Bu ortam içinde ülkemiz açısından önem kazanan soru:”Yirminci yüzyılın yoksulluk çeken, kaybeden, küreselleşemeyenler uçurumumdaki kapitalist dünyasında mı; 21. yüzyılın dijitalleşen küreselleşmesinde mi yer alalım?”
*****
Prof. Dr. Yavuz ODABAŞI[i]
90’lı yıllarda sınırları aşındırmış, kaldırılmış varlıklı bir dünya vaat eden küreselleşme için yapılan eleştirilerin başında, tarafsız olmaması ve öncelikli olarak “gelişmiş, zengin ülkeler için işleyen eşitsiz bir süreç” olması geliyor. Küreselleşmenin yarattığı sorunların en temelinde ülkeler, bölgeler, sınıflar arasında ortaya çıkan adaletsiz, eşitsiz büyük zenginlik farkları yatmakta. Bunun sonucunda, çevresel, bölgesel ve toplumsal olmak üzere birçok sorunla boğuşan ülkeler ortaya çıkmaya başladı. Bu ülkeler ise “öğrenilmiş acizlik” içinde olup, bundan kurtulma isteğini, öfke, hınç, şiddet, terör yoluna başvurarak sert ve radikal biçimde ortaya koyuyor. Ek olarak, birçok ülkedeki kötü koşullardan dolayı da evrensel düzeyde bir göç sorunu yaşanıyor dünyamızda.
Farklı olmanın “ötekine” yani yabancıya düşmanca tutumu ve ırkçılığı getirdiği, Batı evrenselciliğinin günümüzdeki bunalımını gösteren “ötekinin bana benzemesi” varsayımını öncelediği popülist, duygusal söylemler,her alanda ve küresel düzlemde yaygınlaşıyor.
Tek taraflı bir akış
Bugün gelinen noktada ise şimdiki durum: neo-liberalizmin bitmesi, neo-milliyetçiliğin gelişmesi, küreselleşme karşıtlığının, sınırların betonlarla/tel örgülerle korumaya alması şeklinde bir yükselen korumacılık ve içe kapanmanın gerçekleşmesi olarak beliriyor.
Emperyalist hegemonik güç ve iktidarı modern, tek tipleştirici bir kültürel yakınsamada var etmeye çalışan bir küreselleşme türünün dönemi,dijitalleşme yaygınlaştıkça bitmeye mecbur kalacak gibi. Bu mecburiyet yeni bir tür küreselleşmeye zemin hazırlıyor sanki. Yaşanan her olumlu ve olumsuz gelişmenin bir sonucu ya da suçu olarak küreselleşmeyi ne şeytanlaştırmaya ne de melekleştirmeye gerek yok.
1960’larda üçüncü dünya ülkeleri ya da öteki dünya olarak bilinen ülkelerin günümüzde ayağa kalkarak yeni bir döneme girdiğini ve küreselleşmenin kendileri için de önemli olduğunu vurguladığını görmekteyiz. Bunun en güzel örneğini Çin verdi; 2017 Davos toplantısında küreselleşmeyi savundu Çin Başbakanı. Daha geçenlerde yapılan Ulusal Kongre’de Devlet Başkanı “Hiçbir ülke kendini dünyadan soyutlayamaz” diyerek durağanlık ve gerileme getiren içe kapanmanın yerine, küresel açılmanın ilerleme getireceğini vurguladı.
Kaçınılmaz gelecek
Gelişmiş ülkelerin gittikçe kutuplaştırıcı ve korumacı önlemlerin tam tersine olan bu durum, aslında dijital küreselleşmenin getirdiği yeni bir çelişki gibi görünüyor. Batının gelişmiş ülkeleri ucuz emek ve hammadde için gittiği Doğu’dan ve gelişmekte olan ülkelerden, bu ülkelere artık ihtiyaç duymamaya başladığı için, üretimini geriye doğru kendi ülkelerine göçe hazırlıyor dijitalleşme aracılığı ile. Üretimin Rönesans’ını yaşamaya başlayacak olan Batının gelişmiş ülkeleri, yerlilerin işleri ve işletmeleri ellerinden alacağı korkusuyla yabancı işçilere ve yeni göçmenlere de artık ihtiyaç duymuyor.
İç kapanmanın ve küreselleşmeye olumsuz yaklaşmanın daraltıcı özelliği yerine, ulus-devletin küreselleşmesi yönünde bir yola girmesi ve yeni bir sentez ortaya koyma gerekliliği var. Her yıl dünya nüfusu kadar yenilikçi ürünün sunulduğu günümüzde Kuzey-Güney, Batı-Doğu ikilikleri önemini kaybedip,uzak-yakın, kuzey-güney, merkez-çevre arasındaki duvarlar bulanıklaşıyor. Küresel iktidarın çok kutuplu olarak küresel güç dağılımının Batı’dan Doğu’ya kayması, yoksul ve geri kalmış eski Üçüncü Dünya’nın yükselen ekonomileri ve şirketlerinin güçlenmesi, Dünyanın sadece Batı’dan ibaret olmadığı gerçeği yeni bir değişim dalgası getiriyor.
Edilgen toplumlar kendilerinin “var olma” haklarını elde etmeye çalışıyor ve bu yeni kitlesel siyasi uyanış yeni bir çığır açılıyor ve her şeyi kökünden değiştiriyor. Gelişmekte olanülkelerin, büyümeye ve küresel ticarete büyük ihtiyaç duyarak daha kapsayıcı büyüme, özgürlükçü demokrasi ve dijitalleşen küreselleşmenin gereklerinin, yeteneklerinin, cesaretini göstermesinin, kültür ve değerleriyle “ben de varım” demesinin anlaşılması gerekiyor. Endüstri 4.0 devrimini hayli mekanik bulan ve de insani bulmayan “Yeni Doğu”nun liderlerinden Japonya’nın başını çektiği Endüstri 5.0 devrimi, küreselleşmeyi daha insan odaklı bir yaklaşımla ileri boyuta taşıyor, dönüştürüyor.
Küresel farklılıklar
Küresel ve yerel kavramlarını birlikte yorumlayan, ne küreselin yerel olanı bastırması/bozması/değiştirmesi/homojenleştirmesi; ne de yerel olanın küresel gelişmelere, dönüşümlere direnmediği bir senteze ihtiyacımız var. Küresel benzerlikten daha çok küresel farklılıklara duyarlı ve farklı oluştan çıkacak fırsatları vurgulayan iş yapma biçimi ve küresel doğabilecek şirketlerimiz,gerekenlerin hızla yapılması için bizleri bekliyor.
Dijital devrimden en çok yararlanacak olan gelişmiş ülkelerin yanında, orta ve düşük düzeyde yararlanabilecek ülkelerin varlığından söz ediliyor. Çeşitlilik, çoğulculuk içerisinde tüketim ve ürünler,standart ve tek tipleşme değil, yerel gerçeklerin yansıtıldığı ve kimliklerini yansıtabildikleri farklılıkları ortaya koyabilme olanağı yaratacak yeniliklere, yaratıcılıklara dayalı gelişiyor artık dijitalleşmenin yarattığı ortamlarda. Bu ortam içinde ülkemiz açısından önem kazanan soru:
“Yirminci yüzyılın yoksulluk çeken, kaybeden, küreselleşemeyenler uçurumumdaki kapitalist dünyasında mı; 21. yüzyılın dijitalleşen küreselleşmesinde mi yer alalım?”
Bunun cevabı, yerelden küresele baktığımız kadar, küreselden yerele bakmamızı sağlayacak bir senteze ihtiyacımız olduğudur.
——————————————————————————-
[i] Prof. Dr. YAVUZ ODABAŞI
1949 Bafra doğumlu olan Yavuz Odabaşı, AİTİA ve İşletme Yönetimi Enstitüsü mezunudur. Devlet bursu ile ABD’de doktara eğitimini tamamlamıştır. Erciyes Üniversitesi’nin kuruluşunda görev almış ve Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nde çalışmıştır. Çok sayıda yayınına ek olarak ulusal ve uluslararası dergide hakemlik ve editörler kurullarında görev almaktadır.