Necdet BAYRAKTAROĞLU
Osmanlı Devleti 19 yüzyılda emperyalist devletlerin saldırıları ve kışkırtmaları neticesinde büyük toprak kayıplarına uğradı. Bulgaristan bağımsızlığını ilan etti, Trablusgarp İtalya tarafından işgal edildi. Arkasından Balkan savaşlarında Arnavutluğun bağımsızlık kazanmasından sonra, ayrıca Batı Trakya da da toprak kayıpları yaşandı. Böylece Osmanlı Devleti 1914’te, 1. Dünya savaşı başlarında Balkanlarda ve Afrika da ki topraklarını yitirmişti. Arap topraklarında da durum çok kötü idi. Özellikle İngiltere Orta doğudaki petrol kaynaklarına sahip olmak için gözünü bu bölgeye çevirmiş, her türlü hile ve oyuna başvurmakta idi. Ajanı Lawrance’yi bu bölgeye göndermiş, Arapları Osmanlı Devleti aleyhine kışkırtmaya çalışıyordu. Böyle karışık ortam ve zamanda, Peygamber Efendimizin kabrinin bulunduğu Medine şehrini korumak ve savunmak için, Osmanlı Devleti 23 Mayıs 1916 yılında Fahrettin Paşa’yı görevlendirdi.
Fahrettin Paşa, 1868 yılında Tuna Nehri kenarındaki Rusçuk kasabasında doğdu. 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşı (93 Harbi) sonrası ailesi ile birlikte İstanbul’a geldi ve 1888 de Harp Okulu’nu, 1891 de Erkan-ı Harbiye’yi bitirdi. Kurmay yüzbaşı olarak orduya katıldı ve Balkan Savaşı sırasında Çatalca savunmasında ve Edirne’nin geri alınmasında rol aldı. Osmanlı Devleti 1. Dünya Savaşına girdiği sıralarda miralay rütbesi ile 4. Orduya bağlı 12. Kolordu komutanı olarak Musul da bulunuyordu. Daha sonra terfi ederek, 26 Ocak 1915 de bu vazifesine ilaveten 4. Kolordu komutanlığına da bakmaya başladı.
Bu sırada İngiltere boş durmuyordu. Sultan II. Abdulhamid döneminde İstanbul da tutulan, II. Meşrutiyetin ilanı ile İttihat ve terakki yönetimi tarafından Mekke şerifi olarak Hicaz’a gönderilen Şerif Hüseyin İngilizlerin kışkırtması ile isyan etti. 14 Temmuz 1915 tarihinde İngiliz temsilcisi McMahon’a yazdığı mektubunda Şerif Hüseyin “Mersin-Adana, Birecik-Urfa-Mardin dahil İran sınırına kadar yerlerin Arap ülkesi olarak bağımsızlığının tanınması halinde Türkler’e karşı İngilizlerle yan yana savaşabileceğini” belirtiyordu. İngilizlerin altın, silah, gıda ve askeri her konuda destek verip takviye ettiği düzensiz Bedevi milislerden oluşan Haşimi ordusu 9 Haziran 1916 da genel saldırıya geçti ve daha sonra sırasıyla Cidde, Mekke, Taif ve Akabe şehirlerini ele geçirerek Medine’nin merkezle olan bağlantısını kestiler ve şehri kuşattılar. Medine’yi Suriye’ye bağlayan Hicaz demiryolu, dinamitlenerek ulaşıma kesildi. Bu durumlar üzerine Fahrettin Paşa, 17 Temmuz 1916 da Hicaz Kuvvetleri Komutanı oldu ve isyancıların saldırılarını püskürttü ve İngilizlerin ümit bağladığı Şerif Hüseyin’i bozguna uğrattı. Medine kontrol altına alındı ancak, Osmanlı güçleri de şehir de bir kuşatma ile yüz yüze kaldılar. Osmanlı Devleti 1. Dünya savaşı aleyhine gelişmekte olduğundan, Hicaz’a askeri hareket düzenlenmesi ve yardım göndermesi mümkün değildi. Zira Filistin cephesinde durum kötü idi. Gazze ve Kudüs kaybedilmiş, ardından Sina ve Filistin Cephelerinde bulunan 4., 7. ve 8. Ordular büyük kayıplar vermiş ve dağılmıştı.
Türk ordusu Dera ve Şam istikametinde kuzeye doğru çekilirken, Dera Tefas köyü civarında Lawrence, yanında Arap birliklerine; “… Savaşçılar! İçinizde en iyisi, en çok Türk öldürecek olandır. Esir almayacaksınız. Teslim olmak isteyeni öldüreceksiniz. Hepsini öldürün! Hepsini öldürün!” demiş, bunun üzerine Arap komutanlarından olan Tallal ve Nasır da askerlerine aynı şekilde “Esir almak yok! Bütün Türkleri öldüreceğiz!” komutunu vermiş ve uygulamıştır. İngiliz’lerin ve Arap’ların haince saldırıları ve katliamları neticesinde Filistin Cephesi de çökmüş, Türk ordusu kuzeye doğu çekilirken, Medine de ki askeri garnizonun, Osmanlı Orduları ile irtibat kurma umudu kalmamıştır.
Şerif Hüseyin’in beyanname yayınlayarak isyan gerekçesi olarak “Osmanlı hükümetini suçlayan ve İngiltere’nin yanında yer almadığı için eleştiren, İslam ve Kuran hükümlerine aykırı davranıyor” diye bir beyanname hazırlayıp Arap aşiret ve ahalisine dağıtıyordu. Arapların Kralı olmak ve Halifeliği ele geçirmek için haince çalışma içinde idi. Bu haince yalan ve suçlamalara karşı Fahrettin Paşa da, cevap olarak şöyle bir beyanname yayınladı:
“Tarihi ve milli düşmanlarımız ve bunların işbirlikçileriyle hayat ve memat meselesine atıldığımız bir zamanda, İslam’ın güçlerini bölerek Müslümanlar arasında kan dökülmesine sebep olan asilerin bize hala Müslümanlıktan ve İslam birliğinden söz etmesi hayret vericidir. İslam aleminin mevcudiyeti ve bekası için cihad ilanına mecbur kalmış olan devletimiz yanında; Cezayir, Fas, Trablusgarp, İran, Hindistan ve Rusya Müslümanlarının can verdiği şu tarihi günlerde, İslam’ın beşiği olan kutsal toprakları, Hazreti Peygamberin mukaddes kabrini İngilizlere çiğneten, altın ve paraya ibadet eden bu hainlerden her şey umulur…”
İsyan boyunca ve kuşatma sırasında şehirli Arap halkı isyana pek rağbet etmedi. Zaten halkın önemli bir kısmı şehirden ayrılmıştı. Kalan şehir halkından askerlerin ihtiyaçları için yardım istenmişse de bu istekleri reddedilmiştir. Kuşatmanın ilk aylarından itibaren Osmanlı askerleri her açıdan sıkıntılar çekiyordu. Bu sıkıntılar karşısında Fahrettin Paşa ve askerlerinde yılgınlık yoktu. Ancak askeri strateji ve imkansızlıklar, onlara da zor anlar yaşatıyordu. Filistin ve Kudüs’ün savunma ve kurtarılması için Medine’deki kuvvetlerin Filistin’e kaydırılmasına karar verilmişti.
Hicaz Bölgesinin boşaltılmasına karar verilince, asırlardır Surre Alayları ile Mekke ve Medine’ye gönderilip biriken hediyeler ile bu beldelerde bulunan kültür tarihimizin en mühim mübarek emanetlerinin İstanbul’a gönderilmesine karar verildi. Çünkü maddi ve manevi açıdan çok önemli değeri olan bu eserler isyancıların, İngilizlerin eline geçebilirdi. Bu görev Fahrettin Paşa’ya bildirildi. Sonra yollara raylar döşendi ve hurma dalları ve bayrağımızla süslenen trene içlerinde büyük elmas parçaları, şamdanlar, avizeler, kandiller, yazma eserler ve kuran-ı Kerim ve muhafazaları bulunan 81 parçadan oluşan, emanetler trene yüklendi. 2000 yakın özel kuvvetler korumasında 27 Mayıs 1917 de İstanbul’a ulaştırıldı. Bu eserler şu anda Topkapı sarayında sergilenmektedir.
Fahrettin Paşa elinde kalan az sayıda kuvvetle Medine’yi savunmaya devam ediyordu ve direnişin zor günlerini yaşıyordu. Sıcaklık içerde 38, dışarıda 50 derece civarında idi. Arazi genellikle susuzdu, su sıkıntısı çekiliyordu. Yiyecek sıkıntısı had safhaya gelmiş, kilerlerde hurmadan başka yiyecek kalmamıştı. Askerler bu açlıkla boğuşurken, hiç beklenmedik şekilde gökyüzünden çekirge yağmaya başladı. Fahrettin Paşa bu yağan çekirgeleri bir afet değil, nimet saydı ve okuduğu eski kitaplarda Hz. Muhammet döneminde de bir çekirge istilası olduğunu ve Peygamber’in bu konuda hadislerinin bulunduğunu ve çekirge yemenin sünnet olduğunu belirterek, askerlerine çekirgenin yenileceğine dair yazı yazdı. “… Çekirgenin serçe kuşundan ne farkı var? Sadece tüyü yok. O da serçe gibi, ama kanatlı uçuyor işte. Bitkilerle besleniyor. Serçe kadar asabi ve yediği şeylere dikkat ediyor. Temiz ve taze olan yiyecekleri yiyor. Hem de tiryaki ve keyif sahibi bir canlı, tütünden ve limondan çok hoşlanıyor. … Hicaz, Asir, Yemen ve Afrika urbanının başlıca gıdası çekirgedir. Bedeviler sabet ve zindeliklerini, çevikliklerini çekirgelerle medyundurlar. Çekirgeleri deve hecinler büyük bir zevkle yiyorlar…” diye bir yazı yazdı ve Mehmetçikler çekirge kurusunu çerez gibi yerken, çekirge unundan da ekmek yaparak, günlerce bu şekilde beslendiler.
Çöl sıcaktı, şartlar zordu ve düşman çok kalabalıktı. Mehmetçiklerin Peygamberimizin kutsal mekanını İngilizlere ve isyancılara bırakmak istemiyorlardı. Fahrettin Paşa askerlerine devamlı moral veriyor, şu sözlerle motive ediyordu: “Ey bütün tarihi eşsiz kahramanlar; şan ve şerefle dolu Osmanlı ordusunun yiğit zabitleri! Ey her cenkte cihanı tir tir titretmiş, asla kimseye boyun eğmeyerek daima namus ve din borcunu kanıyla ödemiş yiğit Mehmetçiklerim, kardeşlerim, evlatlarım! Allahın huzurunda huşu ve vecd içinde gözyaşları döktüğümüz Peygamberimizin (s.a) karşısında hep beraber diyelim ki; Ya Resulullah biz seni bırakmayız!” Tarihte ilk defa ordu yazışmalarına resmi olarak askerlere “Mehmetçik” adını veren Fahrettin paşadır.
Bütün bu olumsuzluklara rağmen Fahrettin Paşa ve Mehmetçikler, kutsal beldeyi teslim edilmesini isteyen İngilizlere vermiyorlardı. Eylül 1918 de Mısır’da ki İngiliz Kraliyet Komiseri Edmund Allenby Fahrettin Paşa’ya teslim olması için yazdığı mektubunda: “Medine’yi uzun süre müdafaa etmekle siz, bir asker ve Türk vatanperveri olarak hükümdarınız, memleketiniz ve şahsi şerefiniz için elinizden geleni yapmış bulunuyorsunuz. Yukarıdaki hususları ve ümitsiz askeri durumunuzu göz önünde bulundurarak, bir çok canların kurban edilmesine sebep olacak faydasız mukavemetin uzatılmasının doğru olup olmayacağını ciddi surette düşünmenizi rica ederim” demekte idi. Fahrettin Paşa İngilizlerin teslim olma taleplerini reddetti.
Osmanlı Devleti, ilerleyen aylarda farklı cephelerde ard arda yenilgiler aldı; Filistin, Suriye, Irak ve bütün Arabistan fiilen işgal edildi ve sonunda 1. Dünya Savaşını kaybetti. 30 Ekim 1918 tarihin de Mondros Ateşkes Antlaşması imzalandı. Bu antlaşmaya göre; Hicaz, Asir, Yemen, Suriye, ve Irak’ın boşaltılmasına ve bütün garnizonların müttefik komutanına teslim edilmesi isteniliyordu. Osmanlı Hükümeti, Fahrettin Paşa’ya ordusu ile en yakın İngiliz birliğine teslim olmasını istedi. Ancak Paşa emri yerine getirmedi ve direnmeye devam etme kararı aldı.
Fahrettin Paşa teslim teklifleri karşısında Mehmetçikleri ile birlikte Medine’yi savunmada kararlı olduğunu Cuma günü Harem’i Şerif’in minberinden şu sözlerle dile getirdi: “Ey İnsanlar! Malumunuz olsun ki yiğit ve kahraman askerlerim bütün İslam’ın sırtını dayadığı yer, manevi gücünün desteği, Hilafetin gözbebeği olan Medine’yi son kuşununa, son damla kanına ve son nefesine dek muhafazaya ve müdafaaya memurdur. Buna Müslümanca, askerce azmetmiştir. Bu asker Medine’nin enkazı ve nihayet Ravza-ı Mutahhara’nın yeşil türbesi altında kan ve ateşten dokunmuş bir kefenle gömülmedikçe, Medine-i Münevvere kalesinin burçlarından ve nihayet Mescid-i Saadet minareleri ile yeşil kubbesinden al sancağı alınmayacaktır! Allahu Teala bizimle beraberdir. Şefaatçiniz O’nun Resulü Peygamber Efendimizdir.”
Hükümetin Medine’yi teslim et emrini dinlemiyor, Harbiye Nazırı Cemal Paşa’nın teslim emri kendisine ulaştığında silah arkadaşlarına şöyle diyordu:“… Böyle bir şey yapmaktansa silahlarımızla dövüşerek ölmek evladır. Buranın teslimi için yalnız harbiye nazırının ve hükümetinin emri yetmez, mutlaka Hilafet ve Padişahın bir iradesi olmalıdır” diyordu. İstanbul İngiliz işgalinde idi ve Osmanlı Padişahı zor günler yaşıyordu. İngilizlerin baskısı ile Medine’nin teslimi için Fahrettin Paşa’ya bir irade gönderdi. Ancak Paşa, emri yerine getirmedi ve direnişe devam etti. İngiltere bunun üzerine Osmanlı Devletine nota verdi ve savaşa yeniden başlayacağını bildirdi. Padişah IV. Mehmet’in bizzat ricası ve subaylarınının iknası sonucu 10 Ocak 1919 da Medine’yi teslim etme antlaşması imzalandı.
Medine’yi İngilizlere bırakmamak için her türlü mücadeleyi veren Fahrettin Paşa, son kez Peygamber Efendimizin kabrini ziyaret etti, dualar içinde gözyaşı döktü ve kılıcını İngilizlere bırakmayarak Peygamber Efendimizin kabrinin başına bırakıp oradan ayrılmadı. “Bayrağımı burçlardan indirtmem, Efendimizi bırakmam, Peygamberimizin kutsal mekanını İngilizlere ve yaranlarının himayesine terk etmem” diye haykıran ve teslim olmak istemeyen, iki yıl yedi ay boyunca kahramanca Medine’yi müdafaa eden Çöl Kaplanı Fahrettin Paşa, 7 Ocak 1919 günü kendi subaylarının ani baskınıyla etkisiz hale getirilerek Peygamber Efendimizin kabrinden zorla çıkarıldı.
Sonra İngilizler tarafından “Türk Kaplanı” diye adlandırılan Fahrettin Paşa 27 Ocak 1919 da, savaş esiri olarak Mısır’a gönderildi. 5 Ağustos 1919 da Malta’ya sürgün edildi. Medine’deki Osmanlı garnizonu son silah bırakan İttifak Devletleri savaşan birliği oldu ve 1. Dünya Savaşı sona erdi. 1919 yılına kadar 402 seneden beri süren Türk hakimiyeti sona ermiş oldu. Medine de esir alınan Osmanlı askerleri Mısır’daki esir kamplarına gönderildi. Yalnızca Hilal-i Ahmer görevlilerinin yolculuğa çıkamayacak durumdaki yaralı askerlerin tedavisi için bir müddet daha Medine’de kalmasına izin verildi.
Bu zor günlerde Fahrettin Paşa’nın subaylarından Üsteğmen İdris Bey, Peygamber Efendimizin kabrini ziyaret ederek Türk’e yapılan ihanet ve haksızlıkları hıçkırıklar içinde şiiri ile şu şekilde dile getiriyordu.
Dünya ve Ahiret Efendimizsin Unuttuk İlhan’ı, Kara Oğuz’u,
Bir ulu’l-emr idin emrine girdik. İşledik seni göz bebeğimize.
Ezelden Beyatlı hakanımızın, Bağışla ey şefi kusurumuzu,
Az idik sayende murada erdik.1 Bin küsur senelik emeğimize.2
Ne kanlar akıttık hep senin için, Yapamaz Ertuğrul evladı sensiz,
O ulu kitab’ın hakkıçün aziz. Can verir, Canan’ı (s.a.v) veremez Türkler.
Gücümüz erişsin ve erişmesin, Ebedi Hadim’ul Haremeyniniz,
Uğrunda her zaman dövüşeceğiz.3 Ölsek de Ravza’nı ruhumuz bekler.4
Osmanlı askerlerinin elindeki tüm silah, cephane ve her türlü kullandıkları malzemeler Haşimilerin eline geçti. Medine şehri bir müddet İsyancı Şerif Hüseyin’in elinde kaldı ise de, Suudi’lerin giriştiği isyan ve yapılan çarpışmalar neticesinde, Şerif Hüseyin yenilerek, Mekke ve Medine’yi Suudi’lere teslim etti. Ne yazık ki İngilizler bu seferde Suudilerin yanında yer aldılar ve yardım ettiler. Türklere yaptığı ihanetin tuzağına düşen Şerif Hüseyin canını, oğulları ile birlikte kaçarak kurtardı ve bugünkü Ürdün’e yerleşti.
Fahrettin Paşa Malta da sürgünde iken, ölüme mahkum edildi. Ancak Ankara hükümetinin gayretleri ile 8 Nisan 1921 de Malta’dan kurtuldu. Milli Mücadeleye katılmak üzere Ankara’ya geldi. 9 Kasım 1921 de Türkiye Büyük Millet Meclisinin Kabil sefirliğine tayin edildi. Türk Afgan dostluğunun gelişmesinde önemli rol aldı. 12 Mayıs 1926 da görevinin sona ermesi üzerine yurda döndü ve Türkkan soyadını aldı. 5 Şubat 1936 da Türk Silahlı Kuvvetlerinden tümgeneral rütbesi ile emekli oldu. 22 Kasım 1948 de vefat etti ve vasiyeti üzerine Rumelihisarı’na defnedildi. Zeki, çalışkan ve yiğit bir kumandan olan Paşa, Ayşe Sıdıka Hanımla evlenmiş, üç erkek bir kız çocuğu sahibidir.
Bu kutsal toprakları sonuna kadar savunan Fahrettin Paşa ve Mehmetçiklerini, asırlardır Dini İslam bayraktarlığını yapan tüm ecdadımızı rahmet ve minnetle anıyoruz. Bu kahramanlar, Çanakkale ve Kut’ül Ammere’den sonra unutulmaz bir destan yazmışlardır. Mekanları cennet olsun. Gençliğimizin ve gelecek nesillerimizin, Fahrettin Paşa ve diğer kahramanlarımızı yakından tanıması, üstün mücadele ve ideal ve azimlerini bilmeleri gerekir.
KAYNAKLAR
Feridun Kandemir-Medine Müdafası- Nehir yay.-İst.1991
İsmail Bilgin- Medine müdafaası Çöl kaplanı Fahrettin Paşa-Timaş Yay.
Naci Kaşif Kıcıman- Medine Müdafaası- Sebil Yay.-1994
Murat Çulçu-Fahrettin Paşanın Medine Müdafaası- Kastaş yay. 2007
Naci Serez-Lawrence ve Arap İsyanı-Arkın Kitabevi-1965
İlhan Arsel-Arap Milliyetçiliği ve Türkler-İnkilap Kitabevi-İst.1991
Matthew Eden- Çev. Kemal Kutlu- Casus Lawrence’nin Öldürülmesi-Bayrak Yay.-İst. 1991