Prof.Dr. Orhan ARSLAN
HER AN MUHTEMEL OLAN KADİR GECESİ HÜRMETİNE
KUR’AN-I KERİM’İ ANLAMA ÜZERİNE SORULAR
Bir süre önce TRT’de başlayan Kur’an-ı Kerim’i güzel okuma yarışması birçok kesimde tepkiyle karşılandı. Elbette buna tepki gösterenler, haklı olarak, “o ses Türkiye” gibi magazin programlarından ilhamla yapılan bu programın rencide edici olduğunu belirttiler. Haftalar sonra buna Diyanet de katıldı ve sevgili başkanımız, “Kur’an-ı Kerim ses yarışmalarının güftesi olarak kullanılacak bir kitap değildir. Kur’an-ı Kerim bir hayat kitabıdır” dedi. O da tabii ki, haklıydı. Ancak Diyanet Başkanı bu sözü nerede söyledi, bu da çok önemli: Yaz Kur’an Kursları öncesi din görevlilerine yaptığı konuşmada bu sözleri sarfetti.
Önce şunu belirtmek istiyoruz ki, TRT’deki programa itiraz edenler içerisinde önemli bir kesimin ve Diyanet’in çuvaldızı önce kendisine batırması gerekiyor. Yıllardır İmam Hatip Liselerinde aynen TRT’deki gibi komisyonlar kurularak Kur’an-ı Kerim’i güzel okuma yarışması düzenlenmiyor mu? Bu da bir çeşit güfte haline getirmek değil mi? Yıllardır Diyanet’in yatılı-yatısız Kur’an Kursları, bilhassa da hafızlık eğitimi verenleri, pedagojik formasyondan yoksun eğiticiler eliyle, Kur’an’ı anlamak ve anlatmak yerine onu bir “güfte” haline getirmiyorlar mı? Hatta hafızlık eğitimi veren birçok kursta (ister Diyanet’in, isterse özel olsun) dayak cezasına başvurulmuyor mu? Allah Rasulü’nün ne hanımlarına ne de çocuklara bir fiske vurmayı bırakın aklına bile getirmediği bir örneklik önümüzde dururken, Allah’ın kitabını bazı özel ve resmi Kur’an Kurslarında bazı insanlara dayakla ezberletmek ne anlama geliyor? Neden hafızlarımızın çoğu, güzel Kur’an okumanın dışında, dini mevzularda bir çift kelam edemiyorlar? Neden bir Batılı sıradan insan, Kur’an-ı Kerim’i kendi dilinde okuduğunda imana geliyor da, bizim din görevlilerimiz, tarikatlarımız, cemaatlerimiz ve hatta bazı İlahiyatçı akademisyenler meal okumanın yoldan çıkaracağını, dolayısıyla okumamanın daha iyi olacağını düşünüyorlar? Öyle bir din din düşünün ki, bu dinin kutsal kitabının Arapça’sını huşu içerisinde okumak, hatmetmek sevap, Türkçe’sini (veya bir başka dildeki tercümesini) okumak yoldan çıkarıyor, yanlış anlamaya sürüklüyor, bu nasıl mümkün oluyor? Neden gençlerimizin, özellikle de İmam Hatipli ve İlahiyatlı olanların, ezici bir çoğunluğu Kur’an-ı Kerim’i, en azından, birkaç kere hatmettikleri halde Türkçe’sini hatmetmiyorlar? Yine öyle bir din düşünün ki, mensupları kutsal kitaplarını bilmedikleri bir dilde sayısızca okumayı büyük bir dindarlık alameti görsün, evinin duvarlarına assın da, içinde ne yazdığını ikinci elden kitaplardan okusun ve hatta ölene kadar da mesajın içeriğini bir kere bile baştan sona okumasın, buna ne cevap verilecek?
Bizim mezhebimiz Kur’an-ı Kerim’in i’cazını Arap dilinde değil içeriğinde gördüğü ve ilk Müslüman Türkler Kur’an-ı Kerim’i saf Türkçe’ye çevirdiği halde, bugünkü “okumadığımız, okutturmadığımız” mealler neden yarı Arapça, yarı Türkçe? Neden Kur’an-ı Kerim’i anlama, mealleri okumamada direnen, diretilen ve hatta korkutulan bir nesil yetiştiriyoruz? Ana dili Arapça olan bir Müslüman Arabın Kur’an’ı Kerim’in herhangi bir ayetini okuduğundaki anladığıyla, bu ayetin Türkçe’sini okuyan bir Türk’ün okuduğunda anladığı farklı mıdır? İlla herkesin tefsir mi okuması gerekiyor? Tefsirlerdeki bilgiler insani yorum değil midir? Üstelik tefsirleri okuyanların da, yapılan yorumlarda, hangisinin İsrailiyyat olduğunu, hangisinin olmadığını nerden bileceklerine dair bir fikrimiz var mıdır? Şekilcilik bataklığında debelendiğimiz, her şeyi rakama, sayıya, skor yapmaya indirgediğimiz dindarlığımızla bu soruları cevaplayabilirsek işte o zaman Kur’an-ı Kerim hayat kitabı olabilir. Allah en doğrusunu bilendir.
—————————–
8 Haziran 2017