Türkiye, Kuzey Afrika ve Akdeniz havzasındaki jeostratejik konumunu güçlendirmek başta olmak üzere bir dizi siyasi ve ekonomik nüfuz ve hedeflerine ulaşmak, bunları güvence altına almak için Libya’daki iç savaşa UMH lehine müdahil oldu. Ancak, yukarda da anlattığım üzere Türkiye’nin Libya’daki çatışmaya ilk müdahale etmesinden bu yana siyasi manzara çok değişti. 24 Aralık’ta gerçekleşmesi planlanan seçimlerle birlikte siyasi görünümün yeniden değişmesi muhtemel. Dolayısıyla Libya’da bu aşamada Ankara’nın üç temel hedefe odaklandığını görüyoruz: mevcut askerî varlığını korumak, Libya siyasetindeki etkisini sürdürmek ve imzaladığı anlaşmaları korumak.
*****
Nebahat Tanrıverdi YAŞAR
Askerî çatışmanın Haziran 2020’de fiilen durması, Libya krizi açısından bir dönüm noktası oldu. Önce Libyalı taraflar 3 Ekim 2020’de ateşkes anlaşması imzaladılar. Birleşmiş Milletler (BM) arabuluculuğu ile gerçekleştirilen görüşmeler sonucunda da yeni bir geçici hükümet kuruldu. 2014’teki seçimler sonrasında ikiye ayrılan Libya Temsilciler Meclisi, ilk kez bir bütün olarak oturum düzenleyerek ülkeyi 24 Aralık’ta seçimlere götürecek geçici hükümeti onayladı.
Mevcut çatışmasızlık halinin geçici bir mola mı yoksa kalıcı barışa giden bir yol mu olduğuna henüz net bir cevap vermek zor. Ancak Libya’da çatışmaların sona ermesi ve yeni bir hükümetin kurulması ile Türkiye’nin müdahil olduğu Ocak 2020’deki şartlar ve dinamikler büyük oranda değişmiş oldu.
Libya’da neler değişti?
Libya’daki bu iki önemli dönüşüm, yani çatışmasızlık ve yeni hükümetin kurulması, Türkiye’nin Libya krizine müdahil olduğu şartları ve masaya oturduğu aktörleri değiştirdi. Türkiye, Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) ile biri güvenlik iş birliğine, diğeri Doğu Akdeniz’deki deniz sınırlarına ilişkin iki mutabakat zaptı (MoU) imzalamış ardından Libya iç savaşına doğrudan müdahil olmuştu. Bu gelişmelerin yaşandığı günlerde, Halife Hafter tarafından başlatılan Trablus ablukasının sekizinci ayı dolmak üzereydi. Hafter’e bağlı Libya Ulusal Ordusu (LUO) güçleri, Trablus merkeze doğru üç cepheden ilerlemekteydi ve bazı bölgelerde şehir merkezine yaklaşılmıştı. Bugün ise ülkede savaşın yeniden alevlenme riski tamamen ortadan kalkmasa da geçtiğimiz Haziran ayından itibaren ortaya çıkan çatışmasızlık korunuyor. Askerî çatışmalar yerini siyasi müzakerelere ve güç mücadelesine bırakırken ülkenin meşru siyasi temsiliyeti de tamamen değişti. Yeni Başbakan Abdülhamid el Dibeybe, eski başbakan Serrac başbakanlığındaki UMH hükümetinden görevi devraldı. 10 Mart’ta Dibeybe, Sirte’de toplanan Temsilciler Meclisi’nden güvenoyu alarak yeni kabinesini oluşturdu.
2020’nin ilk yarısındaki askerî hareketlilik büyük oranda yerini askerî eğitim ve yeni iktidar ilişkilerinde müzakerelere bırakmış durumda. 23 Ekim 2020 tarihinde imzalanan ateşkes anlaşması ile taraflar Trablus güçlerinin petrol bölgesine ilerlemeyeceğini ve Sirte-Jufra hattının korunacağını taahhüt ederek yeni hükümet ve kurumların birleştirilmesi gibi siyasi çözümün temel adımları üzerinde çalışacakları konusunda uzlaştılar. Dahası, yeni hükümetin kurulması ile birlikte 2015 yılından bu yana ilk defa doğu ve batı kampları arasında parçalanmış olan Libya siyasetinde bir bütünlük görünümü elde edilebildi.
Libya’da doğu ve batı kampları uzlaştı mı?
Peki, bu bütünlük görünümüne sahip yeni hükümet, Libya’da uzun yıllardır devam eden Doğu ve Batı Libya kamplarını barıştırdı mı? Dibeybe, hükümeti kurarken geniş bir uzlaşı sağlamak adına iki başbakan yardımcısı, 35 bakan ve altı devlet bakanından oluşan bu yeni hükümetindeki görevleri batıda Trablus, doğuda Sirenayka ya da diğer adıyla Barka ve güneyde Fizan bölgelerindeki aktörleri de tatmin edecek şekilde yerel gruplar arasında dağıtmaya çalıştı. Dibeybe hükümet kurma başarısını sadece Libya’nın üç bölgesinin dengeli bir temsiline borçlu değil; aynı zamanda diğer iki önemli lider Tobruk Temsilciler Meclisi Başkanı Akile Salih ve Halife Hafter de dâhil olmak üzere kilit aktörlerin rızasını da almayı başardı.
Bu nedenle de hükümetin bileşimi, geniş bir çıkarlar koalisyonunun bir ürünü ve bu anlamda, bir güç paylaşım formülünü temsil ediyor. Bu güç paylaşımı, hükümet içinde ve devlet kurumlarında geniş bir temsiliyete dayandığı kadar çatışmasızlığı ve oluşan statükoyu sürdürmek için daha fazla bütçe harcamasına da bağlı. Dibeybe hükümetinin mevcut cari yıl için 96,2 milyar Libya dinarı, yani 21,5 milyar dolar olarak belirlenen ve ülke tarihinin en yüksek bütçesini önermesinin nedeni de bu. İttifak bileşenlerini genişletmesi ve rakiplerini sakinleştirmesi mümkün olduğunca çok sayıda aktörün kaynaklara erişimini sağlamasına bağlı.
Uluslararası boyut değişecek mi?
Dibeybe’nin siyasi stratejisi, Libya’nın sınırlarının ötesinde de çatışmasızlığı ve oluşan statükoyu sürdürmeyi hedefleyen benzer bir mantığı taşıyor. Özellikle Libya’daki güç dengesi üzerinde önemli etkilere sahip Mısır, Türkiye ve Rusya gibi aktörlerle iyi ilişkiler geliştirilmesinde ekonomik anlaşmalar kilit bir rol oynuyor. İlk yurt dışı seyahatini 18 Şubat’ta Kahire’ye yapan Başbakan, Mısır’ın Libya’ya yönelik değişen politikasındaki yeni tonu korumaya çalışıyor. 2014’ten itibaren Trablus tarafını görmezden gelen Mısır, yeni siyasi dengeleri de dikkate alarak Trablus ile ilişkilerini geliştirme yönünde önemli adımlar atıyor. Mısır’ın Trablus’taki büyükelçiliğini yeniden açacağını açıklamasının yanı sıra Mısırlı işçilerin ve yatırımcıların Libya pazarına geri dönüşünü hızlandırmak için gerekli şartların oluşturulması ve kurumsal iş birliği mekanizmalarının oluşturulmasına yönelik adımlar atılması, Mısır-Libya ilişkilerinin yoğunlaşacağına işaret ediyor.
Benzer şekilde Birleşik Arap Emirlikleri’ne gerçekleştirdiği ziyaret de Libya’daki güç dengesinde BAE’nin sahip olduğu rolü teyit ediyor. Birkaç kez ziyaret ettiği Moskova’ya en son Dibeybe, dışişleri ve petrol ve gaz bakanlarının yanı sıra Libya Genelkurmay Başkanı Korgeneral Muhammed el-Haddad ile birlikte gitti. Tek tek iyi ilişkiler geliştirmeyi hedefleyen bu girişimler, aynı zamanda ilişkileri şekillendiren uzlaşı stratejisinin de açık bir göstergesi. Ancak bu uzlaşma, Dibeybe’nin Türkiye ile daha gerilimli bir ilişkiyi tercih edeceği anlamına gelmiyor. İlk Türkiye ziyaretini Yüksek Düzeyli Stratejik İş birliği Konseyinin ilk toplantısı kapsamında gerçekleştiren Dibeybe’ye 5 başbakan yardımcısı ve 14 bakanın yanı sıra Genelkurmay Başbakanı Orgeneral Muhammed el-Haddad ve diğer hükümet yetkilileri eşlik etti. Ziyaretin Libya’daki iktidar değişikliğine rağmen Türkiye-Trablus ilişkilerinin hâlâ stratejik önemini koruduğu mesajını vermek istediği açık.
Askerî çekilme mümkün mü?
Dibeybe için en zorlu mesele, ülkedeki yabancı güçler ve paralı askerlerin çekilmesine yönelik artan talepler. Çatışmasızlık bir yandan Birleşmiş Milletler tarafından yürütülen siyasi, ekonomik ve askerî müzakereleri ön plana çıkarırken diğer yandan da yabancı güçlerin ve paralı askerlerin ülkeden çekilmesi meselesini ana konulardan biri haline getirdi. Bu yöndeki talepler yeni geçici hükümetin göreve başlaması ile birlikte yoğunluk kazandı. Ancak Dibeybe’nin bu meseleyi yönetmesi çok da kolay değil çünkü sahada bugün devam eden çatışmasızlık Haziran itibariyle kurulan yeni güç dengesinin ürünü.
Kısaca hatırlamak gerekirse, askerî dengeyi UMH lehine değiştiren Türkiye’nin askerî desteğiyle Trablus ablukası kırıldı ve Libya Ulusal Ordusu birlikleri Sirte-Jufra hattının gerisine çekildi ancak UMH’ye bağlı birlikler Sirte hattını Rusya’nın savaş uçaklarının hava saldırıları nedeniyle aşamadılar. Ocak ayında Libya’da Türkiye’yi nelerin beklediğini değerlendirirken Libya’da sıcak çatışmanın maliyetinin arttığını ifade etmiştim.
Kısaca özetlemek gerekirse bunun iki nedeni bulunuyor. Öncelikle Libya Ulusal Ordusu’nun Sirte-Jufra Hattı’nın gerisine çekilmesiyle birlikte potansiyel çatışma sahası ülkenin ekonomisi için stratejik öneme sahip doğu ve batı Libya arasındaki Petrol Hilali bölgesine kaymış oldu. Ayrıca Rusya’nın Libya’daki Jufra Hava Üssü’nde Mig-29 avcı/önleme ve Su-24 taarruz/bombardıman uçaklarını Cufra Üssü’ne ve ardından da Sirte’ye S-300 hava savunma sistemlerini konuşlandırması, savaşın yıkıcılığının artmasına neden olabilecek bir dönüm noktasını temsil ediyor. Sonuç itibariyle Rusya, bu hamlesiyle hava üstünlüğünü bir kez daha doğu Libya ittifakı lehine değiştirerek sahada yeni bir güç dengesi oluşturdu ve aynı zamanda Türkiye’nin Libya sahnesine girmesine olanak sağlayan askerî çatışmaların son bulmasına neden oldu. Bu yeni askerî dengeye bağlı olarak ortaya çıkan çatışmasızlığın sınırı da Sirte-Jufra hattı ile çizilmiş oldu. Bu hat 2020 yazında Mısır tarafından da kırmızı çizgi olarak kabul edildi. Her ne kadar Mısır bu hattın UMH’ye bağlı güçler tarafından aşılması halinde askerî güç kullanacağını ilan etse de hattın doğusunu tahkim eden ülke Rusya oldu. Hem ülkenin güneyindeki Fizan bölgesindeki petrol tesislerinde hem de petrol hilali bölgesindeki tesislerde Wagner paralı askerlerinin varlığı yerel güçleri dengeleyerek sadece Rusya’nın konumunu güçlendirmekle kalmadılar, Hafter’in de Libyalı aşiretlere ve yerel güçlere askerî bağımlılığını azaltarak siyasi ömrünü uzattılar.
Daha basit bir ifadeyle, Libya krizine müdahil olan Türkiye, Mısır, Rusya gibi aktörler ile Libya’daki siyasi ve askerî aktörlerin ve devam eden siyasi çözüm sürecinin kaderi iç içe şekilde bu caydırıcılık dengesi ile şekillenmiş durumda. Türkiye Libya’nın batısına güvenlik şemsiyesi sağlıyor. Wagner birlikleri ile Çad ve Sudan gibi ülkelerden gelen paralı askerler hem petrol tesislerinin kontrolünün doğu Libya’da kalmasını sağlıyor, hem de Batı Libyalı askerî güçlerin olası ilerlemesi karşısındaki en önemli asker gücünü oluşturuyor.
Türkiye’nin öncelikleri ve yeni meydan okumalar
Türkiye, Kuzey Afrika ve Akdeniz havzasındaki jeostratejik konumunu güçlendirmek başta olmak üzere bir dizi siyasi ve ekonomik nüfuz ve hedeflerine ulaşmak, bunları güvence altına almak için Libya’daki iç savaşa UMH lehine müdahil oldu. Ancak, yukarda da anlattığım üzere Türkiye’nin Libya’daki çatışmaya ilk müdahale etmesinden bu yana siyasi manzara çok değişti. 24 Aralık’ta gerçekleşmesi planlanan seçimlerle birlikte siyasi görünümün yeniden değişmesi muhtemel. Dolayısıyla Libya’da bu aşamada Ankara’nın üç temel hedefe odaklandığını görüyoruz: mevcut askerî varlığını korumak, Libya siyasetindeki etkisini sürdürmek ve imzaladığı anlaşmaları korumak.
Türkiye’nin askerî eğitim faaliyetlerini kapsayacak şekilde bir askerî çekilmeye yönelik baskı ve talepler gündeme gelmeye devam edecektir. Öte yandan Dibeybe kabinesinde Trabluslu aktör ve gruplar için Türkiye’nin sağladığı güvenlik şemsiyesi hâlâ kritik. Bu nedenle de Dibeybe’nin Türkiye’de yaptığı ortak basın açıklamasında ifade ettiği gibi güvenlik iş birliğini muhafaza etmeye çalışmaları daha olası. En muhtemel senaryo, Trablus’taki Suriyeli savaşçıların çekilmesi mevcut pazarlıkların konusu olurken, Türkiye’nin askerî varlığının öngörülebilir gelecekte devam etmesi. Yine de Türkiye’nin Mısır ve Rusya gibi Libya sahasında karşı karşıya kaldığı aktörlerle hem de Libya’daki gelişmelere doğrudan önem atfeden ABD ve Avrupa Birliği üye ülkeleri ile ilişkilerini zorlayacak bir konu başlığı olmaya devam edecektir.
Libya siyasetindeki etkisini sürdürmek, Türkiye’nin önümüzdeki dönemde Doğu Libya’daki aktörlerle de iyi ilişkiler kurmasını gerektiriyor. Türkiye’nin uzun yıllardır Doğu Libya ile diplomatik iletişim kanalları kopuk. Türkiye ile benzer şekilde Libya’daki ilişkileri tek kampla sınırlı olan Mısır, son dönemde önemli siyasi açılımlar ve diplomatik adımlar atarak Batı Libya ile ilişkilerini normalleştirme yönünde ilerleme kaydetti. Uzun vadede Libya siyasetinde etkili olunmak isteniyorsa Türkiye’nin de benzer adımlar atarak bu alandaki eksikliğini gidermesi gerekecek. İmzalanan anlaşmaların yürürlükte kalmaya devam etmesi biraz da Türkiye’nin atacağı bu adımlara bağlı.
——————————————–
Kaynak:
https://fikirturu.com/jeo-strateji/libyada-yeni-dinamikler-neler-ve-turkiye-icin-ne-anlama-geliyor/