Metin Savaş
Ötüken
2014
496 sayfa
Batı Anadolu’da gizemli bir şehir: Balıkesir şehrin altındaki esrarengiz tüneller… Türk Kurtuluş Savaşını başlatan kuvayı milliyecilerin yitik hazinesi… Böyle bir hazine gerçekten var mıdır yoksa halk muhayyilesininin kurguladığı alelâde bir şehir efsanesinden mi ibarettir bu hazine? Bir zamanlar Balıkesir’de faaliyet göstermiş olan gizli bir teşkilât… İstiklâl Harbi’nin binlerce yıl öncesine dayanan kolektif şuuraltı kodları… Zağanos Paşa Camisi’nin ön cephesindeki sembolik mermer saatin çözülemeyen şifresi… Bu saat niçin daima iki buçuğu göstermektedir? Öğle vaktinin iki buçuğu mu yoksa gece yarısının iki buçuğu mu?Kuvayı Milliye’nin hazinesi adlı bu sıra dışı romanda yetişkinlerin tüketim kültürü aymazlığından tutun da protest gençliğin hercaî atılganlığına varıncaya dek iç içe geçmiş hikâyeler okuyacaksınız.
Kitaptan alıntı:
Ebesiz Doğan asabi adımlarla Saat Kulesi tarafına doğru yürüyordu. Ocak ayının ilk günüydü. Hava epeyce soğuktu. Fena hâlde sırtı kaşınmıştı. Kaldırımın kenarında durup sol elini ardına götürdü ve kürekkemiklerinin etrafını kaşımaya çalıştı. Oradan gelip geçenler kaldırım kenarında sırtını kaşımaya çalışan genç adama bakıyorlardı. Ebesiz Doğan bunu pek de umursamadı. Sırtı kaşınan adam hiç mi görmediniz? Sanki bunu bir tek ben yapıyorum!
Ebesiz Doğan yirmi dört yaşından yeni gün almıştı. Yeterince yakışıklı bir genç sayılamazdı belki ama kimi genç kızların da dikkatini çekmiyor değildi. Nasıl ki delikanlılar güzel bir kız gördüklerinde dönüp bakarlarsa, şehrin kimi genç kızları da Ebesiz Doğan’a öylece dönüp bakarlardı. Ebesiz Doğan’ın bilhassa kestane kabuğu rengine çalan gözleri güzeldi. Bunu herkes söylerdi zaten. Ebesiz Doğan hâlihazırda bekârdı, gönlünü düşüreceği bir genç kıza henüz tesadüf etmemişti. Saçı siyah, teni belli belirsiz esmerdi. Ona erkek güzeli olduğunu söyleyenler de vardı, ancak, Ebesiz Doğan aynaya baktığında kendisini o kadar da yakışıklı bulmuyor, yine kendisine yakıştırılan erkek güzeli sıfatının bir abartma olduğunu düşünüyordu.
Ebesiz Doğan o gün Saat Kulesi tarafına doğru asabi adımlarla yürürken muzipliğiyle tanınan bir arkadaşına rast geldi. Kaldırımın ortasında durup tokalaştılar. Ebesiz Doğan’ın muzip arkadaşı takıldı; “Bugün yeni yılın ilk günü. Mübarek on iki aylara girdik.” Kaldırımın ortasından Noel Baba kostümlü bir zibidi etrafına el sallayarak gelip geçti. Noel Baba’dan ziyade apukurya maskarasını andırıyordu. Ebesiz Doğan pas vermedi. Hâlâ asabiydi. Ebesiz Doğan’ın asabi tavrını muzip arkadaşı fark etmişti. Sordu; “Seni bugün sinirli görüyorum. Bir şeye mi canın sı kıldı?” “Hiç sorma,” dedi Ebesiz Doğan. “Canım fena sıkkın.” “Hayrola! Ne oldu? Anlat bakayım.” Ebesiz Doğan canı yanmış biri gibi anlatmaya koyuldu; “Benim dededen kalma bir antika tabancam var. Belki biliyorsundur.” “Hayır; bilmiyordum.” “Bu antika tabancayı bakımını yapsın diye bir silâh tamircisine bıraktım. Herif beni iki aydır oyalıyor. Bugün git yarın gel.” “Tabancanı geri vermiyor mu?” “Geri vermiyor.” “Kimmiş bu adam?” “Cambaz Fahri.” Muzip arkadaş yüzünü buruşturdu; “Oğlum, o adama antika tabanca emanet edilir mi hiç?” “Edilmez mi?” “Oğlum, Cambaz Fahri dediğin adam üçkâğıtçının tekidir. Nerede antika bir şey bulsa tamir edip bakımını yaptıktan sonra yüksek fiyattan bir güzel okutur.” “Nasıl yani?” “Cambaz Fahri senin antika tabancayı ya satmıştır yahut da cebi dolgun bir müşteri çıkmasını bekliyordur.”
“Tabancam hâlâ onda. Başkasına satmış falan değil. Ama geri de vermiyor. Daha bakımını yapmadım diyor.” Muzip arkadaş kurnaz bir ifadeyle gülümsedi; “Dur bakalım sen. Ben şimdi şu Cambaz Fahri’ye bir alicengiz oyunu oynayayım da tabancanı ondan geri alalım.” Ebesiz Doğan merakla sordu; “Bu nasıl olacak?” “Dedim ya. Alicengiz oyunu.” “Nasıl bir oyun?” Muzip arkadaş kendinden emindi; “Sen şimdi git, Cambaz Fahri’nin dükkânına gir, tabancanı geri iste.” “Geri vermeyecektir. Zaten oradan geliyorum.” “Olsun. Sen dediğimi yap. Gerisini bana bırak.”
Ebesiz Doğan muzip arkadaşının tavsiyesine uyarak Cambaz Fahri’nin tamirci dükkânına girdi, orada biraz oyalandı ve her zamanki gibi antika tabancasını geri alamayarak eli boş bir şekilde dışarıya çıktı. Ebesiz Doğan’ın dışarıya çıkmasının birkaç dakika sonrasında muzip arkadaş tamirci dükkânından içeriye girerek Cambaz Fahri’ye selâm verdi. Cambaz Fahri tezgâhın ardından selâmı aldı. Muzip arkadaş lâfı gevelemeden alicengiz oyununu oynamaya koyuldu. “Az önce Ebesiz Doğan’ın senin dükkâna girip çıktığını gördüm. Niye gelmiş?” “Yok bir şey,” dedi Cambaz Fahri. Muzip arkadaş çehresine sahte bir endişe iliştiriverdi. “Aman ha! Ebesiz Doğan senden ne istiyorsa ver. Onun işini hemen hallet. Benden uyarması.” Cambaz Fahri ister istemez tedirgin oldu. “Niye ki? Beni niye uyarıyorsun?”
“Oğlum, Ebesiz Doğan istihbarattandır. Bunu bilmiyor muydun? Onu kızdırırsan başına belâ alırsın. Demedi deme.” Cambaz Fahri telâşlandı, eli ayağına dolandı, ağzında bir şeyler geveledi, ne söyleyeceğini bilemedi.
…..
Yazarın diğer kitapları