Mevlüt UYANIK
18 Mart 2017 sabahı erkenden hareket ettik, hemen Mescid-i Aksa yanındaki Zion/Siyon tepesindeki Hz. Davud makamını ziyarete geçtik. Museviler malumunuz King/kral derler bu peygamberimize. Doğu Kudüs’e girilen kapı da hala İsrail askerlerinin kurşunları duruyor, buradan da girmek gerek şehre ama kafile ve zaman yok. Yani bu sefer birkaç kişi ile gelip, sakin sakin gezmeli, bütün kapılardan girmeli Mescid-i Aksa’ya. Cumartesi ya bir sakinlik ve dinginlik var, Museviler mekanik bir alet çalıştırmıyorlar, bütün günü ibadetle geçiriyorlar, biraz sonra çok kalabalık olur diye erkenden geldik dediler. Hz. Davud’un makamına girdik, orada birkaç kişi dua edip metinlerini okuyorlardı. Burada da Ağlama duvarında da bazıları sallanarak okuyorlar, bazıları da ilahi tarzında sesli söylüyorlar. Erkek ve kadın ayrı yerlerden giriyor ve erkeklerin de başı örtülü. Biz de duamızı yaptık selamımızı verdik ve geri geri çıktık makamdan.
Hemen yan tarafında Dormitory Kilisesi var, Hz. İsa’nın son yemeğini yediği Levi’nin evinin yerine yapılmış. Hz. İsa’nın havarileriyle yemek yediği mekana hızlıca çıktım, Meryem’i de çağırdım. Burada bir mihrap var Osmanlı zamanında yapılmış, bir de yapay bir zeytin ağacı konulmuş, yani okuduğunuz ve filmlerde seyrettiğiniz, son yemek tablosunun etkisini hissetmek pek mümkün olmadı bende. Papa burada ayin yapmak istemiş, ama izin verilmemiş, bütün İbrahimi geleneklerin ortak yeri olarak kalsın ve yeni bir tartışma konusu olmasın diye. Merdivenlerden bir üste çıktık, Zeytin dağı hemen karşımızda, bir yanda Mescid-i Aksa kapısı var. Patrik Hz. Ömer’i önce buraya getirmiş, ardından kıyamet kilisesine, en son mecbur kalıp bugün Kubbetu’s-Sahra’nın olduğu yere götürmüş. Hz. İsa son yemeğinden sonra karşıdaki zeytinliğe geçmiş, biraz dinlenmiş, Doğuş kilisesinden itibaren de çarmıhı sırtına yüklemişler, çile yolu ya da hac yolu denilen yerden geçerek Kıyamet kilisesine gelmiş, zihninizde hemen canlanıyor olaylar.
Tabii bu mesele Hristiyan teolojisinde Kur’an ve İslam teolojisinde farklı anlatılır, Romalıların işken edip öldürdüğü Hz. İsa’ya benzeyen birisidir bize göre, onlara göre bizatihi Hz. İsa’dır. Son zamanlarda Batı’da İsa diye bir kişi gerçekten var mıydı, yoksa… diye başlayan teolojik müzakereler olduğunu da hatırlatayım bu arada.
Hemen aracımıza atladık, Batı Şeria’da bulunan el-Halil şehrine doğru yola çıktık, son derce modern bir Kudüs var, her yer tertemiz, yeni binalar, acaip de dingin, birkaç kişi yürüyor sadece, onlarda ibadethanelerinden dönenler veya gidenlermiş. Kudüs’ü çıktık ve bir utanç duvarıyla karşılaştık.
UTANÇ DUVARI
Önce kısa bir hazır bulunuşluk temin edeyim mi; malumunuz 1947 tarihli BM planında, Kudüs için BM kontrolünde uluslararası bir rejim öngörmüştü. 1948 savaşında, şehrin batı kısmı, İsrail tarafından işgal edilmiş, 1949 yılında yapılan Ürdün-İsrail Ateşkes Anlaşması ile, Eski/Doğu Kudüs Ürdün denetiminde, Yeni/Batı Kudüs, İsrail denetiminde bırakılmıştı. İsrail, Doğu Kudüs’ü, 1967 savaşı sırasında işgal ve 1980 yılında ilhak ettiğini açıklamıştı. Ayrıca, Kudüs’ü bir bütün olarak, İsrail’in ebedi parçası ve başkenti olarak ilan etmişti. Bunun kabul edilemezliği de ortadadır. Filistin tarafı da, Doğu Kudüs’ün, gelecekteki bağımsız Filistin Devleti’nin başkenti olacağını bildirmektedir. Rusya ve ABD başkanlarının son zamanlarda yaptıkları açıklamaları bir de bu açıdan düşününüz.
İşte 1949 Ürdün ile imzalanan yeşil hattı korumak bahanesiyle 2002 itibaren dikenli tel vb ile inşa edilmeye başlanan bu utanç duvarı bugün kale gibi olmuş. Bunun arka planında bağımsız bir Filistin’in engellenmesi ve İşgal altındaki Filistin topraklarında Yahudi yerleşimleri kurulmasının güvenliği yatmaktadır. Tamamı 650 km hesaplanan bu duvar bitmesi Batı Şeria’nın yarısının İsrail’in kontrolüne geçmesi demektir. Uluslararası Adalet divanı 9 Temmuz 2004 tarihli “İşgal Altındaki Filistin Topraklarında Duvar İnşasının Hukuki Sonuçları Konusundaki Danışma Görüşü”nde bunun hukuksuz olduğunu 14’e 1 oy ile uluslararası açıdan ilan etmiştir; ama değişen bir şey yok Doğu Cephesinde maalesef.
YÜREKLERİN TAŞ KESİLDİĞİ 4. HAREMİMİZ: İBRAHİM MESCİDİ
Artık Filistin yönetimin olduğu yerlerdeyiz, belli zaten, üzüm bağları, sapan evet yanlış okumadınız bir atın çektiği sapanla sürülen bağları geçiyoruz. Evler bakımsız, hurda araçlar da dolu bir yer, utanç duvarı bazı yerlerde epey yükseliyor, çünkü gençler yolun öbür tarafından taş atıyorlarmış, araçlara zarar vermesin diye bazı yerler daha yüksek.
Batı Şeria’daki El Halil şehrine giriyoruz, Museviler buraya Hebron diyor. Aslında bir zamanlar ticaret yoluymuş ve oldukça önemli bir yermiş. Halilü’r-Rahman ve Halil İbrahim (Sofrası) gereği maddi ve manevi anlamda yüzyıllarca rahmet ve bereketin mekanı olmuş bu şehir aslında. Burada hayat normal, inşaat makinaları çalışıyor ama tipik bir Ortadoğu şehri, toz toprak, trafik kuralları hak getire. Aman bunlara takılmanın anlamı yok demeyelim, tamam zor şartlar olabilir ama belediyecilik diye bir şey de olmalı değil mi, ya da herkes evinin önünü temiz tutmalı, eğer temizlik imandan gelir diyorsak. Dar ve çöpleri toplanmamış dik sokaklardan iniyoruz, arabayı bir yere bıraktık, İbrahim mescidi önüne geldik sanıyordum. Bir de baktım sanki merkez bankasına giriyoruz, büyük çelik döner kapılar, farklı giyimli askerler, bunları Filistinli sandım, meğer İsrail jandarmalarıymış. Evet, resmen İbrahim mescidinin olduğu alan işgal altında, İsrail askerlerinin iki aşamalı sıkı kontrollerinden sonra alana giriyorsunuz.
Malumumuz olduğu üzere Yahudilerin ve Müslümanların dini bayramlarının (Purim ve Ramazan) çakıştığı, 25 Şubat 1994 günü radikal bir Yahudi sabah namaz kılanları taradı, 29 kişi şehit oldu, 125 kişi yaralandı. Ardından çıkan çatışmalarda 29 Filistinli şehit, 9 İsrail askeri ölmüştü. Mescide doğru yürürken, giriş kapısının yanında tekrar dikenli teller ve İsrail bayrağının olduğu askeri bir alan. Aslında bu şehir ikiye ayrılmış, H2 denilen yer İsrail’in kontrolünde ve burada 5 bine yakın başka ülkelerden getirilmiş Yahudi yerleşimci varmış.
Merdivenlerden çıkıp mescide giriyoruz ama bir tuhaflık var, yani bize kapalı birçok yer. Mescid saldırıdan sonra 9 ayı aşkın kapalı kalmış; açıldığında üçte ikisine İsrail tarafından el konulmuş.
Mescide girince zarif minber karşılıyor bizi, bir de ilk mescittekine benzer halılar, burayı Tika yanmaz halılarla donatmış, Gaziantep’den gelmiş. Camii’nin altında bulunan mağarada Hz. İbrahim (a.s) ve eşi, Hz. İshak (a.s) ve eşi, Hz. Yakup (a.s ) ve eşi, Hz. Yusuf (a.s)’ın kabirleri bulunuyor. Biz sadece Hz. İshak ve eşi Hz. Yakub’un annesi Refika/Rebeccayı ve Hz. İbrahim kabirlerini ziyaret edebildik. Aslında Hz. İbrahim ile hanımı Sare’nin mezarları Cami ile Sinagog olarak kullanılan yerin tam ortasında. Musevi geleneğine göre İ.Ö bin yılında Davud burada kral ilan edilmiş. İbrahim, İshak ve Yakup peygamber Musevi geleneğinde de son derece önemli.
Giriyoruz salat ve selam ile mescide, Hz. İshak’ın hanımı ve kendisinin mezarlarıyla karşılaşıyoruz; dualarımızı yapıyoruz. İçeri girince meşhur orijinal minber ile karşılaşıyoruz, küçük bir mescit, içinde yine mezarlar var. Biraz sağa dönünce Hz. İbrahim’in mezarıyla karşılaşıyoruz. Oturup dua ediyoruz, başka milletlerden birkaç kişi daha var, onlarda kapüşonlu geniş bir pelerin gibi giysiyle ziyaret ediyorlar. Muhammed Emiri Bey bilgi verirken yan taraftan da sesli dualar var, ayin yapıyorlar diye düşündüm, yok dedi, sırf bizi tedirgin etmek için şarkılar söylüyorlar. Biraz sonra sert bir hanım sesi İbranice bir şeyler dedi, bizim rehber de “shut up” dedi, ne diyor diye sorduk. Defolun buradan diyorlarmış. Tamam Musevi kadının dediği doğru değil ama rahatsız etmek için şarkı söyledikleri de doğru değil, Hz. Davud’un geleneğini takip ederek ilahi tarzında da ibadet ediyorlar hatırladığım kadarıyla. Hüzünle çıkıyoruz, hemen mescid yanında aşhaneler var. İşte burası meşhur Halil İbrahim sofrası, yüzyıllardır devam edegelen bir gelenek. Malum Hz. İbrahim’in en önemli lakabı Halilullah’tır, cömerttir, insanlara ikram etmeyi sever. Diğer sıfatları ise Halim, Hanif, Şakir vb dir. İnsanın hemen aklına Barış Manco’nun şarkısı aklına geliyor.
Barış der her bir yanın altın gümüş taş olsa
Dalkavuklar etrafında el pençe divan dursa
Sapa kulba kapağa itibar etme dostum
İçi boş tencerenin bu sofrada yeri yok
Para pula ihtişama aldanıp kanma dostum
İçi boş insanların bu dünyada yeri yok.
Nasıl rahmetle anmayayım şimdi, Barış amcayı burada. Bir de Kemal dayımı anmak gerek çünkü o, misafire hürmet ve teşekkür et; ikram etmene vesile oldu derdi hep. Anadolu’nun arif insanları böyleymiş. Bu gelenek tevarüs etmiş kodlarına, çünkü Osmanlı da hassasiyetle durmuş Halil İbrahim sofrasının açık olmasına, burada sürekli çorba dağıtılmasına. Anadolu’nun farklı yerlerinden buradaki çorba için buğday getirttirilmiş. Mısır’da vefat eden Hz. Yusuf’un kemikleri de getirilmiş ve bura da Nablus bölgesine gömülmüş.
Hüzünlü bir şekilde ayrılıyoruz işgal altındaki 4. Haremimizden. Kadim şehir ve çarsına uğrasaydık iyiydi ama kafile ile gitmenin riski burada, genelde anlaşmalı yerlere götürüyorlar alışveriş için. Hemen çıkışta böyle bir yere uğradıktan sonra Hz. Yunus peygamber makamı bulunan mescide geçiyoruz orada öğle namazını kılıyoruz. Malum olduğu üzere birkaç yerde daha var makamı. Bir de cenaze var, ona da katılmak nasip oldu. Tuvalet ve lavabolarını Türkiyeli bir işadamı yaptırmış. Zaten içeride Arapça ve Türkçe mescide yardım edin levhası var.
Çıkıyoruz el-Halil’den, yolda İsrail askerleri bağları arıyor, bir gün önce bir genç şehit edilmiş, onun üzerine operasyon varmış bölgede. Hüzünle yeniden giriş yapıyoruz Kudüs’e, doğru Zeytin dağına çıkıyoruz. Yolda Rabiatü’l-Adeviyye’nin yattığı yer şurası ama kapalı deyince bir şey diyemedim. Yahu tamam makam olabilir, içinden geçtiğimiz caddeye de onun ismini verebilirsiniz ama ne alakası var burayla da dedim, tabii içimden. Bu örneklem bağlamında niye bu kadar serzenişte bulunduğum hususnda kısa bir teknik bilgi arası vereyim, müsaade ederseniz.
Barışcıl Bir Dünya İçin İlahi Dinler ve Çoğulcu Evrensellik Tasarımları
Rabiatü’l-Adeviyye hanım, Basra’da doğup orada vefat etti, buradaki Ahmed b. Ebü’l-Havârî’nin eşi olan Dımaşklı Râbia bint İsmâil’e aitmiş. Israrla ondan bir Maria Mağdalena oluşturma çabaları bir yanda, bir yanda da Hasan Basri ile platonik aşk yaşatılmasının gerçekle hiç alakası yok, romanlarda olsun ama gerçeği de bilelim. Yani biz Türk milleti, filmlerdeki, romanlardaki karakterlere özleşiyoruz, bunun risklerine dikkat etmek gerek. Bir zamanlar Kurtlar Vadisi adlı dizideki mafya lideri ölünce gıyabında cenaze namazları kılınmıştı. Şimdi de buralarda Filistin’de en büyük siyasal lider olarak görülen Abdülhamit’e Türkiye’deki dizide teknik ve tarihsel hataları yaptırmakta bir beis görmüyoruz ve Anadolu insanı da onu gerçek sanıyor. Neyse, niye vahdeti vucud öğretisinin ilk temsilerinden olan Rabia’dan bir Maria Mağdalene çıkarırlar ki derken, hemen dağın eteğinde de altın sarılı kubbeli kilisenin adı da Maria Mağdalena imiş. Yani bu kadar olur, yukarıda Rabiatu’l-A deviyye, aşağıda Mağdelena yatıyor. Ehline malumdur, Mecdeli Meryem de denilir, Yeni Ahit’e göre İsa’nın takipçilerindenmiş. Markos ve Yuhanna İncillerine göre, öldükten ve gömüldükten sonra dirilen İsa’yı ilk gören kişiymiş. Luka İncili’ne göre İsa onu kötü ruhlarından arındırmıştır; çünkü başlangıçta o bir günahkârmış. 22 Temmuz, Hristiyanlıkta Aziz Mecdelli Meryem Günü olarak anılır.
Şimdi, din felsefesinde bir dinleri daha doğrusu şeraitleri bir diğerine indirgemeksizin, temel önermelerinizden ve iddialarından vazgeçmeden, onları koruyarak, eş değer açıklama getirmeksizin rasyonel temellendirme yapmanın önemi üzerinde niçin durduğumu talebelerim daha iyi anlayacak sanırım. Teolojik dil ile kendi öğretisini bir diğerine karşı savunmasını yapabilir, önceki şeraitlerdeki kırılmaları ve tashihleri söyleyebilir cedel yöntemi bunun içindir. Fakat teolojiler burada da görüldüğü üzere, bir diğer şeraitin, yöntemin bakış açısını dışlamamak ve kendi kapsayıcılığını söylemek yerine, aynı şeriat içindeki farklı mezhepleri, yolları ötekileştiriyor, bazılarını kâfir, bazılarını müşrik olarak görüyor. Asıl olan eş ölçülemezlik, adalet ve eşitlik ilkeleri arasındaki farka dikkat ederek, İbrahimi geleneğin temsilcisi olan bütün peygamberlere karşı herhangi bir nezaketsizlik yapmamak, adaletsiz uygulama içeren bir davranış ve tutumda bulunmamaktır. Eş ölçülemezlik ilkesi gereği de Hz. Muhammed (sav) yol ve yönteminin hanif geleneğinin İbrahim milletinin nihai uygulaması olduğunu, onun içlem ve kapsam açısından içeriğini konuşmak gerekir diyorum.
Aslında bütün peygamberlere hepsine aynı din (tevhid, nübüvvet ve mead) indirilmiştir, adı da İslam’dır. Her şeraitin müntesiplerinin kendi doğrularıyla yaşaması ve kurtuluşa ereceğini sanması tutarlı olarak görülebilir. Farklı dini tasavvurları yani dini çeşitliliği anlamak için dini çoğulculuk öne sürülmüştür, ama bunu söylemek kurtuluşa erişmek açısından eşit olduğu anlamına gelir mi? Ben Hz. Muhammed sav yol ve yöntemini daha tutarlı ve makul görürüm, bu diğer peygamberlerin müntesiplerine karşı bir adaletsizlik işinde olmamı gerektirmez ki! Ama eşit olarak görmek anlamına da gelmez; eş ölçülemezlik ilkesi gereği.
Burada ortaya çıkan bir görecelilik yok mu diye soracak olursanız, evet bu hususu barışçıl bir dünya için ilahi dinler çoğulcu evrensellik tasarımları adlı bir bildiride Bosna Hersek’de Timav’ın yaptığı sempozyumda müzakere etmiştim. Boşnak, Sırp ve Hırvatlar aynı ırkı, dilleri bile aynı sayılabilir. Eğer burada çatışmanın din daha doğru din haline getirilmiş mezhepler arası savaş olduğunu unutmamak gerek. Hırvat’lar ve Slovenler Hıristiyan ve Katolik , Sırplar ve Karadağlılar Hıristiyan Ortodoks , Boşnak’lar Müslümandır. Orada bu bildiriyi sunmamın gerekçesi de Aliya İzzetbegoc’in yani bilge kralımızın hürmetineydi bu metin. Ama hukukçu bir doçent arkadaş bildiriden son derece rahatsız oldu, dışlayıcı bir tavırla tek doğru’nun kendi tasavvuru olduğunu söyleyerek; bende muhtemelen Türkçe de bilen şu papaza anlatın bu dediklerinizi, ya da biraz ileride yatıyor Aliya ağamız, ona anlatın, Doğu ve Batı arasındaki İslam’ı yazan büyüğümüze dedim. Neyse ki, sempozyum koordinatörlerinden Muhittin Okumuşlar hocam, bunu İngilizce yayımlayacağımız kitaba koyalım dedi de az biraz teselli buldum.
Bunları Çorum İlahiyat fakültesinde lisans derslerinde müzakere ediyorum. Bu gezi de bu anlamda tam bir alan çalışmayı ve şeraitlerin uygulamalarını dışlayıcılık, kapsayıcılık, görececilik ve çoğulculuk bağlamında dini çeşitlilik açısından tahlil etme imkânı buldum, şükürler olsun. Ardından Rabiatü’l-Adeviyye caddesinden sapan el-mansuri caddesindeki Süleyman mescidine geçiyoruz, bu da makam bence, ama olsun manevi olarak ziyaret etmek farklı, ara sokaklardan giriyoruz, burada da tamirat var. Arka tarafta geniş bir mezarlık ve nadide bir minare var, oraları resimliyorum, millet camiden çıkarken.
ZEYTİNDAĞI
Minibüse binip az aşağı iniyoruz, kadim Kudüs’ü bütün boyutlarıyla gören tepede duruyoruz. Doyumsuz bir manevi görüntü var gözünüzün önünde. Kubbetu’s-Sahra ışıl ışıl, Kıble mescidi ve hemen arkasında Emevi saraylarının kalıntılar var, rivayete göre burada hiç oturamamış Mervan, gösteriş için yapmış ama nasip olmamış derler. Doğu Kudüs’ü kuşatan Süleyman padişahın surlarının bütün olarak görmek de mümkün burada. 826 metre yükseklik varmış.
Nuh tufanından sonra bir güvercin ağzında bir zeytindalıyla gelmiş, rivayete göre buradanmış o. Barışın simgesi, zaten bir adı da bu şehrin Darusselam ya, belki buraya gönderme vardır. Aşağıda üzerilerinde taşlar bulunan Musevi mezarları, ne bu deyince, gelen ziyaretci sayısını gösterirmiş; biraz ilerisinde Ortodoks Maria Mağdalana kilisesi, tüm milletler kilisesi ve meşhur zeytinlik, onun yanında Meryem Ana kabri kilisesi. Burada biraz rehberimizi dinleyip aşağı çok dar sokaktan iniyoruz, geliş gidiş de yapılmadığı için tıkandı daracık yol. Neyse indik doğuş kilisesinin olduğu yere, burada park yeri yok, trafik çok yoğun onun için isteyenin otele gidebileceğini denildi. Biz indik hemen tabi ki.
Mesih’in buraya inip, oradan Kudüs’e gececine inanıldığı için hemen aşağıdaki mezarlık, Museviler için çok önemli, yüzbinler ve milyon dolara varan mezarlıklar varmış, çünkü buraya yatan kıyamette cennete uyanırmış. Mesih Ortodoks Museviler için son derece önemli bir figür, Hz. Davud’un soyundan gelecek. Gerçi burası üç gelenek açısından da önemli, Müslümanlar da sırat köprüsünün buradan mescidi Aksa’ya kadar olacağını söylermiş. Bir rivayete göre de burası çok kısa olduğundan olsa gerek, iki kıble ve harem-i şerif arasında olacakmış, sırat köprüsü, iyi de ben de Müslümanım ama bunu duymadım diyemedim tabii ki! Mücessime mezhebine kim tutarsız diyordu diye fısıldadım Meryem’e, bütün yapabildiğim bu, herkes her şeyi biliyor, bütün kıyameti somutlaştırmışlar, mekânın tarifi de yok, ama anlatmak için mekanlar olara buraları kullanıyorlar başka ne olabilir ki! Nitekim Hz. İsa son yemeğini yedikten sonra asırlık zeytin ağaçlarının bulunduğu yerde dinleniyor. Romalılar tarafından yakalanıyor.
Gethsemane Bahçesi deniliyor, burada son duasını yaptığı söylenilen yere inşa edilen kiliseye aynı isim ve/ya son gece kilisesi, Tüm Milletler Kilisesi deniliyor. Dış görünüşü muhteşem süslü, içerisi de öyle. Kilise içinde bulunan kubbelerde 12 ayrı ülkenin sembolleri kakma altın tavanlar ortasında sergilenmekte. Duvarlarda ise Gethsemane Bahçesi ve İncil anlatılarını betimleyen mozaikler var, içeride ayin var, biraz dinliyor ve çıkıyoruz. Hemen biraz ileride Meryem ana mezarı kilisesi var, çilenin başladığı yer.
Burada bir ara verelim, biz Meryem Ana’nın Efes’de olduğunu söylüyoruz, bunlar ise tekrar Kudüs’e döndüğünü ve bu kilisesin olduğu yerde olduğunu söylüyorlar. Hakikaten merdivenlere epeyce inilen bir yer, her tarafı pırıl pırıl ışılandırılmış, sağ ve sol taraflara oyuklarda haçlar var, insanlar dua ediyor. Mağaranın sonunda içinden sırayı girip geçilen ve içinde Meryem Ana’nın yattığı söylenilen kabri ziyaret ediyor, Hıristiyanlar. Kabrin önünde hz. İsa’nın son yemeğini anlatan bir tablo var zaten. Bizim açımızdan da önemli, Hz. Ömer burayı ziyaret etmiş diyorlar.
Hz. İsa işte burada sırtına çarmıh veriliyor, çivileniyor, buradan başlıyor çile yolculuğu, durup düştüğü yerler durak olarak anılıyor, ta ki kıyamet Kilisesine kadar devam ediyor bu yolculuk. Onlara göre burada vefat ettiği için Kutsal Mezar Kilisesi (Holy Sepulchre) da denir. Hıristiyanlar bu duraklarda durup, çektiği çileyi anımsayıp dua ederlermiş.
Bizde ikindi yorgunluğuyla yavaş yavaş yürüyoruz tepeyi, hac ve/ya çile yolundan kadim Kudüs’e gidilen yerden. Kapının sağ tarafında Türk bayrağı ve Tika levhası var, onarımı yapmış. Sol tarafta mezarlıklar. Buradan Zeytin dağına bir daha bakıp resimler alıyoruz. Kafile giriş kapısının solundan doğrudan Kubbetu’s-Sahra’ya yöneliyor, Meryem ile ben çile yolunu takip ediyoruz. 400 adımlık bir yerde Virgin Meryem kilisesi var, orada resim çektirip yavaş yavaş yürüyoruz. Mescidi Aksa’ya girişini bildiğimiz kapıya gelince, artık devam edemiyoruz, biran önce gidip abdest tazeleyip Kubbetu’s-Sahra’nın dinginliğine sığınmak en iyisi diyoruz.
Hz. Musa Makamı
Yatsı sonrasında otele geçiyoruz. Sabah erkenden valizlerimizi alıp, çıkışı yapıp yola koyuluyoruz. Hz. Musa’nın vefat ettiği yere geçeğiz ilk olarak. Eriha şehrine doğru bir saatlik yolculuktan sonra sapa bir yerde durduk, kervan geçmez deniliyor ya öyle bir mekan, yani Museviler peygamberlerine niçin böyle garip bırakır anlamadım, gelen giden yok, izbe bir yer izlenimi uyandırdı ilk bakışta.
Selahattin Eyyübi tarafından yapılmış Mescid, Avrupa Birliği projeleri bağlamında tarafından restore ediliyor, girişin sol tarafına yeni abdesthaneler yapılmış. İçeri giriyoruz dört tarafı eyvanlarla çevrili avluda iki su kuyusu var, üzeri kapalı. Sol tarafa mescid yazıyor, oradan ufacık ibadethaneye giriyoruz, sağ tarafta Hz. Musa’nın mezarı olduğu iddia edilen yer var. İçeride palmiye ağaçları var. Diğer yerler restore edildiği için kapalı, millet içerde oyalanırken ben oraları da geziyorum. Çıkıyoruz oradan Eriha/Jericco geldik.
Dünyanın Mis Kokulu İlk Yerleşim Yeri: Eriha
Yol boyu her taraf yemyeşil, palmiyeler, çiçekler, her taraf hakikaten mis gibi kokuyor. Dünyadaki ilk yerleşim yeri olarak da biliniyor. Zaten anlamı güzel koku, parfüm anlamını da taşıyor. Ve meşhur Lut gölü veya ölü deniz buradan sadece 8 km uzaklıkta dersem, iki yer arasındaki farkın maddi ve manevi açıdan farkı ortaya çıkabilir, ne dersiniz?
Panaromik bir manzara için tepede durduk, karşıda bir manastır var, yanında bir dinlenme tesisine teleferikle gidiliyor galiba. Tabii biz gidemedik. Ama öğrendiğimize göre Hz. İsa’nın şeytanla imtihan edildiği için bulunduğu yükseltiye “Ayartma Dağı” denilirmiş. 40 gün oruç tutarak bunu kazandığı ve ardından peygamberliğini ilan ettiği manastır olduğu için oldukça önemliymiş. Kurantul Manastırı Yunan Ortodoks kilisesine bağlıymış, halen.
Ordan doğru sınır kapısına, bir iki kontrol noktasından sonra pasaport alanına geçtik, bu sefer de bir arkadaşımızı epey beklettiler. Neticede çıktık, ama Ürdün tarafına beş yüz metre var, bir otobüsle geçmek gerekiyormuş, 5 şikel alıyorlar diğer turistlerden, otobüsün girişinde de kontrol var, pasaportta bekletilen hocamızı yine durdurdular, ben gittim, bu şekilde geçişine izin veremeyiz dediler. Nasıl olur pasaportta çıkış var ama dedim, yok baba isminde sorun var, bunu hemen kontrol ettirin deyince hızlıca pasaport alınana koştuk. Bizim geçiş yaptığımız yerde kimse yok, olana gittik, buna ben vermedim dedi, ee nolcak şimdi deyince bir iki yerle konuştu, bir şeyler yaptı ve bir kağıda damga vurdu, tekrar otobüse bindik. Soluklanamadan araç durdu.
Bu sefer de Ürdün hattı. Epeydir sınırlarda gezinmemiştim, havaalandan havaanlanına kolay oluyordu. Burada da biraz bekleyip geçtik, her taraf yemyeşil, on iki ay üretim yapılan yerler burası. Türkiye’den de birkaç şirket arazi kiralamış, ürün yetiştirip ihraç ediyormuş. Yer gök sera, insanlar yollarda ürettiklerini satıyorlar, zenciye yakın bunlar deyince zaten Habeş ve başka yerlerden gelmişler yıllar önce ziraat için, hala onlar yaparmışlar. Tarımcı ve bedevi ayrımı da buradan geliyor, ilk bölümde bahsetmiştim, bedeviyi saf kan Arap ve asil olmakla özdeş görüyorlar. Velhasıl kabilecilik daim, bir şey değişmemiş, 1992-93 yılında da kendilerini ceyşu’l-muhammedi olarak görürlerdi.
Mültecilerden söz açıldı, ben gidilen yerlerin iç politikasına dair konuşmalar yapılmasını pek istemem, genelde turistler bir üst dilden gidilen ülke hakkında konuşurlar, rehberlerin yapacağı fazla bir şey yoktur, özellikle Ortadoğu da, ama gel gör ve bunu anlat bizimkilere. Peygamberimize bedevi diyemezsinde başlayan ilk günkü sohbet, bugün mülteciler, Ürdün kralı ve eşine kadar uzandı. Cem Uzan’ı tanımıyor musuna kadar ilerledi. Malum Uzan’ın Ürdün ilede irtibatı vardı, yahu o şimdi sanıyorum Fransa’da, hem ne desin şimdi bu arkadaş dediysem de devam ettiler, hatta bana kızdılar. Neyse Ürdün’deki mültecilerin tamamı Sünni, burada zaten hiç Şii yoktur diye başlayan cümle biraz sonra sert bir konuşmaya dönüştü, onları Müslüman mı sanıyorsunuz, neler yapıyorlar Suriye’de biliyor musunuz diye başlayan bir söylev dinledik her birlikte. Diyorum kendine yapılmasını istemediğini başkasına yapma diye ama hakikati tekelinde bulunduğu varsayıp başkası ve hayat tarzı hakkında konuşmak, üst bir dil ile talim ve terbiye de bulunmak farklı bir şey olsa gerek. Anlamadım ve anlayamadan da gideceğim galiba.
Rehberin yanında ayrıca bilgi vermeyi kendine vazife sayan, Türkiye’de yetişmiş yedi alimden birinin yanında bulunmuş, kendini emekli akademisyen olarak tanıtan bir arkadaş, alimin ilmini öğretmesi farzdır, dolayısıyla bende bunları size anlatmak zorundayım deyince bende ip koptu tabii ki! Neyse bunlarla canınızı sıkmayım, Kudüs’ü fetheden sahabi Sa’d b. Ubadenin mezarını bulunduğu camiye geldik de, gönüllerimiz biraz ferahladı.
Harika bir kültür merkezine dönüşmüş burası. Kral Abdullah yaptırmış, resminden de göreceksiniz bir an Taç Mahal’in önündeki yol da gibi hissettim kendimi. Hemen namazları kılıp, o mübarek insanın kabrini ziyaret ettik. Ardından hemen arabaya bindik.
Bahru’l-Meyyit: Ölü Deniz
Bana göre doğrudan Amman’a gitsek iyi olurdu, ama Lut kavminin helak olduğu yere gidelim bu önemli dediler. Yahu Filistin tarafında da gördünüz deniz işte, burada özel bir durum yok dediysem de tabiî ki dinletemedim, meğer bir ikisi oradan çamur alacakmış, şifa niyetine. Bir saatten fazla gittik, Sodom ve Gomora şehri buralardaymış, yarım saatlik mesafede ama biz burada duracağız dedi. Yıllar önce gelmiştim buraya, sadece oto park alanı yapılmış, orada durdu, ancak buradan bakabilirsiniz dedi. Çünkü Arap liderleri zirvesi varmış birkaç gün sonra, sıkı güvenlik var otel etrafında. Epey de mesafe var, geçemezsiniz dediler, böylece arkadaşlar Lut kavmini helak olduğu ölü denizi şöyle geriden bir seyrettiler, resim çektirdiler o kadar.
İkindi vakti hz. Şuayb’in makamı/mezarı olduğu dağlar arasındaki yere geldik. Burası da yeni yapılmış, Ürdün manevi turizm bağlamında buralara hep yenilemiş. Yolda salatalık ve domates almıştık, onları yedik burada, görevlilere de ikram ettik. Akşam üzeri Salt, bizim aylarca kaldığımız şehrin yani Salt’ın levhalar gösterince heyecanlandım. Şehrin içine girmedik tabiî ki, ama harika çevre yolları yapılmış.
Amman’a yaklaşırken hz. Yuşa kabrine gideceğiz dediler, iyi bir de burada makamı var galiba dedim. İstanbul’daki gibi tepe bir yerde, bütün Ürdün vadisini görebiliyorsunuz, manzara harika yani. Burası da yenilenmiş, kabrin bulunduğu mekân orijinal halini koruyor, ama metrelerce bir mezar. Gerçi imam rasyonel bir açıklama yapıyor, buranın neresinde olduğu tam bilinemediği için bu kadar uzun mezar yapılmış dedi.
Son derece modern evler ve binalardan Amman’a akşam vaktinde giriş yapıyoruz, trafik epey yoğun. Otele yerleşip, dinleniyoruz, akşam yemeği 20.00 de dediler. Hemen Amman merkeze gidelim dedim ama yol yorgunluğu galip geldi. Biraz dinlenip yemeği yedikten sonra çıkalım dedik, acaip bir soğuk var, üç gündür ılıman ve sıcak iklimlerden sonra bu hanımları korkuttu. Ama Abdulkadir hocamla birlikte çıktık, durakta bir Suriyeli gençle sohbet ettik, onunla minibüse binip merkeze yakın yerde indik. Sonra bir taksiye binip kadim Amman’a ulaştık, bir tuhaf oldum, yıllar sonra burada yeniden olmak. Yaklaşık altı bin kişilik açık hava Roma tiyatrosu bütün ihtişamıyla duruyor, gece bir başka güzel mi, yoksa yıllar sonra tekrar görünce mi daha güzel hissettim bilemedim. Açık dükkanlara bakarak, hediyeleri göz gezdirerek dolaştık, önemli olan Habibe’nin künefecimizin açık olmasıydı zaten. Fazla gecikmeyin mülteci çok ve sorun olursa lütfen şu numarayı arayın demişti delikanlı.
Hava da sert olduğu için Habibe’den bir kilo künefe alıp taksiye bindik. Filistinli Ürdün vatandaşı bir gençti, Kudüs’den geldiğimizi söyleyince bize muz ikram etti, maddi ve manevi destek için ziyaretlerin önemini konuştuk. Otele geldik ve künefe çay, istirahat.
20 Mart 2016 pazartesi sabah erkenden bir şehir turu yapılacaktı, bir de gündüz gözüyle Amman’ı panaromik görmek için citadel de denilen kadim yerleşim merkezine çıktık. Kadim Amman ayaklarınız altında duruyor. Bir tarafı Roma tiyatrosuna bakıyor, diğer tarafı sanki kadim Kudüs veya Mardin gibi taş binalara bakıyor. Burada Herkül tapınağı ve müze var; ama sabah trafiğe kalmadan havalanına geçmek gerek. Yeni ve modern Amman’ı, güzel binalarını görerek havalanına geçtik.
VELHASIL; şimdi diyorum ki, en kısa zamanda Kudüs’ü bir iki kişiyle ziyaret etmek lazım. sakin sakin gezip sadece Kudüs’de durmak, her mekanı ve orada olanları İbrahimi geleneğin tezahürlerini yeniden içselleştirmek için. İlahiyat fakültesinde öğretim üyesi olup da benim gibi gecikmiş ziyaret yapanları uyarı/yorum; tez zamanda 3. Harem-i şerifimiz sizleri bekliyor.
Evet, “Filistin savaştan ibaret değil, romantik bir hikaye de değil. Filistin bugün hala yaşıyor; yaşamaya da devam etmesi lazım; bunun için bizlere ihtiyacı var. Siyasetten ve paranın ötesinde bir husus bu; bir şeyler yapabiliriz. Gönüllerimizi koyarak, konuşarak, dertleşerek, çocuklara, gençlere bir şeyle anlatarak, öğreterek başlayabiliriz buna. Dört yüz yıldan fazla paylaştığımız ortak kültürü hatırlayarak başlayabiliriz. Bugün Filistin’de gönüllü olarak çalışan binlerce Batılı var/mış. Tabi ki hiç Türk yok/muş maalesef. Belki İşgali bitiremeyiz, belki savaşı önleyemeyiz, ama bir şey yapabiliriz, bir fark oluşturabiliriz. Filistin’i ziyaret ederek buna başlayabiliriz. Propaganda yapmaktan başka” https://filistinfilistin.wordpress.com/2007/05/20/hayalet-sehir-el-halil/
Vesselamu meni’t-tebaa’l-Huda