Küresel Emperyalizm İle İşbirliği Yapan İslam ve Millet Düşmanları

Ayet ve hadisler diyor ki; şu kölelik ve cariyeliği şimdilik bir hukuk elbisesi içine sokayım (çünkü en büyük zulüm hukuksuzluktur. En kötü hukuk, hukuksuzluktan iyidir) sen onu yavaş yavaş lağvet. Bu dine layık olmayı başardıkça köleliği kaldır. Bizimki nasıl anlamış; bak hukuku bile var, köle bizim hakkımız. Kölelik artarak devam. Cariyelik de…

*****

Prof.Dr. Yumni SEZEN

Türkiye dahil, İslam dünyası bu noktaya niye geldi? Nasıl geldi? Çok sebep sayabilirsiniz ama, belli başlıları şunlar değil midir:

1.  Bilim ve Teknikte durgunluk

2.  Gücü dışarıya kaptırmak

3.  İslam’ı doğru dürüst anlayamamak

Üçüncüsü diğer ikisinin de sebebi olabileceğinden, buraya odaklanmak gerekir. Eğer Türk insanını ve diğer müslüman kavim insanlarını, diğerlerine göre zekâsı kıt, kabiliyetsiz, ahlaksız, benlik ve şahsiyetten, azim ve iradeden yoksun görmeyeceksek, yani meseleyi ferdî farklılıklardaki zaaf ve gerilikler üzerine bina etmeyeceksek, böyle bir ana sebebe dikkatimizin çekilmesi gerekir. Yoksa mevcut durumu izahta saçmalar dururuz.

İslam anlayışımız gibi bir ana sebebin içine artık cehaleti, batıl itikatları, dünya-ahiret dengesini kuramamayı, eşyaya verilen yanlış değeri, geçmişle ilgiyi yanlış kurmayı, eğitim sistemini, bilen-bilmeyen, usta-çırak ilişkisindeki garabetleri, daha pek çok şeyi sıkıştırabilirsiniz.

Konu geniş olduğu için, tasnife, yani kategorileştirmeye başvurmalıyız.

İslamı neden iyi anlayamadık ve iyi uygulayamadık. Maddi-manevi dünyamıza neden rehber, düzenleyici, iyileştirici kılamadık?

1.            Ayetler iyi anlaşılıp doğru değerlendirilmemiştir.

2.            İslam’ın ilke ve hedefleri iyi anlaşılmamış, doğru değerlendirilmemiştir.

3.            Hadis uydurma sahtekârlığına başvurulmuştur.

4.            Takva züht ile özdeşleştirilmiş, züht ve takva diye birlikte kullanılmıştır.

5.            Kadere iman doğru anlaşılmamıştır.

6.            İslam siyasîleştirilmiş, “Siyasî İslam” ekolüne geniş kapı açılmıştır. Devlet iyi anlaşılmamış, doğru değerlendirilmemiştir.

7.            Fıkıh kendi çerçevesini aşmış, gayesinin ötesine geçmiştir.

8.            Fıkhın durumuna ve İslamın siyasileşmesine tepki olarak doğan ve giderek eğitimi, özel olarak halkın eğitimini üzerine alan sufi düşünce ve uygulaması (tarikatlar, tekkeler, cemaatler v.b.) da yer yer çizgi ötesine geçmiş, İslamdan uzaklaşma kervanına katılmıştır.

Bunların tafsilatına girecek zamanımız olmayacak ama bazı örneklendirmelerle bir miktar izahata çalışacağım. Şimdilik bunu da bir tarafta bekletip, başlığa dönelim. Madde madde saydığımız anlayışsızlıklara boğulduğu halde, kendilerinde birşeyler vehmedip, topluma hâkim olmak isteyenler, dinin kendisine ve gerçek maneviyatın feyzine, bilerek-bilmeyerek düşmanlık etmeye başlamışlar, birçok şeyi başkalaştırmaya çalışmışlar, küresel emperyalizmle, Türk ve İslam düşmanlarıyla çekinmeden işbirliğine girmişlerdir. Tarihte de bunun örnekleri vardır ama Türkiye’de yaşanan son örnek bunu açıklamaya yeter. müslümanı öldüren, öldürmeye devam etmeye aday, İslamı tekeline almaya kalkmış, millî olan herşeye düşman, sinsiliği, kandırmayı, takiyeyi metot olarak benimsemiş, küresel güçlere sığınan, topladıkları paralarla ideolojik ve siyasi saltanat kuran, o paraları hiç çekinmeden küresel güçlerin mabetlerine aktarabilen (kiliseye 2 milyon dolar v.s.) kişi ve ekipler Türkiye’yi ne hallere düşürmüşlerdir.

Dönelim bunlara sebep, “anlama”, daha doğrusu “anlamama” meselesine.

Ayet ve hadisler diyor ki; şu kölelik ve cariyeliği şimdilik bir hukuk elbisesi içine sokayım (çünkü en büyük zulüm hukuksuzluktur. En kötü hukuk, hukuksuzluktan iyidir) sen onu yavaş yavaş lağvet. Bu dine layık olmayı başardıkça köleliği kaldır. Bizimki nasıl anlamış; bak hukuku bile var, köle bizim hakkımız. Kölelik artarak devam. Cariyelik de…

Ayet ve hadisler diyor ki; paylaşın. Bizimki ne diyor; bende oldukça, olmayana veririm, olur biter. Tamam da, din sana diyor ki; paylaşma düzenini kur. Ayet ve hadisler zekâtı bir vergi olarak sana öğretmiş. Ama senin işine gelmemiş, keyfi bir iş olarak almışsın. Vermezsem ahirette cezaya muhatap olurum, ama bir af olabilir. Zekatın bir devlet işi olduğu, ilk günden itibaren uygulandığı halde, işine gelmemiş. Bugün kapitalist sistemde zekât uygulaması gibi. Bu durumda zekât verecek fakir, mutlaka toplumda bulundurulmalıdır. Aksi halde bu ibadeti nasıl yerine getireceksin. Fakir olmalı ki vereyim. O halde daima bir miktar fakir bulunmalı. Yoksa bu ibadeti yerine getiremem. Hedef bu mu? İslam bunu mu istemiştir?

İslam diyor ki genel çerçevede ve ilk yaratma ânında Allah dilemedikçe hiçbir şey olmaz. Sonra? Sonra sen istedikçe Allah yaratır. Burada sorumluluk sana aittir. Allah dilemedikçe sen dileyemezsin demek, Allah senin iradeni de yaratmış, istediği de seni iradeni kullanman olmuştur. Senin kullanmanı istediği iradeni yaratmayı istemiştir. Aksi taktirde sen robot halinde bir varlık olursun. Robota ceza vermek olur mu? O ne diyor: Allah zâlim değildir.

İslam sana demiş ki dünya ve ahiret dengesini kur. Gaye ahiret olabilir. Ama oraya buradan geçerek gidiyorsun. Seni doğruca oraya götürmüyor. Bir sınav meydanından geçerek gidiyorsun. O halde bu dünyanın kıymetini bil. Onun gereklerini yap. “Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmişsin gibi ahiret için çalış.” Bu mahareti gösterememişsin. Çünkü meseleyi anlayamamışsın. Bir “zühd” tutturmuşsun. Onu da takva zannetmişsin. Aslında zühd dünyayı terketmek değildir. Dünyaya taparlığı reddetmektir, terketmektir. Sen dünyayı terk diye anlamışsın. Bütün dinamizm durmuş. Sonra da tutup suçu hep başkalarına atmışsın.

Siyaset ve iktidar hırsı, gelmiş İslamı kendisine bağlamış, alet etmiş, üç halifeyi şehit etmiş, Hz. Hüseyin’i ve çevresini şehit etmiş, İslam düşüncesini, imanını ve dünyasını 2 parçaya bölmüş, sonra daha da bölmeye devam etmiş, bunlara kapılıp gitmişsin. Siyasetle din birbirinden ayırdedilemez hale gelmiş. İslam siyasete ilke ve hedefler vermeliyken (ki vermiştir), siyaset İslamiyeti adeta esir almıştır. İslam da böylece siyasileşmiştir. Buradaki bütün aksilikler, yanlışlıklar, rezillikler sonunda haksızca, vicdansızca dine fatura edilmiştir.

Fıkıh, gittikçe kendi sınırlarını aşmış, lüzumlu-lüzumsuz bilgi ve hükümlerle bezenmiş, müslümanı bezdirmiştir. Tek başına İslamın yerine geçmiş, ilke ve hedefleri unutturmuştur. Artık, namazda iki bacağınız arasındaki mesafenin kaç santim olması gerektiğini, elleri göbeğin tam üstünde mi tutulması gerektiğini, orucun acılı çiğ köfteyle açılıp açılamayacağını, ağzınızda kaplama diş varsa, abdestinizin geçerli olup olmayacağını bir bilene sormak zorundasınız. İslam, hayatın her problemine, her sorusuna çare bulmak, cevap vermek durumundadır ve buna gücü yeter ama, ilke ve gayeler heder olduktan, hedefler unutulduktan sonra neye yarar?

İşte bu durumlar, yani yanlış siyaset-din ilişkisi, zenginlerin fakirleri ezmeye devam etmesi, fıkhın teferruatı, bir kısım müslüman düşünürleri ve çilekeşleri, bir gönül eğitimi yapmak, manevi iklimi geliştirmek, ahlakı hakim kılmak yoluna itmiş, sufi düşünce, tasavvuf felsefesi, bunun uygulama alanı tarikatlar, cemaatler, tekkeler, zaviyeler şeklinde müminin kalbini aydınlatmak istemişlerdir. Yer yer yeni bir İslamî eğitim açılımı başlamıştır. Musikimiz bu odaklarca bir güzel geliştirilmiştir. Fakat bu noktalarda kalsa, insanları, özellikle halkı eğitip parıldatsa ne güzel. Az da olsa bunu yapanlar olmuş. Fakat çoğu, çizgiyi aşmış, İslam dünyasının başına ne belalar açmıştır. Niçin bu haldeyiz’in cevabını bir de bu ekiplere bakarak değerlendiriniz. İslamın “orta yol”, “vasat ümmet”, “aşırılıktan kaçının” dediği yerde hiç durur muyuz? İslam alkolü, sekr (sarhoşluk) verdiği için yasakladığı halde, sarhoşluğu bizzat din anlayışıyla, düşünce sapmalarıyla yaşayanlar olmuştur. Artık bu sarhoşluk mudur? Bilmiyorum. Kolayımıza geldiği için böyle diyoruz.

Ne demiş adam: “Öyle bir denize daldım ki, Peygamberler onun sahilinde kaldılar.”

“Benim sancağım Muhammedinkinden büyüktür. Altında cinler, insanlar ve bütün peygamberler bulunmaktadır.”

F. Gülen’in “Kâinat İmamı” oluşu böyle birşey herhalde. Tarihteki Kutbu’l-Aktâb’lara, Gavs-ı Azamlara ve onların tasarruflarına benziyor. Çünkü onlar kâinatta tasavvufta bulunduklarını söylerlerdi.

Bu adamlar kendilerinin yazdıkları için ne dediler: O, alemlerin Rabbinden gelen yerden gelmiştir. “Söylediklerim, yazdıklarımın önünden ardından batıl gelmez.” “Yazdıklarımın hepsi imla-yı ilahiye, ilka-yı Rabbaniye ve nefes-i ruhaniye desteklidir. Bilgilerimiz ilahı vahiydir. Akıl ve fikir ürünü değildir.” “Bir lâyemütun eserinden fışkıran kerametli bir Nûrum.”

“Yazdırıldı.”

“Yazılmasına izin verilmedi.”

“İradem dışında olarak uzun yazdırıldı.”

İnsan ile Allahı, Allah ile herşeyi birleştirirler. “Alemde senin dışında olan birşey yoktur. Her istediğini kendinden iste. Çünkü herşey sensin.”

Peki o zaman yaratmayı, duayı v.b. nasıl anlayacağız. Sorumluluğu, hesaba çekilmeyi, cezayı, mükâfatı nasıl anlamalıyız? Hepsi yalan mı?

Ne diyorlar: “Bütün peygamberler ve veliler, Allahın bütün sıfatlarına sahiptir, O’nun bir diğer süretinden ibarettirler.”

“Hak, vücudun (görünen bilinen varlığın) aynıdır.”

İlahi aşktan bahsedilip durulur. Kur’an’da ve hadislerde hiç geçmeyen aşk (ilahi aşk) kelimesidir. Sevgi, saygı, itaat, Allah için hangisi uygun? Aşk dahil, hepsinde de mesafe var. Aşık olunan, sevilen, saygı gösterilen, itaat edilen ile bunları yapan arasında bir mesafe var, bir ayrılık var demektir. “Aynı olma” olsaydı, bu kavramların hiçbiri kullanılamazdı. en-Nurî diyen bir sûfi, ben Allaha aşığım, o da bana, diyor. Bu saçmalığı kabul etsek bile özdeşlik değil, ayrılıktan bahsetmiş oluyor. Karşılıklı aşk. Öbür taraftan enel-hak (Ben hakkım, ben Allahım) diyorlar ve böylece çelişkiye düşüyorlar. Bu durumda kim kime ibadet edecek, ahirete indikal edecek kim ve ne? Adalet ile zulüm farkı ne? Bu, işin felsefe, metafizik, teolojik, kelamî, ne derseniz deyin, işin bu tarafı. Bir de şuna bakın: Pislikte (necasette) yaşayan kurtlar, barsak solucanları ve meyve kurtları, suyun içine düşmüş olsa, bunlar temiz olduğu için böyle sularla abdest, gusül alınabilir. Fakat kadının artığı suyu yabancı bir erkeğin içmesi, onun ağzından lezzet-şehvet alacağı için mekruhtur. Erkeğin içtiğinin artığı da aynı şey olur. Yabancı kadın içemez.(*)

Daha sayısız hükümlerle müslümanı seks manyağı yaptılar. Bunlar İslam değildir. İslamın ilke ve hedeflerini unutturmaktan başka bir işe yaramaz. İkinci, üçüncü bir din yarattılar. Paralel din yarattılar. Din içinde din, din üstünde din, özelleştirilmiş bir din yarattılar. Adına ne derseniz deyin, bunlar İslam değildir. Aracı ilahlar yarattılar. Kula kulluk oluşturdular. Yoga’ya benzer “Rabıta” diye bir ibadet şekli uydurdular. “Yetiş ya şeyh!” söylemek istediklerimizi anlamaya yeter. Oysa, halkın dinî duygularını pekiştirmek, bilgilerini arttırmak, gönüllerini ferahlatmak, tedirginliklerini ve kuşkularını gidermek, daha ahlaklı kılmak seviyesinde kalsalardı, tarikatlar, tekkeler, zaviyeler böyle bir görevi ifa etseler ve hadlerini bilselerdi, daha iyi olmaz mıydı? Pek azı müstesna, hadlerini bilmemişler, sınır ötesine geçmişler, Allah ile ortaklığa girişmişlerdir. Böyle olunca dinamizm kaybolmuş, sefil bir hayat başlamış, Karun kadar zengin ile aç sefil farkı büyümüş, dilencilik artmıştır. Artık bilime ve teknolojiye ayıracak zaman mı kalır? Din artık Karl Marx’ın dediği “afyon” olur çıkar. Beyinleri böyle bir anlayışla uyuşturulmuş kimseler arasından hainler, emperyalist güçlerle işbirliği yapan din ve millet düşmanları neden çıkmasın.

————————————————————-

(*) Bu konularda daha geniş bilgi için bkz Birgivi, Tarikat-ı Muhammediye; İmam Rabbani, Mektubat; H.Hilmi Işık, Saadet-i Ebediye; Kuşeyri,  Risale; Muhyiddin İbn. Arabî,  Füsusu’l – Hikem; Said Nursi, çeşitli Risale ve kitaplar; Saadettin Mersin,  İslamın Pavlusları

—————————-

Yeniçağ / 21 Kasım 2016

 

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen