Prof.Dr. Feyzullah EROĞLU[i]
Harcama kültürü ise maddi ve somut anlamda bir ihtiyacın algılanması, algılanan ihtiyacın karşılanmasında kullanılmak amacıyla insanlar tarafından imal edilmiş olan her türlü mal ve hizmetin satın alınması bağlamında gerçekleştirilmiş olan işlemlerin ve etkinliklerin tümüdür. Bundan başka, “harcamak” fiilinin her türlü etkinliğinin yürütülmesi sırasında, insanların başvurdukları bütün mali ve parasal işlemleri, harcama kültürü kapsamında düşünmek gerekir. Her kültür ve medeniyet çevresinin, birçok konuda olduğu gibi, harcama kültürü bakımından farklı bakış açısı ve dünya görüşü vardır. Geleneksel kültür ve medeniyetlerde, harcama ve tüketim eylemleri ile bu etkinliklere konu olan her türlü eşya, alet ve gereç, gördükleri iş ve sağladıkları hizmet açısından ihtiyaçları doyurucu bir araç rolünü oynamakta ve işlevsel bir anlam taşımaktadır. Ancak, modernleşme sürecinin sanayileşme ve kapitalistleşme pratiğinde, harcama kültürünün yeri ve her türlü eşyanın rolü, biraz daha genişleyerek, günlük hayatın içinde daha fazla ön plana çıkmıştır (Bilgin,1991, 31-34). Bu çerçevede, temelinde Batı kültür ve medeniyet algısı bulunan modernleşme, harcama ve tüketim eylemleri ile bu etkinliklere konu olan her türlü eşyaya, temel ihtiyaçların doyurulmasının dışında, psiko-sosyal bir takım anlamlar da yüklemiş bulunmaktadır.
2- Türk-İslam Medeniyetinde Harcama Kültürü
Türk-İslam medeniyetinin harcama ve tüketime dair dünya görüşü, insanın yaşamasını ve yaşatılmasını esas alan bir ölçülülük ve denge çerçevesinde şekillenmiştir. Türk töresinin temel davranış kalıplarından birsi de, “üleşmek” geleneğidir. Buna göre, her Türk ferdi ve ailesi, kendisinin sahip olduğu imkân ve kazanç ile her türlü yiyecek ve nimeti, mutlaka komşular ve diğer yakınlar arasında paylaşmalıdır. Bu bağlamda, sanayileşme kentleşmenin ortaya koyduğu sosyal çözülme ve toplumsal yabancılaşmaya rağmen, şimdiki zamanda dahi, “adakların” ve evde pişen yemeklerden belirli bir payın “ülüş” adıyla çevreye dağıtılması, Türk olmanın temel vasıflarından biri sayılır. Bundan başka, Eski Türkler, “yağmalı toylar”, “başakçılık”, “düğün ve doğum gelenekleri”, “hayır yemekleri” ve birçok sosyal hadiselerdeki mali yardımlaşmalar şeklindeki dayanışma örnekleriyle bir sosyal paylaşım kültürü yaratmışlardır (Eroğlu,2009, 273-274). İslami öğretiye göre ise insanlar, “yemeli, içmeli; asla, israf etmemelidir. Çünkü, Allah, israf edenleri sevmez” (En’am,141 ; Araf, 31). Müslümanlar, çalışmalı, üretmeli ve meşru yollardan kazanmalı; kazancını ve gelirini, başta kendi ailesi, annesi – babası ve yakınları olmak üzere, yoksulları, yolcuları ve açları doyurmalı; hatta açları doyurmayı, başkalarını doyurmayı da teşvik etmelidir (İsra, 26). Müslümanlar, kendilerinin ve yakınlarının temel ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra, “Bu dünyadan, nasibini unutmadan, tıpkı Allah’ın kendilerine iyilik etmiş olduğu gibi, kendileri de başka insanlara ihsanda bulunmalıdır” (Kasas, 77). “Komşusu aç iken, asla kendisi de tok yatmamalıdır” (Hz. Muhammed S.A.V. ). Bu çerçevede, gelirin harcanması ve ihtiyaçların giderilmesi bakımından, Türk töresi ile İslami öğretinin hedef ve istikameti, büyük ölçüde birbiriyle örtüşmektedir: sahip olunan zenginlik ve imkânlar, belirli bir zümrenin denetiminde sadece onlara menfaat sağlamak yerine, mutlaka diğer sosyal kesim ve gruplar ile çeşitli vesilelerle paylaşılmalıdır.
Türk-İslam medeniyetinin, hem kazanma kültürünün, hem de harcama kültürünün, meşruiyet ilkeleri ve sınırları içerisinde gerçekleştirilme zorunluluğu vardır. Bu medeniyet çerçevesinde hareket eden insanlar, kendi gelir ve diğer varlıklarını, sadece gerçek ve temel ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik bir maksat dâhilinde harcayabilirler. Hiç bir Müslüman, kendi gelir ve diğer varlıklarını, gösteriş ve lüks maksadıyla harcama keyfine ve toplumun zararına olacak şekilde bir kaynak kullanma serbestliğine sahip değildir. Çünkü, “yeryüzünde ve gökyüzünde ne varsa, hepsinin sahibi Allah’tır” (Bakara,107). İnsanlar, meşruiyet içerisinde kazanmak kaydıyla bu mal ve servetin emanetçisidirler ve ancak bunların yönetiminden sorumludurlar. İsraf ve lüzumsuz harcama yapan, yani doğrudan ihtiyaç olmadığı halde bir takım şeyler satın alan kişi, ya sadece harcama keyfini tatmak için yapıyordur ya da böyle bir harcama ile sahip olunacak eşyayı sadece gösteriş maksadıyla elde etmeye çalışıyordur. Her iki hal de, israf yani bir tür taşkınlıktır. İsraf ve taşkınlık ise Allah’ın sevmediği fiillerdir. Çünkü, israf, insanların içerisinde yaşadıkları tabiatı ve toplumu, haksız bir şekilde istismar etmeleridir. İhtiyaçtan daha fazlasını tüketmek olarak israf, bir taraftan Allah’ın sevmediği bir fiili icra etmek olurken, diğer taraftan da üleşmekten ve paylaşmaktan kaçınmaktır.
Türk-İslam medeniyetinin, gelir ve kazanç yönetiminde, mal ve para meşru yollardan kazanıldıktan sonra, öncelikle asli olan zati ve ailevi ihtiyaçlar karşılanır, gerekiyorsa iş ve çalışma hayatına yatırım yapılarak mevcut üretim kapasitesi genişletilir. Bu meşru harcamalardan sonra geriye kalan gelir ve para, altın ve benzer mücevherat olarak yastık altında biriktirilmez, faiz getirisi için bankada tutulmaz, lüks ve ihtişam içerisinde har vurulup harman savrulmaz. ( Böyle durumlarda, zekat ve sadaka verilerek, bu şekildeki para ve servet saklama ve harcama işlemlerinin sevimsizliği telafi edilmeye çalışılır). Her Müslüman, asli ihtiyaçlar ile iş yatırımları dışındaki gelir ve imkanlarını, sırf Allah’ın rızasını kazanma uğruna, “infak” etmeli veya hayır ve iyilik yolunda paylaşmalıdır. Yine, her Müslümanın, kendisine Allah’ın hiçbir karşılık olmaksızın ihsanda bulunması gibi, kendisinin de başka muhtaç insanlara iyilik ve ihsanda bulunması yükümlülüğü vardır. (Kasas, 77) Türk-İslam medeniyeti, İslami öğretinin mal ve mülk ile ilgili ortaya koyduğu temel esaslar ile Türk töresinin kazanma ve harcamaya dair paylaşımcı kültür zeminini bir araya getirmek suretiyle dünya medeniyet sistemleri içinde en dayanışmacı kültür tarzını yaratmış olmaktadır. Fakat, Türk-İslam medeniyetinde ve kültür hayatında, özellikle yaklaşık iki yüz yıldır devam etmekte olan tepeden inmeci, darbeci ve güdümlü Batıcılaştırma hareketleri ( Batıdan dayatılan Tanzimat, Meşrutiyet, İhtilal ve Darbeler ile yine Batı güdümlü seçilmiş siyasetçilerin AB Uyum süreci v.b.g.) ile toplumun kendi içindeki sosyal ve ahlaki çürümüşlük hali, geleneksel medeniyet ekseninde ciddi bir eksen kaymasına yol açmıştır. Türklerin, şimdiki zamanlardaki harcama kültürü, büyük ölçüde kendi geleneksel değer sisteminden koparak, daha çok Batılı harcama anlayışının şekillendirdiği bir davranış modeline doğru yönelmiş durumdadır.
3- Batı Medeniyetinde Harcama Kültürü
Batı hayat tarzını, Batılı evren tasavvuru ve Batı medeniyet algısı şekillendirmektedir. Batılı evren tasavvurunun temel algısı, bu dünyayı evrenin ve hayatın merkezi görürken, insan ve diğer bütün canlılar arasındaki ilişkilerin merkezinde de kişinin kendisi vardır. Bu durumda, tabiatta ve hayattaki her şey, genelde dünyanın, özelde ise “bireyciliğin” etrafında odaklanmaktadır. Bu evren anlayışına ilave olarak, 18. yüzyıldan sonra ortaya çıkan modernleşme sürecinin sanayileşme ve kapitalistleşme olguları, Batılı hayat tarzını, eski zamanlara göre çok daha fazla “eşya düşkünü” ve “tüketim tutkunu” haline dönüştürmüştür. Bu bağlamda, Batı kültür ve medeniyet çerçevesinin harcama kültürü, ne pahasına olursa olsun her şeye “sahip olmak” ve yine ne pahasına olursa olsun her şeyi hızla tüketmek ve hatta yok etmek duygusundan beslenmektedir. Batı medeniyetinin özünü oluşturan modernitenin güçlü etkisine bağlı olarak, Batılı hayat tarzında, özellikle semavi inançların temel amentülerinden biri olan “ahiret” ve “öteki dünya” vurgulaması, hayatın dışına atılmıştır. Çünkü, “aydınlanma” sonrasında Batı medeniyeti, doğrudan görülmeyen ve akıl edilmeyen ya da deney yoluyla kanıtlanmayan her düşünce ve inancı reddetmektedir. Bu durumda, bu dünyanın tam olarak keyfini çıkarmak için ne pahasına olursa olsun, kimin canı yanarsa yansın, durmadan tüketmek ve harcamak “en akıllıca”(!) davranış sayılmaktadır. Batı medeniyetinin, eşyayı, tüketmeyi ve harcamayı “kutsayan” algısıyla örtüşecek şekilde, kapitalist ideoloji de, üretim ve kâr elde etme stratejisini, büyük ölçüde piyasanın toplam talebini sürekli olarak canlı tutmak ve yükseltmek politikasıyla desteklemektedir. İşletme ve firmaların, ürettikleri mal ve hizmetler ne kadar hızlı bir şekilde tüketilirse bunların yerine yenilerinin üretilip satılması da o denli artacak ve kâr musluğu sürekli akacaktır. Bu durumda, insanların, ihtiyaçlarının giderilmesi işlevinin dışında tüketim ve harcama faaliyetleri, başlı başına bir eğlenme, keyif ve haz alma çabaları olarak teşvik edilir. Batı medeniyetinin en son aşaması olan küresel kapitalizm, Batılı hayat tarzına tam olarak sahip olan veya böyle bir hayat tarzının büyük ölçüde etkisi altına girmiş bulunan bütün kültürleri, tam bir “tüketim çılgınlığına” sevk etmiş gibi görünmektedir. Modern-kapitalist hayat tarzında, mal ve hizmet satın almak, alış veriş yapmak, olabildiğince eşyaya sahip olmak ve bütün bunlardan tutku derecesinde haz alma, hayatın temel amaçlarından biri haline getirilmiştir.
Küresel kapitalizmin motor gücünü oluşturan çok uluslu şirketler, Batı dışı ekonomik coğrafyaların enerji, hammadde, insan kaynakları ve üretim güçleri üzerinden ( bu ülkelerin yönetici ve aydın sınıfının katkı ve destekleriyle) çok büyük gelir elde etmekte ve giderek artan servetlerini kendi anavatanlarına aktarmaktadırlar. Ayrıca, küresel güçlere anavatanlık yapan zengin ülkeler, erken zamanda sanayileşme sürecini tamamlamak suretiyle elde ettikleri teknolojik ve ekonomik gelişme sayesinde büyük bir gayri safi milli hasılaya sahiptirler. Bütün bunlardan dolayı bu gibi ülkelerin, elde ettikleri ve biriktirdikleri zenginlik ve servete dayanarak, aynı zamanda bir tüketim toplumu olarak yüksek düzeyli harcama kültürü oluşturmaları, pek ahlaki bir hayat tarzı olmasa bile, kendileri açısından anlaşılabilir bir durumdur. Ayrıca, küresel kapitalist sistem, elde ettiği zenginliğin ve egemenliğin devamını, Batı dışı toplumların, Batılı ürünlerin markalarını dur durak bilmeden tüketmelerinde görmektedir. Bu yüzden, küresel kapitalist sistem, kendi uzantısı ve taşeronu gibi çalışan Batı dışı ülkelerin yönetici kadrolarını, özellikle ithalatı desteklemeleri, tüketimi teşvik etmeleri, harcamayı harekete geçirmeleri ve borçlanmayı kolaylaştırmaları yönünde, düzenlemeler yapmaları konusunda baskı altına almaktadır. Bu toplumlarda, ülke nüfusunun çoğunluğunun, zaten temel ihtiyaçları yeterince karşılanmamış kişilerden meydana gelmesi nedeniyle büyük bir tüketim açlığı mevcuttur. Ayrıca, bu ülkelerin varlıklı kesiminin genellikle gayri meşru yollardan zengin olan bir grup olması nedeniyle israf ve gösteriş tüketimine son derece düşkün bir psikolojiye sahip oldukları bilinmektedir. Bu bağlamda, az gelişmiş ülke insanlarının çok büyük bir kısmı, farklı gerekçelerle olsa da, yoğun bir tüketimde bulunma arzusuyla doludurlar ve bu yüzden de harcama davranışlarına oldukça yatkındırlar.
Batılı hayat tarzına egemen olan tüketim tutkusu ve hazzı, harcama faaliyetlerini, ihtiyaçları bir giderme “aracı” olmaktan çıkararak, bir süre sonra hayatın en vazgeçilmez bir “amacı” haline getirmektedir. Batı medeniyetinin en kapsamlı ve etkili silahı olarak kapitalizm, insanların büyük ölçüde tüketim davranışlarını onların ihtiyaçlarından ayırırken, bir taraftan da harcama alışkanlıklarını da geleneklerinden koparmayı başarmıştır. Böylece, tüketim ile ilgili etkinlikler birer eğlenme ve oyalanma duygusuna dönüşmüş olmaktadır. Bu bağlamda, özellikle ihtiyaç fazlası psikolojik kökenli harcamalar, “harcama anında” son derece sanal bir doyum ve haz yaşatırken, daha sonradan bunların etkisi azaldıkça yerine “pişmanlık” duygusu yerleşerek, insan bilincinde çeşitli gelgitlerin meydana gelmesine ortam sağlamaktadır. Üstelik, bu lüzumsuz harcamalar, ileride ödenmek üzere borçlanarak veya yaygın olduğu üzere kredi kartları aracılığıyla yapılıyorsa, çok ciddi ekonomik, sosyal ve psikolojik sorunların yaşanmasına neden olmaktadır. Mesela, aşırı kredi kartı borçları yüzünden bir takım ağır adli soruşturmalar yanında, çeşitli aile dramları ve hatta intihar vakaları yaşanabilmektedir.
4- Sonuç: “Size rızık olarak verdiklerimizin temiz olanlarından yeyiniz, bu hususta taşkınlık ve nankörlük de etmeyiniz; sonra sizi gazabım çarpar. Her kim ki kendisini gazabım çarparsa, hakikaten o, yıkılıp gitmiştir”( Tâ Hâ, 81).
Batılı ve kapitalist bir hayat tarzının şekillendirdiği harcama kültürünü besleyen en etkili sebeplerden biri, harcamaya temel teşkil eden gelirin kazanılma biçimidir. Gayrimeşru gelir ve kazanma biçiminin, çoğunlukla gayrimeşru bir harcamaya yol açması çok sık görülen bir durumdur. Bu kapsamda, zengin kişilerin, gelir ve kazançlarını elde etme tarzlarının, sömürüye dayalı olması ya da genel hukuki ve ahlaki ilkelere uymaması (mesela, vergi kaçırma, kaçakçılık, hile ve dolandırıcılık, hırsızlık, yolsuzluk, karaborsa, tefecilik, gasp ve soygun v.b.g.) halinde, harcama ve tüketim faaliyetlerinde de büyük ölçüde israf ve gösterişe yöneldikleri çok bilinen hususlardan biridir. Gayri meşru yollardan zengin olan kişiler, bizzat bu şekilde varlıklı olmaktan dolayı toplum içerisinde pek saygınlıkları olmadığı gibi, özellikle israf ve gösterişe varan harcamaları nedeniyle ayrıca kendileri pek sevilmeyen kişilerdir. Abartılmış ve israf sayılan bir harcama kültürüne sahip olan önemli bir kesim de, böyle bir tüketim çılgınlığını kendi mevcut gelir ve kazançları ile karşılayamadıkları için bütün bu tür masraflarını, çoğunlukla borçlanarak yürütmek zorunda kalan kişilerdir. Zorunlu sebep ve ihtiyaçlara bağlı olarak yapılmış olan borçlanmaya dayanak teşkil eden kaynağın, normal ölçülerde ve yerli yerinde kullanımı, diğer insanlar üzerinde herhangi bir olumsuz duygu ve değerlendirmeye maruz bırakmayabilir. Ancak, borçlanarak elde ettiği kaynağı, lüzumsuz bir şekilde, israf ve gösteriş yolunda harcayan kişilere karşı, hem alacaklının, hem de diğer insanların tepkisini çekme ihtimali oldukça yüksektir. Ayrıca, temel ve gerçek ihtiyaçların karşılanması amacının dışına çıkan bütün harcamalar, meşru yollardan kazanılmış olsa bile, alış veriş ve tüketim sırasında, son derece kısa süreli bir keyif ve haz vermekle beraber, bu geçici ve sanal halin etkisi geçtikten sonra, insan zihninde çoğunlukla pişmanlık duyguları ve vicdani muhasebeler şeklinde bir takım çelişkilerin yaşanmasına yol açmaktadır. Sonuç olarak, israf eden ve gösteriş tüketimi ile hayatını sadece tüketim ve harcama üzerine odaklayan kişileri, yalnızca “Allah, sevmiyor” olarak, kalmıyor; bu tür kesim ve kişileri, önceleri başka kesim ve insanlar, daha sonrada bizzat kendi kendilerini bile sevmiyorlar.
Küresel kapitalizmin bir tür baştan çıkarma mekanizmasına dönüşen harcama kültürü, tüketim ve harcama faaliyetlerini insanların temel ihtiyaçlarından koparmak suretiyle bir taraftan insanların psikolojilerini ve karakterini bozarken, diğer taraftan da toplumların ekonomik, sosyal ve kültürel dengelerini tahrip etmektedir. Büyük bir aç gözlülük ve tutkuyla yürütülen israf ve gösteriş tüketimi, bireylerin kişiliklerini parçalarken, aile kurumunun dağılmasına, toplumdaki kıskançlık ve haset duygularının kabarmasına, başta devlet olmak üzere bütün ekonomik ve sosyal aktörlerin aşırı borçlanmalarına ortam hazırlamaktadır. Bu çerçevede, Batı medeniyetinin en son aşaması olan küresel kapitalizm, çok uluslu şirketler ve sermaye sahipleri ile bunların müttefikleri olan yönetici sınıfların çıkarları uğruna, insanlığın büyük bir kesimini, büyük bir sömürü ağının içine hapsetmektedir. Bu bağlamda, Batı medeniyetinin insan ve toplum adına ortaya koyduğu temel paradigmalar iflas etmiştir. Bu sistem, insanlığın çoğunluğunu, akıl ve vicdandan kopuk bir harcama kültürü üzerinden çağdaş köleler haline getirmektedir. Sonuç olarak, insanlığın tümünü insanca yaşatmayı, adaleti, hakkaniyeti, hayır ve iyiliği, paylaşmayı ve birlikte yaşama iradesini temel ilke olarak alan yeni bir evrensel tebliğe acilen ihtiyaç var!
Kaynakça:
1- İlhan AYVERDİ: Misalli Büyük Türkçe Sözlük-2, Kubbealtı Neşriyatı, 2006- İstanbul
2- Feyzullah EROĞLU: Davranış Bilimleri, Beta, 2009-İstanbul
3-Nuri BİLGİN: Eşya ve İnsan, Gündoğan Yayınları, Ankara- 1991
———————————
[i] Pamukkale Üniversitesi öğretim üyesi