Mehmet MAKSUDOĞLU
Geçenlerde bir gazeteci de daha önce, öğrencilerini namaza götüren öğretmenleri, resimlerini çekerek, çok tuhaf, olmaması gereken bir şeymiş yapmışlar gibi, haber yapmıştı. Oysa, örnek aldıkları Batı Avrupa’da, anaokulu veya ilkokul öğrencilerini kiliseye götüren öğretmen – tuhaf bir şey yapmış gibi sunularak – haber yapılsa, “bu gazetecinin aklından zoru mu var?” “ne demek istiyor?” derler. Hep söylediğimiz bir cümleyi tekrâr etmenin tam yeri değil mi ?“ Ne kadar tekrarlasak azdır :
“İki yüz yıldır ağır baskısı altına ezildiğimiz kültür istilâsı yüzünden, iş o raddeye gelmiştir ki; ‘Devlet eliyle en komik insan tipini kim yetiştirebilir’ konulu milletlerarası bir yarışma düzenlenmiş olsaydı, şampiyon biz olurduk.”
Bizim “aydın” denilen diplomalımız, genellikle, ilkokulda kafasına doldurulanları bilgi zannederek devam eder gider. “Laiklik” der, laiklikle ilgili tek kitap okumamıştır. Kafasında, laikliğe ilşkin belli, açık seçik bir bilgi, görüş yoktur! Düşünme özürlü yetiştirildiğinden, birkaç nesildir, Müslümanlara Müslümanca yaşamayı zorlaştırmak için yapılan dayatmaları, laiklik zanneder. Sözgelimi, taksimdeyken, kendisinin ihtiyaç duymayacağı namaz ibâdetini, yerine getirmek isteyen Müslüman, orada câmi yapılmasını istese, bunu laikliğe aykırı bulur, câmi yapılmaması için imza toplar. Oysa, laikliğe göre, Devlet, bütün inançlara aynı mesafededir; Devlet bütçesinden para ayrılmaması şartıyla isteyen câmi, isteyen kilise, isteyen havra yapabilir, tabiî çevreye mîmârî bakımdan uyumlu olarak.
Laikliğe gelince: Katoliklerle Protestanlar 1618 – 1648 yılları arasında 30 yıl boyunca birbirlerinin kökünü kazımak için savaştılar. Birbirlerini bitiremeyince, Westfalia andlaşmasını imzaladılar ; laiklikte en bâriz noktadır. Her hükümdâr (prens) istediği dîni (biz ‘mezhep’ diyorsak da kendileri, ‘dîn’ olarak kabul ederler) seçecekti; tabiî, onun emri altındakiler de onun dîninde oldular. Ortodoks Yunanlılar, Sırplar, Osmanlı raiyyeti (gözetilip kollanılanı) oldukları için, huzur ve güven içindeydiler. Bu dîn savaşlarından etkilenmediler.
Gelelim yobazlık konusuna: bizim karikatür aydınımız, kafasına öyle doldurulduğu için, yobazlığın, dindarlara özgü bir sosyal olgu, patolojik bir durum olduğunu zanneder. Önce târifte anlaşalım : Yobazlık, karşısındakinin, kendi dışındakilerin, mutlaka kendisi gibi düşünmesi gerektiği görüşünde olanın kafa yapısıdır. Bu kafa yapısındaki kişi, yobazdır. İslâmî her şeye karşı çıkan, Müslümanlar kendisi gibi düşünmediği için onları suçlayan, aşağılayan laikçi kafa, yobazın tâ kendisi değil midir? Müslümanlar, kendi görüşlerini dayatıyorlar mı? Başörtülüler, başları açık olanlara baskı yaptılar mı? yapıyorlar mı? Üniversiteye başı açık gelen kız öğrencilerin başlarını örtmeleri için ikna odaları kuruyorlar mı? yobaz kimmiş?
Laiklik olmazsa, gayrı Müslimlerin durumu zor mu olurmuş? Hemen yanıtlayalım:
Öyle bir şey olsaydı, Osmanlı’nın 500 yıla yakın kaldığı Sırbistan’da, 400 küsûr yıl hâkim olduğu Yunanistan’da, bir tek Sırp, bir tek Yunanlı kalmazdı! Bizim karikatür aydın, tarihini de bilmez! İslâmı titizlikle uygulayan Osmanlı, idâre ettiği milletlerin, diline, dînine karışmamıştır; tam aksine onlara bu konularda yardımcı olmuştur. Uyguladığı millet sistemi ile, her inanç topluluğunun (Arapça’da millet: dîn demektir, ulus değil) başına, o dinin bir büyüğünü getirmiş, ona yetki vermiş, onların dîni işlerini ona havale etmiştir, dinlerini korumuştur. Günümüzde, aklına esen İslâmı keyfince yorumluyor; Osmanlı, böyle bir şeye gayrı müslimler için izin verseydi, durumları ne olurdu? Ortada ne kalırdı? Kısacası, laik olmayan Osmanlı, gayrı Müslimlerin dinlerini iyi korumuştur.
Bizim iki ayaklı karikatür aydınımızın derdi başka : kendisi, gayrı müslim kategorisine de girmiyor : kiliseye gitmez, havraya gitmez (Hristiyan ve Mûsevî yurttaşlarımız, bizim ‘aydın’ tipi içine girmez; onlar, kendi kültürleri içinde, problemsizdir, inancının gereğini yerine getirir veya getirmez, ama ‘kültür baskısı’na uğramadığı için bizimkilerden, bir bakıma, daha düzgündür) ortada, ne idüğü belirsiz bir durumdadır. Sorsanız utanmadan “laikim” der; evet böyle bir cehaletten utanmak gerekir: laik insan olmaz, laik toplum olur, laiklik toplumlar içindir.
Gelelim bu millet nasıl bir Anayasa istiyor meselesine: uçurumun kenarından değil, dibinden döndüğümüz 15 Temmuz gecesinde, ellerinde bayraklarla tankların karşısına dikilen, evlerinden şehîd olmayı göze alarak, hattâ bu niyetle çıkanlar, arada ne diye haykırıyorlardı : Bismillâh, Yâ Allah, Allâhüekber! Coştukları zaman mehter marşı, Bayrak şâiri merhum Ârif Nihat Asya’nın Fetih Gençliği Marşını dinliyorlardı. Şehîdler can verirken kelime-i şehâdet getiriyorlardı, laiklik akıllarının ucundan bile geçmiyordu! Milletimizin minârelerden yükselen, Peygamberimiz Hazret-i Muhammed Aleyhisselâm’a salâtlarla, selâmlarla ezânlar eşliğinde coşarak sokaklara aktığı, Türkiyemizin uçurumun dibinden çıktığı o gece, hangi laikçi hangi tankın karşısında idi?