2. İsrail: ABD’nin Stratejik Ortağı mı, Müstakbel Düşmanı mı?
“Küresel dengelerdeki değişimin sebeplerini, muhtemel sonuçlarını ve ülkemizi ilgilendiren yönlerini” tahlil etmeyi ve bu noktadan hareketle, Türklüğün “yeni dünya düzenindeki yerinin ne/nasıl olması gerektiği” konusunu tartışmayı amaçlayan bu çalışmanın gâyesine ulaşabilmesi için, üzerinde dikkatle durulması gereken konulardan birisi de, ABD-İsrail ilişkilerinin mâhiyetidir.
Umûmî kanaat, ABD ve İsrail’in “stratejik ortak” olduğu yönündedir ve İsrail’in kurulduğu 1948 yılından buyana gelişen olaylar da, bu kanâati ─büyük ölçüde─ doğrular mâhiyettedir. Ancak, ABD-İsrail ilişkilerinde son yıllarda bir “serinleme” sözkonusu olduğu ve özellikle İsrail tarafından “ilişkileri onarma” yönünde gösterilen gayretlere rağmen, ABD tarafının “mesâfeli” tavrını korumayı yeğlediği, müşahede edilmektedir.
ABD’nin İsrail ile olan ilişkilerindeki bu “hissedilir” değişimin taktiksel ve/veya konjonktürel mi, yoksa bir strateji değişikliğinin sonucu mu olduğunun analiz edilmesi, gerek bölgemizde elan yaşanan ve yakın bir gelecekte yaşanması muhtemel olan gelişmelerin, gerekse küresel güçler arasında giderek şiddetini artıran ve yakın zamanda küresel dengelerin kalıcı bir şekilde değişmesiyle sonuçlanması ihtimali bulunan ─bâzılarınca “üçüncü dünyâ savaşı olarak da nitelenen─ çekişmelerin/çatışmaların sebep ve sonuçlarının değerlendirilmesi bağlamında, önem taşımaktadır.
Dikkate alınması gereken bir “bölgesel güç” olduğu konusunda şüphe bulunmayan İsrail, kuruluşundan buyana geçen üç çeyrek yüzyıldan az zaman zarfında, küresel dengelerin ─en azından Ortadoğu ayağını─ etkileme yeteneğini kazanmış bulunmaktadır. İsrail’in artık açığa vurmakta sakınca görmediği “büyük hedefleri” bulunmaktadır ve bu durum, bütün bölge ülkelerini, “bölge” ile ilgilenen büyük güçleri ve bunların hepsinden de çok Türkiye’yi ilgilendirmektedir. Öteyandan, İsrail’in, “büyük hedeflerini” gerçekleştirebileceği konusundaki özgüveninin giderek yükselmesinin, ─stratejik ortağı olarak kabûl edilen─ ABD’yi de ciddî biçimde rahatsız etmeye başladığı ve ─bilhassa Ortadoğu’ya ilişkin─ politikalarını gözden geçirmeye zorladığı müşahede edilmektedir.
Belirtilen sebeplerle, ABD-İsrail ilişkilerini mercek altına almayı gerekli buluyoruz.
a. İsrail’in Kurulmasına Giden Yol
Yahûdilerin inanışlarına göre, Filistin bölgesi kendilerine Tanrı tarafından vaat edilmiştir[1]. MS 70 yılında Romalılar tarafından bu bölgeden sürüldükten sonra dünyanın dört bir yanına dağılan[2] Yahûdiler, Avrupa ülkelerinin Hıristiyanlık dinini seçmesiyle, baskıya mâruz kalmışlar[3] ve Hıristiyan Avrupa’da yüzyıllar boyunca dışlanarak yaşamışlardır. Hıristiyan Avrupa, “Hz. İsa’nın katilleri” olarak gördüğü Yahûdilere mesafeli davranmayı seçmiştir[4]. Bu yüzden de, Yahûdiler, modern çağa kadar hemen hiçbir Avrupa ülkesinde Hıristiyanlarla eşit haklara ve doğrudan siyâsî güce sâhip olamamışlardır[5]. İslâm Dininin doğuşundan sonra, Müslümanların yönetimindeki ülkelere yerleşen Yahûdilerin ise, Avrupa’ya nispetle hoşgörülü bir ortamda yaşama imkânına, din ve inanç özgürlüğüne sâhip oldukları kabûl edilmektedir[6].
Ortaçağ’da ─özellikle Batı Avrupa’da─ görülen “Yahûdi düşmanlığı” sonucunda Yahûdiler, 1290’da İngiltere’den, 1392’de Fransa’dan, 1492’de İspanya’dan ve 1497’de de Portekiz’den kovulmuşlar, bâzı Yahûdiler de inançlarını gizlemek ve “Hıristiyanlığı benimsemiş gibi” davranmak zorunda kalmışlardı. 15. yüzyıl sonlarında İspanya’da öldürülen Yahûdilerin sayısı yüzbini bulmuştu. Yüzlerce yıl yaşadıkları ülkelerden kovulan Yahûdilerin bir kısmı Hollanda’ya iltica ederken, İspanya’dan kovulanların büyük bir kısmı Osmanlı ülkesine göç etmiş (Sefarad Musevîleri), Almanya’dan kovulanlar ise Polonya’ya gitmişlerdir (Aşkenaz Musevîleri)[7].
Aşkenaz olarak da bilinen Doğu Avrupa Yahûdilerinin kökeni oldukça tartışmalıdır. Bunların kökenini (aynı zamanda dillerini) Ortaçağ’ın Rhineland Almanya’sına bağlayanlar olduğu gibi, bâzı araştırmacılar da, bunların çoğunlukla veya tamamen, kimi üyeleri 8. veya 9. yy’da Museviliğe geçen Hazar Türklerinden geldiğini öne sürmüşlerdir. Bu iki tezi birleştirmeyi amaçlayan melez yaklaşımları benimseyenlerin yanısıra, son zamanlarda Doğu Avrupa Museviliğinin baskın soy bileşeninin Yahûdi (Güney İsrailî) olduğunu iddia eden araştırmalara da rastlanmaktadır[8]. Şu kadar ki, Musevilerin önemli bir kısmının Yahûdi kökenli olmayabileceği yönündeki iddialar, Museviliği Yahûdilerin millî dini olarak kabûl eden anlayışla çeliştiğinden, bu son görüşe ihtiyatla yaklaşılmalıdır.
Avrupa’da baskı altında yaşadıkları yıllarda, bâzı hususlar, Yahûdilerin kimliklerini korumalarında ve sonraki dönemlerde kültürel ve iktisâdî alanlarda etkinlik kazanmalarında önemli rol oynamıştır. Meselâ, Avrupalı toplumlar tarafından dışlanmaları, onların Batılı toplumlar içinde eriyip gitmelerine mânî olmuştur. Yahûdiler, şehirlerde “getto” adı verilen tecrid edilmiş mahâllelerde oturmaya zorlanmışlardı[9]; topluma karışmalarına, bir hristiyanla evlenmelerine izin verilmiyordu. Mülkiyet hakları kısıtlıydı. Üstelik, bilhassa devletin/hükûmdârın mâlî yönden buhran içinde olduğu dönemlerde, bir takım bahânelerle, mal ve mülklerine el konuluyordu[10]. Bu durum, onları, umûmiyetle “yükte hafif, pahada ağır” olana sâhip olmaya yöneltiyordu. Museviliği Yahûdi toplumunun millî dini olarak gören inançları[11], Yahûdilere uygulanan bu tecrid hâlinin içselleştirilmesini sağlıyor, baskılara katlanmalarını kolaylaştırıyordu.
Sözüedilen bu uygulamalar, Ortaçağ Avrupa’sında Yahûdilerin hayatlarını her nekadar zorlaştırdıysa da, sonraki dönemler için onlara büyük yararlar sağladı. Zira, o dönemde zenginliğin ana kaynağı toprak ve emek idi. Servetin artırılabilmesi, daha çok toprak ve/veyâ emek gücüne (yâni, köle ya da hukûkî hakları büyük ölçüde kısıtlanmış, sömürülmeye müsâit bireylerin emeğine) sâhip olmakla mümkün olabiliyordu. Toprakların önemli bir kısmı feodal senyörlerin mülkiyetinde idi ve toplumun büyük bir kesimini oluşturan köylüler “serf/köle” statüsünde bu topraklarda karın tokluğuna çalıştırılıyorlar, toprakla birlikte alınıp satılıyorlardı[12]. Gettolarda oturmaya mahkûm edilen ─ve, biraz da zorunluluktan ötürü─ bankerlik, kuyumculuk, hekimlik gibi işlerle meşgûl olan Yahûdiler, umûmiyetle hâkîr görülmelerine rağmen, bu ortamda zaman içinde mâlî bakımdan oldukça güçlendiler. Bunda, bilhassa fâiz müessesesinin önemli rolü oldu. Zira, fâizcilik, Kilise tarafından Katoliklere yasaklanmıştı[13], buna karşılık Yahûdilikte, ─birbirlerine karşı yasaklanmış olmasına karşılık─ yabancılara karşı teşvik edilmişti[14]. Bu sebeple, bâzı Yahûdiler önde gelen fâizciler hâline gelmişti. Hıristiyan hükümdarların, zamanla ─aforoz edilme tehlikesi ile karşı karşıya kalmadan─ kendilerine sermaye sağlayabilen Yahûdiler gibi bir sınıfa sâhip olmanın avantajını görmesi ile de, Batı Avrupa’daki para ticareti büyük ölçüde Yahûdilerin eline geçmişti[15].
Askerlik yapmaları, silâh taşımaları yasaklanan Yahûdiler, ilişkilerini aklî yöntemlerle ve diplomasi yoluyla sürdürmek zorundaydılar. Üstelik, farklı ülkelerde yaşayan Yahûdi ileri gelenlerinin birbirleriyle ilişki içinde olmaları, onların uluslararası nitelikte bir ilişkiler ağı kurmalarına imkân veriyordu. Bu yüzdendir ki, Ortaçağda, Yahûdiler, uluslararası ilişkilerde aracı/elçi olarak önemli görevler üstlendiler.
Yahûdilerin, şehirlerde yaşamak durumunda kalmaları ve ─zorunluluktan ötürü─ daha çok ticâret, zenâat, bankerlik, hekimlik ve diplomasi gibi mesleklerle iştigál etmek durumunda kalmaları, onların “şehirli” bir kültür inşâ etmelerine ve entellektüel yeteneklerinin ─nesilden nesile aktarılarak─ gelişmesine imkân sağladı. Bu sâyededir ki, XV. yüzyıl sonlarında Batılı kâşiflerin coğrâfî keşiflerde bulunmalarıyla birlikte başlayan yeni dönem, onların önüne muazzam bir “imkânlar dünyâsı” açılmasına sebep oldu. Yeni dönemde, sınâî tesislerin yapımı, uzun mesâfeli seferlere çıkacak gemilerin donatılması, yatırılan sermâyenin emniyete alınması vb. konular Yahûdi bankerlere geniş bir çalışma alanı açmıştı. Üstelik, o zamâna kadar “gelişmiş” Doğu’ya satabileceği pek fazla mal üretemeyen Batı’da, uluslararası ticâretin gelişmesiyle birlikte, mal talebi artmıştı ve bu durum, ticâret ve zenâate yatkın Yahûdilerin fazlasıyla önünü açmıştı. Bu sürecin sonunda yaşadıkları ülkelerin yerli ahâlisine nispetle mâlî yönden daha iyi bir konuma gelen Yahûdiler, 19. yüzyılda liberal düşüncelerin yaygınlık ve etkinlik kazanmasıyla birlikte, tedricen daha özgür bir ortama da kavuşmuşlardı. Zîrâ, liberal düşüncelerin yaygınlaşması, Avrupa’nın katı Hıristiyan kimliğini de hızlı bir şekilde törpülemiş; kilise öğretilerinin etkisi zayıflarken, yerine sekûler düşünce ve ideolojiler hâkim oldukça, Yahûdilerin üzerindeki hukûkî kısıtlamaların ve toplumsal baskıların gerekçeleri de büyük ölçüde ortadan kalkmıştır. Ancak, bu nisbî özgürlük/rahatlama dönemleri sürekli olmamış, bilhassa Batılı toplumların çeşitli sebeplerle bunaldıkları kriz dönemlerinde, Yahûdiler “sorunların sorumlusu” olmakla itham edilmişler, sistematik olmasa da, zaman zaman şiddetini ve etkisini artıran baskılara mâruz kalmaya devam etmişlerdir.
Kutsal bildikleri vatanlarından sürüldükten sonra, yaklaşık 2000 yıl boyunca gittikleri diyarlarda umûmiyetle bir sığıntı gibi yaşamak durumunda kalan Yâhûdiler, Avrupa’da XVII. yüzyıldan itibâren gelişmeye başlayan ulus-devlet kavramından etkilendiler. “Biz de bir ulus muyuz? Eğer öyle ise, bizim de niçin bir vatanımız/devletimiz olmasın?” gibi düşünceler, bâzı Yahûdilerin zihinlerini meşgûl etmeye başladı. Bu düşüncenin güç kazanmasında, Avrupa’da neredeyse eş zamanlı olarak güçlenmeye başlayan Antisemitik düşüncelerin de payı büyüktü. Antisemitistler[16], Yahûdileri içinde yaşadıkları ülkelerin etnik ve ırksal homojenliğini bozan zararlı bir unsur olarak görüyorlardı[17]. Denilebilir ki, Avrupa’da Yahûdilere yüzyıllardır uygulanan ayrımcılık, en sonunda onlar arasında kendilerine ait bir devlet kurma fikrini ortaya çıkarmıştır[18].
Ancak, önemli bir sorun vardı; Yahûdiler için oluşturulacak devlet nerede kurulacaktı?
Yahûdi devletinin Kudüs ve çevresinin dışında boş herhangi bir yerde kurulması fikri ortaya atılmış ise de[19], Yahûdi köktencilerin baskısıyla bu düşünce kabûl görmemiştir[20]. Baskı altında tutuldukları Avrupa’da bütün çözüm yollarının tükendiğine inanan genç Yahûdiler, kendilerini vaat edilmiş topraklara götürecek modern bir Mesih arayışına girmişlerdir[21]. İşte bu arayış, zamanla Avrupa’da Yahûdiler arasında Siyonist düşüncenin gelişmesindeki en büyük âmil olmuştur.
Siyonizm, en geniş anlamı ile Arz-ı Mev’ud, yâni “Filistin dışındaki bütün Yahûdileri yine orada toplamak ve sonra da Süleyman Mabedi’ni Siyon Dağı üzerinde yeniden inşâ etmek ideali” şeklinde tanımlanabilir[22]. Siyonizm kavramının gelişmesinde, Kudüs’ün yanı başındaki “Siyon Dağı” Yahûdilere esin kaynağı olmuş[23] ve Filistin dışında yaşamak zorunda kaldıkları yaklaşık iki bin yıl boyunca “yeniden Filistin’e dönme ve burada bağımsız bir devlet kurma” hayâli kurmuşlardır[24]. XIX. yüzyıla kadar ─Yahûdilerin kültürel açıdan varlıklarını devam ettirmelerinde─ önemli bir sâik olan bu düşünce, anılan yüzyılın ortalarından itibâren Yehuda Alkalay[25] ve Nathan Birnbaum[26] gibi önderler vasıtasıyla siyâsî bir mâhiyet kazanmış; yüzyılın sonlarında ise, Theodor Herzl’in başını çektiği Siyonistler, “vaadedilmiş topraklar” olarak tanımladıkları “Kuzeyde Kapadokya Dağlarından, güneyde Süveyş Kanalına kadar olan” alanda[27], bağımsız bir Yahûdi devleti kurmak için yoğun bir çaba içine girmişlerdir[28]. Siyonist liderlerin ısrarlı ve müşterek gayretleri sonucunda ─Birinci Dünyâ Savaşı’nın İngilizler lehine dönmeye başladığı bir sırada─ 2 Kasım 1917 târihinde Balfour Bildirisinin imzalanması[29], bağımsız Yahûdi devletinin kurulmasına giden yolda önemli bir dönüm noktası olmuştur. Zîrâ, başlangıçta, Batı toplumlarındaki “hâli vakti yerinde” Yahûdiler, “rahatımız bozulur” endişesi ile Siyonistlere mesâfeli durmuşlar[30], ancak Balfour Bildirisinin yayımlanmasından sonra onlara destek olmaya başlamışlardır. Balfour Bildirisiyle, Siyonizm artık uluslararası politik bir programa dönüşmüştür[31].
Şekil 1 – Yahûdi İnancına Göre Vaat Edilmiş Topraklar
Kaynak: İnternet Ortamı
Balfour Bildirisini, sâdece Siyonistlerin İngiliz liderleri iknâ etme başarısına bağlamak hatâlı olur. Anılan bildirinin yayımlandığı sırada Birinci Dünya Savaşı’nın en yoğun dönemi yaşanıyordu ve İngiltere’nin böylesi bir karar almasında konjonktürün de önemli bir etkisi vardı[32]. İngiliz hükûmeti Siyonistlere destek vererek bir taraftan Rusya’daki Yahûdilerin Rusya’yı savaşta tutmasını amaçlarken, diğer taraftan da Amerikan Yahûdilerinin savaşa yönelik kayıtsızlığını azaltmayı düşünüyordu.[33] Bu sâiklerin yanı sıra, gelecekte İsrail’in ilk cumhurbaşkanı olacak olan ─Dünyâ Siyonist Örgütü’nün başkanı─ Weizmann’ın İngiliz Dışişleri Bakanlığı yetkililerine “Siyonistlerin Almanları desteklemeye başlama ihtimali”nden söz etmesi[34] ve Alman hükümetinin dünya Yahûdilerinin desteğini sağlama çabalarını yoğunlaştırması İngiliz yöneticileri ─Yahûdileri desteklemek bağlamında─ bir an önce somut adımlar atmaya zorlamıştı.[35] İngilizler ayrıca Yahûdilerin kontrolündeki bir Filistin’in İngiltere’nin Ortadoğu’daki çıkarlarını daha iyi koruyabileceğine ve üstelik böyle bir oluşumun, Fransa ile yapılan gizli Sykes-Picot anlaşmasından farklı olarak, Filistin’de İngiliz kontrolünü artıracağına inanıyorlardı.[36]
Filistin’de 1917 yılında fiilen başlamış olan İngiliz yönetimi, 19–26 Nisan 1920 tarihlerinde yapılan San Remo Konferansında “Filistin üzerinde İngiliz manda yönetiminin kabûl edilmesi” sonucunda garanti altına alınmış, Milletler Cemiyeti Konseyi’nin 24 Temmuz 1922 tarihinde aldığı 28 maddelik bir kararla da Filistin’deki İngiliz manda yönetiminin esasları belirlenmişti[37].
Filistin mandasının İngiltere’ye verildiği sırada (1918) nüfusun % 93’ünü (708.000) Araplar, % 7’sini (57.000) yabancılar oluşturmakta iken, İngiltere ─manda yönetiminin tesisine başladığı andan itibaren─ Filistin’e Yahûdi göçüne göz yummaya başlamış ve zaman içinde bölgedeki nüfus dengeleri Yahûdiler lehine çevrilmiştir[38]. 1922’de nüfusun yüzde 11-12 gibi bir çoğunluğuna sâhip olan Yahûdiler, 1946’da toplam nüfusun yüzde 31 civarında bir kısmını oluşturuyordu.[39] Aynı dönemde Yahûdilerin toprak satın alması da kolaylaşmış, 1922’de Filistin topraklarının yalnızca % 3’ü Yahûdilere aitken, 1947’de Yahûdilere ait olan toprakların Filistin toprakları içindeki payı % 7′ ye çıkmıştır[40]. Bağımsızlıktan sonraki iki yıl içinde ise, Yahûdi nüfusu ─Doğu Avrupa ve Arap ülkelerinden göç edenlerle─ iki katından fazla artmış[41] ve Arapların nüfusuna yaklaşmıştır. İngiliz Hükûmeti Yahûdileri Filistin’e göç ettirerek, bu önemli stratejik bölgede üzerindeki hâkîmiyetini pekiştirmek istemiştir[42].
Siyonist faâliyetlerin canlı ve etkili olduğu bir başka ülke olan ABD de, 21 Eylül 1922 tarihinde Amerikan Kongresi’nin aldığı ortak bir kararla, Filistin’de bir Yahûdi yurdu kurulmasını kabul etmiştir. 3 Aralık 1924 tarihinde İngiltere’nin Filistin üzerindeki mandasını tanıyan Amerika, bu konuda İngiltere ile bir anlaşma imzalamıştır. Bu anlaşmanın 7. maddesiyle, İngiltere, manda yönetiminin gerçekleştireceği bütün uygulamaları ABD’nin onayına sunmayı kabûl etmiştir. Böylece ABD, Filistin’de yaşanacak her türlü gelişmede söz hakkı elde etmiştir[43]. Zîrâ, ABD, Ortadoğu’da bir Yahûdi devletinin var olmasının, Ortadoğu politikaları için sağlam bir dayanak oluşturacağının idrâkine varmıştır[44].
Bütün bunlardan başka, bilhassa belirtmek gerekir ki, Siyonist lider Vladimir Jabotinsky’nin öncülüğünde kurulan Siyon Birliği, Filistin’deki casusluk faâliyetleri ve uluslararası düzeyde propaganda gayretleri gibi çabalar sonucunda, Siyonizm; büyük güçlerin, Birinci Dünyâ Savaşı’nın sonunda yeni bir düzen kurarken, artık gözardı edemeyecekleri bir siyasi aktör olarak dünya sistemine girmeyi başarmıştır[45]. Kezâ, Avrupa’da doğmuş olmakla birlikte, XIX. yüzyılın sonlarından itibâren bilhassa ABD’de hızlı bir gelişim gösteren Evangelizmin (Hristiyan Siyonizmi), Siyonist hareketin zemin bulmasında ve İngiliz/Amerikan yönetimleri tarafından desteklenmesinde önemli rolü olduğunu vurgulamak gerekir. Bu husus, ileride ayrıca incelenecektir.
Filistin’de İngiliz Manda Yönetimi kurulmasından sonraki çeyrek yüzyıl boyunca, Bölge’de, Yahûdiler ile ─Yahûdi göçünün durdurulmasını, Yahûdilere toprak satışının engellenmesini ve millî bir Arap hükûmetinin kurulmasını sağlamaya çalışan─ Araplar arasında şiddetli çatışmalar yaşanmıştır. İngilizler, zaman zaman Arapları teskin etmeye yönelik taktik girişimlerde bulunsalar da[46], Filistin’deki Yahûdi varlığı ve etkisi artmaya devam etmiştir. 29 Kasım 1947 târihinde BM Genel Kurulu’nda kabûl edilen “taksim kararı” ile de, nüfusun üçte birini oluşturmalarına ve toprağın yalnızca yüzde 7’sine sâhip olmalarına rağmen, Filistin topraklarının yarısından fazlası (% 56) kurulacak Yahûdi devletine tahsis edilmiştir[47].
14 Mayıs 1948 günü, David Ben Gurion başkanlığında toplanan Musevi Ulusal Konseyi, İngiliz manda yönetiminin bitmesinden birkaç saat önce İsrail Devleti’nin bağımsızlığını ilân etmiş[48] ve Yahûdilerin 2000 yıllık rüyaları gerçeğe dönüşmüştür. İsrail’in kuruluş ilanı şu bildiri ile duyurulmuştur:
“İsrail toprağı Yahudi halkının doğum yeridir. Burada onların ruhları, dinleri ve ulusal kimlikleri oluştu. Burada onlar bağımsızlığa ulaştı, ulusal kültürleri ve evrensel değerleri oluştu. Burada onlar Bible’yi (Kitab-ı Mukaddes –Tevrat) Dünya’ya armağan etti. Eretz – İsrail Yahudi halkının doğum yeridir…”
Şekil 2 – İsrail’in Filistin Topraklarındaki Genişlemesi
Kaynak: http://www.aljazeera.com.tr/haber/israil-1967yi-degil-utanc-duvarini-sinir-istiyor (Erişim: 15.03.2016)
Sonraki Yazı:
b. İsrail Batı’nın Ortadoğu’daki Jandarması (mı)?!
KAYNAKLAR
[1] Tevrat’ın Tekvin kitabının 15. Bab’ında şöyle yazar:
“O günde Rab, Abraham’la ahdedip dedi: Mısır ırmağından büyük ırmağa, Fırat ırmağına kadar bu diyarı, Kenileri ve Kenizzileri ve Kadmonileri ve Hittileri ve Perizzileri ve Refaları ve Amorileri ve Kenanlıları ve Girgaşileri ve Yebusileri senin zürriyetine (soyuna) verdim.”
Tesniye kitabında ise (12:25) aynı “kutsal sınırlar” şöyle çizilir:
“O zaman Rab bütün milletleri önünüzden kovacak ve sizden büyük ve kuvvetli milletlerin mülkünü alacaksınız. Ayak tabanınızın basacağı her yer sizin olacak, sınırınız çölden ve Lübnandan, ırmaktan, Fırat ırmağından garp denizine kadar olacaktır. Önünüzde kimse duramayacak, Allahınız Rab size söylediği gibi, dehşetinizi ve korkunuzu ayak basacağınız bütün diyar üzerine koyacaktır.”
Kaynak: Kitab-ı Mukaddes, Eski ve Yeni Ahit, Kitab-ı Mukaddes Şirketi, İstanbul, 1976
Tevrat’ta tarif edilen bu sınırların, hangi bölgeleri kapsadığı Israel Shahak tarafından şöyle açıklanır:
“İsrail Toprakları’nın Tevratsal sınırlarını gösteren farklı haritalar içinde en büyük sınırlara sahip olan versiyon, şu bölgeleri içine alır: Güneyde tüm Sina Yarımadası ve buna ek olarak Kuzey Mısır’ın Kahire’ye kadar uzanan bir parçası; doğuda, Ürdün’ün tamamı ve Suudi Arabistan’ın kuzey bölgesi; Kuveyt’in tümü ve Irak’ın çok büyük bir bölümü; kuzeyde Lübnan’ın ve Suriye’nin tamamı ve buna ek olarak Türkiye’nin Van Gölü’ne kadar uzanan büyük bir parçası; ve batıda Kıbrıs. Bu sınırlar hakkında yapılmış çok geniş kapsamlı araştırmalar, devlet desteğiyle, atlaslara, kitaplara ve makalelere dökülmekte ve okullarda bu sınırların propagandası yapılmaktadır. Başta Gush Emunim olmak üzere kimi etkili dini gruplar, söz konusu coğrafyanın İsrail tarafından fethedilmesini istemekle kalmamakta, bu fethin ilahi bir emir olduğuna inanmaktadırlar.”
Kaynak: Israel SHAHAK, Yahudi Tarihi Yahudi Dini, Çevirmen: Ahmet Emin DAĞ, Ağaç Kitabevi, 4. Baskı, 2010, ISBN 9756628324, Sf. 29-30
[2] Ali BALCI, İsrail Sorunu: Ortadoğu’nun Gordion Düğümü, Dünya Çatışmaları: Çatışma Bölgeleri ve Konuları, Kemal İnat, Burhanettin Duran ve Muhittin Ataman (Edt.), Nobel Publications, İstanbul, 2010, ss. 99-164
[3] Sedat KIZILOĞLU, İsrail Devleti’nin Kuruluşuna Kadar Geçen Süreçte Yahüdiler ve Siyonizm’in Gelişimi, Kırıkkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Yıl 2012 , Cilt 2 , Sayı 1, Sf. 35-64
[4] İlyas KARA, HAMAS: Bir Direnişin Perde Arkası, RA Yayıncılık, İstanbul, 2006, Sf. 13
[5] Sedat KIZILOĞLU, a.g.m.
[6] Geniş bilgi için bkz. Bernard LEWİS, İslám Dünyâsında Yahûdiler, Çeviren: Bahadır Sina ŞENER, Yayına hazırlayan: Mete TUNÇAY, İmge Kitabevi Yayınları, ISBN, 975-533-143-3, 1. Baskı, Nisan-1996,
[7] Süleyman KOCABAŞ, Vaat Edilmiş Toprak Filistin İçin Mücadele; Türkiye ve Siyonizm, Vatan Yayınları, İstanbul, 1987, Sf. 35-37
[8] Kevin Alan BROOK, Doğu Avrupa Yahudilerinin Kökeni, Karadeniz Araştırmaları, Sayı 6 (Yaz 2005), s.1-23. (Anılan makalede, Hazarlar hakkında genel olarak şu kaynaklara bakılması tavsiye edilmiştir; Kevin Alan Brook, Hazar Yahudileri (İstan¬bul, 2005), ve Douglas M. Dunlop, The History of the Jewish Khazars (New York, 1967). Hazarların Museviliğe geçişi hk. bkz. Peter B. Golden, “Hazarlar ve Musevi¬lik” Hazarlar ve Musevilik, der. O. Karatay (Çorum, 2005), s.23-64, ve Kevin Alan Brook, “Khazars and Judaism,” The Encyclopaedia of Judaism, C.4, yay. Jacob Neusner, Alan J. Avery-Peck, William Scott-Green (Leiden, 2003), s.1821-1832.
[9] Holokost Ansiklopedisi, “Getto”, https://www.ushmm.org/wlc/tr/article.php?ModuleId=10005059, Erişim: 15.02.2016
[10] Sara YANAROCAK, Haçların Gölgesinde Aşkenaz – 2, Şalom, 9 Ocak 2008
[11] Abdurrahman KÜÇÜK ve Günay TÜMER, Dinler Tarihi, Ocak Yayınları, Ankara, 1988, Sf. 110
[12] Adnan GÜRİZ, Avrupa’da Reform Hareketi ve Mülkiyet Sorunu, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 1968, Cilt 25, Sayı 1-2, ss. 237-272
[13] Abdil KARAKUŞ, İslam Hukuk Kaynaklarındaki Faiz Kavramının Modern Ekonomi Bağlamında Yeniden Değerlendirilmesi, YLT, KSİÜ SBE, Kahramanmaraş, 2006, Sf. 17; Kürsat Haldun AKALIN, Orta Çağ Avrupa’sındaki Tefecilik Yasağına Eski Ahit Metinlerinin Etkileri, Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2011-2, Sayı: 23, Sf.
[14] “Para veya faizli olarak verilen herhangi bir şeyle kardeşine borç vermeyeceksin.” “Yabancılar için faizle borç verebilirsin. Lakin kardeşine faizle borç veremezsin.” (Tensiye, 23/19,20).Bkz. Ali Osman ATEŞ, İslam’a Göre Cahileye ve Ehl-i Kitap Örf ve Adetleri, Beyan Yayınları, İstanbul, 1996, Sf. 494;,
[15] https://tr.wikipedia.org/wiki/Yahudi_tarihi
[16] Antisemitizm: Yahûdi karşıtlığı, Bkz. Bülent ŞENAY, Yahudi-Hıristiyan İlişkileri Tarihi ve Anti-Semitizm-Oryantalizm İlişkisi, T.C. Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 11, Sayı:2, 2002 ss. 117-146
[17] Sedat KIZILOĞLU, a.g.m.,
[18] H. Bayram SOY, “Birinci Dünya Savaşı’ndan İkinci Irak Savaşına Orta Doğu, DOGU BATI, Düşünce Dergisi, Yıl: 10, 5ayı: 41, “Mayıs, Haziran, Temmuz”, 2007 , ISSN: 1303-242, Sf. 117-146
[19] İsmail Vural, Evanjelizm, Karakutu Yayınları, İstanbul, 2005, s. 89
[20] Ömer TURAN, Medeniyetlerin Çatıştığı Nokta Ortadoğu, Yeni Şafak Gazetesi Yayınları, İstanbul, 2003, Sf.155
[21] Sedat KIZILOĞLU, a.g.m.,
[22] Sedat KIZILOĞLU, a.g.m.,
[23] İlyas KARA, a.g.e., Sf. 15
[24] Sedat KIZILOĞLU, a.g.m.
[25] H. Bayram SOY, a.g.m.,
[26] Sedat KIZILOĞLU, a.g.m.,
[27] Süleyman KOCABAŞ, a.g.m.
[28] Theodor Herzl’in, Filistin’e Yahudilerin yerleşmesi için II. Abdülhamit’i ikna etmek üzere 1896 ile 1902 yılları arasında İstanbul’a beş sefer yapmış olduğu, belirtilmektedir. Herzl, 27 Ağustos 1897 tarihinde İsviçre’nin Basel kentinde üç gün sürecek olan, Birinci Siyonist Kongresi’ni toplamayı başardı. Bu kongrede, “amaçlar, bu amaçlara ulaşmak için gerekli araçlar ve bu araçları kullanacak bir yürütme heyeti” belirlendi ve Dünya Siyonist Teşkilatı’nın temeli atıldı; başkanlığına da Theodor Herzl getirildi (Kaynak: Mim Kemál ÖKE, Siyonizm’den Uygarlık Çatışmasına Filistin Sorunu, Ufuk Kitapları, İstanbul, 2002: 41-45) Kongrenin bitiminden üç gün sonra, Herzl anı defterine şunları yazmıştır: “Ben Basel’de bir Yahudi devleti tesis ettim. Ben bunu bugün yüksek sesle söylesem bütün dünyadan bir kahkaha tufanı yükselir. Fakat bundan beş sene sonra belki elli sene sonra ise muhakkak herkes bunun böyle olduğunu anlayacaktır.” (Kaynak: Ergun GÖZE, Siyonizmin Kurucusu Theodor Herzl’in Hatıraları ve Sultan Abdülhamit, İstanbul: Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1995, Sf. 54)..
[29] İngiltere Dışişleri Bakanı Arthur James Balfour, 2 Kasım 1917 târihinde İngiltere Siyonist Dernekleri Başkanı Lord Rothschild’e gönderdiği ve daha sonra Balfour Deklarasyonu olarak isimlendirilecek mektupta şunları söylemekteydi :
Saygıdeğer Lord Rothschild;
Yahudilerin Siyonist özlemlerine sempatisini dile getiren aşağıdaki deklarasyonun Kabine’ye sunulmuş ve onun tarafından onanmış olduğunu, Majestelerinin hükümeti adına size bildirmekten mutluluk duyuyorum; Majestelerinin hükümeti, Filistin’de Yahudi halkı için bir ulusal yurt kurulmasına olumlu bakmaktadır ve Filistin’de bulunan Yahudi olmayan toplulukların yurttaş ve dinsel haklarına ya da herhangi bir başka ülkedeki Yahudilerin sahip oldukları haklara ve siyasal statüye zarar verebilecek herhangi bir şeyin yapılmaması kaydıyla bu hedefe erişilmesi için elinden gelen tüm çabaları harcayacaktır. Bu deklarasyonu Siyonist Federasyonun bilgisine sunarsanız, size minnettar olacağım. Saygılarımla, (Kaynak: Süleyman KOCABAŞ, a.g.m.)
[30] John Hubers, “Christian Zionism: A Historical Analysis And Critique”, Erişim: http://images.rca.org/docs/synod/ChristianZionism.pdf (18 Şubat 2016).
[31] Sedat KIZILOĞLU, a.g.m.,
[32] Ali BALCI, a.g.m.
[33] Fred J. Khouri, Arab-Israeli Dilemma, Syracuse University Press, New York: 1985, s. 4; Ian J. Bickerton ve Carla L. Klausner, A Concise History of the Arab-Israeli Conflict, Printice Hall, London: 1998, s. 24; Walter Laqueur, A History of Zionism, From the French Revolution to the Establishment of the State of Israel, Schocken Books, New York: 2003, ss. 103–108 (Nakleden: Ali BALCI, İsrail Sorunu: Ortadoğu’nun Gordion Düğümü, Dünya Çatışmaları: Çatışma Bölgeleri ve Konuları, Kemal İnat, Burhanettin Duran ve Muhittin Ataman (Edt.), Nobel Publications, İstanbul, 2010, ss. 99-164) Ayrıca bkz. Donald M. Lewis, The Origins of Christian Zionism: Lord Shaftsbury and Evangelical Support for a Jewish Homeland, Cambridge University Press, UK, 2009, s. 2.
[34] Ali BALCI, a.g.m.
[35] Türkkaya ATAÖV, “Filistin Sorununun Ardındaki Gerçek: İsrail’in Kuruluşuna Kadar”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Cilt: XXV, No: 3, Eylül 1970, s. 59-60; Tayyar Arı, Geçmişten Günümüze Ortadoğu, Siyaset, Savaş ve Diplomasi, Alfa Yayınları, İstanbul: 2004, s. 121; Bu dönemde Alman hükümeti ve Siyonistler arasındaki ilişkiler için bkz. Leonard Stein, “Contacts Between German Zionist Leaders and the German Government During World War I”, From Haven to Conquest, Readings in Zionism and the Palestine Problem until 1948, Walid Khalidi (Edt.), The Institute for Palestine Studies, Beirut: 1971, ss. 153-163
[36] Fred J. Khouri, Arab-Israeli Dilemma, Syracuse University Press, New York: 1985 s. 5; Ian J. Bickerton ve Carla L. Klausner, A Concise History of the Arab-Israeli Conflict, Printice Hall, London: 1998, s. 122; Sydney D. Bailey, Four Arab-Israeli Wars and the Peace Process, McMillan Press, London: 1990, age, s. 40 (Nakleden, Ali BALCI, a.g.m.)
[37] Sedat KIZILOĞLU, a.g.e.,
[38] Sedat KIZILOĞLU, a.g.e.,
[39] Justin McCharty, The Population of Palestine, History and Statistics of the Late Ottoman Period and Mandate, Colombia University Press, New York: 1990, age, s. 37; Mark Tessler, A History of the Israeli-Palestinian Conflict, Indiana University Press, Bloomington: 1994, s. 124 age, s. 266; İsraillilere ait Filistin topraklarının 1922’de 594.000 dönüm ve 1939’da 1.533.000 dönüm olduğuna ilişkin bkz. Fred J. Khouri, Arab-Israeli Dilemma, Syracuse University Press, New York: 1985, s. 18 (Nakleden: Ali BALCI, a.g.m.)
[40] Fred J. Khouri, Arab-Israeli Dilemma, Syracuse University Press, New York: 1985, Sf. 11 (Nakleden: Ali BALCI, a.g.m.)
[41] Sedat KIZILOĞLU, a.g.e.,
[42] Salâhi Ramadan SONYEL, Minorities and Destruction of Otoman Empire, Ankara, 1993, Sf. 229 (15 Eylül 1857 tarihinde Filistin’deki İngiliz Konsolosunun Lord Clarendon’a gönderdiği bir raporunda; Yahudilerin bölgeye yerleşmek için fırsat kolladıkları ve bölge üzerinde tarihsel ve dini hak iddialarına sahip olduklarının altı çizilmektedir. Bu amaçla, Yahudilerin Filistin’e göçünün ve bu bölgede yerleşerek tarımsal-ticari faaliyetlerde bulunmalarının İngiliz hükümetince teşvik edilmesi gerektiğini belirtmektedir. Böylece, Filistin ve Kudüs’teki Türk otoritesine çok zarar verilebileceği vurgulanmaktadır. Ayrıca Clarendon, raporunda; Rusların toprak satın alma yoluyla sessizce bölgeye sızdıklarını, Rus yerleşme ve toprak satın alma faaliyetlerinin dikkatle takip edilmesi gerekliliği üzerinde de durmuştur (PRO, FO 391/4). Bkz. Esra SARIKOYUNCU DEĞERLİ, İngiltere’nin Doğu (Şark) Politikası (1882-1914), AKADEMİK BAKIŞ, Uluslararası Hakemli Sosyal Bilimler E‐Dergisi, ISSN:1694 – 528X Sayı: 14 Nisan – 2008)
[43] Fahir ARMAOĞLU, Filistin Meselesi ve Arap İsrail Savaşları (1948-1988), İş Bankası Yayınları, Ankara, 1994, Sf. 37
[44] Sedat KIZILOĞLU, a.g.e
[45] Mim Kemál ÖKE, Kutsal Topraklarda Masonlar, İhanetler, Komplolar, Siyonistler, Aldanmalar, İstanbul: Çağ Yayınları, 1990, Sf. 290-304
[46] 1930 Ekim ayında yayımlanan Passfield Beyaz Kitabı (Passfield White Paper) bu minválde değerlendirmek mümkündür. Bkz. Tayyar ARI, Geçmişten Günümüze Ortadoğu, Siyaset Savaş ve Diplomasi, Alfa Yayınları, İstanbul, 2005, Sf. 209. Siyonizm’i emperyalizm olarak gören ve sosyalist olan Lord Passfield bu raporunda Arap-Yahudi işbirliğine dayanan bir yönetimi tavsiye etmekte ve Yahudilere ─göç ve toprak satışı konusunda─ sınırlama getirilmesini tavsiye etmektedir Bkz. Süleyman ÖZMEN, İsrail ve Etnik Dini Çatışmalar, İstanbul: IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2006, Sf. 171
[47] Türkkaya ATAÖV, “Filistin Sorununun Ardındaki Gerçek: İsrail’in Kuruluşuna Kadar”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Cilt: XXV, No: 3, Eylül 1970, ss. 59–60
[48] Ömer TURAN, Medeniyetlerin Çatıştığı Nokta Ortadoğu, İstanbul: Yeni Şafak Gazetesi Yayınları, İstanbul, 2003, Sf. 179