Yakın bir zaman önce Somali’de inşaat işleri ile uğraşan bir Türk mimar tecrübe ettiği bu gerçekliği şöyle anlatmıştı:
“Sürekli git gel olunca, otellerde de rahat edemeyince, dediler ki bir ev kirala. Sen yokken de eve bir görevli hanım alırsın. Temizlik işlerini de yapmış olur. Orta yaşı geçkin bir teyze ile anlaştım. Bir gün eve geldim, ayak ayak üstüne attım televizyon seyrederken teyze geldi. Oğlum sizinle tanışmak istiyor dedi. Peki dedim. Yerimden kalktım, televizyonu kapattım, yaşça benden bir hayli küçük olan bu delikanlıya doğru birkaç adım attım ve tokalaşmak üzere elimi uzattım. Anne ve delikanlı donup kalmıştı. Bu hayret ve şaşkınlıkları bana öylesine mübalağalı bir mukabele olarak göründü ki, “acaba yanlış bir şey mi yaptım diye düşündüm.”)Çok üzgün bir şekilde ertesi gün arkadaşlara anlatınca burada beyaz adam siyah adama böyle davranmaz dediler. Yerinden kalkman ve ona doğru gidip elini sıkman alışılmadık bir davranış dediler. Afrika’daki Türklerin en büyük sıkıntısı derilerinin rengini unutmaları. Biz, Batılı beyaz adam gibi, Afrika’nın siyah derili insanlarından sırf beyaz ten rengimiz nedeniyle kendimizi üstün görmüyoruz.
Doç.Dr. Başak Burcu EKE
“Nefes alamıyorum” diye başlayan videoyu izleyip dehşete kapılmayan yoktur sanırım. George Floyd’un acı ölümü dünyayı derinden sarstı. “George Floyd’un öldürülmesi dünya genelinde ırkçılık karşıtı protestoların fitilini ateşledi” şeklinde haber başlıkları altında Türkiye’nin ismi ile karşılaşmıyorsunuz. Türkiye’nin dünya geneli dışında kalması vurdum duymazlığından ileri gelmiyor. Beyaz adam siyah adam kavgası nedir bilmeyişimizden kaynaklanan bir durum bizimkisi.
Tarihimizde kölelik yok muydu? Elbette vardı. Cariyelik de vardı. Bunu yadsımak mümkün değil. Mesele kölelik ile ilgili kabullerin ve algının Batı kültüründen farklı oluşu. Bizim geçmişimizde tüm köleler muhteşem bir hayat sürüyordu demek, insanın olduğu bir sistemde mümkün değil. Üzücü olaylar muhakkak gerçekleşmiştir. Ancak genel durum üzerinden konuşacak olursak Amerika ve Avrupa tarihi ile kıyas kabul etmeyecek bir durum ile karşılaşırız.
Evet bazı tabirlerimiz var. Bunu da yadsıyamayız. Ama bu nitelendirmelerde niyet aşağılamak olmamış hiç bir zaman. Espri ve fıkralar bizim kültürümüzde bir ırk, bir etnisite ya da bir coğrafya ile sınırlı değildir ki. Herkesin herkes için bir lafı vardır. Ne yazık ki aşırı alınganlık son zamanlarda edindiğimiz bir huy. Kötü niyet olmaksızın latife etmenin kültürümüzdeki en güzel örnekleri, Karagöz ve Hacivat gölge oyunundaki birçok figürün karşılıklı atışmalarındadır.
Kültürümüzde ırkçılık diye bir anlayışın olmadığı ile ilgili sayısız tarihi anekdot anlatılabilir. Ama en çarpıcılarından biri diline hakim olamayan Nef’î’ye aittir. Sultan IV.Murat’ın çok sevdiği ve başkatipliğe tayin ettiği Nef’î, Sultan’dan kimseye ilişmemesi tembihi almasına karşın o efsanevi hiciv yeteneği ile saray erkanına sataşmaya devam etmiştir. İdamdan kurtulmasında rolü olacak karaağasına, beyaz kağıda yazı yazacağı sırada damlayan mürekkebi kast ederek “Mübarek teriniz damladı efendim” demesi ile tümden şansını yitirir. Öncesinde “kelp tahirdir” diye “köpek” bile demişliği varken 1635 yılında bardağı taşıran son damlanın ırk ile ilgili farkı vurgulayan sözü olması manidardır.
Şu bir gerçek ki günümüzde biz Türkler Afrika’ya gidince tenimizin bir rengi olduğunun farkına varıyoruz. Kolonileşme sürecinde Afrika’da ten renginin nasıl bir psikolojik baskı unsuru haline dönüştürüldüğünü üzülerek idrak ediyoruz. Olayların nasıl gerçekleştiğini çözebilsek bile, gerçek nedenini kavrayamıyoruz. Biz Türkler, ırkçı bir tutumla yetişmediğimiz için, ırk ayrımcılığına dayanan davranışların kaynağını kavradığımız takdirde bile, bu tür bir ayrımcılığı anlamlandırmakta bir hayli zorlanıyoruz.
Yakın bir zaman önce Somali’de inşaat işleri ile uğraşan bir Türk mimar tecrübe ettiği bu gerçekliği şöyle anlatmıştı:
“Sürekli git gel olunca, otellerde de rahat edemeyince, dediler ki bir ev kirala. Sen yokken de eve bir görevli hanım alırsın. Temizlik işlerini de yapmış olur. Orta yaşı geçkin bir teyze ile anlaştım. Bir gün eve geldim, ayak ayak üstüne attım televizyon seyrederken teyze geldi. Oğlum sizinle tanışmak istiyor dedi. Peki dedim. Yerimden kalktım, televizyonu kapattım, yaşça benden bir hayli küçük olan bu delikanlıya doğru birkaç adım attım ve tokalaşmak üzere elimi uzattım. Anne ve delikanlı donup kalmıştı. Bu hayret ve şaşkınlıkları bana öylesine mübalağalı bir mukabele olarak göründü ki, “acaba yanlış bir şey mi yaptım diye düşündüm.”)Çok üzgün bir şekilde ertesi gün arkadaşlara anlatınca burada beyaz adam siyah adama böyle davranmaz dediler. Yerinden kalkman ve ona doğru gidip elini sıkman alışılmadık bir davranış dediler. Afrika’daki Türklerin en büyük sıkıntısı derilerinin rengini unutmaları. Biz, Batılı beyaz adam gibi, Afrika’nın siyah derili insanlarından sırf beyaz ten rengimiz nedeniyle kendimizi üstün görmüyoruz.
“The Help” filmini izleyen öğrencime Yörük anneannesi kadınlara neden böyle davranıldığını sormuş. O da ten renkleri yüzünden deyince. Kalaylı bir beddua savurduktan sonra “Onlar bizden daha sevilmiş ki Bilâl-i Habeşî gibi boyanıp gönderilmiş” demiş.
Beyaz adam siyah adam nedir bilmeyen kültürün verdiği tepkilerden birine Erciyes Üniversitesi’nde çalışırken şahit olmuştum. Öğrenci yemekhanesinde siyahi bir öğrenci bitirdikçe tekrar gelip pilav istemiş ve dördüncü seferinde görevli diğer öğrencileri de düşünerek veremeyeceğini söylemiş. Öğrenci ona ırkçılık yaptığı şeklinde tepki vermiş. İki gözü iki çeşme ağlayan adamcağızı sakinleştirmek biz hocalara düşmüştü. Kafasını kaldırıp bizlere “Pilav ile ırkçılığın ne alakası var hocam” demişti. Irkçılık ile bilenmiş öğrenci ile bundan habersiz Anadolu insanı karşı karşıya geldiğinde bu sonuç kaçınılmaz. Bizim için bir anlamı olmasa da ırkçılık zaten tam da bu kadar basit şeylerde kendini gösteriyor. ABD’de yakın zamanda olduğu gibi lavaboların ayrımında, toplu taşımalarda nelere oturulup oturulamayacağında, hangi restoranlara girilip girilmeyeceği konusunda başlıyor.
Elbette Amerika Birleşik Devletleri’ndeki ırkçılık konusu sebepler ve sonuçlar bileşkesi ile açıklanması gereken bir durum. Gözleri bağlı olanların fili tanımlaması gibi. Herkes kendi uzmanlık alanı açısından dokunduğu parçayı anlatıyor. Tüm anlatıları toplayınca her konuda olduğu gibi bu konuda da bütüne ulaşabilmek mümkün olacaktır.
O noktada yaşananların nedenlerinden biri ABD’nin kendisine kültür atası olarak Antik Yunan ve özellikle de Antik Roma’yı seçmesidir. Roma zihniyeti yeni kıtada kendine varlık bulmuştur. Sanat ve mimarlık üzerinden baktığımızda ainesi iştir kişinin durumunu çok rahat takip edebiliyoruz. Sütun dizilerinin olduğu, üçgen alınlıklı girişli ve merdiven ile yükseltilmiş tapınak benzeri inşa edilmiş kamu binaları Neoklasik denilen Antik dönem yapılarına öykünen tarzdadır. Kongre binasının kubbesi de Beyaz Saray oval ofisin olduğu taraf da Antik Roma’dan fırlamış hissiyatını uyandırır.
Roma’ya saygım sonsuz. İnsanlığın halen kullandığı pek çok kavramın çıktığı bir medeniyete saygı duymamak imkansız. Pantheon ile ilk en büyük kubbe insanlık tarihine onların armağanıdır.
Ama Antik Roma toplumunda merhamet, acımak ya da bağışlayıcı olmak gibi kavramların yer almadığı bir düzen vardır. Roma’da köle doğmuşsanız ve sansınız yaver giderse azad olabilir ardından vatandaşlık hakkını elde edebilirdiniz. Hatta torunlarınız evlilik yoluyla partici yani asil bile sayılabilirdi. Tam tersi yani patrici iken kendinizi bir anda arena da arslanlar önünde de bulabilirdiniz. Bu toplumsal haraketlilikte kendinizden başkasını düşünmek, acımak ve merhamet göstermek yükselişe engel, düşüşe sebep olduğundan bu türden duygular asla tasvip edilmemiştir.
Kuruluş öyküsüne bakın. Bir kurt tarafından büyütülen Romus ve Romulus’un aynı kandan gelen ve aynı sıkıntılı süreci yaşayan kardeşler olarak birbirlerini hep koruyup gözetmeleri gerekir. Ama öyküde Romulus Romus’u öldürür. Üstelik de incir çekirdeğini bile doldurmayacak bir gerekçe yüzünden. Bu öykü Roma’da garipsenmemiştir. Çünkü güçlü olan kazanır mantığında Romus da ölmeyecek kadar güçlü olsaydı diye görülmüştür. Güçlü olanın baskı kurmasını normal kabul eden mantığı Romulus önderliğinde Romalı erkeklerin neslin devamı niyetiyle Sabine şehrindeki kadınları kaçırmaları öyküsünde de takip edebiliyoruz. Aciz olan kaybeder ve ona üzülmek yersizdir. Roma böyle düşünür.
Kültür atalarının izinden gittikleri hesaba katıldığında, “nefes alamıyorum” feryadının bile işe yaramayışı yadırgatıcı gelmemeli. Tasvip de takdir de etmiyorum. Ama kültürünüz sadece yaşama hakkına güçlü olan aitmiş gibi kabul ederse çıkacak sonuç bundan çok farklı olmaz. ABD okullarında yaşanan zorbalıklar ile ilgili videolara sosyal medyada denk gelmişsinizdir. Anlayış orda da farklı değildir. ABD’de taciz ve tecavüz ile ilgili araştırma komisyon raporlarını okursanız da aynı zihniyeti takip edebilirsiniz.
Dinç Yaylalıer’in “Amerika-İnceleme, Gözlem ve Yorum” kitabında da dile getirdiği gibi Amerika en güzel ve en çirkinin, en iyi ve en kötünün en uçta bir arada yaşandığı çelişkiler ülkesi. O noktada yaşadıkları sürecin onları nereye çıkaracağını kestirebilmek zor. Ama herkes kendi kültüründen sorumlu. Kendi kültürel kodlarımızı korumak öncelikli görevimiz olmalı. Sürekli “ırkçılık kötüdür” içerikli paylaşımların ve haberlerin bizim gençlerimiz için olumsuz pekiştireç haline dönüşmesine izin vermemeliyiz. Bizlerin bu konuda dünyanın geri kalanı ile aynı olmadığımızı ve ten rengini sorun etmeyen kültürümüzün ayrıcalığını sürekli dile getirmeliyiz.
———————————————-
Kaynak:
https://www.fikircografyasi.com/makale/kulturun-etkisi-baglaminda-irkcilik