Laiklik Elden Giderdi (!)

Kenan EROĞLU

Odgurmuş(1): Eskiden ülkemizde, belirli bir kesim sık sık “laiklik elden gider” diye feryat ederlerdi.

Ögdülmüş: Evet Odgurmuş kardeşim; Eskiden iktidarları,  hükümetleri, karşı partileri ve halkı  “laiklik elden gidiyor“  diye korkutur, hizaya getirmeye çalışırlar, ortalığı velveleye verirlerdi.

 

“Cumhuriyeti biz kurduk” diyen ve devleti idare etme alışkanlığı elde eden elit takım  “laiklik elden gidiyor“  diyerek kendilerine karşı olanları, kendileri gibi düşünmeyenleri, inanan insanları hırpalar, uyarır, ikaz eder ve yola-hizaya getirmeye çalışırlardı.  Bunda da başarılı olurlardı.

“Laiklik elden gidiyor“  denilince,  karşıda bulunan rakip veya hedef kitle susturulurdu.

Odgurmuş: Bu yaklaşım yeni mi çıktı eskiden de var mıydı?

Ögdülmüş: Cumhuriyetten önce böyle bir mesele yoktu, hiç kimse diğer birinin dinine, yaşayışına, ibadetine ve dini düşüncesine asla karışmazdı. Devlet de hiç kimseye müdahale etmezdi.

 Bu yaklaşım Cumhuriyetle birlikte çıktı. Biz Cumhuriyet rejimine geçtikten sonra Fransa’dan laiklik uygulamasını da aldık.  Yani din işleri ile devlet işlerini birbirinden ayırdık. Fakat bu çok basit ve kolay olmadı. Halkımızın kahir ekseriyeti Müslüman’dı ve geçmişten gelen alışkanlıklarına göre hayatını idame ettiriyordu. Ülkedeki tek parti yönetiminin sert ve acımasız uygulamaları ile dinimiz olan İslamiyet’e karşı da tavır alınmış olması pek çok olumsuzlukları da beraberinde getirmiştir.  Bu haksız ve yersiz uygulamalarda pek çok masum insanın da canı yanmıştır. Şu an pek çok kimse bu konuları pek fazla yaşamamış olduğu için geçmişte neler olduğu konusunda da yeterli bilgi sahibi değiller. Daha eski zamanlarda,  “Ticaniler,  mürteciler“   diye dindar ve mütedeyyin kesim üzerine baskılar kurulur,  “irtica hortladı”  teraneleri ile zaman geçirilir ve bu Milletin ensesinde boza pişirilirdi. “ Türkiye, son iki asırdır, din konusunda sağlıklı bir politika, maalesef üretememiştir. Aydınlarımız, dindar olan halkımızı aşağılamış, onun değerlerini uzunca bir müddet hiç önemsememiştir. Dindarlık geniş bir yelpazede kendisini göstermiş olmasına rağmen, hiçbir fark gözetilmeksizin, bütün dindarlar bir anlamda mahkûm edilmiştir. Yanlış politikalar, cumhuriyet döneminde dinin yer altına çekilmesine yol açmıştır. Daha önce dikkat çektiğimiz bilgi boşluğu, geleneğin gözden uzak bir biçimde din ile özdeşleştirilmesine, batıl inançların, hurafelerin din gibi telakki edilmesine sebep olmuştur. Buna dayalı olarak ortaya çıkan dini değerleri koruma içgüdüsü ile bütünleşen bir tür korku, zaman zaman yobazca davranışları hazırlayabilmektedir.“ (Türkiye ve Siyasal İslam, Prof. Dr. Hasan Onat “İslam’ın Bu günkü Meseleler”  Türk Yurdu Yay. Ank. 1997 S: 191-192)

Necip Fazıl’ın dediği gibi  “bir şapka bir eldiven ve bir maymun“ dan meydana gelen modernlik ve çağdaşlık köylünün giydiği şalvara,   başındaki serpuşa,  cüppeye karışır irtica ile eş sayar  “mürteci“   damgası vururdu.

Esasında geriye baktığımız da, laiklik elden gitmiyormuş da,  bizi hep  “laiklik elden gidiyor” diye korkutmuşlar.  Kendilerinin rahat hareket etmelerini sağlamışlar.

Bütün bu eziyetleri ve sıkıntıları bize çektirmişler kendileri rahat etmişlerdir.

Aslında uygulama bakımından Fransa’dan olduğu gibi alınan laik’lik,  toplumumuzun yapısına ve geleneklerine uymadığı için problemlere ve aksamalara sebep olmuştur. 

Milletin laiklik vs. ile işi yok. O kendi bildiği yolda dini hayatını devam ettiriyor. Yerine göre ibadetini yapıyor, bayramını, kandilini kutluyor sessiz sedasız inançlarını yaşıyor.  Ama yönetici ve elit tabaka onun hareketlerini kısıtlamak, onu hizaya sokmak, terbiye etmek için bu yolu hep kullanmıştır.

 Bu Millet senelerce bu konularda,  yetkili ve yetkisiz kişilerden çook nutuklar,  vecizeler! Dinlemiş ve pek çok eziyetler çekmiştir. Laiklik adı altında mütedeyyin insanların üzerinde birçok baskılar uygulanmış dini hayatla ilgili pek çok kısıtlamalar getirilmiştir. Fakat görüldü ki netice itibariyle de ne laiklik elden gitmiş, ne de şeriat gelmiştir. “Laiklik elden gider”  diye çığırtkanlık yapanların ise yaptıkları yanlarına kar kalmıştır.

Odgurmuş: Efendim bir söylem daha var; “Dinin yeri vicdan ve mabettir” düşüncesi, bu konuda ne diyeceksiniz..

Ögdülmüş: O dönem laiklik uygulamalarının belirgin bir tezahürü de “Dinin yeri vicdan ve mabettir“ düşüncesiydi. Laikliğin elden gitmemesi için sanki bir tedbir mahiyeti taşıyordu.

1930’larda din konusunda tek parti döneminin kararı ve genel kanaati böyleydi.

Yüzyıllardır, Milletimizin Devleti başta olmak üzere, hayatını, tüm dünyasını saran, kuşatan ve yükselmemize de sebep olan yüce dinimiz İslamiyet devletten uzaklaştırılacak ve insanların vicdanlarına terk edilecek, oradan çıkmayacak, çıkamayacaktı.

İnsanlar, hiçbir dini eğitim almadan, dinini yeteri kadar öğrenmeden vicdanlarına göre ne isterlerse yapacaklar,  vicdanları neye izin verirse kendi içlerinde kalacak dışa vuramayacaklardı.

Hayatta ise,  Din-İslamiyet,  mabede-camiye hapsedilecek, cami dışına çıkılmayacaktı.  Mabedin içinde namaz kılınıp dinin vecibeleri yerine getirilebildiği kadar yapılacaktı, cami dışına adım atılmayacak, İslami yaşantı dışarıya aksetmeyecek, dışarda İslami bir tavır sergilenmeyecekti.

Odgurmuş: Yani din yaşanan hayatta hiçbir şekilde görülmeyecekti.

Ögdülmüş: Evet öyleydi. Aksi takdirde “laiklik elden gider“ di!

Dini konuda vicdanı ile baş başa kalan insan,  o vicdan muhasebesini neye göre ve nasıl yapacaktı. İnsanların vicdanını terbiye eden dini hayat yasaklanmıştı, dini tedrisat yoktu, dini tedrisat yapmak isteyenler de takibata uğruyorlardı.  O zaman insanın vicdanı nelere göre şekillenecek,  neye göre karar verecek doğruyu nasıl bulacaktı. İnsanların aklı yok mu? Doğruyu bulamazlar mı? diye sorulabilir. Din olmayınca akıl da her zaman iyi ve güzele, erdemliliğe yönelmiyordu.

O zaman din, vicdanı olmayan insanların vicdanlarına göre ayarlanacak, yaşanabilecek,  o kara vicdanlıların vicdanı neye izin verirse ancak o kadar Müslüman olunabilecekti. Nitekim bir dönem öyle de oldu o vicdanı olmayanlar hiçbir şeye izin vermediler. Öyle bir gün geldi ki ne namaz kıldıracak bir hoca, ne cenazeleri yıkayıp kaldıracak bir kişi bulunamadı. 

Arif Nihat Asya’nın feryadı boşuna değildi.

“ Müslümanlıkla yoğrulan yurdu,

Müslümansız bırakma Allah’ım “

Diye duaya katılanların duaları elbet kabul olurdu. Tabii ki böyle devam edemez, böyle olmazdı, olamazdı ve olmadı…

 İnsanların inançları vicdanlarına ve sadece mabede hapsedilmekle kalmadı.  İnsanoğlunun inanç ihtiyacı bu şekilde yeteri kadar karşılanamıyordu.

Senelerce dini faaliyet yapmak isteyenler; “Laiklik elden gidiyor“  diyerek susturulmuş, sesleri bastırılmıştı ama görüldü ki “laiklik” elden gitmiyormuş, sadece insanlar korkutulmuş, “laiklik elden gider“   düşüncesi de bir terbiye metodu olarak kullanılmış.

“Dinin yeri vicdan ve mabettir” diyenlere inat ülkemizde dini hayat gerilememiş, bilakis daha da gelişmiştir. Dini düşünce devlet ve hayatımızı bu gün direkt olarak etkilemese bile toplum hayatımızın önemli bir bölümünü şekillendirmeye devam etmektedir.

Odgurmuş: Yukarıdan beri bahsettiğimiz uygulamaların bir çeşit yansıması da “İbadet de gizlidir, kabahat de” şeklinde olmuştu..

Ögdülmüş: Tek parti döneminin ilginç yaklaşımlarından ve “bir terbiye-sindirme metodu”olarak çok kullanılan veciz(!)  Bir söz:   “İbadet de gizlidir, kabahat de”

Türkiye’de Cumhuriyetle birlikte dinin sosyal hayattan çıkartılmasının ardından, insanların dini ve ibadet ihtiyaçlarını karşılamak yerine,  ibadetin yapılsa bile gizli yapılması gerektiği,  açıktan ve toplu olarak ibadet yapılmaması ve yeni yetişen nesillere kötü örnek! Olunmaması amacıyla “ibadet de gizlidir, kabahat de”şeklinde uydurulmuş/oluşturulmuş bir düşünce tarzıdır.

İbadet gizli olunca, yanı sıra tabii ki kabahat de gizli olacaktı. Herkes, ne yaparsa gizli yapacak, topluma hem ibadet de hem kabahat de kötü örnek! Olunmayacaktı.

Bu sayede Müslümanların birbirlerini murakabe imkânı da kalmayacaktı.

Özellikle dinin sosyal hayatta ne işi vardı.  Geri kalmamızın, fakir, görgüsüz olmamızın sebebi İslamiyet değil miydi? Batı gelişmiş güçlenmişti. Batı’da İslamiyet‘mi vardır. Batı’yı İslamiyet mi güçlendirmiş kalkındırmıştı.

O halde “din-ibadet”  topluma etki etmemeli gizli yapılıp yer altına çekilmeliydi, o zaman gayri meşru yollara girerlerdi bu davranışlardan dolayı, zabıta tedbirlerini, kanunları, tüzükleri,  yönetmelikleri uygulamak daha kolay olurdu.

Bu sayede;

Evlere baskınlar yapılabilecek, Kur’a-ı Kerim ve çeşitli dini yayınlar okuyan insanlar Arap harfleri ile yazılmış belgeleri(!)  ve dokümanları(!)  ile birlikte suçüstü yakalanarak örfi idarelerde yargılanacaklardı.

Bu konuda, Gelinen noktada verilecek hüküm şu kesinlikte olabilir: Cumhuriyet başarılarını gölgede bırakacak bu temel yanlıştan dolayı, bu manada başarısız bir projedir.

Din eğitim-öğretimini askıya almaktan doğan boşluğun daha cahil ve din bilgilerinden yoksun bir kitle tarafından doldurulmasının hesab edilmediği anlaşılıyor.

Diğer taraftan, uygulamadaki aşırılıkların akıl almaz noktalara vardırıldığı da doğrudur. 1946’ya kadar Kur’an okumanın, eski yazılı bir kitap ve metin bulundurmanın bile takibe alınmaya yetmesinin hiçbir açıklaması yoktur. Doğrudan doğruya din düşmanlığı olarak algılandığı ve uygulandığı da bellidir. Dolayısı ile kantarın topuzu kaçmış değildir, kantar kalmamıştır.“ (Yağmur Tunalı “Kavga Günleri” Bilge Kültür Sanat yay. İst. 2013 s:62)

Yani kısaca 3-5 kişi bir araya gelerek ibadet yapamayacak, dini vecibeleri yerine getiremeyeceklerdi. İnsanın kendi vicdanına hapsedilen din toplu olarak uygulama alanı bulamayacaktı.

Hem ülkemize gelen yabancılara biz ne derdik. Biz Osmanlının her şeyini terk-red etmiştik, Osmanlı tarihini, arşivini, medeniyetini, şiirini, edebiyatını ve her şeyini terk etmiştik. Bu cennet ülkemizin bir dini yüzü olamazdı, olmamalıydı bu çağdaşlığa aykırıydı. Gerçi ezanı da Türkçeleştirmiştik ama şu muhteşem mabetlerimiz de olmasaydı,  ibadette kabahatte tam da batının istediği gibi gizliden de gizli olurdu. 

Bu sayede batılılaşma hayalimiz bir nebze olsun gerçekleşecek. Laiklik adına büyük başarılar elde edilecek hatta bu konuda örnek aldığımız Fransa’yı bile geride bırakacaktık.

Bu kutsal! Yolda birkaç (O günlerin deyimiyle)“Ticani” nin, birkaç “şeriatçı” nın, birkaç “gerici” nin, birkaç “yobaz” ın canı da yanabilirdi. Laikliğin elden gitmemesi için de bu kadarcık fedakârlık! Yapılmalıydı.

Bu açıdan kesinlikle, ibadetin de kabahatin de gizli olmalarında sayılamayacak kadar faydalar vardı.

**************

Kadim kitabımız kutadgu Bilig’de geçen iki şahsiyet:Ögdülmiş: Akıl – UlulukOdgurmış: Kanaat – Akıbet- Afiyet Hâmiş:Ziyâ Paşa dün; “İslâm imiş devlete pâ-bend-i terakkî/Evvel yoğ idi işbu rivâyet yeni çıktı”demişti. Biz ise bugün şu tespitte bulunuyoruz: ‘İnsanımız İslâmiyet’ten ne kadar uzak bırakıldıysa, insaniyetten de o ölçüde uzaklaştırıldı.             Sözün Özü:     Şahsî ve siyâsî menfaatlerini kaybeden gruplara göre, “Elden giden” mefhumlar da zamana ve zemine göre değişir; tek değişmeyen şey kullanılan metottur. Hâmiş:İslamiyet; insanoğlunun beşikten mezara kadar olan ömrüne -ve hatta ölüm sonrasına-  hitap ederek hayat tamamını düzenleyen İlâhî değerler manzûmesidir… Zamanla ve mekânla sınırlandırılamayacağı gibi, sadece vicdanlara hasredilemez ve hapsedilemez.

Yazar
Kenan EROĞLU

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen