İfâde özgürlüğü Batı’nın en hassas olduğu değerlerden birisi olarak takdim ediliyor. Bu hassasiyet kendi içinde bir dokunulmazlık alanı doğurmuş vaziyette. O kadar ki, ifâde özgürlüğünü sınırlandıracak, dengeleyecek hiçbir ölçüleri yok. İfâde özgürlüğünü, en küçük bir müdahâle ile yok olacak bir şey olarak görmek ve göstermek eğilimi son derecede yaygın. Kendi hukuk içtihatlarında bu alanı alabildiğine genişletmiş ve sınırsız hâle getirmiş durumdalar. Bir ifâdeden rahatsızlık duyup mahkemeye gidenlerin, genellikle bunun bir özgürlük tasarrufu olduğu ve sınırlanamayacağı yolunda bir hâkim kararıyla karşılaşmaları çok kuvvetli bir ihtimâldir. Bu genişleme bâzen apaçık hakâretlerin bile ifâde özgürlüğünün kapsam alanına alınmasını doğurabilmektedir. Fizikî bir şiddet kullanımı yoksa insanlar birbirlerine her nev’i ifâdede bulunabilirler. Vaz edilen bu.
*****
Süleyman Seyfi ÖĞÜN
Fransa’da bir öğretmenin Hz.Muhammed’in karikatürünü öğrencilerine göstermesinin ardından öldürülmesi; akabinde de Fransa lideri Macron’un bu hadiseyi ifâde özgürlüğü odaklı Batı değerlerine yapılmış bir saldırı olarak değerlendirerek kınaması dünyâ gündemine oturdu. Türkiye Cumhûriyeti Cumhûrbaşkanı Erdoğan’ın tepki ve çağrısının ardından İslâm âleminin çeşitli memleketlerinde gösteriler dalga dalga büyüdü ve Fransız mallarına karşı boykot hareketleri yaygınlaştı. Karşılıklı açıklamalar Erdoğan ile Macron, Türkiye ile Fransa arasındaki, zâten çeşitli meseleler üzerinden varolan gerilimi tırmandırdı. Fransa Ankara büyükelçisini çağırdı, ilh…
Macron açıklamalarında lâiklik ve özgürlük vurgusu yapıyor. İslâm topluluklarını dışarıda bırakan Batı merkezli bir savunma bu. Bu hadiseden kısa bir zaman evvel zâten bir patron edâsıyla İslâmiyet’te bir reform yapılması ve bu reform üzerinden İslâmiyet’in Batı değerleriyle uyumunun sağlanması istikâmetinde bir teklifte bulunmuş ve yine tepki çekmişti.
İfâde özgürlüğü Batı’nın en hassas olduğu değerlerden birisi olarak takdim ediliyor. Bu hassasiyet kendi içinde bir dokunulmazlık alanı doğurmuş vaziyette. O kadar ki, ifâde özgürlüğünü sınırlandıracak, dengeleyecek hiçbir ölçüleri yok. İfâde özgürlüğünü, en küçük bir müdahâle ile yok olacak bir şey olarak görmek ve göstermek eğilimi son derecede yaygın. Kendi hukuk içtihatlarında bu alanı alabildiğine genişletmiş ve sınırsız hâle getirmiş durumdalar. Bir ifâdeden rahatsızlık duyup mahkemeye gidenlerin, genellikle bunun bir özgürlük tasarrufu olduğu ve sınırlanamayacağı yolunda bir hâkim kararıyla karşılaşmaları çok kuvvetli bir ihtimâldir. Bu genişleme bâzen apaçık hakâretlerin bile ifâde özgürlüğünün kapsam alanına alınmasını doğurabilmektedir. Fizikî bir şiddet kullanımı yoksa insanlar birbirlerine her nev’i ifâdede bulunabilirler. Vaz edilen bu.
Diğer taraftan günümüz sosyolojisi ve psikolojisinde şiddet târiflerinde bir farklılık dikkât çekiyor. Bırakalım lâfzî-sözel şiddeti, simgesel şiddetten bile bahsediliyor. Buradaki akademik bakış bize, şiddetin farklı türleri olduğunu aktarmakla kalmıyor. Buna ilâveten şiddet kavramını seferber ederek bunların arasında dereke farklılıkları olmakla berâber nihâî tahlilde bir ayrım yapılamayacağını da kuvvetli bir şekilde îmâ ediyor. Batı hukuku buradan ilhâm alarak yeni bir suç kavramı ortaya koydu. Buna “homofobik” suçlar deniliyor. Bu suçların şiddet dâiresine alınması, kataloglandırılması yolunda yoğun gayretler olduğunu biliyoruz. Homofobi kelimesinin Türkçe’ye çevrilmesinin bir hayli müşkil olduğunu söyleyebiliriz. Ama kabaca, insandan nefret etmek ve onu hakir görmek, aşağılamak mânâsını içeriyor. Tatbikatta bu, akla hemen, ırkçı ve cinsiyetçi ayırımları; kuvvetli bir çağrışım olarak da LGTB meselelerini getiriyor. Bırakalım bir kadına veyâ bir eşcinsele apaçık hakâret etmeyi; ki elbette kovuşturma gerektirir, ardındaki niyet veyâ meramın kestirilemediği dolaylı bir ifâde veyâ gönderme, meselâ bir bakış, bir îmâ kamusal bir mâhiyet kazanıp günlerce devâm eden tartışmalara, kızgınlıklara, tepkilere ve nihâyet adlî başvurulara yolaçabiliyor. Irk ve cinsiyet farkı mevzubahis olduğunda, homofobi olarak nitelendirilen suçlarda yargı süreçleri şikâyette bulunanlara daha fazla kredi açan bir yaklaşım gösteriyor. En azından bir homofobik suçu deşifre eden hakimlerin gerekçeli kararları haber oluyor ve bu hakimler, hele ki gerekçeli kararlarında felsefî -edebî bir söylem yakalayabilirlerse birer hukuk kahramanı olarak yaygın bir sempatinin konusu oluyor. Hiç kimsenin aklına, “yahu bu da bir ifâde özgürlüğüdür, ne varmış?” demek gelmiyor.
Apaçık bir çifte standartla karşı karşıya olduğumuz anlaşılıyor. Eşit işlemesi gereken hukuk aklı günümüzde alabildiğine âvâreleşmiş vaziyette. Mesele odaklı işliyor. Milyonlarca insanın hayâtını şekillendirdiği ve adadığı; kutsal gördüğü İslâmi değerleri alaya alan, aşağılayan bir eylemin homofobik hassasiyetler listesinde yeri yok. Bu saçma karikatürleri çizenlere Fransa’da hangi savcı ,”Sen insanları rencide ediyor, inançlarını aşağılıyor, homofobik bir eylemde bulunuyorsun” diyerek bir kamu dâvâsı açabilir acaba? Hangi hâkim bunu cezâlandıran bir karar verebilir acaba? Nedense hemen “ifâde özgürlüğünü” hatırlayıverirler. Ama ırk ve cinsiyet meseleleri gündeme gelirse, bırakalım bir ifâdeyi en basit bir îmâ bile kovuşturma konusu hâline geliverir. Alın size yaman bir çelişki daha…
—————————————————-
Kaynak:
https://www.yenisafak.com/yazarlar/suleymanseyfiogun/kutsal-ozgurluk-ve-siddet-2056646