkmış, hatta bunu abartarak Morya tepesinin bu yükselme ile olduğunu söyleyenler de var. Taşin yukarı yükselmesi üzerine peygamberimizin dur demesiyle durduğu belirtilir.
Buranın tarihsele temeli, Babillilere kadar gider, ilk tapınak onlarca yapılmış, sonra bizim Kubbetu’s-Sahra’ya girdiğimiz kapının diğer adı olan Herod tarafından ikinci kez buradaki yükselti üzerine yapıldığı belirtilmektedir. Yani girdiğiniz kapılarda bile şu ana kadar katkıda bulunan kişilerin isimleri hep korunmuş ve o zamanda bu tepemsi yükseklik varmış.
Bu taşın Hıristiyanlarca da önemli olduğuna dair bir rivayet, bizim muallak taşına biraz daha değer katıyor. Arapların Miracın buradan gerçekleşmediğini belirtmesine rağmen bu muallak yani askıda taş biz Türkler ve Hıristiyanlar açısından önemli, Hıristiyanların bazıları da bu taş Hz. İsa’nın yeninde dönüşünün simgesi, bunun için Türkler taşın altını doldurdular derlermiş.
Velhasıl 8 köşeli bina üzerinde 20 m bir kubbe var, 16 pencere boşluğu ve sütunlar üzerine kurulmuş. Mescid süslemeleri harika, ama önemli olan bu kutsal kayanın üç gelenek açısından da mübarek olarak görülmesi. Nitekim Taş üzerinde ayak izlerinden birisi Peygamberimize aitmiş, diğeri bize göre Hz. İdris’e; Hıristiyanlara göre ise Hz. İsa’ya aitmiş. Bir de kuyu varmış, ruhların berzahla irtibatlandığı yer. Her halükarda simgesel olarak üç ibrahimi gelenek için de bu taş son derece metafiziksel değere sahip.
Tekrar Kubbetu’s-sahra’nın önemine gelirsek, Sekizgen mescidin yanında bir mihrab var, burası “Sonra Ben ve Cebrâil beytu’l-makdis’e girdik ve her birimiz orada iki rekât namaz kıldık” hadisi şerifinde belirtilen yer. Hemen onun yanında küçük bir kümbet var. Yukarda bahsetmiştim ya, Araplar miraca buradan çıkıldığını söylüyorlar. Bizim muallaka taşı dediğimiz ve Kubbetu’s-Sahra içinde merdivenlerle inilen mekandan çıktığı rivayetleri de var. Oradaki taşların tarihsel temelleri, benzer kara taşın haceru’l-esvedde de bulunduğu da rivayetler arasında.
Peki biz niye burayı Hz. Ömer Camii diye yanlış biliriz o hususu özellikle belirtmek isterim. Mekke’den önce ilk kıblemiz olan yer olmasıyla, burada kadim Kudüs’ün doğusuna yapıldığı için doğu mescidi, mescid-i kıble denilen yerle de hep karıştırılır burası. Oysa Ömer mescidi diye de söylenilen Hıristiyanların bir gün Hz. İsa’nın geleceği yeniden diriliş veya kıyamet kilisesi dedikleri mekânın yanındaki yerdir.
MERVAN MESCİDİ
Kubbetu’s-Sahra’dan sonra doğrudan Mervan mescidi de denilen Kıble veya Cuma Camii de denilen mekana giderken sol tarafta merdivenlerle inilen yer, Mervan mescidi. Uzun bir koridor var, halılarla kaplı, millet oturmuş dinleniyor, Kur’an okuyor. Abdülmelik b.Mervan tarafından elden geçirildiği için bu ismi taşıyan dehliz bir zamanlar Süleyman Tapınağının at ahırı olarak kullanırmış.
Belki de Tapınak şövalyeleri burayı ele geçirince ondan dolayı olarak atlarını bağlamışlar, Kubbetu’s-Sahra’yı yönetim merkezi olarak belirlemişler. Hatta muallak taşının bulunduğu mağarayı da küçük bir kilise (şapele) çevirmişler. İçeriği girip, sola doğru yöneliyor ve birazda daha ilerleyince merdivenlerle çıkılan bir mekan; Hz. İsa’nın beşiği denilen yere geliyoruz.
Mervan mescidinden çıktıktan sonra bu sefer Burak mescidinin olduğu yere ulaşıyoruz. Merdivenlerle iniyoruz, küçük bir mekan, insanlar namaz kılıyor, duvarda bir demir halka var, Burak’ın oraya bağlandığı söylenilir. Aynı duvarın öbür tarafında da Museviler dua ediyor. Planımız gereği Hz. Ömer’in sünnetini işleyip ikindi namazını Kıyamet kilisesi yanındaki Ömer mescidinde kılmak. Onun için oraya doğru hızla yol alıyoruz ki, rehberimiz işte şuradan da Ağlama duvarına geçiliyor diye işaret etti Muhammed Emir bey, ama muhtemelen kabul etmezler girişinizi dedi.
AĞLAMA/BATI DUVARI
Bir deneyelim şansımızı ben gitmek isterim doğrusu dedim, Meryem ile birlikte sıraya girdik. Çelik kapı ve x rayli arama merkezinden geçtik, Müslüman olduğumuzu, ziyaret etmek istediğimizi belirtmek yeterli oldu. Kadınlar ve erkekler ayrı yerlerde ibadet ediyorlar, ayrıldık Meryem’den. Oradaki görevli başımı örtmem gerektiğini söyledi, şapkam da çantamda kalmıştı, kipa (kippah/takke) giyin dedi, Türkçe, evet oo dilimizi de biliyorsunuz deyince güldü. Olur, bir önceki geleneğin simgesi, bence bir sakıncası yok diyerek Ağlama duvarına yöneldim. İnsanlar ibadet ediyorlar, kutsal kitaplarını okuyorlar. Girişte solda, duvarın alt taraflarına gidildiğini belirten bir yer vardı, ama ben girmedim. İbadet edenleri biraz seyrettikten sonra çıktık, çünkü diğer arkadaşlar bekliyorlar.
KIYAMET, YENİDEN DİRİLİŞ KİLİSESİ
Unesco’nun tehlike altındaki dünya mirasları arasındaki zikrettiği kıyamet, yani yeniden diriliş kilisesine geldik. Kamame, yani kutsal mezar kilisesi de denilen bu ibadethane, Hıristiyan gelenek için son derece önemli. Aslında rum Ortodoks kilisesine aitmiş ama bütün mezheplerin ortak mekanı. Hatta kapının üstündeki pencerede bir merdiven var, o yıllardır dururmuş. Bütün Hıristiyan mezhepleri buraya sahip çıkıp hizmetlerini yapmayı istermiş, sürekli de gerilim olurmuş, en sonunda Osmanlı padişahı Sultan Abdülmecid’in fermanı gelmiş, okuyan kişi, herkes elindeki işi bıraksın deyince, o merdiven öylece kalmış. (1852) Mezhepler aralarında anlaşamayınca kiliseyi açma anahtarı bir Müslüman verilmiş, diğer hizmetler de mezhepler arasında pay edilmiş. Hz. İsa’nın Zeytin dağı eteğindeKİ Doğuş Kilisesi yanında başlayan çile yolu burada son buluyor.
Hac yolculuğunun başladığı Doğuş Kilisesi, Hz. İsa’nın bir süre dinlendiğini Zeytinlik ve Hac kapısı
Zeytindağından başlayan yolculuk on iki etap da tamamlanırmış, her 400 adımda bir durak var, oralarda durup ibadet etmek hac ritüeli. Yolculuğun sonu kilisede bitiyor. Devasa bir giriş var, hemen kapıda Hz. İsa’nın cenazesinin yıkandığı iddia edilen ıslak taş var. İnsanlar kadınlı erkekli ellerini yüzlerine bu taşa sürüyorlar, üzerine kapanık dua ediyorlar. Yanlarında getirdikleri mendil vb. şeyleri buralara sürüp çantalarına yerleştiriyorlar. Meğer buraya gelemeyenlerin vasiyetiymiş bu, biraz ileride mum yakma yeri var, orada da insanlar mumu yakıyor ve ardından altındaki ateşte söndürüp alıyorlar, bunları memleketlerine ve/ya gelemeyenlere götürüyorlarmış. Kilise çok kalabalık, ibadet ve ziyaretler yapılıyor, hafta sonu izdiham derecesinde oluyormuş. İçeri doğru tüneller var, biraz yürüdüm, oralarda ibadet edenlere biraz baktım. Kilise restore ediliyor, Ürdün vakıflar bakanlığı tarafından, ama İsrail vasıtasıyla. Tabii bir de İzmir Efes’deki Meryem Ana kilisesi var, haç yapma merkezi olarak. Ama biz bunu bir inanç turizmi olarak yeterince değerlendirebildik mi ki?
Ebu Ubeyde b. el-Cerrah (r.a.) komutasında, 638 kuşatılan Kudüs’e şehrin anahtarının bizatihi devlet başkanına verileceği talebi üzerine Hz. Ömer’in geldiği mekan burası işte. İbrahimi gelenekler arasındaki hoşgörünün mekânı da burası, ikindi namazı vakti gelince, burada kılabileceği söylenilince, yok olmaz, siz bana başka bir yer gösterin denildiği, meşhur Hz. Ömer emanı denilen uluslararası hukuk metninin imzalandığı yer yani. İlk geziyorumda bahsetmiştim hatırlarsanız.
Kiliseden çıkıp ikindi ezanıyla hemen yan tarafındaki mescide giriyoruz, orada Hz. Ömer’in yazdırdığı metin mermer bir levhada duruyor. Ufacık bir mescid burası. İmam yok, hayret ettim, Cuma günü ve imamı göreve gelmemiş, bir arkadaşın arkasında ikindiyi eda ettikten sonra yorgun bir şekilde tekrar Mescid-i Aksa’ya yöneldik. Artık dinlenme ve akşam namazını bekleme vakti.
Harem-i şerifte namazgahların birinde dinleniyoruz. Biraz vakit geçince, Meryem’le birlikte hadi şu çarşıyı dolaşalım diyoru. Dar sokakları takip ediyoruz sonuna kadar. Halkın alışveriş yaptığı yerler, en sonunda bir kapıya ulaşıyoruz, cıvıl cıvıl, ikindi sonrası hareketliliği burası Şam kapısıymış. Tekrar gezerek harem-i şerife geliyoruz. Abdest tazeleyim diye yöneldiğim yere bir baktım Osmanlı tuğrası var. Haa Kubbetu’sahra’nın alnında da tuğra var, onu söylemeyi unutmuştum. 1525/27 yılında Kudüs valimiz Kasım Paşa tarafından yapılmış bu şadırvan. İnsan onur duyuyor buraya yapılan hizmetleri görünce.
Akşam namazını Kubbetu’s-Sahra, yatsıyı da Kıble Mescidlerinde kıldıktan sonra yorgun ama bir o kadar da huzurlu bir şekilde otele geçiyoruz. Ertesi gün, Hz. Davud’un makamı ve Hz. İsa’nın son yemeğini yediği yeri, oradan utanç duvarı eşliğinde el-Halil şehrine ve 4. Harem-i şerifimiz olan İbrahim mescidine gideceğiz, ikindi vakti de Zeytin dağına çıkacağız nasipse.
Vesselamu meni’t-tebaa’l-Huda
Ve’s-selamu meni’t-teba’l-Huda