Bir ideolojiyi liberalizmden bağımsız bir şekilde ele almak neredeyse imkânsızdır. Çünkü önemli ölçüde kapitalizmin belirleyici olduğu sosyal-kültürel iklim içerisinde liberal dünya görüşü diğer tüm akımlar karşısında hegemon bir konuma ulaştı. Bu bağlamda liberalizm tüm ideolojilere eklemlenmiş ve onlardan da bir ölçüde etkilenmiştir diyebiliriz. Ama mevzu bahis olan her hangi bir ideoloji değil de milliyetçilik olunca bu bahsi geçen eklemlenme-etkilenme diyalektiği daha da belirgin hale geliyor. Tam da bu noktada yazının sorunsalı somut hale gelmekte. Bu yazıda milliyetçiliğin ideolojik künyesi üzerine bir soruşturma yürüteceğiz. Böylesi bir işte başarılı olabilmek adına liberalizmi metodolojik bir ayraç olarak kullanmak yerinde olur sanırım. Milliyetçilik içerisindeki tüm çatışkı ve benzerlikler son kertede iki kümede toplanıyor çünkü. En genel hatlarıyla iki milliyetçilik türü var: Liberal milliyetçilik ve anti-liberal milliyetçilik. İki milliyetçilik türü üzerine yapılacak karşılaştırmalı bir okuma milliyetçiliğin toplumsal ilişkiler ve siyasi kültür bakımlarından yarattığı arızaları açık bir şekilde ortaya koyacaktır. Ele alacağımız son başlık bu arızlardan biriyle, yani ayrımcılıkla ilgilidir. Milliyetçilikle erkeklik arasındaki patolojik birliktelik hem liberal hem de anti liberal milliyetçilik özelinde ayrımcı pratikleri güçlü bir şekilde desteklemektedir. Ampirik açıdan böylesi bir önerme önemli ölçüde gerçeği yansıtsa da, yine de milliyetçilik-ayrımcılık özdeşliğini biraz daha ayrıntılı bir şekilde ele almak, hem ayrımcılığın sınırlarını hem de milliyetçiliğin içerisinden özgürleştirici bir perspektifin çıkma ihtimalini tartışmaya açmak gerekir.
Liberal milliyetçilik
Liberal milliyetçilik önemli ölçüde Amerikan ve Fransız Devrimlerinin ürünüdür. Bu tür bir milliyetçilik tarzı içerisinde özerk bireye ve ilerlemeye dayalı aydınlanmacı akıl ile milliyetçiliğin en büyük katalizör gücü olan duygular ve doğal refleksler sentezlenir. Liberal milliyetçilik aynı zamanda cumhuriyetçidir. Yurtseverlik ve yurttaşlık öğretileri güçlü bir şekilde savunulur. Bu bağlamda liberal milliyetçi anlayış monarşiye ve aristokrasiye karşı demokrasiyi ve dolayısıyla daha fazla halk katılımını önemser. Liberalizm, rasyonalizm, aydınlanma ve cumhuriyetçiliği bir araya getiren liberal milliyetçi geleneğin köklerinde John Stuart Mill, Ernest Renan ve Giuseppe Mazzini gibi siyasal düşünürler vardır. Bu gelenek bireysel özgürlüğü ve demokratik yönetimi destekleme eğilimdedir. Dolayısıyla liberal milliyetçi geleneğin daha çok dışlayıcı değil de kapsayıcı bir siyaset tarzını olumladığını söyleyebiliriz. Ancak anti-liberal alternatifine göre daha özgürlükçü olsa da liberal milliyetçilik de bir dizi soruna gebedir
Bir kere evrenselci bir bireysel özgürlük anlayışı savunulur. İnsanın kendi doğasından, doğadan, ait olduğu topluluklardan ve özel alandaki bir takım bağlılıklardan kurtulması beklenir. Özeli kamuya, doğayı akla doğru açan bu aşkın anlayış ilerleme yolunda fazlasıyla katı bir ajandaya saplanıp kalma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Mesela özel alandaki her şey küçümsenir. Kamu-özel, aleni-mahrem karşıtlığında cinsellik daha çok özel-mahremle ilgili bir şey olarak görüldüğü için bu küçümsemeden o da nasibini alır.
Bir diğer mesele liberal milliyetçiliğin kapitalizme herhangi bir milliyetçilik türünden daha fazla yakın olması gerçeğinde somut hale gelir. Aslında standart liberal milliyetçi duyuş bakımından aklın evrenselliğiyle kapitalizmin evrenselliği birbirine koşuttur. Tabii bu anlatı aynı zamanda liberal milliyetçiliğin siyaseten oynadığı rolü de açık bir şekilde ortaya çıkarır. Ulus devletin yaratım sürecinde kapitalizm ile devlet arasındaki dolayım ilişkisi liberal milliyetçilik tarafından sağlanır. Bu son anlamda liberal milliyetçilik kapitalist bireylerin yurttaşlık anlayışını karakterize eder.
Anti-Liberal milliyetçilik
Anti-liberal milliyetçilik etnik veya ırksal anlamda saflığa ulaşmaya çalışır. Yabancılara karşı anlamsız bir antipati, insan türünün genel refahına karşı kayıtsızlık, her koşulda kendi ülkesinin çıkarlarını insanlığın çıkarlarından üstün tutma gibi eğilimler anti-liberal milliyetçilik içerisinde oldukça revaçtadır. Ayrıca bu milliyetçilik anlayışı demokratik pratikleri karikatürize etmeye eğilimlidir. Çünkü sonuçta anti-liberal anlayış ulusun kendisini amaç haline getirir. Birey kendini genelde bir liderin ya da partinin sözlerinde açığa vuran bu üst amaca tabii kılar. Anti-liberal milliyetçilikte özgürlük ulusal sadakatte somut bir içeriğe kavuşur. Bu nedenle milletin parçası olmak ve ulus-devlet tarafından tanınmak yeterlidir. Ayrıca özel olarak burjuva demokrasisini işletmek ve haklara dayalı bir yurttaşlık anlayışı inşa etmek gerekmez. Millete karşı ödevlerin varlığı demokrasi için yeterli görülür.
Peki, anti-liberal milliyetçiliğin tarihsel kökleri hakkında neler söylenebilir? Bu meseleyi aydınlatmak noktasında öncelikle Fransız ve Alman milliyetçilikleri üzerine karşılaştırmalı bir analiz yapmak yerinde olur. En yalın anlatımla liberal milliyetçilikle anti-liberal milliyetçilik arasındaki fark Fransız milliyetçiliğiyle Alman milliyetçiliği arasındaki farka indirgenebilir. Bilindiği üzere Fransız orduları Devrim sonrası konjonktürde Kıta Avrupa’sındaki diğer ülkeleri işgal ettiler. Bu durum, bir taraftan işgal edilen ülkelerde Fransızlara karşı kızgınlık ve bağımsızlık arzusu yaratırken, diğer taraftan da Fransız milliyetçiliğine tepki olarak yeni bir milliyetçilik anlayışının ortaya çıkmasına yol açtı. Fransız milliyetçiliğinin demokratik ve evrenselci özüne karşılık Alman milliyetçiliği etnik köken temelinde gelişen yerel bir milliyetçilik anlayışını karakterize ediyordu. Alman milliyetçiliği özelinde anti-liberal milliyetçilik aynı etnik kökenden gelen insanları tek bir devletin çatısı altında birleştirmeyi hedefleyen dışlayıcı bir anlayışta somut hale gelmektedir. Etnik saflık anlayışı ve devlet vurgusu Alman milliyetçiliğinde oldukça belirgindir. Tabii Alman milliyetçiliği anti-liberal milliyetçiliğin hangi nitelikleri nedeniyle faşizme açık kapı bıraktığı meselesini de önemli ölçüde açık hale getirmektedir. Tam da bu noktada savaş, siyasal kenetlenme ve milliyetçilik arasındaki ilişkiye değinmek gerekir.
Savaş bir olgu olarak milliyetçiliğin her iki türü arasındaki fark ve benzerliklerin tam bir dökümüne ulaşmamızı bir hayli kolaylaştırır. Şüphesiz ki her iki milliyetçilik türü de şiddet kullanımı konusunda sakınımsız bir tavır içerisindedir. Demek ki şiddet siyasal bir enstrüman olarak milliyetçiliğe hem eylem hem de söylem düzeyinde eklemlenmiştir. Ancak yine de şiddetin amacı ve sınırları konusunda iki milliyetçilik türü arasında bazı ilgi çekici farklılıklar vardır. Şöyle ki, İngiliz, Fransız ve Amerikan tarihinde kendini açan liberal milliyetçilik kullandığı şiddeti daha üst bir amacın arkasına gizlemeye özen gösterir. Liberal milliyetçi zihniyet emperyalist ve sömürgeci siyaseti uygarlaşma, özgürlük ve demokrasi gibi genel kabul görmüş tema veya kavramlarla meşrulaştırılır. Mesela İngilizler Hindistan’a uygarlık götürür, Fransız orduları Avrupa’yı özgürleştirmekte, Amerika ise Irak’ı demokratik bir ülke haline getirmeye çalışmaktadır. Anti-liberal milliyetçilikte ise şiddet daha savunmacı bir dille olumlanır. Bu savunmacı dil öncelikle anti-emperyalizmde somut bir içeriğe kavuşur. Başlangıç düzeyinde şöyle bir önerme hiç de yanlış değildir. Liberal milliyetçilik emperyalist olduğu için anti-liberal milliyetçilik de anti-emperyalisttir. Bu bağlamda rahatlıkla diyebiliriz ki anti-liberal milliyetçilik şiddeti daha çok kendini korumak için kullanır. Ama tabii daha ayrıntılı bir okuma liberal ile anti-liberal arasındaki ayrımın her durumda emperyalist ile anti-emperyalist arasındaki ayrımla kesişmediğini gösterecektir. Her şeyden önce anti-liberal milliyetçiliğin şiddeti meta-etik bir kavramla meşrulaştırmaya ihtiyaç duymaması şiddet kullanımının denetimsiz hale gelmesine veya aşırı şekilde doğallaşmasına yol açabilir. Tabii anti-liberal milliyetçiler de bağımsızlık gibi nosyonları bolca kullanarak liberal milliyetçilikteki bir takım etik politik nosyonları kendi jargonlarına ya da düşüncelerine tercüme eder. Ancak kendini savunma doğal bir şey olduğundan şiddet kullanımı çoğu kez gerekçelendirilmez. Yine bu bağlamda bir diğer mesele kendi kavramının sınırlarıyla ilgilidir. Bu metin içerisinde liberal milliyetçilikteki evrenselleşme eğilimine taban tabana zıt bir içerikte anti-liberal milliyetçiliğin etnik bir kor etrafında örgütlendiğini ileri sürdük. Etnik kökenin fazlasıyla önemli olduğu bu tarz, bir de özü koruma içgüdüsüyle birleşince, milliyetçilik kaçınılmaz bir şekilde linç kampanyaları, asimilasyon ve soykırım süreçleriyle kendini her an terörize edebilen bir ideolojiye dönüşür.
Cinsellik, eşcinsellik ve milliyetçilik
Cinsellikle milliyetçilik arasındaki ilişkinin niteliğini ortaya koymaya çalışırken erkeklik ve ayrımcılık gibi durum ve kavramlarla hesaplaşmak zorunda kalırız. Öncelikle şöyle bir tespitle analize başlamak yerinde olur. Erkeklik imgesinin yaratım sürecinde genel olarak ideolojiler, özel olarak ise milliyetçilik oldukça etkili olmuştur. Liberal milliyetçilik kapitalizme özgü eşitsizlikçi dili erkeklikle birleştirmiştir. Bu bağlamda ideal liberal milliyetçi erkek varsıl ve eğitimlidir. Bazı ülkelerde, özelikle de Amerika’da beyaz ırktan olmak da bu bahsi geçen idealize erkeğin doğal bir parçasıdır. Tabii liberal milliyetçi aynı zamanda bir yurtsever olduğundan, kişinin yurdunu savunacak ölçüde güçlü kuvvetli olması da beklenir. Liberal idealin -varsıl, eğitimli, güçlü erkek- dışarısında kalan geniş kitle ise belirgin biçimde ayrımcılığa uğrar. Liberalizmin ve liberal milliyetçiliğin güçlü olduğu ülkelere bakıldığında görünüşte eşitlikçi bir dil hâkim olmasına rağmen, uygulamada beklenen standartları karşılamayan kişilerin gerek haklarını kazanma gerekse bunları kullanma bakımlarından ciddi ölçüde zorlandığı söylenebilir. Çünkü liberal idealin dışarısında kalan kesimler işe yaramaz olarak görülür ve sistem tarafından dışlanır. Son çeyrek asırda liberal dünya görüşünün hâkim olduğu ülkelerde durum bir ölçüde değişse dahi eşcinsel, biseksüel ve translar hâlâ liberal idealin dışarısında ve bu nedenle yoğun bir şekilde ayrımcılığa maruz kalma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Demek ki liberal milliyetçiliğin alternatifine göre daha fazla kapsayıcı olması gerçeği hiçbir şekilde dışlayıcı pratiklerin olmadığı anlamına gelmez. Liberal milliyetçilikte dışlamanın sınırını kapitalizm belirlemektedir. Kapitalist halkanın dışarısında kalanların kendi kimliklerini ya da tercihlerini istedikleri gibi ortaya koymaları ise ya hemen hiçbir durumda mümkün değildir ya da ancak sosyal ilişkiler hiyerarşisi bakımından marjinal bir konumda kalmayı kabul etmeleri sayesinde kısmen gerçekleştirilebilir nitelikte olur.
Anti-liberal milliyetçilikte ise heteroseksüellik dışındaki cinsel kimliklere yönelik ayrımcılık çok daha belirgindir. Çünkü anti-liberal tutum milliyetçiliği devletin milleti yaratması meselesine ve bu bağlamda bir varoluş sorununa indirger. Tabii süreç bu şekilde kodlandığında askerlik ya da erkeğin askeri erdemler aracılığıyla kendini nitelemesi çok daha yoğun bir şekilde vurgulanır. Güçlü ve saldırgan erkek imgesi ile itaatkâr ve uysal kadın imgesi neredeyse kültürün tartışılmaz bir öğesi haline gelir. Eşcinsellik ise asker erkekte kristalize olan tüm özelliklerin karşıtı bir konumda yer alır. Bu nedenle eşcinselliğe yönelik ayrımcı pratikler liberal milliyetçilikle karşılaştırılamayacak ölçüde sistemiktir. Temel kaygı eşcinsellik yaygınlaşırsa erkeğin erkek kadının ise kadın olmaktan çıkacağı yönündedir. Bu durum ise bir anti-liberal milliyetçi için devlet birliğinin sonunu getireceği için kabul edilemez niteliktedir.
Sonuç yerine
Milliyetçiliğin demokrasiyi bir ölçüde desteklediği olgusal açıdan doğrudur. Çünkü sonuçta milletle halk arasında siyasal sosyolojik anlamda bir devamlılık vardır. Milliyetçilik monarşi yanlısı ve aristokratik eğilimleri parçalayarak toplumun en alt katmanı ile en üst kesim arasında doğrudan bir şekilde iletişim kurulmasına yardımcı olur. Dahası millet egemenliği nosyonu genelde yurttaş eşitliğini geliştirici yönde sonuç doğurur. Hatta milliyetçiliğin natio’ya değil de patria’ya dayandığı durumlarda, özellikle cumhuriyetçi yurtsever öğreti bakımından milliyetçi hassasiyetlerle eşitlik arasındaki neden-sonuç ilişkisi çok daha güçlüdür. Ancak milliyetçiliğin ayrımcılığa dönüşme ihtimali çok yüksektir. Bu bağlamda milliyetçilik demokratik olduğu kadar antidemokratik eğilimleri de destekler. Özellikle dil, inanç ve etnik köken konularındaki tek tipçi zihniyet yurttaşlık hukukunu fiilen işlemez hale getirebilir. Her durumda öyle olmasa dahi, kamuyu bir örnek haline getirme ihtirası milliyetçiliğin gerçekten de başat bir özelliğiyse, bu bahsi geçen nitelik sadece farklı etnik kökenden gelen insanları değil, aslında farklı olan herkesi şüpheli hale getirecektir. Mesela bu bağlamda bireyin amaç olmaktan çıktığı, devlet ve millet gibi büyük yapıların altında ezildiği bir konjonktürde eşcinsellerin eşitlik temelinde sonuç doğuracak yurttaşlık haklarından yararlanmaları neredeyse imkânsız hale gelir.
Gelinen nokta itibariyle şöyle bir hatırlatmayla tartışmayı bitirmek yerinde olur sanırım. O da şu ki, milliyetçilik eşitliği de eşitsizliği de güçlendirebilir. Bu nedenle en özgürlükçü anda bile milliyetçiliğin olası karanlık yüzüne karşı dikkatli olmak, siyasi kültürün milliyetçi akıl tarafından belirlenmesine bir takım rezervler koymak gerekir. Yoksa asgari düzeyde dahi eşit özgürlükçü bir düzeni yaratma ihtimali tehlikeye girer.
.
MAKALENİN ALINDIĞI KAYNAK: https://kaosgl.org/haber/liberal-milliyetcilik-ve-anti-liberal-milliyetcilik