Selim Han YENİACUN
Devletlerarası nizam tarih boyunca askeri, siyasi ve ekonomik güç dengelerinin yönetici sınıfların kontrolü altında kullanılması ile tayin edilmiştir. Devletlerarası çıkarlar ise yüzyıllarca sınırsal egemenlik alanları çerçevesinde belirlenmiştir. Kolonyal dönem ve endüstri inkilabı gibi gelişmeler ise eski dünya devletlerinin, dini saikler dışında, sınırsal meseleler olarak kalmış olan alışılagelen bu ilişki denklemini değiştiren ilk küresel gelişmeler olarak adlandırılabilirler. Son iki asırdır, batılı güçler başta kendi aralarındaki dengeleri daha sonra dünyanın dört bir yanındaki sömürgeleri ile olan bağlarını ve dahası sömürge haline getiremedikleri bağımsız devletler ile olan ilişkileri belirli kurallar ışığında genel bir uluslararası kaideye oturtmaya çalışmışlardır. Milletlerin kendi benlik ve milli ruhunu ortaya çıkartması, ile evrensel hak ve özgürlüklerin yaygınlaşması gibi insani merhalelerin gelişim kaydetmesi; oluşmaya başlayan karmaşık milletlerarası hukuku vicdani yönden geliştirmeye çalışsa da küresel egemenlik yarışı ve ticari rekabet, ulusların kesin bir nizam içerisinde hareket etmesine mani olmuştur. Günümüzde gelişen haberleşme ağı, serbest dolaşımın güvenilir bir şekilde gerçekleştirilmesi, mal ve hizmetlerin dünya çapında erişilebilirliği ve teknolojik ilerlemeler sayesinde günlük yaşamın kolaylaştırılması gibi yüz yıl önce hayal dahi edilemeyen pek çok kolaylığın göreceli olarak tüm insanlığın hizmetine sunulması bile devletlerarası münasebetlerdeki genel kıstasları değiştirememiştir.
Devletler arasındaki ilişkilerin iç içe geçtiği ve toplumlar arası ilişkilerin derinlik kazandığı son yüzyılda iki büyük dünya savaşı şüphesiz travmatik olayları da beraberinde getirmiştir. Uluslararası sistem önce kutuplaşmış ardından da kutuplar altındaki pek çok devlet güvenlik politikalarından dolayı tahakküm altına alınmıştır. Bu yapılar içerisinde NATO bloğu ve bağlantısız ülkeler, devletsel düzeyde olmasa dahi toplumsal yapı olarak, çok yönlü bir entegrasyon sürecine maruz kalmışlardır. İletişim teknolojilerinin güçlenmesi ile enformasyonun dünya üzerinde yayılım hızının önceki yüzyıllara oranla artması kitleler arası entegrasyonu hızlandıran başat unsur olmuştur. Küreselleşme dediğimiz olgudan da tam da bu dönemde bahsedilmeye başlanmıştır. Elbetteki dünyanın yekününü etkileyen ya da bölgeler arası ilişkilerin tesisini sağlayan çoklu ilişkiler sarmalı sadece “Soğuk Savaş” dönemine mahsus bir yapı olmayıp neredeyse medeniyetlerin kendilerini gösterdikleri tarihlere kadar geri gitmektedir.[1]Fakat bahsettiğimiz dönemde kavramın adının konması, etkileşim ve entegrasyonun ciddi bir ivme kazanması kavramı belirgin hale getirmiştir. Adından da anlaşılacağı üzere küreselleşme olgusu mesafe ve devletsel sınır tanımaksızın kişilerin ve kurumların çok yönlü ilişkilerinin, maddi alış verişlerinin, iletişimlerinin ve duygusal bağlarının gelişimini temsil eden bir tanımlama olagelmiştir. Soğuk Savaş döneminin bitmesinin ardından demir perde ülkelerini de hızlı bir vakum ile içine çeken küreselleşme olgusu dünyanın tamamını kuşatan bir etki halini almıştır. Bugün tanımsal olarak ciddi şeklide muallakta kalan küreselleşme kavramı ise zamana yayılarak kendisini gelişmelerle hissettiren bireyin hayatından devletlerarası nizama kadar yayılan bir dönüşüm etmeni olmuştur.[2]
Küreselleşme; etkileşimi ve toplu entegrasyon döngüsüne açık bir ağı temsil etmektedir. Buna rağmen bu açık ağ küreselleşmenin artan ivmesini kontrol etme kapasitesine sahip uluslar tarafından politika aracı olarak yönlendirilebilmektedir. Mamafih, küreselleşme kavramı liberal bir ortamda millet üstü ve millet altı kurumların etkileşiminden doğmuş bir olgu olsa da bu olgunun milli kapasiteleri yeten devletler tarafından yönlendirilebileceği su götürmez bir gerçektir. Berlin duvarının yıkılması ile başlayan ve Amerika Birleşik Devletlerinin “insani müdahale” adı altında gerçekleştirdiği kıtalar ötesi askeri operasyonlar ile üst sınıra ulaşan tek kutuplu dünya düzeni, dünyayı bir “küresel köye” dönüştürmüş bu köydeki jandarmalık görevini ise ABD başta olmak üzere kümülatif halde batı medeniyetine tevdi etmiştir.[3]Bazı batılı akademisyenlerin tanımlamaları ile ortaya konan gelecek tasavvuru ise tam anlamıyla bu tanımlamaları içermektedir. Samuel Huntington’un, Arthur Toynbee’nin medeniyetler cetvelindeki “din” temelli ayrışmayı kullanarak ortaya attığı “Medeniyetler Çatışması” ve Francis Fukuyama’nın küresel köyün yönetimini kesin olarak batının eline verdiği “Tarihin Sonu” eserleri küreselleşmenin ve küresel dünyanın yönetimin güzergahının tayinine izahat getirmeye çalışan çalışmalar olmuşlardır.[4]
Değişen Dünya Sistemi
Milli devletlerin sahip olduğu keskin sınırlarla belirlenmiş toprak parçaları, jeopolitik anlamda, coğrafya dediğimiz kavramın ana öğelerini teşkil etmektedir. Devletlerin mutlak hakimiyeti içerisinde bulunan bu ögeler egemenlik kıstasları ve birbiri ile olan etkileşimlerinde sınırsız küreselleşmeye kurban edilebilir mi? Yoksa dominant devletlerin kontrolünde yeni bir dünya sistemi içerisinde ulusun kendi çıkarı haricinde kullanılabilir mi? İşte bu sorular ulus devletlerin yeni dünya yönetişimin arefesinde karşılaşacağı temel sorunların başında yer almaktadır.
Teknolojinin ve bilgi dolaşımının, küreselleşmenin etkisi ile, toplumların kılcal damalarında dolaştığı 2010’lu yıllarda; devletlerin dünya kamuoyu önündeki psikolojik üstünlükleri, coğrafi sınırları ötesindeki kültürel yayılmacılığı ve savunma sanayisilerindeki atılımları onları 21.yüzyılın ikinci çeyreğinde yeni küresel yönetişimin temel sütunları haline getireceğe benziyor. Dünya tek bir kaidede durmak yerine Asya-Pasifik hattında, Atlantik aksında, Hazar çevresinde ve Doğu Akdeniz havzasındaki yükselen/mevcut güçlerin karşılıklı etkileşimi ile ayakta duracaktır. Bölgesel güçler kendi aralarında lokomotif unsurların etkisinde kalıp küresel siyasette bu devletleri takibe mecbur kalabilmeleri muhtemeldir. Örneğin; ABD’nin Ortadoğu’ya doğrudan müdahalesinin sınırlanacağı bir evrede küresel desteğini Mısır, İsrail ve Suudi Arabistan hattından oluşacak üçlüye bırakması ve bu devletlerin bölgesel ilişkilerdeki mevcut yakınlaşmalarını devam ettirmeleri onları yeni küresel sistemde bir unsur olarak okuyabilmemize olanak verecektir.[5]Asya-Pasifikte yükselen Çin, kısa vadede kendi bölgesi ötesinde küresel meselelere hemhal olma pozisyonu geliştirmektedir. Suriye savaşından itibaren başlayan gelişmeler onu Kızıldeniz’de ticari güvenlik, İran körfezinde ve Doğu Akdeniz’de enerji talebi ve Avrasya’da ise Avrupa-Afrika eksenindeki büyük pazara ürün ve hizmet ihracatı güvenliği gibi konularda cüretkar atılımlar yapmaya itmiştir.[6]Birleşik Krallık’ın, Avrupa Birliği entegrasyonundan ayrılma kararı neticesinde Kıta Avrupasından bağımsız politikalarla yeni bir küresel siyaset metodu izlemeye başlaması Almanya-Fransa ikilisinin Avrupa’yı yeni oyunda ana kolonlardan biri yapma arzusunu tetiklemiştir.Hali hazırda dünya üzerindeki hegemonyasını koruma arzusunda bulunan ABD ise Çin ile ekonomik anlamda rekabetin getirdiği yorgunluk, sınır ötesi operasyonların oluşturduğu maddi yük, göçmen politikalarının ve ülke içi etnik krizlerin tetiklenmesi neticesinde bozulan politik motivasyonu ile dünyada hükümranlığında tahtı sallanan bir imparatorluk haline gelmiştir. Ortadoğu, Kafkasya ve Afrika gibi sıcak çatışma bölgelerinin olduğu dünya jeopolitik haritasında, Doğu Akdeniz-Kızıldeniz, İran Körfezi ve Güney Çin Denizi gibi bölgelerde çatışma ihtimalleri her geçen gün daha fazla belirmektedir. Pek çok devletin ortak çıkar sahasının kesiştiği bu coğrafyalarda güç savaşında kimin galip çıkacağı ise yeni küresel sistemin temel sütunlarını oluşturacak devletlerin konsensusunda belirlenecektir.
Mevcut küresel gelişmeler göstermektedir ki; dünya artık tek kutuplu bir düzeninden çoktan çıkmıştır. Küreselleşmenin bir batı egemenliği aracı olarak kullanıldığı dönemden küreselleşmenin bölgesel güçler tarafından kısıtlı da olsa yönlendirildiği bir döneme geçiş yapılmıştır.
*Şanghay Üniversitesi/Küresel Araştırmalar Merkezi
KAYNAKLAR
[1]Ekrem Yaşar Akçay, Bilginin Küreselleşmesi ve Teröre Etkisi: 11 Eylül Örneği, Turan Stratejik Araştırmaları Merkezi Dergisi, Sayı:8, Cilt:2, 2010, ss.28-30.
[2]David Held, Anthony McGrew, David Goldblatt and Jonathan Perraton, Globalization, Global Governance, Vol.5, No. 4 (Oct.–Dec. 1999), s.484
[3] Mustafa Talas, Farklı Yönleriyle Küreselleşme, İstanbul: Doğu Kütüphanesi, 2008. s.11.
[4]Detaylı inceleme için: Samuel P. Huntington, (Çev.: Murat Yılmaz) Medeniyetler Çatışması, İstanbul: Vadi Yayınları, 2018; Francis Fukuyama, (Çev: Zülfi Dicleli) Tarihin Sonu ve Son İnsan, İstanbul: Profil Kitap, 2016.; Arthur Toynbee, A Study of History, Vol:1-12, Cambridge: Oxford University Press1955.
[5]Israel’s exports to Gulf states worth almost $1 billion, study suggests,I24, https://www.i24news.tv/en/news/international/middle-east/181924-180816-israel-s-exports-to-gulf-states-worth-almost-1-billion-study-suggests, (Son Erişim: 12.11.2019).
שר החוץ המצרי לנתניהו: לבצע צעדים בוני אמון לפלסטינים(Mısır Dışişleri Bakanından Netanyahu’ya: Filistin Meselesi İçin Konferans Düzenleyelim), JDN(Muhafazakar Yahudi Haber Ajansı), https://www.jdn.co.il/news/state/710224/, (Son Erişim: 15.11.2019).
מה עומד מאחורי התחממות יחסי ישראל-מצרים(Mısır-İsrail İlişkilerinin Isınmasının Ardında Ne Var?), Ynet,https://www.ynet.co.il/articles/0,7340,L-4772755,00.html, (Son Erişim: 15.11.2018)., Saudi Arabia and the UAE Consider the Cost of Israeli Ties, Stratfor, https://worldview.stratfor.com/article/saudi-arabia-and-uae-consider-cost-israeli-ties, (Son Erişim: 18.11.2019).
[6]Çin’in Kuşak Yol projesinde İsrail’in konumu, Anadolu Ajansı,https://www.aa.com.tr/tr/analiz-haber/cinin-kusak-yol-projesinde-israilin-konumu/1247887,(Son Erişim: 15.11.2019).