Prof.Dr. Mehmet ERÖZ
Bir uruk ya da boy olarak “Kürt” kelimesine tarihte ilk defa Yenisey’deki Göktürk Kitabeleri’nde Elegeç (Elegeş) yazıtlarında rastlıyoruz. “Bengütaşın”ndaki kısa bilgiden anlaşıldığına göre, sözü edilen Kürt uruğu, Göktürkler içinde yaşıyordu ve beylerinin adı ” Alp Urungu” idi. (1)
Ceyhun deltası içindeki “Kürder Şehri” ve Gurgânc’ın karşısındaki “Kürder arkı” (2) kitabelerde adı geçen “Kürt” topluluğunun yerleşmesi ile ilgili olmalıdır. Ceyhun suyunun yakasında, “Kürdiş” denilen yerde ekincilik ve hayvancılık yapan Hızır Çora’nın soyundan gelenlere ” Hızır ili” denildi. Özbek, Salur ve başka boy ve uruklardan meydana gelen ” hızır halkının bir uruğu vardır, ona Kütler derler. Onlar, Hızır Çora’nın neslindendir”. (3) Herat’tan üç fersah yukarda, “Hirirud” nehrinin sol sahilinde, Timurîler devrinde pek meşhur olan “Ülenk nişin” yaylasının batısında bir köy var ki adı “Kürt nişin”dir. (4)
Orta Asya’da varlığı çok eski tarihlere çıkan Kürtler uruğu, daha sonraları batıya göç etmişlerdir. Bu göç, diğer Türk göçleri gibi, Hazar ve Karadeniz’in kuzey ve güneyinden olmuştur. Kuzeyinden gidenler, Tuna Bulgarları (Türk Bulgarlar ) ve Kumanlar (kıpçaklar) ile birlikte göç etmiş olmalıdır. Macaristan’da ve Çekoslavakya’nın Slovakya bölgesinde görülen “Kürtler” bunun delilidir. Gerçekten Macarlar arasında konar göçer hayat yaşayan ve sonradan toprağa yerleşen (10-15 köy teşkil eden )”Kürtler” vardır ki Macar bilginleri (Németh, Rasonyi ve diğerleri) bunları, Göktürkler içindeki Kürtler ile ilgili görmektedir. (5) Onların Tuna Bulgarları ve Kumanlarla ilgili olabilecekleri yolundaki görüşümüzü destekleyen bazı ipuçlarını, ileride vermeye çalışacağız. Diğer Türk urukları ile birlikte, Kürtler’in bazı boy ve oymakları, Çekoslavakya içlerine kadar uzanmıştır. Bunlar, Slovakya topraklarında Macarlar, Kabarlar (Kazarlar), Kesikler ile birlikte köyler kurmuşlardır. (6)
Tarihî Orta Asya’yı andıran ve Antalya Söbüce Yaylasında görülen “Yeni Osmanlı Yörükleri”ne de, buralara ilk geldiklerinde “Kürtler” deniliyordu. Bu yörükler, Orta Asya’daki “Kürtler”in de, onların soyundan gelenlerin de Türkçe konuştuklarını gösteriyor. Osmanlı belgeleri, Yörük ve Türkmenlerden ayırt etmeksizin, bunların “Türkmen Ekrâdı” (Türkmen Kürtleri) diye bahseder.(7)
Halife Ömer zamanından İran’ın içlerine ilerleyen İslâm orduları, İran dilinin ve kültürünün etkisi altında kalmış olan bir takım aşiretlere rastlamışlardı. Onların “Kürtler” diye andığı topluluklar, Batı’lı ve Rus bilginlerinin iddiasına göre, dört grupta, Kurmanclar, Gûranlar (Zazalar), Lûrlar, Kalhurlar (8). Araplar bu terimi, dört zümre için de kullanmışmıydı ? Orası pek belli değil. Belki de sadece Kurmanclar için “Kürtler” demişlerdii. Meselâ o zaman ve sonraki yüzyıllarda, “Lörlar”ın kendi kabile adları ile anıldığını ve “Kürt” kelimesine yabancı oldukları biliniyor.(9) Diğer üç zümrede de durum aynıdır; onlar da bu kelimeye yabancıdır. Konunun otoriteleri, Kurmanc dilinde, Gûran (Zaza) dilinde, Lûr dilinde, Kalhur dilinde, “Kürt” kelimesinin bulunmayışına, hayretle işaret ediyorlar. Dr. Sayc’in dediği gibi, bu cemaatlerde “hiç bir şarkı yoktur ki, (içinde) Kürt kelimesi bulunsun”.(10) Dr. Malcolme, bu mesele ile çok uğraşmış ve sonunda şu hükme varmıştır: “efsanelerde, Kürtlüğe dair hiç bir kayıt yoktur” (11)
Hal böyle olduğuna göre, dört ayrı zümreye veya sadece Kurmanc’lara Araplar niçin “Kürt” adını vermişlerdir? eğer bu adlandırma, adı geçen zümrelerin, Göktürkler arasında Kürtler ile akraba oluşlarından ötürü ise, “Kürt” kelimesinin bu dillerde bulunması ve bir anlam ifade etmesi gerekirdi. Öte yandan, Türkçe’de Kürt kelimesi bulunmakta ve pek zengin anlamlar ifade etmektedir. (12)
Yaşayış tarzlarından ötürü de, “Kürtler” denmiş olabilir. Çünkü, bu kelimenin bir çok yerde “göçebe” anlamına geliyor. Gerçekten Musul civarındaki “Karadağ” vadisindeki “Jaflar” da, “Kürt” kelimesi, göçebeleri, kabile teşkilatına sahip olmayan köylülerden ayırmak için kulanılır ve “çoban” anlamına gelir. (13)
Bunların dışında Kurmanclar’da ve diğer gruplarda, ne bu anlamı, ne de başka bir anlamı ifade etmiyorsa da, şu örneğe dayanarak, bu ihtimal üzerinde durabiliriz. Osmanlılar zamanında, konar-göçer Yörük-Türkmen oymakları arasında doğan anlaşmazlıkları çözmek üzere, Çorum’da bir “Ekradlık (Kürtlerle, göçeblerle ilgili işler) Kadılığı” kurulmuştu.(14)
Bu misallerden anlaşılacağı üzere, “Kürdan” (Kürtler), “Ekrâd (Kürtler)” kelimeleri, zamanla “konar-göçer” manası kazanmış gibi görünüyor. Fakat küçük bir istisna dışında, kendi içlerinde kullanılmıyor. Bu zümreler dışındaki dillerde, o yönde kullanılmıyor. Terimin, adı geçen dört dilde bilinmemesine, kullanılmamasına ve halk vicdanında yer etmiş bulunmamasına rağmen, bir çok yerli ve yabancı araştırıcı ve ideolog, “Kürt” sözünü kavmî (etnik) bir menşe bulmaya çalışmış, çeşitli nazariyeler (teoriler) ortaya atmıştır. Bu teorileri, iki grupta toplayabiliriz. Birinciler, “Kürt” adı altında toplamak istedikleri cemaatleri, Kaldeliler’e ve diğer yerli topluluklara bağlamak hevesindedir. İkinciler ise, İranî menşe arar. Birinci nazariyeyi savunanlardan bir kısmının iddiasına göre, Ksenofon’un sözünü ettiği, “Karduk” veya “Kardu”larla (15) “Kürt”ler arasında bir bağ vardır. Fakat th. Nöldeke, M.Hartmann, Weissbach gibi şarkiyatçılar, “Kürt” le “Kardu” arasında etimolojik bir bağ bulunmadığını, ilmi bir şekilde ispat etmişlerdir. (16)Dil bilginlerinden E.Rödiger ve A.F.Pott, diller karşılaştırması yaparak, “Kürtçe” dedikleri dilin “Kalde kökenli olduğu” yolundaki iddiaları reddettiler ve onu, İranî köküne bağladılar. Minorsky ise, sonraki yıllarda “Med-İskit” kökenli oluş tezini kabul etti. (17)
Sahanın otoritelerinden öğrendiklerimize göre, Asur salnamelerinde, ne kardu ne de kürt kelimesine tesadüf edilmiyor. “Asur hükümeti, (bu) isimde bir millet tanımıyor.” Dr. Friç’in dediği gibi, “bu cihet, Kürd isminin, bir millet ismi olması nazariyesini çürütür. (18)
DİL; Petesburg akademisi, “Kürdçe-Rusça-Almanca” adını verdikleri lugatta 8307 “Kürtçe” kelime vardı. Bu kelimelerin 3080’i Türkçe (Dr. Friç Eski Türkmence diyor) 2640’ı Farsça ve 2000’i Arapçadır. Dr. Friç bu Arapça kelimelerin Türkçeye geçen Dini ve İlmi terimler ve kelimeler olduğunu, Türkçeye geçerken anlam ve şekillerinde büyük değişmeler olduğunu, bu bakımdan artık Arapça sayılamayacaklarını, onları Türkçe saymak gerektiğini söyler. Böylece Kürtçe olduğu iddia edilen 8307 kelimenin 5080’i Türkçe’den geçmiş olmaktadır. Kürtler kitabının yazarı Dr. Friç, bu bilgilere dayanarak, şu sonuca varıyor: ” Kürt hayatını teşkil eden, yayla, dağ kelimelerinin kısm-ı azamı da Türkçedir” Ve böylece ” asıl kürtçe olarak” “300 kelime” kalmaktadır. Lugatın hazırlayıcıları ve Kürtler kitabının yazarı Dr. Friç “Kürtçe”den bahsederken “Kurmanccayı” anlıyor olsa gerektir. Asıl Kürtçe (Kurmancca) nedir? Bu cevapsız kalmaya mahkum bir sorudur. Yine de, bu yazarın verdiği bilgileri değerlendirerek, bu soruya bir cevap bulmaya çalışalım.
Dr. Friç’in anlattığına göre, “Kürtçe”de, Fars dili kaideleri görülür. Fakat bu kaidelerle, kelimeler arasında nisbet bulmak güçtür. Fiiller belli değildir. Bilinen fiilleri de “müfred (tekil) ve tasdiksiz bir takım kelimelerdir ki, fiilden ziyade isim olarak nitelendirilebilirler. Böylece yeni bir lisan halitası ortaya çıkmıştır. “Yazarın neklettiği üzere, Dr. Weber’e göre; “Kürd” lisanı, bir lisan halitası da değildir. Belki bir kelime halitasıdır.” dr. Friç, burada şu hükme varıyor: “Görülüyor ki, lisan kürtlerin menşeleri hakkında kesin bir netice vermiyor.” (20)
Hal böyle iken, Irak’ı ellerinde bulundurdukları sırada İngilizler, Kurmanccayı yazı dili haline getirip, okullarda okuttular ve diğer üç dili de kavrayıp, temsil etmesine çalıştılar. Böylece, Kurmancca, “Kürtçe” demek olacak ve diğer üç dili de ihtiva edecekti. (21) G.J. Edmonds da aynı gayret içindedir. Şöyle diyor: “Avrupa’lı otoriteler genellikle, Gorani’nin (Gûranca’nın) Kürtçe olmadığını ve bu dili konuşan halkın Kürt sayılmayacağını iddia ederler. Yazar için bu hüküm, hiç de beğenilecek bir şey değildir. Yapılacak şey, “bazı Avrupalı bilginler”in yolunu tutmaktır. Onlar, “bu dili konuşanlar Kürt değildir, diye bir işarette bulunmaksızın”, “Gorani”yi de “Kurmanci” şemsiyesi altına almışlarıdr. Böylesine bir açıklamada bulunan Mr.Edmonds, bu tutumun, “kesin bir avantaj” sağlayacağını” (22) müjdeliyor. (!!!)
Minorsky, Lûr ve Kalhurların, Kurmançlardan ve Zazalardan farklı olduğunu kabul ediyor. (23).
Görülüyor ki, bir dilin dört lehçesi değil, dört ayrı dil mevcuttur. Bunu en açık şekilde Ziya Gökalp’in ağzından dinleyelim: “Bu dört dil sahipleri, birbirinin konuşmasını anlamazlar, Gramer ve söz dizimi ve lugat itibariyle aralarında büyük farklar vardır. Dolayısıyla, aralarındaki farklı lehçe farkları değil, dil (lisan) farklarıdır. Bu dört dilin herbiri dilbilim bakımından ayrı birer lisandır. Her biri ayrıca çeşitli lehçelerden oluşur (24).Türkiye’de konuşulan “Zazaca” ile İran’daki Gûranca’dan çok farklıdır. Zazaca ve kurmancca da başka başka dillerdir. Bunu seyahatlerimizde belirlemiştik. Bu meseleyi, Ziya Gökalp’den sonra, ilmi şekilde ele alan eserler de çıkmıştır (25). Bu eserlerden de anlıyoruz ki iki dilin mensupları, birbirleriini Türkçe kelimelerle hâttâ Türkçenin yardımı ile anlıyorlar.
Bir Milliyet Yaratma Gayretleri.
“İngiliz Ansiklopedisi, “Kürt” adı altında toplanan cemaatlerin “etnik menşeinin belirsiz” olduğunu söylüyor. (26) Minorsky ise şunları kaydediyor: “Sistemli araştırmalar, Kürt adı ile örtülen bir tabaka altında bir çok eski kavimlerin bulunduğunu ortaya koyacaktır. Halbuki, iştikak ve şecereleri, Kürtlerin menşei meselesinin hallini, Kürt ananeleri ve İslam kaynakları kolaylaştır-ma-maktadır.” (27)
Yukarıdaki ifadelerin, hem doğru hem de yanlış yanları vardır. Yazımızın başında da açıkladığımız gibi “Kürt” adı, bir kavim adı değil, bir Türk uruğunun adıdır.
Kaynak:
Türk Kültürü Dergisi Sayı: 256
………………………………………………………………………
(1) H.Namık Orkun, Eski Türk Yazıtları, c.III, İstanbul, 1940, s.183.
(2) P.V.Barthold, Moğol İstilasına Kadar Türkistan, Hakkı Dursun Yıldız, İst., 1981, s.190
(3) Ebülgazi Bahadır Han, Şecerei Terakime, Muharrem Ergin, İst. 1974, s.93
(4) A.Zeki Velidi, “Kert mi, Kürt mü?” , türkiyat Mecmuası, c.II, İst., 1926-1928, s.393
(5) Prof.Dr. L. Rasonyi, Tarihte Türklük, Ankara, 1971, s.114,121,128
(6) yusuf Blaşkoviç (Kumanoğlu), Çekoslavakya Topraklarında Eski Türklerin İzleri, Ankara 1966, s.346
(7) Bu konuda şu eserlere bakınız: Ahmet Refik, anadolu’da Türk Aşiretleri, İst, 1930; Cevdet Türkay, Osmanlı İmparatorluğunda Oymak, Aşiret ve Cemaatler, İst, 1979; Prof.Dr.Faruk Sümer, Oğuzlar (Türkmenler), Ank.1967; Necdet Sevinç, Gaziantepte Yer Adları ve Türk Boyları, Türk Aşiretleri, Türk Oymakları, İst 1983.
(8) Hassan Arfa, The Kurds, London, 1966, s.6; “Kürtler” maddesi, İslam Ansiklopedisi, c.6, s.1091 (Minorsky).
(9) G.J. Edmonds, Kurds, Turks and Arabs, London (Oxford Uni.Press), 1957, s.2. (dipnot:1): Hassan Arfa, aynı eser, s 6 vd.
(10) Dr. Friç, Kürtler, İst, 1334, s.6. 17.
(11) Aynı eser, s..20
(12) Bunlar; kar yığını, çığ (Rasonyi, aynı eser s.21,121); dallarından yay, kamçı, deynek gibi şeylerden yapılan bir çeşit kayın ağacı; ayva ağacı (Kaşgarlı Mahmud, Divanü Lügatti-t Türk); Kürüd şehlinde yazılanı ise meriih gezegeni demektir. (Reşid Rahmeti Arat, Kutadgu Bilig, III, indeks,İst, 1979,s.303); Uygur Türkçesinde de, anlamı anlaşılmayan bir Kürdüş kelimesi vardır (Ahmet Caferoğlu, Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü, İst.1968,s.123). Beyşehir Gölü kenarındaki “Kürtler Köyü”nde (Türkmen Köyü), kelimenin “süpürge otu” anlamına geldiğini öğrenmiştik. Farsların “Kürdan” (Kürtler) demesi ile anlam ilişkisi olabilir. Süpürge otunun bir çeşidi, kürdan vazifesi görür.
(13) Edmonds, Kurds, Turks And Arabs, s.141, 223. Yaşlılardan dnlediğimize göre, Erzincan ve Çankırı taraflarında “Kürt, göçebe, aşiret, Yörük” demektir. Yazın, Ilgaz Dağı’na Yörüklerr gelince (elli yıl önce), Çerkeşliler, “Kürtler gelmiş” derler ve onlardan yağ, peynir almaya giderlerdi (Rahmetli Hatice Karaağaç’tan dinlediğime gjöre). Sivas çevresinde “Kürt” ile “Alevi” eşanlamlıdır. bu ilimizde, Türkçe konuşan “Gündüz” ve “Barcın” köyleri halkına, Alevi oluşlarından ötürü “Kürt” deniliyor.
(14) H.Turhan Dağllıoğlu, “Çorum’da Aşiret Meseleleri”, Çorumlu, sayı:19, Şubat 1940, s. 569
(15) Xenophon, Knabasis (Onbinlerin Ricatı) çev:Hayrullah Örs, İst, 1939, s.109, 110, 117. Eski Türkçede, zemheri sıralarında su üzerinde yüzen fındık büyüklüğündeki buz parçalarına, “Kardu” denir. (Kaşgarlı Mahmud, Divan, I, 419)
(16) B.Nikitin, Kürtler, fransızcadan çeviren H.D., İst, 1976, s.22
(17) Aynı eser, s.29, 31-38
(18) Kürtler, 16-17
(19) Aynı eser, s.12-13
(20) Aynı eser, s.14
(21) Hassan Arfa, The Kurds, s.4, 12 Eylül önceside, bazı militanların Süleymaniye bölgesi Kurmanccası, Tunceli Zaza’larına kabul ettirmeğe çalıştıkları duyulmuştu.
(22) Edmonds, Kurds, Turks And Arabs, s-11-12
(23) “Kürtler”maddesi s.1093
(24) Ziya Gökalp, Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik İncelemeler, Ankara, 1975, s.48
(25) M. Şerif Fırat, Doğu İlleri ve Varto Tarihi, Anakara, 1983, 4.baskı; M. Şerif Fırat’ın başlattığı yolda, Hayri Başbuğ ile, Tuncer Gülensoy’un ilerlediği anlaşılıyor, toplayacakları zengin dil malzemesi, ortada bir tek dil olmadığını, Türkçeyi unutmuş olan Türk oymak ve boylarının (Karakeçili Aşireti gibi) varlığını ortaya çıkaracaktır. Bu husus onomastik çalışmalarla da desteklenmelidir.
(26) Encylopaedia Britannica, c.13,1970, s.1514.
(27) “Kürtler” maddesi (Minorsky), s.1091
(.28) Gökalp, aynı eser, s.50-51. Kendisi de Zaza olan M. Şerif Fırat, “Zaza-Dömbel” tabirini kullanır.
.