Böyle bir ortamda, Türkiye’nin icra ettiği Afrin harekatı önemlidir, hele başarıyla sonuçlandırmak tabi ki çok önemlidir. Burada elde edilecek keskin bir başarı Türkiye’nin elini güçlendirecektir. Ancak içinde ve sınırlarının hemen dışında Türkiye’yi kuşatan büyük bir tehdit halkası (üstelik NATO ittifakı içinde müttefik oldukları ABD ve Yunanistan gibi, üye olmaya çalıştığı AB, Suriye’de kritik işbirliği yaptığı Rusya tarafından) varken iç ve dış politikada sadece Afrin’e odaklanmak, Afrin’de zafer elde edilince herşeyin düzeleceğini, tehditlerin bertaraf edileceğini düşünmek ve bunu kamuoyuna anlatmak doğru değildir.
*****
Cahit Armağan DİLEK[i]
Türkiye 20 Ocak 2018’den buyana Afrin’de yürütülen Zeytin Dalı Harekatına odaklanmış durumda. Türkiye’nin seçim sathı mahalline girmiş olmasının etkisiyle iktidarın Afrin’deki sınır ötesi terörle mücadele harekatını “Türkiye savaşta”ymış gibi göstermesi nedeniyle de harekat iç politikada da birinci gündem maddesi olmaya devam ediyor, gündemi Afrin’deki gelişmeler belirliyor.
Bu satırların yazarı olarak daha harekat başlamadan çok önce Afrin’de de terör örgütü yapılanması olduğunu, hedef bölge olduğunu söyleyip yazmıştım. Ancak yıllardır Suriye kuzeyindeki gelişmelere müdahale edilmemiş olması nedeniyle Suriye kuzeyindeki terör koridorunu engelleme maksadıyla yapılacak harekatın hedef önceliklendirmesinin iyi yapılması gerektirdiğini de ifade etmiştim. Bu kapsamda tehdidin ağırlık merkezinin hedef alınması gerektiğini, terör cephesinin uzunluğu da dikkate alındığında terör örgütü PKK/YPG’nin ağırlık merkezinin yani Fırat’ın doğusunun ana, acil ve öncelikli hedef olması gerektiğini belirtmiştim.
Siyasi iktidar bir şekilde kendi değerlendirmesi çerçevesinde Afrin’i önceliklendirmiş ve orada harekat başlatılmıştır. Zor, uzun süreli, kırılgan bir hal tarzı tercih edildiğini düşünüyorum. Ama hedef önceliklendirmesine katılmasam da Afrin harekatının başlamasıyla birlikte bize düşen görev de Türk milletinin bağrından çıkan Türk ordusunun ve ona destek veren Türk jandarması, Türk polisi ve korucularımızın mümkünse kayıpsız olarak ve kendilerine verilen talimatlar doğrultusunda harekatı başarılıyla sonuçlandırılmasını desteklemektir, öyle de yapıyoruz. Ancak bunu yaparken de kuşkusuz harekatın başarısı için aksaklıklara yönelik uyarılarımızı da yapmaya devam edeceğiz.
İşte Türkiye’nin siyasi, askeri, ekonomik, diplomatik bütün ağırlığını Afrin’e odakladığı bir ortamda yapılması gereken bir uyarının da “tehdidin sadece orada olmadığını, çevresinde Türkiye’yi kuşatmaya yönelmiş muhtemelen daha büyük tehdit halkalarının bulunduğuna” dikkat çekme olduğunu düşünüyorum. Çünkü bütün kartlarımızı tek bir tehdide yöneltmek, hepsini aynı sepete koymak doğru değildir ve daha büyük sorunlara, tehditlere yol açabilir. Çok detaylı yazılıp tartışılabilecek bu konular burada ana hatlarıyla ifade edilecektir.
Doğu Akdeniz ve Kıbrıs’ta Türkiye dışlanıyor: Kıbrıs’ta KKTC ile GKRY arasında yeniden müzakereleri başlatıp KKTC’yi ilhak etmeye yönelik Rum/Yunan politikaları arkasına ABD ve AB’yi de almış olarak devam etmektedir. Doğu Akdeniz’in zengin enerji kaynaklarını kontrol altına almak üzere Türkiye’yi dışlayan mekanizmaların (Yunanistan-GKRY-Mısır, Yunanistan-GKRY- İsrail, Yunanistan-GKRY-Lübnan) Doğu Akdeniz’de Türkiye’yi adeta yok sayıp karasularına hapseden münhasır ekonomik bölge girişimleri, bu bölgelerde AB ülkelerinden, ABD’den ve hatta Katar ile S.Arabistan gibi ülkelerin firmalarının sondaj faaliyeti başlattıklarını, aynı ülkelerin savaş gemilerini de bölgeye göndererek sondaj çalışmalarına eskortluk edip Türkiye’ye gözdağı verdiklerini görüyoruz. GKRY’nin Kıbrıs’ta yarattığı sorunları AB’ye mal edip Türkiye ile AB’yi karşı karşıya getirmek istediği de aşikar.
Yunanistan Ege Denizi’ni işgal ediyor: Ege’de Yunanistan’dan kaynaklanan sorunlar karmaşıklaşarak varlığını sürdürmektedir. Bunların en başında aidiyeti anlaşmalarla Yunanistan’a devredilmemiş 152 civarında ada, adacık ve kayalığın fiili Yunan işgalinde olması gelmektedir. Sadece Kardak kayalıklarında fiilen bulunamayan Yunanistan, karasularını ve hava sahasını AB sınırlan olarak sunup krizi ve muhtemel bir çatışmayı Türkiye-AB arasında yaşanmasını sağlamaya yöneldiğini görüyoruz.
Ege’de NATO Daimi Deniz Gücü daimi hale geldi: Suriyeli göçmenlerin Avrupa’ya geçişini kontrol altına almak ve engellemek üzere Türkiye ile AB arasındaki anlaşmalar sonrasında NATO’dan talep edilen destek bağlamında 2016 yılı başlarından itibaren Ege denizinde NATO Daimi Deniz Gücü görev yapmaktadır. Burada can sıkıcı olan husus bu güçteki yabancı savaş gemilerinin Türk karasularında da görev yapma serbestliğinin olmasıdır. Avrupa’ya Suriyeli göç konusu büyük ölçüde durmuş olmasına ve Türkiye’nin gerek kalmadı demesine rağmen NATO görevinin devam etmesi anlaşılır değildir.
Karadeniz NATO/ABD denizi oluyor: Önceki yılarda defalarca uyarmamıza rağmen Türkiye’de üzerinde belki de hiç konuşulmayan konulardan biri. ABD’nin sadece Karadeniz’de varlığımız yok oraya da gireceğiz politikası çoktan sır olmaktan çıkmıştır. 2000’li yılların başına geldiğimizde Türkiye’nin liderliğinde Karadeniz’e kıyıdaş devletler arasında oluşturulan siyasi ve özellikle askeri işbirliği mekanizmalarının ABD’nin NATO Füze Kalkanı Projesi ve Kırım’ın Rusya tarafından ilhakı gerekçeleriyle ABD/NATO tarafından Karadeniz çevresindeki ülkelerde denizde daha fazla NATO/ABD askeri varlığının yerleştirilmesinin, bulundurulmasının bahanesi edilmiştir. ABD savaş gemileri neredeyse aralıksız Karadeniz’de varlık göstermekte, savaş uçakları Karadeniz üzerinde uçmakta, daha önce kendi ülke bayraklarıyla gelen ülkeler artık NATO görev gücü adı altında Karadeniz’de bulunmakta, tatbikatlar yapmaktadır.
Bütün bunlara Rusya’nın sessiz kalması beklenemezdi. Rusya da aynı şekilde karşılık verdi, Karadeniz ve çevresinde askeri varlığını artırdı, uzun menzilli füze ve savaş uçaklarını konuşlandırdı. Kısaca Karadeniz’de askeri yığınaklanma ve silahlanma yarışı başladı. Bu da beraberinde sıcak çatışma olasılığını getirdi. Böylece barış ve huzurun sahip olduğu Karadeniz, ABD’nin ben de orada olacağım zorlamasıyla bu ortamı kaybetti ve yeni çatışma alanı olarak ortaya çıkmaya başladı. Tabi ki Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Mayıs 2016’da “Balkan Ülkeleri Genelkurmay Başkanları Toplantısı“nda yaptığı konuşmada NATO’yu Karadeniz’deki varlığını artırmaya çağırmasının Türkiye açısından ve Türk-Rus ilişkileri açısından büyük talihsizlik olduğunu da ifade edelim.
Rusya üç taraftan Türkiye’yi çevreliyor: Yukarıda kısaca ifade ettiğimiz Karadeniz’de artan NATO/ABD varlığına karşı Rusya’nın Kırım’a yerleştirdiği S400 füzeleri, uzun menzilli savaş uçakları, radar sistemleri, ve Karadeniz filosun kattığı savaş gemileri ve denizaltılar ile Karadeniz’i kontrol etmektedir. Ermenistan ile ikili askeri anlaşmaları çerçevesinde o ülkye S-300 füze sistemi konuşlandırmıştır. Eylül 2015’te askeri olarak müdahil olduğu Suriye’de S400 başta olmak üzere en gelişmiş savaş uçaklarını, radar ve istihbarat sistemlerini konuşlandırmıştır. Evet Rusya ile Astana süreci kapsamında İdlib ve Afrin’de daha önce Fırat Kalkanı harekatında işbirliği yapıyoruz dediğinizi duyar gibiyim. Ama bu Rusya’nın bir numaralı tehdit gördüğü ABD liderliğindeki NATO’nun üyesi Türkiye’yi Batı ittifakını çatlatmak aralarındaki ikili çoklu ilişkileri bozmak için bir manivela olarak kullanmayacağı anlamına gelmiyor. Sahadaki gelişmeler aslında bunu teyit eder niteliktedir. Yukarıdaki özet askeri konuşlanması da bunu göstermektedir.
Yukarıdaki haritaya bakıldığında aslında Rusya’nın Türkiye’yi kuzey, doğu ve güneyden çevrelediğini rahatça görebilirsiniz. Unutmayalım ülkeler arasında dostluk yoktur, çıkarlar ve çıkar ortaklıkları vardır.
Güney sınırları boyunca terör koridoru oluştu: 2008 sonrasında başlayan açılım politikaları ve müzakere/çözüm sürecinin sonunda yurt içinde yarattığı terör sarmalı yanında eş zamanlı olarak sınırlarımızın güneyinde Irak ve Suriye kuzeyinde PKK/YPG/PYD terör örgütünü kontrolünde bir terör koridorunun oluştuğu da görüldü. Tehdit büyümeden müdahale edilmemiş olması nedeniyle önce Fırat Kalkanı sonra Zeytin Dalı Harekatıyla kapsamlı harekatlar yapılmak zorunda kalındı. Ancak Fırat’ın doğusundaki daha uzun bir koridora bir etki yapılamadığı anlaşılmaktadır.
Bu terör koridorunun sonunda Akdeniz’e açılmanın yanısıra kuzeye yani Türkiye’ye doğru genişlemeyi hedeflediğini, Türkiye’nin Ortadoğu ile bağlantısını kestiği gibi Türkiye’yi sınırları içine hapseden, Ortadoğu’daki gelişmelere etki edemeyen, terör koridorunu bir ülke konumuna soktuğunu görmemek mümkün değil. Halihazırda Fırat’ın doğusunda ABD desteğinde PKK devletçiğinin inşa sürecinin devam ettiği görülmektedir. Ayrıca PKK/YPG’nin Irak kuzeyindeki boşluğu doldurmaya yönelik hamleler peşinde olduğu gözden kaçırılmamalıdır.
Güney sınırları boyunca askeri olarak olmasa da Irak ve Suriye’de siyasi nüfuz kurarak terör koridoruna paralel bir Şii koridorunun da İran tarafından oluşturulmakta olduğu
gözden kaçırılmamalıdır.
Terör örgütleri yurt içinde pusuda bekliyor: PKK terör örgütü yurt içinde Temmuz 2015’ten sonra çok büyük zayiatlar aldı, yurt içindeki eylem kabiliyetine önemli oranda darbe vuruldu. Bu 2017 yılıyla birlikte PKK’nın saldırılarında belirgin bir düşüşe yol açtı. Ancak bu durum Türkiye’yi yanıltmamalı. Çözüm sürecinde PKK’nın Türkiye genelinde yığınaklar yaptığı, yapılanmalar oluşturduğu bilinmektedir. Temmuz 2015’ten sonra bunun ne kadarı bertaraf edildi tam bilinmemektedir. Ayrıca PKK terör örgütünün 2014’ten buyana ağırlığı Suriye kuzeyine verdiğini, oluşan konjonktür nedeniyle Suriye kuzeyini öncelikli olarak ele aldıkları, ABD’nin desteğiyle burada PKK açısından önemli ilerlemeler yaptıklarını da görmeliyiz. Dolayısıyla Suriye kuzeyinde kendilerini sağlama alacak PKK/YPG terör örgütünün yeniden Türkiye’ye yönelmeleri mutlaka beklenmelidir. Hele Kandil’in PKK’nın kuruluşunun 40. yılı olan 2018’de Türkiye’de zafere ulaşmayı hedeflediğini gösteren açıklamalarına bakılırsa PKK’nın pusuda beklediğini söylemek hiç de abartı olmayacaktır.
Diğer taraftan aşırı köktendinci selefi dinci IŞİD, El Nusra gibi terör örgütlerinin yeniden bir yapılanma, teşkilatlanma içine girdikleri, bu örgütlerin Türkiye içinde de benzer hazırlık içinde olduğu yabancı uluslararası raporlara tehdit değerlendirmelerine yansımıştır. Yani bu terör örgütleri de taşeronluğunu yaptıkları güçlerin talimatını beklemektedirler.
Çok sayıda yabancı asker, savaş uçağı, silah sistemi Türk topraklarında: IŞİD’le mücadele kapsamında hükümet TBMM’den aldığı yetkiye dayanarak Türk topraklarını ve askeri üslerini IŞİD karşıtı koalisyon üyelerine yani yabancı ülkelere açtı. ABD ile başlayan bu süreç Temmuz 2015’te açıklanan İncirlik Mutabakatı olarak biliniyor. İncirlik Mutabakatı taraflarca imzalanmamış olup sadece sözlü mutabakat gereğince önce ABD daha sonra başka ülkeler de olmak üzere çok sayıda savaş uçağı, asker, silah (HIMARS gibi) ve istihbarat sistemi (NATO AWACS’ları, füze savunma sistemleri dahil) Türkiye’de konuşlandı. Yabancı savaş uçakları Türkiye’den izin almaya gerek duymadan Suriye’de operasyonlar düzenledi, düzenliyor.
IŞİD karşıtı koalisyonun yayımladığı bilgilere göre 60’dan fazla yabancı ülke savaş uçağı, 1.200’den fazla yabancı asker Türkiye’de konuşlanmış durumdadır. İşin ilginç tarafı, tabi ki Türkiye tek taraflı kimseye sormadan bunu durdurabilir ancak, yabancı asker ve uçakların sayıları ve görev süresinin önü açıktır, bir sınırlama gözükmemektedir. Aylardır IŞİD’in artık bittiği dillendirilmesine, özellikle ABD uçaklarının PYD/YPG’ye verdiği destekle Suriye kuzeyindeki alanlarını genişlettiği bilinmesine rağmen halen İncirlik Mutabakatına son verilmemesi, ABD’nin YPG’ye askeri desteğine karşı bir koz olarak kullanılmaması, hatta tek bir imada bile bulunulmaması anlaşılır değildir. Bu anlaşılmazlık içinde, “Türkiye’deki yabancı askerler bizim bilmediğimiz başka bir şey için mi beklemektedir?” sorusu akla gelmektedir.
Sonuç olarak; Yukarıda çizilen resim kuşkusuz Türkiye açısından olumsuzdur, ciddi tehlike ve tehditlere işaret etmektedir. Bütün bunlara Türkiye içinde son yıullarda iyice artan kutuplaşmayla birlikte iç cephede yaşanan kırılganlık ve zayıflama, devlet yönetiminde kurumsal karar sürecinin devre dışı bırakılmasıyla devlet yönetiminde yaşanan yönetişim sorunlarını eklemek lazım.
Böyle bir ortamda, Türkiye’nin icra ettiği Afrin harekatı önemlidir, hele başarıyla sonuçlandırmak tabi ki çok önemlidir. Burada elde edilecek keskin bir başarı Türkiye’nin elini güçlendirecektir. Ancak içinde ve sınırlarının hemen dışında Türkiye’yi kuşatan büyük bir tehdit halkası (üstelik NATO ittifakı içinde müttefik oldukları ABD ve Yunanistan gibi, üye olmaya çalıştığı AB, Suriye’de kritik işbirliği yaptığı Rusya tarafından) varken iç ve dış politikada sadece Afrin’e odaklanmak, Afrin’de zafer elde edilince herşeyin düzeleceğini, tehditlerin bertaraf edileceğini düşünmek ve bunu kamuoyuna anlatmak doğru değildir.
Yukarıda başlıklar altında ifade edilen tehdit noktalarının her biri ayrı ayrı tehdit senaryolardır. Bununla birlikte, Türkiye’yi hedefine almış bu tehdit noktalarını yaratan güçler işbirliği yaparak ya da domino etkisiyle tehdit noktalarının peşpeşe harekete geçip tehdit kuşağının sıkışarak Türkiye’yi hareketsiz bırakması ya da hareket alanının daraltması en büyük tehdit olarak karşımızda durmaktadır. Bu nedenle, Türkiye’nin dış politikası, savunması ve güvenliği iç politikaya malzeme yapılmadan ve tek bir noktaya odaklanarak değil resmin büyüğü düşünülerek ele alınmalı, Türkiye’nin bekası ve çıkarları esas olmalıdır.
————————————————————
Kaynak:
http://www.21yyte.org/tr/arastirma/milli-guvenlik-ve-dis-politika-arastirmalari-merkezi/2018/03/06/8831/kusatilmis-turkiye-ve-afrin-harekati
[i] 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü ve Millî Güvenlik ve Dış Politika Araştırmaları Merkezi Başkanı