Mustafa TEZEL
GİRİŞ
Gelişmelere bakılırsa, uluslararası alanda ─Soğuk Savaş döneminden buyana, ilk defa böylesine─ “sular ısınıyor”. 2010 yılı sonundan itibâren ─bütün ülkenin harabeye dönmesine, yüzbinlerce insanın yaralanmasına ve hayâtını kaybetmesine, milyonlarca insanın yerinden yurdundan ayrılmasına─ yol açan korkunç bir iç savaşın yaşandığı Suriye’deki son gelişmeler, bunun en büyük göstergelerinden birisidir. Nitekim, Akdeniz’in Suriye’ye yakın kısımları küresel aktör konumundaki ülkelerin savaş gemileri ile tıka-basa dolmuş vaziyettedir[1].
Kezâ, son günlerde, Bölge’deki gerginlik mütemâdiyen yayılma temâyülündedir. Suudi Arabistan ve İran arasında giderek artan gerilim; Başika’da konuşlanan Türk Birliği konusunda Türkiye’ye yöneltilen eleştiriler ve akabinde IŞİD saldırıları[2]; Rusya’nın ─binlerce Suriyelinin ölümüne sebep olan─ operasyonları[3] karşısında sessiz kalan ABD’nin ─káğıt üzerinde müttefiki olan ve Bölge’deki gelişmelerden haklı olarak endişe duyan, bu sebeple de PKK/PYD gibi terör örgütlerinin Bölge’deki faaliyetlerine mâni olmak isteyen─ Türkiye’ye karşı sürekli “yüksek perdeden” uyarılarda bulunması; küresel dengeler bakımından birbirlerine rakip olması gereken ABD ile Rusya-Çin-İran ittifakının PKK/PYD ikilisine destek olma konusunda “büyük bir mutabakat içinde” bulunmaları vb. gelişmeler, dikkatli bir şekilde incelendiğinde, Suriye’deki ─ve, yakın doğumuzdaki─ gerginliğin, küresel güçler arasındaki münferit yâhut mevzi (lokal) bir çekişmenin eseri olmadığı; 1990’lı yılların başında, Demirperdenin çöküşü ile başlayan “küreselleşme/tek kutuplu dünyâ” sürecinin sonuna gelindiği ve günümüz dünyâsında küresel dengelerin yeniden oluşturulmaya çalışıldığı, müşahede edilmektedir.
Hâlihazırda, Suriye iç savaşı, küresel dengelerin oluşmasında “ben de varım” demeye çalışan güçlerin karşılıklı güç gösterisine dönüşmüş durumdadır. Ancak, yine de, “Akdeniz’de, böylesine cesîm bir askerî yığınağın niçin yapıldığı” sorusu, henüz cevaplanmamıştır. Bölgeye yığılan gemiler, hangi maksatla, kim(ler)e karşı kullanılacaktır? “Kim”, “kiminle” ve “niçin” savaşacaktır? Suriye’de askerî operasyonlarını hızlandıran Rusya karşısında Batı ve ─husûsen ABD─ niçin sessiz kalmaktadır? Rusya’nın tehditkár askerî eylemleri karşısında NATO’nun caydırıcı bir rol oynaması gerektiği konusundaki beklentiler, NATO yetkilileri ve Batı’nın önde gelen ülkelerince niçin görmezden/duymazdan gelinmektedir? Bölgede “Türkiye’nin taraf olacağı” bir çatışma çıkması durumunda, NATO ─ittifak anlaşmasının gereği olarak─ Türkiye’nin yanında yer alacak mıdır? Terör örgütü PKK’nın eylemlerinin, 2015 yılında giderek artan bir seyir göstermesi, 1 Kasım seçimlerinden sonra daha da tırmanan terör eylemleri sonucunda bâzı şehirlerimizin “Suriye’deki görüntüleri andırır” hâle gelmesi, tesâdüf müdür, yoksa Bölge’deki gelişmelerle ilişkili midir? Rusya, birdenbire, son yıllardaki “iyi ilişkiler” ile aslâ bağdaşmayacak bir biçimde, Türkiye’ye karşı niçin tahrik/tehdit edici bir tavır takınmıştır? Rusya, niçin ısrarla Suriye Türkmenlerine karşı operasyon yürütmektedir? Azerbaycan-Ermenistan arasındaki gerginliğinin ─bu olaylarla eş zamanlı olarak─ yeniden tırman(dırıl)ması[4], bahsedilen olaylarla ilişkili midir? Dahası, Rusya’nın Kırım’da, Çin’in Doğu Türkistan’da ve Suriye’de, ABD destekli Kürt guruplar ile ─arkasında Batılı istihbarat örgütlerinin bulunması kuvvetle muhtemel olan─ IŞİD/DAEŞ çetesinin Irak ve Suriye’de Türklere karşı eşzamanlı ve ─âdetâ, eşgüdüm içinde yapıldığı intibâı uyandıracak şekilde─ “soykırım” olarak nitelenebilecek eylemler içine girişmeleri; buna karşılık, “hukûk, “insan hakları” vb. konularda mangalda kül bırakmayan Batılı ülkelerin bu cânice eylemler karşısında “hiç bir şey yokmuşçasına” hissiz/hareketsiz/duyarsız bir tavır sergilemeleri, nasıl açıklanabilir? Yakın zamanlara kadar Türkiye ile “iyi ilişkiler” içinde olan ─ki, milletdaşlarımız olmaları münâsebetiyle, tabiatıyla böyle olması gerekir─ Türkistan’daki Türk Cumhuriyetlerinden bâzılarının, Rusya ile yaşanan “uçak gerginliği”nin ardından tavır değiştirmeleri ve kamuoyumuzda “Rus yanlısı” olarak telákki edilen bir tutum içine girmelerinin sebebi nedir?
Bu suâlleri artırmak mümkündür.
Yukarıda sıralanan suâllerin cevaplarının bulunabilmesi için, günümüz dünyâsındaki küresel aktörlerin mevcut vaziyetlerinin ve geleceğe dâir hedef ve plánlarının mercek altına alınması gereklidir.
I- ABD: “TEK KUTUPLU DÜNYÂNIN LİDERİ” OLMA HAYÂLİNDEN “KÜRESEL ORTAKLIĞA”
1. ABD, Hâlihazırda Dünyânın En Önemli Küresel Gücüdür
ABD, hâlihazırda, dünyânın en önemli küresel gücüdür; 300 milyonu aşan nüfusu ve 10 milyon kilometrekareye yaklaşan yüzölçümüyle “kıta” büyüklüğünde bir ülkedir[5]; yeraltı ve yerüstü kaynakları bakımından oldukça zengindir[6].
Dünyâdaki ilmî araştırmaların ve yayınların büyük bir kısmı, hâlén ABD’de yapılmaktadır[7]. Yüksek teknoloji kullanımı ve üretimi yaygındır; ihracatın önemli bir bölümü ─markalı, patentli, dolayısıyla getirisi fazla─ “yüksek teknoloji ürünü” mal ve hizmetlerden oluşmaktadır[8].
ABD, dünyâ GSYİH ‘nın yaklaşık % 23’ünü tek başına üretmektedir[9] ve kalabalık nüfusuna rağmen, fert başına GSYİH bakımından da, BM üyesi 180 ülke arasında ilk sıralarda yer almaktadır[10].
ABD’nin yıllık savunma harcaması ─2011 yılı itibâriyle─ 711 milyar dolar olarak tahmin edilmektedir ve bu meblağ dünyâdaki savunma harcamaları toplamının yaklaşık yarısını oluşturmaktadır[11]. ABD hâlén dünyânın en güçlü ordusuna sâhiptir[12].
Batı Dünyâsının lideri konumunda olan ABD, ─beğenilsin ya da beğenilmesin─ hâlihazırda “insanlığa, küresel ölçekte düzen önerisinde bulunabilen” yegâne küresel güç konumundadır[13]. “Küresel boyutlu bir nizam önerisi” konusunda Avrupa Birliği köklü bir felsefî/kültürel birikime sâhip olmasına karşılık, bilhassa güçlü/etkin bir askerî güç oluşturamaması sebebiyle, henüz küresel ölçekli olaylarda “yönlendirici” olamamaktadır. Daha çok “diplomatik” çabalarla etkin olmaya çalışan AB, gerilimin/riskin yüksek olduğu uluslararası gelişmelerin/sorunların yönetilmesine/çözümüne ilişkin girişimlerde umûmiyetle ABD’nin gölgesinde kalmaktadır[14].
Bunlardan daha önemlisi, ABD’nin, “kişisel yeteneklerin” ve “yaratıcılığın” “keşfedilmesine” ve “geliştirilmesine” imkán veren bir eğitim sistemine ve toplumun, “çalışmayı”, “disiplini”, “yaratıcılığı”, “iş ahlâkını” ve “müteşebbisliği” ödüllendiren bir “ahlák anlayışına” sâhip olmasıdır. Her biri kendi alanında “öncü” ─ve, hattâ, günümüzde, pek çok iş kolu için belkemiği─ konumunda olan, cesâmetleri itibâriyle de dünyâdaki pek çok ülkenin millî gelirinden daha fazla “firma değerine” ve/veyâ “satış hâsılâtı”na sâhip bulunan[15] Microsoft[16], Apple[17], Google, Amazon, Facebook, IBM, Intel gibi kuruluşların ─son ikisi hâriç─ mâzisi 35-40 seneden daha fazla değildir ve bunların kurucularından bâzıları, üniversite mezunu bile olmadıkları hálde, kuvvetli bir temel eğitim almış olmalarının yanısıra, girişimcilik, yaratıcılık, bilim-teknik ve iktisâdî konulardaki gelişmeleri önceden kavrayabilme vb. konularda “özel/üstün yetenek” sâhibi olmaları sâyesinde, kısa sayılabilecek bir zaman diliminde önemli başarılara imza atmışlardır. Misálleri artırmak da mümkündür. Vakıa, eğitim sistemi, yukarıda da bahsolunduğu üzere, “özel yetenekli”lerin keşfine ve bunların kendilerini geliştirebilmelerine imkán sağlarken, yarışma/rekabet esaslı toplum yapısı da “liyakat/dürüstlük” unsurunun ödüllendirilmesine zemin hazırladığından, gelişmeyi/yaratıcılığı teşvik etmektedir. Elbette, bu durumun menfi tarafları da bulunmaktadır. Şu kadar ki, sözüedilen kişiler, eğer başka bir ülkede, meselâ “geri kalmış” ve/veyâ “gelişmekte olan” şeklinde tasnif edilen (yâhut, yaftalanan) ülkelerde olsalardı, herhálde aynı başarıyı göstermeleri beklenemezdi. Nitekim, Ülkemizde, maalesef, mâzisi bir asırdan daha fazla olan Şirketlerin tamâmının, “firma değeri, kârlılık, satış hasılâtı, markalı/patentli ürün üretimi” vb. bakımlardan yukarıda bahsedilen kuruluşların yalnızca birisinin seviyesine dahi ulaşabilmeleri mümkün ol(a)mamıştır. Ülkemizde, yatırımcılara, 1980 sonrasında ─bâzı yıllarda, GSYİH’ nın da üzerine çıkan─ boyutlarda yatırım teşvikleri sağlandığı hálde[18], yaklaşık 77 milyon nüfuslu Türkiye’nin toplam ihracatı, mâzisi yarım asrı bile bulmayan Apple Şirketinin yıllık cirosunun ancak yarısı kadardır[19]. Kezâ, 2014 yılı itibâriyle, Türkiye’nin ilk 500 sanayi şirketinin “üretimden satışlar” toplamı, Apple Şirketinin 2015 yılı tahmini satış hasılâtının % 60 ‘ına ancak ulaşabilmektedir[20].
Sözün kısası, eğitim sisteminin de katkısıyla, ABD toplumunun “yaratıcılık” ve “girişimcilik” konusundaki dinamizmi, bu ülkenin, son otuz yılda GSYİH’ nı 6 katına yükseltebilmesinde büyük pay sâhibidir[21].
ABD, yukarıda kaydedilen hususların verdiği güven duygusuyla, “dünyâya çeki-düzen verme” hakkını (ve, gücünü) kendisinde görmektedir.
Ancak, bütün bu üstün yönlerine karşılık, ABD, “başat küresel güç” konumunu sürdürüp sürdüremeyeceği konusunda tereddüt uyandıran önemli sorunlarla da karşı karşıya bulunmaktadır.
2. ABD’nin Yumuşak Karnı: “Karmaşık Nüfus Yapısı”
ABD’nin nüfus yapısı oldukça “karmaşık”tır; Amerikan toplumu dil, din ve kökenleri çok farklı unsurlardan oluşmaktadır. Bağımsızlık savaşından sonraki yüzyıllık süreçte, ABD’nin üzerinde kurulduğu toprakların yerli halkı olan Kızılderililerin büyük bir soykırıma[22] tâbi tutulduğu ülkede, nüfus, 19. yüzyılın ortalarına kadar büyük ölçüde Anglo-Sakson ve İrlanda kökenliler ile ─köle olarak çalıştırılmak için getirilen─ Afrika kökenliler ve katliamdan kurtulabilen az sayıdaki Kızılderililerden oluşurken[23], 1840’lı yıllarda İspanya ile yapılan savaşlar sonucunda “fethedilen” topraklarla birlikte, önce Latin kökenliler nüfus içerisinde kaydadeğer pay sâhibi olmaya başlamışlar; iç savaş sonrasında Avrupa’dan ─ve, kısmen de, Asya’dan─ gelen göçmenler sebebiyle, sonraki dönemde nüfustaki çeşitlilik daha da artmıştır[24]. ABD yönetimi, demografik yapıdaki bu çeşitliliğin ortaya çıkaracağı sorunları asgârî seviyeye indirebilmek ve “tek ulus” inşâ edebilmek için, Amerikan toplumundaki bireyleri birbirine bağlayacak “müşterek değerler”[25] oluşturulması amacıyla ─eğitimden askerî konulara kadar, farklı alanlarda─ pek çok değişik yönteme başvurmuştur[26]. Bir yandan, “yüksek refah hayâli (Amerikan rüyâsı)” ve “müşterek değerler” gibi etkenlere dayalı olarak “tek ulus” oluşturulmaya çalışılırken, aynı zamanda toplumun ilgisinin ve dikkatinin sürekli olarak “dış olaylara” çekilmeye çalışılmasına özen gösterilmiş[27]; “ABD’nin ‘güçlü’ ve ‘dünyâ lideri’ bir ülke olduğu; ‘tek ulus olunduğu müddetçe, bu gücün ve liderliğin devam edeceği’ algısı Amerikan toplumunun zihnine yerleştirilmeye çalışılmıştır[28]. Ancak, Huntington’un da haklı olarak belirttiği gibi, “tek ulus” inşâ edilmesi konusunda gösterilen bütün gayretlere rağmen, ABD, hızla “çok dilli ve çok kültürlü bir toplum” olma yolunda ilerlemektedir[29]. ABD’nin, uzun dönemde siyâsî, iktisâdî ve askerî bakımdan zayıflaması durumunda, bu “çok dilli ve çok kültürlü” toplum yapısının, ABD’nin ulus-devlet vasfının korunmasına izin verip vermeyeceği, belirsizliğini korumaktadır.
3. ABD’nin Süreğen İktisâdî ve Mâlî Sorunları
a. Bütçe Açıkları
ABD’nin, “tek ulus inşâ etme” amacının önemli bir unsuru olması sebebiyle, varlık sebebi olarak gördüğü “Amerikan değerlerini bütün dünyâda hâkîm kılabilmek” hedefini gerçekleştirebilmesi için, her bakımdan (teknoloji, askerî güç, ekonomi vb.) güçlü olması gerektiği muhakkaktır. Ancak, ABD, “dünyâ liderliği” konumunu tehdit eden, ekonomisine olan güveni zayıflatan ve artık süreğen hâle gelen önemli iktisâdî/mâlî sorunlarla da karşı karşıyadır. Bunlardan ilki, “ikiz açıklar” konusudur. ABD, uzun zamandan buyana, hem “bütçe açığı” ve hem de “dış ticâret açığı” sorunu yaşamaktadır.
ABD Bütçesinin, 1950-1980 döneminde ─umûmiyetle─ “açık” verdiği ve bu açığın, hükûmetlerin uyguladıkları sosyo-ekonomik politikalar, ulusal/uluslararası ekonomide muhtelif sebeplere bağlı olarak meydana gelen konjonktürel dalgalanmalar, bölgesel askerî çatışmalar ve bu tür gelişmelere bağlı olarak ortaya çıkan siyâsî-iktisâdî gerilimler, ─1974 Petrol Krizi gibi─ uluslararası buhranlar vb. sebepler yüzünden “artan” bir eğilim izlediği; 1960-1990 arasındaki dönemde % 4 – 6 aralığında istikrar kazandıktan sonra, 1980’li yılların sonunda alınan önlemlerin de tesiriyle bir iyileşme döneminin yaşandığı; ancak, 2000’li yıllarında başından itibâren bütçe açıklarında artış eğiliminin yeniden hızlandığı, görülmektedir[30] (Şekil 1, Şekil 2).
ABD’de bütçe açıkları, tarihsel olarak bakıldığında, umûmiyetle savaşlarla ilişkili olmuştur[31]. Bu mânâda, 2000’li yılların başından itibâren, gerçekleştirilen denizaşırı askerî operasyonlar sebebiyle yükselen askerî harcamaların bütçe üzerinde baskı oluşturması muhtemeldir[32]. Kezâ, 2008-2009 yıllarında bütün dünyâyı etkisi altına alan “küresel mâlî kriz” sonucunda vergi gelirlerinin düşmesi ve ─krizin olumsuz etkilerinin azaltılması için─ yapılan kamu harcamalarının da etkisiyle[33], bütçe açığı ─hem parasal, hem de oransal olarak─ 2009 yılında ABD târihinin en yüksek seviyesine yükselmiştir (1,8 trilyon dolar, GSYİH’ya oranı % 12,5 ; Şekil 1, Şekil 2).
b. Kamu Borçlarındaki Tehlikeli Yükseliş
Bütçe açıklarının yol açtığı finansman ihtiyacı, ABD Merkez Bankası Başkanı Ben S. Bernanke’nin de belirttiği gibi[34], ABD’nin kamu borcunun da endişe verici boyutlara yükselmesine sebep olmuştur. 2014 yılı itibâriyle ABD’nin kamu borcu 18,8 trilyon dolar seviyesindedir (GSYİH’ya oranı, % 108 ; Şekil 3).
Yukarıda kaydedilen verilere göre, ABD Ekonomisi “Maastricht kriterleri” bağlamında “riskli ülke” olarak değerlendirilebilir[35].
c. Dış Ticâret Açıkları
ABD, 1980’lı yılların başından buyana dış ticâretinde de açık vermektedir. Küresel mâlî kriz (2007-2009) sırasında aylık 60 milyar dolar civârına kadar yükselen dış ticâret açığı, 2010 yılından buyana aylık 43-44 milyar dolar civârında seyretmektedir (Şekil 4). Başka bir anlatımla, ABD, ürettiğinden fazla tüketmektedir[36].
d. Ödemeler Dengesi Açıkları
Dış ticâret açığı, ülkeden kaynak çıkışı anlamına geldiğinden, ABD’nin ödemeler dengesi de uzun zamandan buyana “açık” vermektedir. Aynı dönemde, “küresel mücâdele” bağlamında ABD ile rekabet etmesi beklenen Rusya ve Çin ile, “gelişmiş ekonomiler” sıralamasında 3. ve 4. sırayı paylaşan Japonya ve Almanya’nın ödemeler dengesi ─bâzı istisnâî yıllar dışında─ umûmiyetle “fazla” verirken, ABD’nin ─neredeyse─ dönemin tamâmında “açık” verdiği gözlenmektedir ki, bu durum ─önlem alınmadığı takdirde─ ABD ekonomisinin uzun dönemde “kaynak sıkıntısı” çekebileceği ihtimâlini gündeme getirmektedir (Şekil 5).
Bâzı uzmanlara göre, 2008 krizinin sebeplerinden birisi, son dönemde ABD ekonomisinin çok yüksek düzeyde cârî açık vermesidir. Buna göre, ABD’de, “artan yatırım taleplerinin iç tasarruflarca karşılanamaması”, cârî açığın oluşmasına sebebiyet vermekte; büyüyen ABD ekonomisinde, artan taleple birlikte ithalatın da artması sonucunda, ülkenin cârî açığı hızla yükselmekte, bu da ABD ekonomisini daha kırılgan bir hâle getirmektedir[37].
4. ABD’nin Dünyâ Ekonomisindeki Ağırlığı Azalma Eğilimindedir
ABD ekonomisinin dünyâ ekonomisi içindeki payı ─son otuzbeş yıllık dönemde─ mütemâdiyen azalma eğilimindedir (Şekil 6). Nitekim, ABD, 1985 yılında dünyâ GSYİH ‘sının % 35 ‘ine sâhip iken, bu oran 2014 yılı itibâriyle % 23,3 seviyesine kadar gerilemiştir. Buna karşılık, BRİCS[38] ülkeleri olarak adlandırılan ve gelecekte ABD ile AB’nin ─bilhassa iktisâdî konularda─ asıl rakibi olması beklenen Çin, Hindistan, Brezilya, Rusya ve Güney Afrika’nın dünyâ GSYİH içindeki payı 1980-2005 yılları arasında % 5 – 10 arasında salındıktan sonra, 2005 yılında itibâren hızlı bir yükselişe geçmiş ve % 100 ‘lük bir artış ile, % 20 seviyesine yükselmiştir. Bu konuya ilişkin yapılan araştırmalarda, sözkonusu ülkelerin gelecekte dünyâ ekonomisi içindeki ağırlıklarının daha da artacağı ve 2027 yılında Çin’in Amerikan ekonomisini geçerek dünyânın en büyük ekonomisi olacağı yönünde tahminlerde bulunulmaktadır[39].
Goldman Sachs tarafından yapılan bir araştırmada, günümüzde dünyâdaki toplam nüfusun % 43’ ünü barındıran, yaşama alanlarının % 25’inden fazlasını kaplayan ve dünyâ gelirinin % 20’sini elinde tutan BRICS ülkelerinin, eğer mevcut iktisâdî büyüme hızlarını koruyabilirlerse, 2050 yılında, küresel ekonominin yeni liderleri hâline dönüşeceği ileri sürülmüştür[40].
Goldman Sachs’ın sözkonusu araştırmasında, 2020 yılında dünyâ nüfusunun % 42 ‘sini oluşturmaları beklenen[41] Çin ve Hindistan’da, orta sınıfın gelirindeki artışın, yakın gelecekte arz-talep dengesini değiştireceği ve BRICS ülkelerinde yaşayan 500 milyon insanın, 2025 yılına kadar, 6 büyük Avrupa Birliği ülkesi[42] ile aynı seviyede kişi başı gelire sâhip olacağı öngörülmektedir (2014 yılı itibâriyle, 42.918 ABD doları).[43] Bu durumda, diğer bütün şartlar aynı kalmak kaydıyla, BRICS ülkelerinin GSYİH toplamları 33,8 trilyon dolara (Dünyâ GSYİH toplamının % 36 ‘sı) yükselecektir. ABD ‘nin payı ise, % 19 seviyesine inecektir.
BRICS ülkelerinin hedeflerinden birisi de, dolara alternatif bir rezerv para birimi oluşturulmasıdır. Bu amaç doğrultusunda, bâzı BRİCS ülkeleri, Amerikan dolarına olan bağımlılıklarını azaltmak amacıyla, birbirlerinden tahvil almaya başlamışlardır. Böylelikle, uluslararası kriz dönemlerinde beliren korumacı eğilimlerden mümkün mertebe sakınabileceklerini düşünmektedirler[44].
ABD dış politikasının belirlenmesinde etkin olan kişilerden Zbigniew Brzezinski de, “ABD başta olmak üzere, Batı’nın politik ve ekonomik açıdan gerilediği; dünyânın sıklet merkezinin doğuya kaydığı” gerçeğine dikkat çekmektedir. Brzezinski, “önlem alınmadığı takdirde, bu gerileyişin çöküşle noktalanacağını”, “Dünyâda ABD’nin yerini alabilecek bir süper güç olmadığını, ABD liderliğinden yoksun bir dünyânın kaotik olacağını” öne sürmektedir. Brzezinski’ye göre; “Bu gidişi önlemek için, ABD toparlanıp, Avrupa’nın güvenliğini sağlamalıdır. Çin başta olmak üzere yükselen Asyalı güçlerle, hem onları dengeleyecek, hem de karşılıklı anlayışı geliştirecek sürdürülebilir ilişkiler kurmalıdır. Çin, Japonya, Hindistan arasında uzlaştırmacı rol oynamalıdır. Çin’le olan bağlarını güçlendirerek, dengeli bir ilişki kurmalıdır. Avrupa ise canlanıp, etkili hâle gelmelidir”.
“ABD’nin, dünyâ liderliğini sürdürebilmek için, geçmişte Avrasya ve Ortadoğu’ya nizam vermek zorunda olduğunu” kaydeden Brzezinski, “dünyâ nüfusunun ve enerji kaynaklarının dörtte üçüne, dünyâda yaratılan gelirin yüzde 60’ına sahip olan Avrasya ve Ortadoğu’daki ABD hâkîmiyetinin, bu ülkenin küresel liderliğini de belirleyeceğine” işâret etmektedir. “Çin’in, hâlihazırda ‘küresel liderlik mücâdelesi için’ hazır olmadığı, ancak hazırlandığı”, “Rusya’nın eski Sovyet coğrafyasına yeniden yerleşeceği” öngörüsünde bulunan Brzezinski, AB’nin geleceğinden ise, umutlu değildir. Avrupa’nın üç büyük gücünün “AB’nin geleceği” konusunda uzlaşı sağlayamamalarının, Birliğin geleceğine ilişkin belirsizliği artırdığını”, belirtmektedir[45].
Şu kadar ki, Rusya ve Çin’in “büyük bir uyum içinde” bir arada bulunmalarını ve “birlikte”, ABD’ye karşı “müşterek bir güç” oluşturmalarını; kezâ, ABD’nin, aynı anda hem Rusya ve hem de Çin ile “iyi ilişkiler” tesis edebilmesini, ─ileride izah etmeye çalışacağımız sebeplerden ötürü─ pek mümkün görmüyoruz.
Öteyandan, BRICS ülkeleri ile, “diğer” kategorisinde yer alan ülkelerin dünyâ ekonomisindeki ağırlıklarının ─ABD ve AB aleyhine─ artması durumunda, kuvvetle muhtemeldir ki, bu gelişmeden ABD ekonomisi “olumsuz” yönde etkilenecektir. Zîrâ, yukarıda bahsedilen tahminler gerçekleştiği takdirde, meselâ BRİCS ülkelerinin hammadde ve enerji ihtiyâcı iki katına yakın artacağı gibi, bu ülkelerin üretimleri de aynı oranda artacağından, yeni pazar arayışları da gündeme gelecek, uluslararası rekâbet kızışacak, hammadde mâliyetleri artacak, ─muhtemelen─ ABD ve AB üyesi ülkelere sermâye girişleri azalacaktır. Bu nevi gelişmelerin, ABD’nin yukarıda bahsolunan iktisâdî sorunlarını daha da artırması ve dolayısıyla da rekabet gücünü zayıflatması, muhtemeldir.
5. ABD’nin Dünyâ Ekonomisindeki Ağırlığının Azalmasının Muhtemel Sonuçları
ABD’nin dünyâ ekonomisi içindeki ağırlığının azalması durumunda, bu gelişmeden öncelikle millî parası doların etkilenmesi, tabiidir.
ABD’nin “en kârlı ihraç kalemi” dolardır ve bu sâyede, uzun zamandan buyana bütçesi, dış ticâreti ve ödemeler dengesi “açık” vermesine rağmen, siyâsî-iktisâdî gücünü sürdürebilmektedir. Bu, ABD için öylesine kárlı bir ticârettir ki, böylesine olağanüstü yüksek bir kár marjını ekonominin başka hiç bir alanında bulabilmek mümkün değildir. Mâliyeti birkaç senti geçmeyen kâğıt para kûpürleri[46], mâliyetinin onlarca kat fazlasına ihraç edilmektedir.
Kasım/2015 târihi itibâriyle, 40 milyar doların üzerinde “dolar cinsinden” yabancı para rezervi bulunan 35 ülkenin “dolar cinsinden rezervleri toplamı” 7,7 trilyon doların üzerindedir[47]. Son beş yıla âit veriler dikkate alındığında, her yıl 500 milyar doların üzerinde dış ticâret açığı, 1 trilyon doların üzerinde bütçe açığı ve 500 milyar dolara yakın da dış ödemeler dengesi açığı veren, kamu borcu GSYİH ‘nın üzerine çıkarak 18 trilyon dolara dayanan ABD, ekonomi çarkını döndürebilmek için; dış ticâret açığı sâyesinde “dolar ihraç etmekte”, sonra da, bütçe açığını finanse etmek amacıyla ihraç ettiği tahviller karşılığında da, ihraç ettiği dolarların önemli bir kısmını geri toplamakta, bu şekilde ─yüksek ölçekli para basımına rağmen─ millî parasının değerini koruyabilmektedir.
ABD doları hâlén dünyâda uluslararası ticârette en çok kullanılan para birimidir[48] ve dolaşımdaki dolar miktarının 900 milyar doların üzerinde olduğu, bunun da 2/3′ ünün ABD dışında bulunduğu, tahmin edilmektedir[49].
ABD ekonomisindeki ─yukarıda bahsedilen─ olumsuz gidişâta rağmen, ABD dolarına olan talebin hâlén devam etmesinin başlıca sebeplerini tahmin etmek güç değildir. Birincisi; doların yerine ikâme edilecek, ondan daha fazla güven telkin edecek başka bir para birimi henüz bulunmamaktadır. 1 Ocak 2002′ de dolaşıma giren Euro, bir süre dolara alternatif olacak intibaı vermiş ise de, bu durum uzun süre devam etmemiştir. Ancak, Euro, yine de, şu an için, dünyâ üzerinde dolardan sonra en fazla kullanılan para birimidir. Başka bir anlatımla, doların gücüne önemli bir sekte vurmuştur. Doların hâlen revaçta olmasının ikinci sebebi; dolarda yaşanacak kaydadeğer ölçüdeki bir değer kaybının, başta “önemli miktarlarda dolar rezervi bulunduran ülkeler” ile “dolar bazında alacaklı ülkeler” olmak üzere, mühim bir kesimin bundan zarar görecek olmasıdır[50].
Fakat, Euro’nun dolaşıma çıkmasından sonra, uluslararası ticâretin bir kısmı bu para cinsi üzerinden yapılmaya başlanmış; kezâ, başta AB ülkeleri olmak üzere, pek çok ülke, rezervlerini Euro cinsinden değerlendirmeye yönelmiştir[51]. Her iki para birimine de güvenmeyen yâhut da riskini çeşitlendirmek isteyen ülkeler ise, rezervlerini ─en azından bir kısmını─ altın vb. değerli metállere yatırım yapmak suretiyle değerlendirmek yolunu seçmiştir[52]. İlginç olan, dünyâda rezerv para olarak en çok kullanılan para birimi olan doların menşei ABD’nin, rezervlerinin % 77’sini altın olarak tutmasıdır. ABD, “altın rezerv oranı” sıralamasında “birinci” durumdadır. Hülâsa, ABD ekonomisindeki olumsuz gidişat da dikkate alındığında, doların rezerv para olma özelliğine karşı ciddiye alınması gereken bir çekince/muhalefet oluştuğu ve “dünyâ parası” gibi yeni arayışların gündeme geldiği; bu gelişmelerde, özellikle BRICS ülkelerinin başı çektiği, görülmektedir[53].
Dolara duyulan güvenin sarsılması durumunda, bunun ABD Ekonomisi bakımından dramatik sonuçlarının olacağı, muhakkaktır; borçlanma mâliyetleri artacak, bütçe ve dış ödemeler dengesi açıklarını finanse etmek güçleşecek, yatırım mâliyetleri artacak, bu gelişmelere bağlı olarak ülkenin rekabet gücü zayıflayacak ilh…
Dolardaki güven kaybının olumsuz etkileri, belki de en çok “savunma sanayi” ve “uzay araştırmaları” gibi stratejik önemi hâiz alanlarda kendisini gösterecektir.
ABD, daha önce de belirtildiği gibi, dünyâ savunma harcamalarının yaklaşık yarısını tek başına yapmaktadır ve ABD Savunma Bakanlığı, bu ülkenin savunma sanayiinin en büyük müşterisidir. ABD’de, bütçe açıklarını aşağı çekebilmek için “savunma harcamalarının azaltılması” konusu uzun zamandan buyana gündemdedir. ABD Ekonomisinde ─gerekçesi ne olursa olsun─ kaydadeğer nitelikte ve uzun vâdeli bir istikrarsızlık ortamının sözkonusu olması, savunma harcamalarının kısılmasını zorunlu kılacaktır. Savunma sanayiindeki talep düşüşünün, başta istihdam ve vergi gelirleri olmak üzere, ABD Ekonomisinde zincirleme olarak başka sorunlara da yol açması mümkündür. ABD’nin savunma harcamaları GSYİH’ya oranı, Demirperdenin yıkılmasından önce, % 5 – 5,5 civarında iken, 1990-2000 döneminde azalma eğilimine girmiş ve % 3 seviyesine kadar geriledikten sonra, ─bilhassa Afganistan ve Irak’ın işgâliyle birlikte─ yeniden yükselmeye başlamış ve % 4,5 oranının üzerine çıkmıştır[54].
ABD’de kamu harcamalarında kısıntıya gidilmesini gerektiren bir durum sözkonusu olduğu takdirde, ABD ─tıpkı, Sovyetlerin 1980’li yıllarda yaşadıkları gibi[55]─ bir ikilemle karşı karşıya kalabilir; istikrarsızlık pahasına ─uzay çalışmaları da dâhil─ “başat küresel güç” konumunu devam ettirmesini sağlayacak çalışmaları sürdürmek ya da ─özellikle yüksek teknoloji üretimi konusundaki─ yarışta geride kalmayı kabûllenmek…
Yukarıda bahsedilen olumsuz ihtimállerin gerçekleşmesi durumunda, Amerikan halkının refahında hissedilir bir azalma meydana gelmesi muhtemeldir. Bir mozayiği andıran ABD halkını bir arada tutan bağların ─her ne kadar─ “Amerikan değerleri” adı verilen demokrasi, hukûkun üstünlüğü, mülkiyetin dokunulmazlığı, bireye ve teşebbüs gücüne saygı gibi değerler olduğu iddia edilse de, bu “mozaik”in uyum içinde bir arada yaşamasında “menfaat ortaklığı” faktörünün etkisi de gözardı edilemez. ABD Ekonomisinde süreğen bir “daralma” yaşanması durumunda, Amerikan mozayiğinde “ayrışma” eğilimlerinin başgöstermesi mümkündür. Toplam nüfusun yaklaşık % 15,5 ‘ini oluşturmakla birlikte, nüfus artış hızı ─nüfusun diğer kısmına nispetle─ 7 kat fazla olan ve ağırlıklı olarak ülkenin Güney Batı kesiminde meskûn olan (nüfusa oranı, % 25) Latin kökenlilerin[56], sosyo-ekonomik sorunların ağırlaşması durumunda, “ayrılıkçı” eğilimler içine girmesi beklenebilir.
Ancak, şu hususu vurgulamayı gerekli görüyoruz. Analitik düşünme yeteneğinden mahrum bir takım çevrelerin ─genelde, Batı için; özelde ise, ABD için─ “ha çöktü, ha çökecek” şeklindeki beklentileri yalnızca temenniden ibârettir. ABD ve Batı medeniyeti, henüz, karşılaştığı sorunlarla mücâdele etme ve çözüm üretme (yâni, terakki) yeteneğini kaybetmemiştir. Dolayısıyla, yukarıda sıralanan sorunlar elbette ABD’nin sıkıntılı bir döneme girmesine sebebiyet verecektir ancak, bu sorunlar ABD için ─henüz─ dünyânın sonu değildir ve, ABD, sıkıntılı geçeceği anlaşılan bu dönemi en az hasarla atlatmak ve çıkış yolu bulmak (başka bir anlatımla, “başat küresel güç” konumunu sürdürmek) için ─tahminimizce─ yeni stratejiler geliştirmektedir. Bu makalenin asıl amaçlarından birisi de zâten, bu politika/strateji değişikliğinin sebeplerini, muhtemel sonuçlarını, kullanılacak araç ve yöntemler ile, ülkemizi ilgilendiren yönlerini çözümlemeye çalışmaktır.
6. ABD’nin Küresel Güç Olması İnsanlık İçin Ne Anlama Geliyor?
ABD’nin “başat küresel güç” konumunu tehdit eden bir diğer konu da, küresel sorunların kalıcı bir şekilde çözüme kavuşturulması konusunda yeterli öncülüğü yapamamış olmasıdır.
Günümüz dünyâsında, küresel ısınmadan iklim değişikliğine, yoksulluktan ─sosyo-ekonomik faktörler bakımından─ bölgeler/ülkeler arasındaki aşırı farklılıklara kadar, pek çok sorunun çözümünde “kaydadeğer ölçüde başarı sağlanabildiği” ─maalesef─ söylenemez.
İşsizlik bütün ülkeler için önemli bir sorun olmaya devam etmektedir, ancak sosyal güvenlik sistemleri yeterince güçlü olmayan “iktisâdî gelişmesini henüz tamamlayamamış ülkelerde” çok daha büyük sıkıntılara yol açmaktadır. Bu ülkelerde; işsizlik, gelir dağılımındaki adâletsizlik, “konut”, “sağlık”, “eğitim”, “sosyal güvenlik” vb. konulardaki sorunlar, yoksul kesimler için, hayâtı çekilmez hâle getirmekte; sorunlarına makûl bir sürede çözüm bulunacağına olan inancını yitiren insanların bir kısmı alkol, fuhuş, uyuşturucu vb. illetlere yönelirken, özellikle genç kesim “terör örgütleri” ve “yasadışı faâliyetler” yürüten çeteler için oldukça mümbit bir eleman kaynağı durumuna gelmektedir.
Demirperdenin yıkılmasıyla birlikte “soğuk savaş” dönemi de kapandığından, dünyâ kamuoyunda; “ideolojik çatışmaların artık sona ereceği”, savunma harcamalarına ayrılan kaynakların daha verimli alanlara kaydırılması imkânı ortaya çıkacağı için de “sosyo-ekonomik sorunların (bölgeler arasındaki dengesizlikler, adâletsiz gelir dağılımı, işsizlik, yoksulluk vs.) daha kolay çözüme kavuşturulacağı” ve “refah seviyesinin bütün dünyâda yükseleceği” beklentisi hâkîm olmuş idi. Tâkibeden yıllarda, savunma harcamalarında, GSYİH’ya oranı itibâriyle, gerçekten de hissedilir bir azalma meydana geldi ise de[57], ne yazık ki bu durum ─özellikle gelişme yolundaki ülkelerin pek çoğunda─ toplumun refahına aynı ölçüde yansımadı (Tablo 1).
Nitekim, Tablo 1 ‘de görüldüğü üzere, 1980 yılında BM üyesi 182 ülkeden “en zengin 36 ülkenin FBGSYİH ortalaması” ile “en fakîr 36 ülkenin FBGSYİH ortalaması” arasındaki fark 35,14 kat iken, 2014 yılına gelindiğinde, zengin-fakîr arasındaki uçurum iki katından da fazla artmış ve 75,68 katına yükselmiştir. Keza, aynı dönemde, FBGSYİH bakımından dünyânın en fakîr 36 ülkesinin dünyâ nüfusuna oranı da % 8′ den % 11’ e yükselmiştir[60].
Eskilerin “düvel-i muazzama” dedikleri “küresel güç” vasfının kazanılabilmesi için, bir ülkenin coğrafya, tabii kaynaklar, nüfus, târihî ve kültürel birikim, güçlü ekonomi/ordu gibi konularda yeterli niteliklere elbette sâhip olması gerekir. Ancak, bahsedilen unsurlar gerekli olmakla birlikte, yeterli değildir. Küresel güç olma iddiasındaki bir ülkenin “bütün insanlığa” verebileceği bir mesajın, yâni bir insanlık idealinin de olması gerekir. Bütün dünyânın/insanlığın huzur ve refahını sağlamaktan kendisini sorumlu tutmayan bir ülkenin “küresel güç” olma iddiası, ancak “payımı daha fazla artırmak istiyorum” anlamı taşır ve yaklaşık iki asırdan buyana insanlığın yaşadığı büyük acıların altında yatan en önemli sebeplerden birisi ─belki de, birincisi─, Batı’nın bu “hep bana”cı tavrının sebep olduğu “adâletsizlik”lerdir.
Batı’nın ve dünyânın kaderini yaklaşık iki yüzyıldan buyana, “güçlü” ve “başarılı” olmayı “Tanrının seçilmiş kulu olmanın nişânesi” addeden; bu düşünceden hareketle, “zayıflığı”, “yoksulluğu”, “muhtaçlığı” korunması, kollanması, yardım edilmesi, çözüme kavuşturulması gereken bir “sorun/illet” olarak değil de, “Tanrının lanetlenmiş kulu olmanın göstergesi” kabûl eden, dolayısıyla “güçlü olan, haklıdır” düsturuyla hareket ederek, “güçlü olduğu müddetçe, menfaatinin gerektirdiği her şeyi yapma hakkını kendisinde gören”, hattâ bunu “Tanrının kendisine bir lütfu olarak değerlendiren” Protestan zihniyet belirlemektedir. Bu anlayış, bilim ve teknik alanında kaydedilen muazzam başarılara mukabil, insanlığa ─bu dönemde─ târihinin belki de en büyük acılarını tattırmıştır.
Oysa, âşinâ olduğumuz bir tâbir kullanmak gerekirse, “cihanşumûl güç” olabilmek, “kimsesizlerin kimsesi” olmayı gerektirir. Dünyânın neresinde bir huzursuzluk yâhut da sorun var ise, bunun çözümünü “karşılıksız, insâniyet nâmına─ üstlenmeyi “vazife addetmeyi” gerektirir. Nitekim, Türkler, insanlık târihinin uzun bir devresinde, “cihanşumûl güç” vasfını hâiz oldukları dönemlerde, bu vazifeyi eksiksiz yerine getirmeye çabalamışlar, bu amaç uğrunda kan ve ter akıtmışlardır.
İkinci Dünyâ Savaşı’ndan buyana “hür dünyâ”nın lideri olma iddiasını taşıyan ABD’ nin, o günden beri uyguladığı iktisâdî-siyâsi politikalar incelendiğinde, “kimsesizlerin kimsesi olmak” gibi bir amacının olmadığı, anlaşılmaktadır. Nitekim, ABD Hükûmeti tarafından 6 Şubat 2015 târihinde yayımlanan Güvenlik Strateji Belgesi’nde, “Amerikan Değerleri”nden bahsedilirken;
“…. ABD’nin; değerleri, ekonomik ve askeri gücü, demokratik yönetimi ve benimsediği norm ve değerler sebebiyle örnek ve güçlü bir lider olduğu; eldeki tüm güç unsurları kullanılarak liderliğin sürdürüleceği ve uzun vadeli bir perspektifle liderlik edileceği”
belirtilmektedir[61]. Anılan Belge’de, ABD’nin karşı karşıya kaldığı bütün meseleler (güvenlik, iklim değişikliği, uluslararası düzen, refah vb.) sıralanmakta ve “zorlukları yenmek için sabır ve sebat gerekir. Ve, biz, bu zorlukları yenecek güç ve kararlılığa sâhibiz.” denilmektedir.
Ancak, ilginçtir, sosyal ve ekonomik sorunların temelindeki sebeplerden; sosyal dengesizliklerden, dünyâ ticâret hacmi ─özellikle 1990’lı yıllardan sonra─ katlamalı bir şekilde artarken, dünyâda “yoksulluk” ve “açlık” sınırının altında yaşayan milyarlarca insandan ve bu sorunların çözümü için yapılması gerekenlerden hiç bahsedilmemektedir. Anlaşılmaktadır ki, ABD yönetiminin, ─anılan Belge’de, bolca demokrasi, hukûk vb. kavramlardan bahsedilmesine rağmen─ dünyada kalıcı bir huzur ve barışın sağlanabilmesine imkân vermeyen “küresel adâletsizlikler”in önlenmesi konusunda bir hedefi ve/veya niyeti bulunmamaktadır.
Oysa, günümüzde, dünyâda, “gelirin âdil bölüşülmemesi”, Batı’nın ─menfaatleri gereğince─ “despot yönetimlerini desteklediği” pek çok ülkede “demokrasi, insan hakları, hukûkun üstünlüğü” gibi kavramların hayâta geçirilememesi gibi konular, insanlığın günümüzde karşı karşıya bulunduğu önemli sorunlarının başında gelmektedir ve bu durum, önlem alınmadığı takdirde, ileride bütün insanlığın daha büyük acılar çekmesine yol açabilecek gelişmelere zemin hazırlayabilecek bir mâhiyet arzetmektedir.
ABD’ nin “küresel adâletsizliklerin” önlenmesi ve ortadan kaldırılması bağlamında sorumluluktan kaçınan bir tavır sergilemesi, küresel güç sıfatıyla gerçekleştirmeye çalıştığı iktisâdî-siyâsî-askerî vb. operasyonların meşruiyetinin sorgulanması sonucunu doğurmaktadır.
7. Bu Bölüm İçin Hâtime
ABD, nüfus ve yüzölçümü bakımından kıta büyüklüğünde bir ülkedir, yeraltı kaynakları bakımından zengindir, bilim ve teknolojide ileridir, ordusu güçlüdür; millî parası, uluslararası ticârette “rezerv para” olarak kullanılmaktadır. Umumiyetle, ülkede üretilen/ihraç edilen ürünler “ileri teknoloji ürünü” katma değeri yüksek mâmûllerden oluşmaktadır. Ekonomisi yeniliğe ve gelişmeye açıktır. Toplum yapısı bu durumu destekleyecek özelliklere sâhiptir.
ABD, bu özelliklerine güvenerek, dünyâya çeki-düzen verme hakkını/gücünü kendisinde görmektedir. Ne var ki, bu ülke aynı zamanda önemli mevcut/muhtemel sorunlarla da yüzyüzedir. Uzunca bir zamandan buyana, bütçe, dış ticaret ve cârî ödemeler dengesi açık vermektedir, kamu borçları tehlike sınırını çoktan aşmıştır. Dünyâ ekonomisindeki ağırlığı azalma eğilimindedir ve yakın bir zamanda ─GSYİH büyüklüğü bakımından─ Çin’in gerisinde kalacağı tahmin edilmektedir. BRİCS ülkeleri “birlikte” hareket etmeyi başarabildikleri takdirde, ABD-AB ikilisi için zorlu bir rakip olma potansiyeline sahip görünmektedirler. Bu durum, doların gücünü tehdit etmektedir. Doların “rezerv para” özelliğinin zayıflaması durumunda, ABD’nin bütçe açıklarını finanse etmekte zorlanması, dış ticâret ve cârî işlemler dengesindeki açıkların daha tehlikeli bir hál alması, kuvvetle muhtemeldir.
ABD’ nin ekonomik sorunlarının artması ve Amerikan toplumunun refah kaybına uğraması durumunda, karmaşık nüfus yapısının sebep olacağı bir takım sorunlarla karşılaşması da ihtimál dâhilindedir.
Bu durum karşısında ABD’ nin, iktisâdî sorunlarını çözüme kavuşturmak ve ─başta Çin olmak üzere─ rakip ekonomileri mümkün mertebe kontrol altında bulundurabilmek için, özellikle İkinci Dünyâ Savaşı’ndan buyana tâkip ettiği “küresel hâkimiyet” stratejisini yeniden gözden geçirdiği, bu bağlamda özellikle Rusya, Türkiye ve İsrail gibi ülkelerde olan ilişkilerini yeniden tanzim etmeye yöneldiği, müşahede edilmektedir.
ABD’ nin geleceğe ilişkin stratejilerinin çözümlenmesi, Türkiye ve Türk Dünyasını yakından ilgilendirmektedir. Son zamanlarda, Bölgemizde ve yurdumuzda cereyân eden bir takım hâdiselerin, bu strateji değişikliği ile irtibatlı olması, mümkündür. Bu itibârla, önümüzdeki dönemde, kürsel dengelerin ne şekilde değişeceği; bu çerçevede bozulan/yeniden kurulan ittifakların ne/nasıl olacağı konularının ─henüz vakit varken─ irdelenmesi, hâlihazırda yaşanan ve yakın bir gelecekte yaşanması muhtemel olan millî/milletlerarası siyâsî-iktisâdî-askerî gelişmelerin anlaşılabilmesi bakımından, elzemdir ve Türkiye’nin/Türk Dünyâsının bu çözümleme doğrultusunda geleceğe ilişkin plânlarını gözden geçirmesi gerekmektedir.
Gelecek Yazılar :
II- ABD – RUSYA İTTİFAKI: “OLABİLİR Mİ?” YÂHUT “KİME KARŞI VE NASIL?”
III- TÜRKİYE VE TÜRKLER NİÇİN HEDEFE KONULDU?
[1] “Savaş Gemileri ve Denizaltılar Akdeniz’e Doldu”, http://www.mustilife.com/guncel/savas-gemileri-ve-denizaltilar-akdenize-doldu-h7995.html; Erişim: 09.12.2015; “36 Savaş Gemisinin Akdeniz’de Ne İşi Var?”; http://www.mihraphaber.com/haber/36-savas-gemisinin-akdenizde-ne-isi-var-79681.html; Erişim: 09.12.2015; “Rus savaş gemisi Ceasar Kunikov Çanakkale Boğazı’ndan geçti”, http://www.haberturk.com/gundem/haber/1166485russavasgemisiceasarkunikovcanakkalebogazindangecti, Erişim: 13.12.2015; “Akdeniz savaş gemisiyle doldu!”, http://www.sabah.com.tr/gundem/2015/12/09/akdenizsavasgemisiyledoldu; Erişim: 14.12.2015; “Çin savaş gemileri Akdeniz yolunda”, http://www.yenicaggazetesi.com.tr/cinsavasgemileriakdenizyolunda125522h.
htm; Erişim: 21.11.2015; “İşte Akdeniz’de Bulunan Gemilerin Sayısı”, Milliyet,
http://www.milliyet.com.tr/isteakdenizdekibulanansavasgundem2158514/; Erişim: 04.12.2015
[2] “Arap Birliği’nden Başika kınaması”, El Cezire, http://www.aljazeera.com.tr/haber/arap-birliginden-basika-kinamasi; 24.12.2015
“Arap Birliği’ne Başika yanıtı”, El Cezire, http://www.aljazeera.com.tr/haber/arap-birligine-basika-yaniti; 25.12.2015; “Başika’da IŞİD’le çatışma”, El Cezire, http://www.aljazeera.com.tr/haber/basikada-isidle-catisma; Erişim: 08.01.2015
[3] “Rusya 100 günde 1730 Suriyeliyi öldürdü”, El Cezire, http://www.aljazeera.com.tr/haber/rusya-100-gunde-1730-suriyeliyi-oldurdu; Erişim: 08.01.2016
[4] “Rusya, Ermenistan’daki Erebuni Üssüne Mig-29 Jetleri Gönderiyor”, http://www.sondakika.com/haber/haber-rusya-ermenistan-daki-erebuni-ussune-mig-29-8033904/; Erişim: 06.01.2015; “Azerbaycan-Ermenistan sınırında çatışma”; El Cezire, http://www.aljazeera.com.tr/haber/azerbaycan-ermenistan-sinirinda-catisma-0; Erişim: 07.12.2015
[5] 2014 yılı sonu itibâriyle nüfusu 318 milyon olan (Kaynak: http://www.tradingeconomics.com/; Erişim: 21.12.2015) ABD’nin yüzölçümü 9 milyon 800 bin km2 iken,. Avrupa Kıtasının yüzölçümü 10.180.000 km2‘ dir. ABD, dünya nüfus ve yüzölçümü sıralamasında üçüncü durumdadır. Bkz. BBC Türkçe, “Ülke rehberi: Amerika Birleşik Devletleri”, http://www.bbc.co.uk/turkish/news/story/2004/01/040112_abd_rehber.shtml; Erişim: 16.12.2015
[6] Geniş bilgi için bkz. Ebru GÜLSOY ve Esma KOCA, “ABD Ülke Raporu”, T.C. Ekonomi Bakanlığı İhracat Genel Müdürlüğü Ülke Masaları Dairesi Amerika Şubesi, 2012, 1
[7] Dünya genelinde; Ar-Ge harcamalarının % 40 ’ı, Patent ’in % 50 ’si, bilimsel yayınların % 30’u bu ülkededir. Uzaya fırlatılmış olan uyduların yarısından fazlası bu ülkenindir. Maxime LEFEBVRE, Amerikan Dış Politikası, Çeviren: İsmail YERGUZ, İletişim Yay, İstanbul, 2007, Sf. 98-100; Oya AKGÖNENÇ, “ABD Dış Politikası Ders Notları”, 2006-2007 Güz Dönemi, Ufuk Üniversitesi (Nakleden: Osman YALÇIN, “Amerika’n Toplumunun Oluşumu ve Güç Merkezi Olma Stratejisi”, Uşak Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi 2013, 6/3, Sf. 418-448).
[8] ABD’nin İhracatına Genel Bir Bakış, http://www.atonet.org.tr/yeni/index.php?p=1139; Erişim: 22.12.2015
[9] Aralık/2014 ayı itibâriyle; GSYİH Toplamı 17.419 milyon, FBGSYİH ise, 46.405 ABD dolarıdır.
[10] 2010 yılı itibâriyle, ülkelerin FBGSYİH sıralaması şu şekildedir; 1- Qatar (94.783), 2- Luxembourg (94.180), 3- Norway (83.518), 4- Switzerland (67.957), 5- Denmark (59.109), 6- Ireland (50.874), 7- United Arab Emirates (50.688), 8- Japan (49.404), 9- Netherlands (48.839), 10- Finland (47.770), 11- United States (47.400), Bkz. International Monetary Fund, World Economic Outlook Database, October 2015
[11] ABD’nin tahmin edilen yıllık 700 milyar dolar civarındaki askerî harcamasına karşılık, askerî bakımdan önem arzeden bâzı ülkelerin savunma harcamaları USD cinsinden şu şekildedir; Çin: 129 milyar; Rusya: 64 milyar; Almanya: 43 milyar; Fransa: 58 milyar ve İngiltere: 58 milyar (Kaynak: Stockholm İnternational Peace Research İnstitute The SIPRI Military Expenditure Database, http://milexdata.sipri.org/result.php4; Erişim: 15.12.2015)
[12] ABD’li Business Insider dergisi tarafından her yıl yapılan ve muhtelif kıstaslara göre ülkelerin silahlı kuvvetlerinin güçlerini kıyaslayan araştırmaya göre, 2015 yılında: ABD birinci, Rusya ikinci, Çin üçüncü, Hindistan dördüncü, Türkiye ise 10. sırada yer alıyor;
http://www.businessinsider.com/s?q=military+forces&sort=relevance&author=&contributed=1&vertical=defense; Erişim: 16.12.2015
[13] ABD’ndeki muhafazakár çevrelerce, “hukûkun üstünlüğüne dayalı, bireysel hak ve hürriyetlerin güvence altına alındığı demokratik yönetim sisteminin bütün dünyâda hâkîm yönetim biçimi durumuna getirilmesi (Yeni Dünya Düzeni), bu amaçla “güçler ayrılığı” ilkesinin tesisi ve “kontrol mekanizmaları”nın kurulması, seçimlerin güvenlik içinde yapılmasının ve mülkiyetin dokunulmazlığının sağlanması” vb. hususlar “Amerikan Değerleri” olarak kabûl edilmekte ve bu konularda ABD’nin, ─özellikle Batı dışında kalan toplumlara─ öncülük etmesi gerektiği (demokrasi ihracı) savunulmaktadır. Bkz. Immanuel WALLERSTEİN, Amerikan Gücünün Gerileyişi Kaotik Bir Dünyada ABD, Çeviren: Tuncay Birkan, Metis Yayınları, 1. Baskı, İstanbul, 2004, 975342440X; Gökhan TELATAR, “Yeni Muhafazakârlar, Demokrasinin Yayılması ve Amerikan Dış Politikası”, Ankara Üniversitesi, SBF Dergisi, Cilt 67, No. 3, 2012, s. 159 – 187;
[14] Cengiz DİNÇ, “Sivil Güç – Realist Oyuncu İkileminde Avrupa Birliği’nin Küresel Konumu Üzerine Tartışmalar”, Uluslararası Hukuk ve Politika, Cilt 7, Sayı: 28, Sf. 89-124, 2011; Ayrıca, bkz. Galym ZHUSSIPBEK, “Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası’nın Tanımı ve Düşünsel Arka Planı”, Uluslararası Hukuk ve Politika Cilt 5, Sayı: 19 Sf.71-88, 2009
[15] Karşılaştırma için bakınız: Piyasa değeri en yüksek olan 10 teknoloji şirketi ve CEO’ları (http://blog.radore.com/dunyada-piyasa-degeri-en-yuksek-olan-10-teknoloji-sirketi-ve-ceolari.html; Erişim: 21.12.2015); Ülkelerin Ekonomik Göstergeleri (http://www.tradingeconomics.com/; Erişim: 22.12.2015). 10.02.2015 günü borsada oluşan değerlere göre, Apple Şirketinin piyasa değeri 710,8 milyar dolar olmuştur (Kaynak: http://webrazzi.com/2015/02/10/apple-piyasa-degeri-700-milyar-dolar/; Erişim: 21.12.2015). Bu rakam, 2014 yılı sonu itibâriyle, bâzı ülkelerin GSYİH rakamları ile karşılaştırıldığında; İsveç’in 1,24 katı, İsviçre’nin 1,03 katı, Suudi Arabistan’ın % 95, Türkiye’nin ise % 89 katıdır.
[16] Microsoft Şirketi 4 Nisan 1975 târihinde Amerika Birleşik Devletleri’nin Washington eyaletindeki Seattle kentinde Bill Gates ve Paul Allen isimli iki üniversite öğrencisi tarafından kurulmuştur. İlk başarılı ticârî işlemlerinden sonra, kârlı bir iş fırsatı yakaladıkları düşüncesiyle Bill Gates Harvard Üniversitesi’ndeki hukuk eğitimini yarıda bırakmış ve bilgisayar proğramları işinde yoğunlaşmıştır. Şirket, ilk uluslararası bürosunu 1 Kasım 1978’de Japonya’da açmış, aradan geçen yıllar içinde Microsoft bir dünya devi olmuştur (Kaynak: https://tr.wikipedia.org/wiki/Microsoft; Erişim: 21.12.2015). Microsoft’un kurucusu ve büyük ortağı Bill Gates de dünyanın en zengin insanı hâline gelmiştir. Kişisel servetinin 80 milyar doların üzerinde olduğu tahmin edilmektedir (Kaynak: https://tr.wikipedia.org/wiki/Bill_Gates; Erişim: 21.12.2015). Microsoft Şirketinin Haziran-2015 itibâriyle satış hasılâtı 93,6 milyar dolar, net kârı 12,2 milyar dolardır. Bir önceki yıl net kârı ise, 22 milyar dolar olmuştur. Haziran-2015 tarihi itibâriyle, Şirketin aktif toplamı 176 milyar, özsermayesi ise 80 milyar dolar seviyesindedir. (Kaynak: Yıllık Faaliyet Raporu-2015, https://www.microsoft.com/investor/reports/ar15/index.html; Erişim: 21.12.2015). Şirketin piyasa değeri 370 milyar olarak tahmin edilmektedir (Kaynak: http://blog.radore.com/dunyada-piyasa-degeri-en-yuksek-olan-10-teknoloji-sirketi-ve-ceolari.html; Erişim: 21.12.2015)
[17] 1 Nisan 1976 târihinde kurulan Apple Şirketi, Samsung Electronics’den sonra ciro açısından dünyanın en büyük ikinci bilgi teknolojileri şirketi; Samsung ve Nokia’dan sonra da dünyanın en büyük üçüncü cep telefonu üreticisidir. Fortune dergisi Apple’ı, 2008 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde ve 2008 yılından 2012 yılına kadar dünya çapında en çok rağbet gören şirket olarak nitelendirmiştir (Kaynak: https://tr.wikipedia.org/wiki/Apple; Erişim: 21.12.2015), Apple Şirketinin 2015 yılı 4. çeyrek tahmini geliri 51,5 milyar dolar, net kâr beklentisi ise 11,1 milyar dolar civarındadır. 2015 yılın tamâmında ise, 233,7 milyar dolar satış hasılâtı ve 53,4 milyar dolar net kâr hedeflenmektedir (Kaynak: http://www.apple.com/pr/library/2015/10/27Apple-Reports-Record-Fourth-Quarter-Results.html; Erişim: 21.12.2015). 10.02.2015 günü borsada oluşan değerlere göre, Apple Şirketinin piyasa değeri 710,8 milyar dolar olmuştur (Kaynak: http://webrazzi.com/2015/02/10/apple-piyasa-degeri-700-milyar-dolar/; Erişim: 21.12.2015).
[18] Mustafa TEZEL, “Türkiye’de 1980-2010 Yılları Arasında Yatırımlara Sağlanan Teşviklerin İBBS Çerçevesinde Bölgesel ve Sektörel Dağılımı ve Bölgesel Gelişme Farkları İle İlişkisi”, “Türkiye’de Bölgesel Kalkınma ve Teşvik Politikaları” içinde, (Editör: Mine Nur BOZDOĞAN, Nobel Yayıncılık, 1. Basım, ISBN:978-605-320-029-1, Ankara, Aralık-2014, Sf. 289-340
[19] Apple Şirketi ile ilgili bilgiler için bkz. “17” sayılı dipnot. Türkiye’nin son altı yıla ilişkin dış ticâret rakamları şu şekildedir (Milyar $ cinsinden): 102,1 (2009), 113,8 (2010), 134,9 (2011), 152,5 (2012), 151,8 (2013), 157,6 (2014), Kaynak: TÜİK
[20] İSO (İstanbul Sanayi Odası), “500 Büyük Sanayi Kuruluşu”, http://www.iso.org.tr/projeler/turkiyenin-500-buyuk-sanayi-kurulusu/; Erişim; 31.10.2015; Ayrıca, bkz. “17” no.lu dipnot
[21] International Monetary Fund, World Economic Outlook Database, October 2015
[22] Howard ZINN, “Amerika Birleşik Devletleri Halklarının Tarihi”, Çeviren: Sevinç Sayan Özer, İmge Kitabevi Yayınları, İstanbul, 2005, ISBN 9755334289; Howard ZINN, Öteki Amerika-I, Çeviren: Seyfi Öngider, Aykırı Yayınlar, ISBN 9789758337095
[23] Osman YALÇIN, a.g.e.
[24] Amerika Birleşik Devletleri Nüfus Dairesi’nin yayımladığı bir rapora göre; 2005 yılı itibâriyle; Amerikan nüfusunun üçte biri etnik azınlıklardan oluşuyor. Başka bir ifadeyle 296 milyon nüfuslu Amerika’da farklı etnik azınlıklara mensup 98 milyon kişi yaşıyor. Latin kökenli olmayan beyazların nüfus içindeki payının % 63 olduğu kaydedilen raporda, okul öncesi yaştaki çocuklarının yüzde 45’inin beyaz olmadığı ve Latin kökenli nüfusun hızla artmakta olduğu belirtiliyor. Anılan rapora göre; Latinler: % 15,5, Siyahlar % 13,5, Asya kökenliler % 5 nispetinde ve Latin kökenli nüfusun artış yüzdesi % 3,3 iken, Latin kökenli olmayan beyazlarda yaş ortalaması daha yüksek ve nüfus artış hızı da daha yavaş. BBC Türkçe, “ABD’nin etnik yapısı mı değişiyor?”,
http://www.bbc.co.uk/turkish/news/story/2006/05/060511_immigrant.shtml; Erişim: 14.12.2015
[25] “…. Amerikan kimliği …… kurucu yerleşimcilerin müstakîl Anglo-Protestan kültürünün mahsulü idi. Bu kültürün ana unsurları İngiliz dili, Hristiyanlık, dinî bağlılık; bireylerin hakları ve yönetenlerin sorumluluğunu içine alan hukûkun üstünlüğü şeklindeki İngiliz kavramları; bireycilik konusunda muhalif Protestan değerler, iş ahlâkı ve insanların yeryüzünde bir cennet, “tepenin üzerinde kurulan bir şehir” yaratma kabiliyetine sâhip olduğu ve bunun insanların görevi olduğu inancıdır….” Samuel P. HUNTİNGTON, “İspanik Meydan Okuma” (The Hispanic Challenge)., Özet, Tercüme (mütercim belirtilmemiştir)., Türk Yurdu., 7. Devre, Cilt 24 (56), Sayı 208, (569)., Aralık 2004., s. 58-60. Metindeki “a city on a hill” ibâresiyle, İngiliz İmparatorluğunun Yeni Dünyaya genişlemesi sürecinin öncülerinden olan ama daha çok yeni dünyada Hristiyanlık bilincinin yayılmasında bugüne uzanan tesirlere sâhip Puritenlerin lideri olan John Winthrop tarafından Matta İncili, 5:14’e (“Dünyanın ışığı sizsiniz. Tepenin üzerine kurulan kent gizlenemez”) referansla, Puritenlerin model toplum tasavvuruna atıfta bulunmaktadır (Çevirenin notu).
[26] Bu konuda bkz. Mustafa Kemal ŞAN ve İrfan HAŞLAK, Asimilasyon ile Çokkültürlülük Arasında Amerikan Anaakımını Yeniden Düşünmek, Akademik İncelemeler Dergisi (Journal of Academic Inquiries) Cilt/ Volume:7, Sayı/Number:1 Yıl/Year:2012, Meselâ, meşhur Huntington’a göre farklı grupların Amerikan toplumuna asimile edilmesi çeşitli yollarla olmuştur ve hiçbir zaman tamamlanmış değildir. Huntington’un Amerika’nın Anglo-uyum modeli ile ilgili şu açıklamaları dikkat çekicidir: “Genelde tarihsel olarak asimilasyon özellikle kültürel asimilasyon büyük ve hatta en büyük Amerikan başarı öyküsüdür. Bu ona [ABD’ye] nüfusunu genişletme, bir kıtayı işgal etme ve ekonomisini, büyük ölçüde Amerika’nın Anglo-protestan kültürüne ve Amerikan inancının değerlerine bağlı ve Amerika’yı küresel meselelerde büyük bir güç yapmaya destek olan milyonlarca adanmış, enerjik, yetenekli, hırslı insanla beraber geliştirme imkânını sağlamıştır.” (HUNTINGTON, P. S. (2004) Who We Are?, The Challenges to American’s National Identity, Simon& Schuster, New York, 2004, Sf. 183-330, Nakleden: ŞAN ve HAŞLAK).
[27] Deniz Hâkimiyeti teorisini ortaya atan ve XIX. asrın sonlarından itibâren ABD’nin “dış politika stratejisi”nin oluşturulmasında önemli rol oynayan Alfred Thayer Mahan (1840-1914), “Deniz Kuvvetlerinin Tarihe Tesiri, 1660-1783” isimli eserinde, “ABD’nin, Amerika Kıtasının dışındaki yerlerde harplere girmesini” önermekte idi
[28] Bu düşünceye bir misál teşkîl etmesi bakımından, ABD Başkanı şu konuşmalarına bakılabilir; Barack OBAMA’nın 5 Ocak 2012 târihinde ABD Savunma Bakanlığı Pentagon’da yaptığı konuşma President Obama’s Remarks on New Defense Strategic Review;
http://iipdigital.usembassy.gov/st/english/texttrans/2012/01/20120105120113su0.4327748.html#axzz1iuFaXgvh; Erişim: 15.12.2015; Barack Obama, ikinci defa Başkan seçilmesi üzerine yaptığı konuşmada şunları söylüyordu; “We are an American family, and we rise or fall together as one nation and as one people.” (Biz bir Amerikan ailesiyiz, ve biz TEK BİR ULUS ve TEK BİR HALK olarak birlikte yükselir veya birlikte düşeriz.) http://www.mirror.co.uk/news/world-news/us-election-watch-barack-obamas-victory-1422243; Erişim: 16.12.2015
[29] Samuel P. HUNTİNGTON, “Biz Kimiz: Amerika’nın Ulusal Kimlik Arayışı”, Çeviren: Aytül ÖZER, CSA Yayın Ajansı, 1. Baskı, İstanbul, 2004, 975882810X; Samuel P. HUNTİNGTON, “İspanik Meydan Okuma” (The Hispanic Challenge)., Özet, Tercüme (mütercim belirtilmemiştir)., Türk Yurdu., 7. Devre, Cilt 24 (56), Sayı 208, (569)., Aralık 2004., s. 58-60
[30] ABD Bütçe açıklarının sebepleri ve alınan önlemler konusunda geniş bilgi için bkz. Birol KOVANCILAR, ABD’de Bütçe Açık ve Fazlaları: Tarihsel Bir İnceleme, “Yönetim ve Ekonomi Degisi”, Yıl: 2013, Cilt: 20, Sayı: 2 Celal Bayar Üniversitesi İ.İ.B.F. Manisa, Sf. 67-90; Ahmet ÖZEN, Gelişmiş ve Gelişmekte Olan Ülkelerde Bütçe Açığının Gelişimi, http://dergiler.sgb.gov.tr/calismalar/maliye_dergisi/yayinlar/md/md141/gelismis.pdf;
Erişim: 20.12.2015;
[31] KOVANCILAR, a.g.m.
[32] 7 Ekim’de ABD öncülüğündeki koalisyon güçleri, Afganistan’a girmiş, kısa sürede başkent Kabil’de Taliban’ı devirmişti. Kezâ, 20 Mart 2003’te Amerika Birleşik Devletleri ve Birleşik Krallık önderliğinde oluşturulmuş Çokuluslu Koalisyon Kuvvetlerinin bir askerî harekâtla Irak’a girmesiyle başlayan işgâl, anılan güçlerin 2011 yılı sonunda Irak’tan çekilmesine kadar, 8 yıl sürmüştü. Irak işgâlinin ABD’ne doğrudan/dolaylı mâliyeti konusunda 1-5 trilyon dolar arasında muhtelif tahminler yapılmaktadır (Mustafa TEZEL, Türkiye’ye Yönelik Uluslararası Bir Askerî Müdâhalénin Psikolojik Şartları (Mı) Hazırlanıyor !(?), http://www.kirmizilar.com/tr/guncel-yazilar3/403-t%C3%BCrkiye-ye-y%C3%B6nelik-uluslararas%C4%B1-bir-asker%C3%AE-m%C3%BCd%C3%A2hal%C3%A9nin-psikolojik-%C5%9Fartlar%C4%B1-m%C4%B1-haz%C4%B1rlan%C4%B1yor.html; Erişim: 21.12.2015
[33] Kriz sebebiyle ekonomide yaşanan sorunların ─1929 buranına benzer şekilde─ umûmî bir çöküntüye dönüşmesine engel olmak için, ABD hükûmeti tarafından Şubat 2009 târihine kadar açıklanan “kurtarma paketleri”nin toplam parasal tutarı 1.737 milyar doları bulmuştur. Bu konuda geniş bilgi için bkz. Pelin Ataman ERDÖNMEZ, “Küresel Kriz ve Ülkeler Tarafından Alınan Önlemler Kronolojisi”, Bankacılar Dergisi, Sayı 68, 2009. Sözkonusu tutar, 2009 yılı itibâriyle, ABD’nin GSYİH’nın % 12,1 ‘ine tekâbül etmektedir. Öteyandan, küresel mâlî krizin olumsuz etkilerinin bertaraf edilebilmesi ve krizin daha da yayılmasının önüne geçilebilmesi için, krizin çıkmasından sonraki bir kaç ay içinde, çeşitli araç ve yöntemlerle ABD ve Avrupa’da finansal sisteme 2 trilyon doların üzerinde likidite enjekte edilmiştir. Bkz. Ömer ÇAKICI, “Küresel Kriz Sonrası Dış Ticarette Korumacılık”,
http://www.misam.org/sites/default/files/K%C3%BCresel%20Kriz%20Sonras%C4%B1%20D%C4%B1%C5%9F%20Ticarette%20Korumac%C4%B1l%C4%B1k%20-%20%C3%96mer%20%C3%87ak%C4%B1c%C4%B1.pdf, Erişim: 10.10.2014
[34] KOVANCILAR, a.g.m.
[35] Maastricht kriterleri’ne göre, Üye ülke devlet borçlarının GSYİH’sına oranı %60’ı; Üye ülke bütçe açığının, GSYİH’sına oranı ise % 3’ü geçmemelidir.
[36] ABD’nin son altı yıldaki dış ticâret açığı (milyar dolar olarak); 2010 (512,7), 2011 (580), 2012 (565,6), 2013 (508,4), 2014 (529,9), 2015 (529,4; ilk dokuz ay); National Economic Accounts, http://www.bea.gov/national/, Erişim: 22.12.2015
[37] İsmet GÖÇER, “2008 Küresel Ekonomik Krizin Nedenleri ve Seçilmiş Ülke Ekonomilerine Etkileri: Ekonometrik Bir Analiz”, Yönetim ve Ekonomi Araştırmaları Dergisi – Sayı:17 (2012)
[38] BRICS rumuzu, Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika Cumhuriyeti ülkelerinin baş harflerinden oluşmaktadır.
[39] Değişen Dengelerin Sembolü: BRIC,
http://www.academia.edu/1281558/De%C4%9Fi%C5%9Fen_Dengelerin_Sembol%C3%BC_BRIC; Erişim:25.12.2015
[40] Economy Watch, “The BRIC Countries: Brazil, Russia, India, China”,
http://www.economywatch.com/international-organizations/bric.html (Erişim: 10.11.2013)
[41] “Ülkelerin nüfuslarına göre sıralaması”, International Monetary Fund. World Economic Outlook Database. October 2015,
[42] Almanya, Fransa,, İngiltere, İtalya, İspanya, Hollanda
[43] Goldman Sachs, “Is this the BRICs Decade?”, May 2010,http://www2.goldmansachs.com/ideas/brics/brics-decade-doc.pdf
[44] NTV, “Rusya yeni rezerv para istiyor”, 16 Haziran 2009, http://www.ntvmsnbc.com/id/24976109/
[45] Zbigniew Brzezinski, Stratejik Vizyon, Timaş Yayınları, İstanbul, 2012.
[46] “ABD hükümeti geçen yıl (2010) 6.4 milyon yeni banknot üretti. Her birinin üretim maliyeti 9.6 sentti. Bunun içine kâğıt ve basım maliyeti de dâhildi.” “Artan pamuk fiyatları dolar üretmenin maliyetini yükseltti” haberi için bkz. Hürriyet Gazetesi, 10 Mart 2011, http://www.hurriyet.com.tr/artan-pamuk-fiyatlari-dolar-uretmenin-maliyetini-yukseltti-17225522; Erişim: 15.12.2013
[47] “Dolar cinsinden en çok rezervi olan 50 ülke”, Hürriyet Gazetesi, http://www.hurriyet.com.tr/dolar-cinsinden-en-cok-rezervi-olan-50-ulke-17403804, Erişim: 22.12.2015
[48] H. Bader ARSLAN, “Dolar neden dünya parası?”, http://t24.com.tr/yazarlar/h-bader-arslan/dolar-neden-dunya-parasi,390, 24.03.2009
[49] “Dünyada dolaşımda ne kadar para var?”, http://ekonomisayfasi.blogspot.com.tr/2012/01/dunyada-dolasmda-ne-kadar-para-var.html; Erişim: 07.01.2012
[50] Dolar cinsinden yüksek nakit ve menkûl kıymet bulunduran ülkelerden bâzıları şu şekildedir; Çin (2,3 trilyon $), Japonya (1 trilyon $), Rusya (439 milyar $), Tayvan (347 milyar $), Bkz. “Dolar cinsinden en çok rezervi olan 50 ülke”, Hürriyet Gazetesi, http://www.hurriyet.com.tr/dolar-cinsinden-en-cok-rezervi-olan-50-ulke-17403804; Erişim: 09.11.2015
[51] 1999 yılında, doların rezerv para olarak kullanım oranı % 71 iken, bu oran 2010 yılında % 61,2 ‘ye düşmüştür. Buna karşılık, Euro’nun payı, aynı dönemde, % 17,9 ‘dan % 26,9 ‘a yükselmiştir. Bkz. İbrahim AL, “Uluslararası Parasal Sistemde Alternatif Arayışlar: Dünya Parasının Uygulanabilirliği”, http://birimler.dpu.edu.tr/app/views/panel/ckfinder/userfiles/17/files/DERG_/29/131-142.pdf; Erişim: 23.12.2015
[52] Bâzı ülkeler rezervlerinin önemli bir kısmını altın olarak değerlendirmektedir: ABD (% 77), Almanya (% 74), IMF (% bilinmiyor. Ancak, altın mevcudu bakımından 2.814 ton ile üçüncü sırada yer alıyor), İtalya (% 73), Fransa (% 73), Hollanda (% 61), Avrupa Merkez Bankası (% 34), Portekiz (% 91), Venezuella (% 74), Bkz. “Dünyada altın rezervi en yüksek 40 ülke!”, http://ekonomi.haber7.com/gundem-veriler/haber/969654-dunyada-altin-rezervi-en-yuksek-40-ulke; Erişim: 23.12.2015
[53] İbrahim AL, a.g.m.
[54] The SIPRI Military Expenditure Database, USA, http://milexdata.sipri.org/result.php4, Erişim: 10.12.2015
[55] Sovyetler Birliği’nin çöküşünde iki konunun bilhassa önemli olduğu kabûl edilir; ABD’nin 1970’li yılların sonunda başlattığı “yıldız savaşları” projesine karşılık vermek için, imkânlarının üzerinde harcama yapmak (Bkz. Fahir ARMAOĞLU, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi (Cilt 1-2 : 1914-1995), Alkım Yayınevi, 14. Baskı, 9753370091, İstanbul, 2004, Sf. 771-772) ve Afganistan’ın işgâlî (27 Aralık 1979 târihinde başlayan ve 15 Şubat 1989 târihinde sona eren bu işgâl harekâtı sırasında yaklaşık 1,5 milyon insan hayatını kaybetmiştir. Geniş bilgi için bkz. Rusya’nın Afganistan İşgali, Anonim, http://www.uhim.org/images/tarihte/1329227308.pdf, Erişim: 21.12.2015)
[56] Ebru GÜLSOY ve Esma KOCA, “ABD Ülke Raporu – 2012”, TC Ekonomi Bakanlığı, İhracat Genel Müdürlüğü, Ülke Masaları, 2012, 1
[57] Dünyâ Savunma Harcamaları Toplamının Dünyâ GSYİH’na oranı, 1988 yılında, % 6,5; 1989 yılında %6,3; 1990 yılında % 5,8; 1991 yılında ise % 5 olarak gerçekleşmiş, sonraki yıllarda düzenli bir şekilde azalarak, 2006 yılında % 3 seviyesine gerilemiş; 2006-2011 arasında da % 2,5-3 aralığında dalgalanmıştır. (Bkz. SIPRI Military Expenditure Database, http://milexdata.sipri.org/files/?file=SIPRI+milex+data+1988-2011.xls, Erişim: 20.12.2015)
[58] 2014 yılındaki FBGSYİH esas alındığında, en zengin 36 ülke; Luxembourg, Norway, Qatar, Switzerland, Denmark, United Arab Emirates, Sweden, Finland, United States, Netherlands, Ireland, Austria, Belgium, Canada, Australia, France, United Kingdom, Japan, Kuwait, Germany, Singapore, Brunei Darussalam, Italy, Iceland, Hong Kong SAR, Cyprus, Greece, Israel, Spain, Slovenia, Bahrain, Trinidad and Tobago, New Zealand, Oman, Czech Republic, Bahamas. The; En fakîr 36 ülke ise şu şekildedir; Timor-Leste. Dem. Rep. of, Cambodia, Kyrgyz Republic, Nicaragua, Comoros, Benin, Haiti, Ghana, Chad, Mali, Nepal, Tanzania, Bangladesh, Afghanistan. Rep. of., Lesotho, Burkina Faso, Rwanda, Malawi, Eritrea, Zimbabwe, Uganda, Central African Republic, Mozambique, Madagascar, Guinea, Myanmar, Gambia. The, Niger, Togo, Ethiopia, Sierra Leone, Liberia, Guinea-Bissau, Congo. Democratic Republic of, Burundi, Montenegro
[60] IMF FBGSYİH ve Dünya Bankası Nüfus Verileri kullanılmak suretiyle, tarafımızdan hesaplanmıştır.
[61] National Security Strategy, February 2015,
http://www.whitehouse.gov/sites/default/files/docs/2015_national_security_strategy_2.pdf; Erişim: 10.12.2015