Bir makama veya göreve atanmada liyakat ve ehliyet sahibi olma, adaletin, toplumsal ve siyasal adaletin bir gereğidir. Adalet, liyakat ve ehliyet sahiplerine görev veya makam verilmesini gerekli kılar. Toplumsal ilişkilerde, siyasette, yöneten-yönetilen münasebetlerinde liyakat ve ehliyet ilkesi yürürlükteyse, o toplumsal evrende adalet yürürlükte demektir. Adalet, liyakat, hakkaniyet ve ehliyet esaslı görev vermelerle toplumsal eşitsizlikleri de dengeleyen bir sistemdir. O halde liyakat ve ehliyete dayalı makam verme, toplumsal adaletle doğrudan ilgilidir. Adalet ile toplumda hangi insanın ne gibi liyakat özelliklerine sahip olduğu, neleri hak ettiği ve sahip olduğu ehliyet durumuna göre hangi mevki, görev ve makamı hak ettiği gibi hususların belirlenmesinde temel bir ölçüttür.
*****
Prof.Dr. Ejder OKUMUŞ
İnsanın toplumsal hayatta kendini güvende hissetmesi, birlikte aynı evren ve çevreyi paylaştığı insanların nasıl davranacaklarını önceden kestirip ona göre davranması, toplumda görev ve sorumluluk dağılımının liyakat ve ehliyet esasında yapılmasıyla doğrudan ilgilidir. Bu durumda liyakat ve ehliyetin, toplum ve dolayısıyla tek tek bireyler için hayati derecede önemli olduğu söylenebilir. Görev alma ve vermede liyakat ve ehliyet prensibi ise emanet anlayışı ve ilkesiyle doğrudan ilgilidir. Emanet, liyakat ve ehliyet de adalet, sadakat ve meşruiyet boyutlarıyla anlam kazanır.
Emanet
Liyakat ve ehliyetin anlaşılması emanetin anlaşılmasına bağlıdır. Liyakat ve ehliyetin geçerli olduğu bir toplumsal düzende emanet anlayışı ve bilinci yüksek düzeydedir. Emanet, insanın üstlendiği görevi, Allah’a, mahlûkata ve insanlara bir borç olarak ve de onlara karşı sorumluluk bilinciyle ifa etmek demektir (Bkz. Ahzab 33/72). En son İslam Peygamberi Hz. Muhammed‘in (sav) bir hadis-i şerifinde belirttiği üzere “görev bir emanettir, hakkının verilmemesi, kıyamet günü perişanlık ve pişmanlık demektir. Ancak kim onu hak ederek alır ve onun sebebiyle üzerine düşen vazifeleri eksiksiz eda ederse, o günün perişanlığından kurtulur.” (Müslim, İmaret 17; Ebu Davud, Vesaya 4).
Bir görevi üstlenen kişi, emanetin geçici olduğunu, kendisine borç olarak verildiğini bilmez veya düşünmezse, liyakat sahibi bir insan değil demektir. Gerçek anlamda ehliyet sahibi de olmaz; çünkü emanet bilincinden yoksun olan kişi, işi, mesleği ya da makamına dair sahip olduğu donanımını da emanet olduğu bilinciyle hareket etmeyeceğinden dolayı yanlış veya eksik olarak devreye sokacaktır.
Emanet bilincine sahip kişi, emin kişi olup kendisine tevdi edilen görevi dürüst, güvenilir bir insan olarak sadakat ve adaletle yerine getirir. Bir işi yapmanın, bir sorumluluğun gereğini yerine getirmenin, bir makamı taşıyabilmenin olmazsa olmazlarından biri emin olma, diğeri sadakat, bir diğeri ise adalettir. Oturduğu makamı, emanet olarak gören bir insan ancak, emanete ihanet etmez, sadakatle makamda oturur ve görevini adaletle yürütür.
Liyakat
Liyakat, bir kişinin insan olarak bir emaneti, bir görev ve sorumluluğu üstlenmeye layık, yaraşır veya uygun olma durumunu, insanî ve ahlâkî anlamda yeterlilik niteliğini ifade eder. Liyakat ile kişinin insanî, ahlâkî ve erdemsel nitelikler itibariyle yaptığı veya atandığı işi yapabilecek, tayin edildiği makamı bir emanet bilinciyle doldurabilecek donanımda olmasına işaret edilir.
Liyakat sahibi kimse, kendisine tevdi edilen görev ve makamı, sadakatle ve emin olarak korurken, liyakatli olmayan kişi ehliyet sahibi olsa dahi makama, emanete ihanet edebilir (Enfal 8/27). Toplum için, insanlık için yapılacak görevlere ihanet etmeyecek kişiler, emanet bilinci olan, sadakat sahibi olan, emin ve sadık kimselerdir. Makam ve görevler böyle kişilere verilir. Kendisine verilen emanetleri, onları koruma sözü verip koruyacak, gözetecek, onların gereğini yerine getirecek olanlar, yalnızca liyakat sahiplerdir (Meâric 70/32; Mü’minûn 23/8). Liyakat sahibi insanlar; inanç sahibi, ahitlerine bağlı, iffetini koruyan, maddi ve manevi imkânlarını insanlarla paylaşan, boş iş ve boş sözlerden yüz çeviren, hakkın safını tutan kişilerdir (Mü’minûn 23/1-11 vd.). Bu anlamda liyakat sahibi kişi, üstlendiği emanete sahip çıkar, onu korur, onun gereğini yerine getirir, ona ihanet etmez.
Ehliyet
Ehliyet, bir kişinin bir emaneti, bir görev ve sorumluluğu üstlenebilecek meslekî niteliklere sahip olma durumunu, bilgi ve becerisiyle o görev ve sorumluluğa özgü uygunluk ve yeterlilik durumunu ifade eder. Ehliyet ile insanın yaptığı veya atandığı işi veya mesleği yapabilecek, uhdesine tevdi edilen görev veya makamın emanet bilinciyle gereğini yapabilecek ustalık, uzmanlık, bilgi ve meslekî yeterlilik donanımında olmasına işaret edilir. İslam’da emanet olarak görülen iş, görev ve makamlara, toplumun, toplumda ilgili ve yetkili insanların, yöneticilerin, ehline, ehliyet sahiplerine verilmesi farzdır. Emanetleri ehline vermek adaletin bir gereği olduğu gibi makamında adaletle oturmak, makamının gereği olarak yönetimini ve işlerini adaletle yürütmek de ehliyet sahiplerinin yapabileceği bir şeydir. Nitekim “Allah, size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Doğrusu Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor! Şüphesiz ki Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.” (Nisa 4/58) ayeti, emaneti, emanetle ehliyet ve adalet arasındaki sıkı ilişkiyi açıkça ifade etmektedir.
Emanet, Sadakat, Adalet, Liyakat ve Ehliyet
Daha önce ifade edildiği gibi emanet, doğrudan doğruya liyakat ve ehliyet ile bağlantılıdır. Emanet bilincinin olmadığı bir yerde liyakat ve ehliyetten bahsetmek mümkün değildir. Üstlendiği görevi Allah’ın ve insanların emaneti olarak görmeyen bir kişinin liyakatinden ve ehliyetinden bahsedilemez.
Liyakat ve ehliyet, toplumda üstlenilen görev ve sorumlulukla, görev ve sorumluluk da emanetle doğrudan bağlantılıdır. İnsanlar, öncelikle birbirlerine emanettirler. Üstlenilen görev ve sorumluluk, emanetin üstlenilmesi demektir. Bu çerçevede liyakat, emaneti üstlenebilme, taşıyabilme bilincine ve diğer insanî niteliklere sahip olmaya işaret etmektedir. Ehliyet ise emaneti taşıma konusunda emanetin kendisiyle ilgili donanıma sahip olmaya göndermede bulunmaktadır.
Emanet bilinciyle göreve gelme veya atanma varsa, orada sadakat var demektir. Emanet ile sadakatin olduğu yerde güvene, doğruluğa, vefaya dayalı bir ilişki var demektir. Emanet ile, emanet bilinciyle, emanet olarak verilen ve alınan görev ve makam, sadakatle, bağlılıkla, dürüstlük, güven ve vefa ile yürütülür.
Bir makama veya göreve atanmada liyakat ve ehliyet sahibi olma, adaletin, toplumsal ve siyasal adaletin bir gereğidir. Adalet, liyakat ve ehliyet sahiplerine görev veya makam verilmesini gerekli kılar. Toplumsal ilişkilerde, siyasette, yöneten-yönetilen münasebetlerinde liyakat ve ehliyet ilkesi yürürlükteyse, o toplumsal evrende adalet yürürlükte demektir. Adalet, liyakat, hakkaniyet ve ehliyet esaslı görev vermelerle toplumsal eşitsizlikleri de dengeleyen bir sistemdir. O halde liyakat ve ehliyete dayalı makam verme, toplumsal adaletle doğrudan ilgilidir. Adalet ile toplumda hangi insanın ne gibi liyakat özelliklerine sahip olduğu, neleri hak ettiği ve sahip olduğu ehliyet durumuna göre hangi mevki, görev ve makamı hak ettiği gibi hususların belirlenmesinde temel bir ölçüttür.
Bir görev veya makama, emanet bilincine sahip emin, yani liyakatli bir kişi, ehliyet sahibi olması durumunda atandığında, o görevi emanet olarak görecek ve dolayısıyla sadakat ve adaletle yürütecek; elinin altındakilere sadık, dürüst ve adil davranacak, zulmetmeyecektir. Aynı şekilde toplum, liyakat ve ehliyet ilkelerine göre görev verilen kişinin adalet dağıtacağına bakarak hareket eder.
Meşrûiyetin Temeli Olarak Liyakat ve Ehliyet
Biraz daha farklı kelimelerle ifade etmek gerekirse; liyakat insanın üstlenilecek görevi hak etmesi, ona layık olmasıyla ilgili bir özelliği ifade ederken, ehliyet kişinin verilen veya üstlenilen görevle uyumunu, denkliğini, o görevi yapabilecek donanıma ve yeterliliğe sahip olma özelliğini ifade etmektedir. Bu bağlamda liyakat, daha çok kişinin görevle bağlantılı olarak kendi kişisel özellikleriyle ilgili iken, ehliyet daha çok kişinin görevle ilgili yetkinliğiyle ilgili olmaktadır.
Bütün bu boyut ve içerikleriyle liyakat ve ehliyet, bir göreve gelmeyi, bir sorumluluğu üstlenmeyi meşrûlaştıran, haklı kılan, emanete riayet edildiğini ortaya koyan iki varoluşsal niteliktir. Bir görev veya makama gelme veya getirmede liyakat ve ehliyet, o görev veya makama gelen kişinin toplum katında meşruiyetinin temelini teşkil eder. Layık ve ehil olma niteliğinden yoksun bir kişi, toplum tarafından meşrû, makul, geçerli, açıklanabilir olarak görülmez. Bu durumda o kişinin aldığı kararlar ile yaptığı işler de meşru edilmez, tersine gayri meşru görülür. Gayri meşru görülen kişinin yaptığı işe muhatap olan kişiler, kendilerini güven içinde, adaletin şemsiyesi altında görmezler.
Emaneti Liyakat ve Ehliyet Sahibine Vermenin Önemi
Her liyakatli, ehliyetli değil; her ehliyetli de liyakatli değildir. Bir insan, liyakat sahibiyse, ehliyet sahibi olup olmadığına bakılır. Liyakat sahibiyse, ehliyet sahibi olduğu da tespit edilirse, emanet ona teklif edilir. Ehliyet sahibi, ama liyakat sahibi olmayan kişiye asla emanet teslim ve tevdi edilemez. Ehliyet sahibi olmayan, ama liyakat sahibi olan kişiye ise, emaneti üstlenecek liyakat sahibi başka hiç kimse yoksa ancak emanet teslim ve tevdi edilir. Yani zorunluluk varsa böyle yapılır. Onun dışında liyakat sahibi, dürüst bir insan, emin bir kişi, ehil olmadığı bir makama getirilmez.
Ehliyet sahibi insanda aranan liyakat özellikleri ise belli ölçütlerle belirlenir. Liyakat, dar, belli bir ideolojik veya siyasal grubun belirlediği sınırlarla tanımlanamaz. Liyakati belirleyen ölçütler, geneldir ve o ölçütlerde de ahlâkî vasıflar çok önemlidir. Kişilik sahibi, sağlam karakterli, güzel ahlâklı, emin, sadık bir insan, hangi görüş ve düşünceden, hangi inançtan olursa olsun liyakat sahibi demektir.
Emanetin liyakat ve ehliyet sahibine verilmesi durumunda, toplum hayatında; ailede, ekonomide, siyasette, dinde, eğitimde, hukukta vd. sadakat, eminlik, şeffaflık ve adalet geçerli olur. Bunların geçerli olduğu bir toplumsal sistemde insaf, güven, adalet duygusu, moral ve motivasyon güçlü olur; daha da önemlisi bunlara bağlı olarak her boyutta sağlıklı üretim olur.
Emanetin, iş ve görevin liyakat ve ehliyet sahibi kimseye verilmemesi durumunda o işe emanet gözüyle bakılmaz; o işin gereği layıkıyla ve hakkıyla yerine getirilmez. Bu durumda toplumda emanet bilinci zayıflar, insaf ve adalet duygusu azalır; güven ve sadakata dayalı ilişki zedelenir; meşrûiyet ilişkisinde kayıplar meydana gelir. Daha ileri boyutlarda emanete ihanet edilir hale gelir; bu da toplumsal çöküşü hızlandırır. “İş, ehli olmayan kişilere verildiğinde, kıyameti bekle, kıyametin kopması pek yakındır.” (Buhârî, İlim, 2.) hadis-i şerifi bunu çok güzel izah etmektedir. Bu hadisin de açıkça ortaya koyduğu üzere emanetlerin liyakatli ve ehliyetli kişilere verilmemesi durumunda toplumsal düzen bozulur, toplumsal hayat alt üst olur; toplumda güvensizlik, sadakatsizlik, vefasızlık, adaletsizlik ve zulüm yaygınlaşır; güçlü olan haklı, güçsüz olan haksız sayılır. Bu da insan için, fert ve toplum için bir yıkım, bir kıyamet demektir.
———————————————
Kaynak:
http://www.fikircografyasi.com/makale/liyakat-ve-ehliyetin-onemi