Siyasallaşan çeşitli cemaat mensuplarının devlet yönetiminde çoğalması, kamu görevlerinde verimliliği hızla düşürüyor. Toplumsal sorunlara yeterince uygun çözümler getirilemiyor.
Prof.Dr. Feyzullah EROĞLU
Küresel kapitalist sistem, zengin kaynakların ve ticaret yollarının üzerinde duran Müslüman ülkelerde, siyasal dinci ve etnik cemaatler aracılığıyla millî ve üniter devlet bilincini yaralıyor. Günümüzde, dehşetli bir güç sahibi büyük şirketlerin güdümündeki yönetim sistemleri, birçok yerde kendilerine garnizon hizmeti görecek taşeron hükümetler ve devletçikler kurmaya çalışıyor.
Bu küresel kaos içinde toplumsal varlığı sürdürmek ancak güçlü bir üniter ve millî devlet yapısıyla mümkün olacaktır. Millet bütünlüğü ile üniter-laik-millî devlet yapısını bozucu her müdahale, küresel güçlerin işine geliyor.
Bilinçli bireyden millî devlete
Toplumsal kalkınmayı tamamlamış demokratik bir düzende, insanların çoğunlukla bağımsız bir gelir ve akılcı düşünceye sahip olması, onları irade sahibi birer siyasal özne haline getiriyor. Birer birey olma katmanına yükselmiş insanlardan meydana gelen toplum, güçlü bir devlet çatısı altında millet olma bilincini yaşatıyor.
Her toplumda, kaçınılmaz olarak çeşitli etnik, dinsel, ideolojik, bölgesel vb. gibi çeşitli alt topluluklar bulunur. Bu oluşumlar, eğer üniter devlet çatısı altında millî hakimiyeti kabul eder ve her vatandaşın sahip olduğu haklardan ayrı bir imtiyaz istemezse genel kültür kapsamında birer alt kültür sayılır. Ancak, bu oluşumlar, millî hakimiyeti reddeder ve toplumun genelinden ayrı olarak kendilerine özgü imtiyazlı durumlar isterlerse büyük ölçüde ayrılıkçı birer karşı kültür odağına dönüşür. Bu durum, sosyolojik cemaatleşme olgusunu, millet bütünlüğünü reddetme üzerinden siyasallaştırır.
İngiliz sömürgeciliğinin cemaatleştirme siyaseti
Toplumsal bütünlüğü tehdit eden siyasal cemaatleşme, devlet kurumunun temelini oluşturan ‘millet’ olma bilincini bozuyor. Devlet, ‘milletin örgütlenmiş hâli’ olduğuna göre, millet oluşumunda her ayrılıkçı ve bölücü eylem, aslında devlet olma imkanını da tehlikeye sokuyor. Millet, sosyolojik olarak bütünlüğünü kaybederse, devlet de siyaseten varlık nedenini kaybediyor.
Siyasallaşan çeşitli cemaat mensuplarının devlet yönetiminde çoğalması, kamu görevlerinde verimliliği hızla düşürüyor. Toplumsal sorunlara yeterince uygun çözümler getirilemiyor. Devlet kurumlarının başına, liyakatli insan kaynağından çok, ‘talimatlara’ göre davranan ‘mürit’ elemanlar geliyor. Yetersiz ve başarısız kamu yöneticiliği ise toplumsal talep ve beklentileri karşılayamadığı ölçüde otoriterleşiyor. Aşırı bir otoriterleşme gösteren yönetim sistemleri, kendi halkının meşru desteğinden yoksunlaştığı ölçüde, küresel güçlerin -istemese bile- desteğine muhtaç oluyor.
Sömürgecilik tarihine göre, büyük ve küresel güçlerin açık ya da örtülü desteğine muhtaç yönetimler sonradan onlara mahkûm oluyor. Kendilerine dayatılan isteklere boyun eğiyorlar. Küresel güçlerin isteklerini, sanki kendi iradesiyle yapıyormuş gibi kendi halkına karşı sistematik bir propaganda yapıyorlar. Toplumun çoğunluğunu ikna etmede zorlanırlarsa o zaman da hukuk dışı eylemler yoluyla otoriterliğin şiddetini artırıyorlar.
Yeni dünya düzeninde kaynakların yeniden paylaşımı
Küresel güçler, çeşitli ülkelerdeki kaynakları yeniden paylaşmak istiyor. Bunun için, geçen yüzyılda millet temeline dayalı olarak kurulan, bağımsız ve millî devlet yapılarını dönüştürerek, kendilerine güdümlü ‘yeni hükümetler’le yönetilmesini destekliyor. Toplumsal yapıdaki alt kültürler, küreselci yöneticiler ve siyasallaşan cemaatler ile yandaş medya ve sözde akademisyenler tarafından kışkırtılıyor. Mevcut farklılıklar, hızla siyasallaşarak birer ‘karşı kültür’ hâline geliyor. Toplumun genelinden kopmuş çok sayıda cemaatler ortaya çıkıyor. Bir defa, millet dokusu çözüldükten sonra, bunun üzerine yapılandırılmış millî ve üniter devletin yönetim kadrosunun bağımsızlık iradesi oldukça zayıflıyor.
Küresel sömürgeciliğin cemaatleşme siyaseti
İngiltere- ABD-İsrail ve AB’nin başı çektiği küresel güç merkezi, kendi toplumsal bütünlük ve devlet yapısını daha fazla güçlendirmeye çalışıyor. Buna karşılık, diğer toplumların millet ve millî devlet yapılarını ufaltma ve etkisiz hâle getirme siyaseti izliyor. Kritik bölgelerde birbiriyle yüksek çatışma potansiyeline sahip çok sayıda dinci ve etnik temelli cemaatleşmeye destek veriyor. Eğer gerek görürlerse ilgili ülke ve bölgedeki devletler üzerinde ‘yoldüzer’ etkisi yaratacak bazı terörist örgütler oluşturuyor. Bu terörist örgütlerin insan malzemesi çoğunlukla dinci ve etnik ayrılıkçılar ile ideolojik takıntısı olan gruplardan meydana geliyor.
İngiliz sömürgeciliğinin cemaatleştirme siyaseti
Sistematik sömürgeciliğin mucidi olan Batılılar, Afrika’nın kolay denetim altına alınması için mevcut ‘kabile’ yapılarını daha fazla keskinleştirme yöntemini kullandılar. İngilizler ve öteki sömürgeciler, bu yöntemle Afrika toplumlarının daha fazla ufalmasına, yoksullaşmasına, çatışmasına ve tamamen sömürgeleşmesine yol açtılar.
Sömürgeleşme tarihinin ilgi çekici başka bir örneğini Hindistan oluşturuyor. Geçen yüzyılın başına kadar Hindistan, Batılı gezginler tarafından Müslüman toprağı olarak tanıtılırdı. İngiltere sömürgeciliğinin başladığı 18. Yüzyılın ortalarından sonra Hindistan, İngilizlerin alt kimlikleri ayartmasıyla eski Budist ve Hindu geçmişine kışkırtıldı. Yeni dinci siyasal cemaatler oluştu. İngiliz sömürgeciliği, dinî inançların çeşitlenmesi yanında hem inançlar arası hem de her inancın kendi içindeki yorum farklılıkları üzerinden- tıpkı Afrika’da olduğu gibi- şiddetli bir cemaatleşme yaşattı. Önceki Hindistan’da ‘bütüncül’ toplum yapısındaki dinsel görüşlerin karşı karşıya gelişi, İngiltere sömürgeciliğinden sonra dinsel kimliklerin siyasallaşması ve sertleşmesi sürecinin yaşanmasına yol açtı (Bayart, 1999,101-102).
İngiliz sömürgeciliği ve yerli iş birlikçileri
Sömürgecilik tarihinin merkezinde oturan İngilizlerin stratejik hedefinde olan toplumların neredeyse tamamında, çok farklı etkenlere bağlı olarak dinci ya da etnik cemaatler çoğalıyor. Mevcut şartlarda, kullanılmaya en müsait olan etnik ve dinci topluluklarla iş birliği yapılıyor. Bu cemaatler, hedefteki ülkelerin toplumsal bütünlüğü için -bilerek ya da bilmeden- ayrıştırıcı bir rol oynuyor. Bunlar aracılığıyla ayrılıkçı bir çatışma ortamı yaratılarak toplumun ve devletin direnme gücü zayıflatılıyor. Söz gelimi, Batı ile Doğu toplumları arasındaki ticaret yollarının üzerindeki Osmanlı Devleti’nin hakimiyetinde bulunan Orta Doğuda petrolün çıkmasıyla birlikte yeni bir ayrıştırma stratejisi başlatıldı. Tarihsel çatışma ve kargaşa konuları, özellikle yapay ulus oluşturma çabaları ile dinci cemaatlerin, dinsel mezhep ve meşreplerin siyasallaştırılması sonucunda yeniden alevlendirildi.
Siyasal dinci ve etnik topluluklar, Osmanlı Devleti’nin hakimiyet alanında, İngiliz siyasetinin en güçlü müttefiki oldular. Daha sonra da bir yandan merkezi otoriteyi zayıflatırken, öte yandan İngiliz sömürgeciliğine karşı başlayan kurtuluş savaşını ve millî bağımsızlığı sabote edecek eylemler içinde oldular. Söz gelimi, yakın Türk tarihinde etkili bir rol oynayan ‘İngiliz Muhipleri Cemiyeti’, ‘İslam Teali Cemiyeti’ ve ‘Kürt Teali Cemiyeti’ gibi bölücü ve ayrılıkçı kuruluşların mensupları, hemen aynı zihniyete sahip kişilerden meydana gelmekteydi.
Sömürgeciliğe karşı direniş
Orta Doğu’da birçok ülkede, dinci ve etnik bölücü toplulukların yönetiminde olan örgüt, siyasal parti ve hükümetlerin, İngiliz-İsrail-ABD’nin bölgesel çıkarları doğrultusunda birleşik bir cephe oluşturdukları hemen her olayda ortaya çıkıyor. Küresel güçlerin bölgesel iş birlikçisi bu aktörler, çoğunlukla yerel ve bölgesel tezler üzerinden siyaset ve eylem yapıyor görünüyorlar. Ancak, yapıp eyledikleri sonuç olarak hep İngiliz-ABD ve İsrail çıkarlarını pekiştirmeye yarıyor. Ölümleri, acısı, yıkıntısı, kayıpları hep masum insanların üzerinde kalıyor.
Küresel güçler, ayrıca kendi sömürgeci emellerine gerçek bir direniş gösterme refleksi gösterecek olan milliyetçi ve halkçı düşüncelere sızarak onların içini boşaltıyor. Güdümlü milliyetçilik, dincilik ve solculuk üzerinden kitleleri oyalıyor. Bu yüzden, ülkemizdeki bütün gerçek milliyetçilerin, Atatürkçülerin, cumhuriyetçilerin, halkçıların ve çevrecilerin -taklitlerinden sakınarak- birlikte direniş göstermeleri kaçınılmaz bir zorunluluktur.
Jean-François BAYART (1999): Kimlik Yanılsaması (Çev. Mehmet Moralı), Metis Yayınları, İstanbul
—————————————————–
Kaynak:
https://millidusunce.com/misak/kuresel-somurgecilik-ve-siyasal-cemaatler/