Turgut GÜLER
“Tulipomania”, lâle deliliği demekmiş. Böyle bir delilik, bediî sâhaya giriyor. Kemâl-i âfiyetle yenilip içilen nice gıdânın, nasıl ağız ve mide aboneleri oluyorsa, lâlenin de peşine düşen deliler var. Bunu, çok kıt ve dar mâlûmatla 18. yüzyılın başına hapsedip, Osmanlı târîhinin bir dönemine alem yapmak, lâleye de, deliye de haksızlık olur.
Ampirizm (empirisme) deyince, bütün vücûdu beyniyle berâber lâboratuvara giren pozitivist-materyalistler, hayâtın merkezine, enjektörle sıvı fışkırtmayı koyuyorlar. Sonunda da, ortalık bir çeltik tarlasına dönüyor. Lâleye hakkını vermek için, lâlezârın ortasına bağdaş kurup oturmak lâzım.
Osmanlı’nın mâzisi üzerine söz sermâyesi harcanırken, hep yeniliklere sırt çeviren, abûs, aşırı muhafazakâr, hattâ mürteci’ (!) bir devlet profili çıkarılır. Hammer başta, Avrupalı târîhçilerin, Osmanlı’yı götürmek istediği istasyon bellidir. Meydânında dârağacı kurulan o yerde, lâleye tahammül edilebilir mi?
İşin en garîb tarafı; “çiçek yetiştirme ve ıslâhı” gibi, Dünyâ’nın en mâsûm ve estetik hareketini bize fazla görmeleridir. Yâni, ne yaparsanız yapın, ampirik (empirique) mahkemede beraat ihtimâli yok.
Hâlbuki Üçüncü Ahmed Hân’ın, bahçelere taşıdığı lâlelerden daha çoğu, zihninde açıyordu.
“Aman, hamle sırası Türklere gelmesin!” telâşı ile kafamızı ince, uzun bir vazoya sokan Batı, kendi iç dünyâsında hesaplaşmaya girdiğinde, san’atın diliyle konuşuyor.
Aynı fiil, kendileri için meziyet, bize gelince kabâhat.
Hep bu çifte standard anlayışı yüzünden, nice zinde ve enerjik bünye zaafa uğradı. Çiçek nezâketi ve inceliğini bize yakıştıramıyorlar. Oysa lâlenin Avrupa’ya Türkiye’den taşındığını, Avrupalı Avrupasız cümle Âlem biliyor.
Sultan Ahmed Hân-ı Sâlis’in saltanat yıllarına “Lâle Devri” denmesi, Patrona’yı bile proleteryaya dâhil edenlerin huzûrunu kaçırıyor. Çünkü mânâ ülkesini tamâmen ele geçirmese dahî, maddî yapıyı sarsan Türk rönesansına ramak kalmıştır. Hemen icâbı yerine getirilmeli ve günahkâr keçi maskesi, Mülket-i Osmânî’ye yapıştırılmalıdır.
Târîhin tekerrüründen dem vuranlar, içimizde de, dışımızda da aynı terâneye nakarât yazıyor. En tabiî ve de mukaddes insanlık hakları yerlerde sürünüp, ayaklar altında çiğnenirken susmayı yeğleyenler, nâzenîn bir çiçeğin yaprak ve çeneklerine takılıp, infâz memûru kesiliyorlar.
Fâtih’in, çiçek koklarken görüldüğü minyatür, Türk’e hâs bir deliliğin senedi. O çiçek, karanfil yerine lâle de olabilirdi, hiç fark etmez.