Özden TEZEL *
Yalaka, dalkavuk, evet efendimci… adına her ne derseniz deyin, iş hayatında bu kişilerden çokça vardır. Bu kişiler bir yerlere gelebilmek için yalakalığı bir yol olarak görürler. Ne yazık ki, liyakatin önemsenmediği toplumlarda yalakalık çoğu zaman, terfi edebilmek, bir üst makama/mevkiye yükselebilmek ve/veya bir çıkar elde etmek için en geçerli/güvenilir yöntem haline geliyor. Tabîi, böyle ülkelerde, zaten kendisi de aynı yöntemleri kullanarak bulunduğu makamı/mevkiyi elde etmiş olan yöneticiler de, halk arasında “sallabaş” tâbir edilen “evet efendimci” insanlarla çalışmayı tercih ediyorlar. Bunlar, işinde yetenekli, özgüveni yüksek, doğru olduğuna inandığı konularda -hatâlı olduğuna ikna edilmediği sürece- geri adım atmayan, bağımsız düşünebilen, “başkasına yaranmak” gibi bir endişesi olmadığı gibi bu şekilde düşünmeyi/davranmayı zul addeden şahsiyet sahibi insanları kendileri için daima tehdit olarak görüyorlar ve ellerine geçen her fırsatta bu tür insanlardan kaçmaya çabalıyorlar. Hatta, ellerinden gelse, belki ezmeye bile yeltenebilirler. Ama, çok garip, çevrelerindeki yalaka takımına gerektiğinde her türlü aşağılayıcı muameleyi yapmaktan çekinmeyen bu tip yöneticiler, şahsiyetli/liyakatli insanlar karşısında ezik bir tavra bürünmekten kurtulamıyorlar. Belli ki, liyakat ve şahsiyetle donanmış insanlar karşısında “kim olduklarını” ve “bulundukları makama/mevkiye nasıl geldiklerini” hatırlamaktan kendilerini alamıyorlar.
Şu var ki, eskilerin tâbiriyle, câhil cesur oluyor. Nitekim, ABD’li iki bilim adamı Dunning ve Kruger, yaptıkları araştırmada, işlerinde yetersiz olan insanların, makam/mevki talep etme konusunda, yeteneksizlikleri ile çelişecek şekilde atak/cesur olduklarını, liyakatsiz/yeteneksiz insanların aslında lâyık olmadıkları şeyleri talep etme konusundaki atılganlıklarının onları toplumda ön plâna çıkardığını ve bu insanların bir süre sonra bu durumu benimsediklerini ve kendilerini gerçekten “değerli” hissetmeye başladıklarını; bilgili/becerikli, işinin ehli olan insanların ise keşfedilmeyi beklediklerini, fazlasıyla haketmiş oldukları konularda bile mütevazi davrandıklarını ve, bu durumun çevrelerinde “yetersiz oldukları” şeklinde bir kanaat oluşmasına sebebiyet verdiğini, bu yüzden de toplumda hak ettikleri ilgiyi/değeri gör(e)mediklerini tespit etmişlerdir.
‘İşinde kendini iyi hissetmek, niye olmasın?’ adlı kitabın yazarı Yvonne Poncet-Bonissol de, “Kimi yöneticiler yalakalığa çanak tutarlar. Bunlar iktidarı severler, epey özseverdirler. Psikolojik olarak kaygılı insanlardır. Ve maiyetlerinden bu kaygılarını azaltmasını beklerler. Bu yüzden etraflarında dalkavukları toplarlar” diyor.
Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı’ndan Prof. Dr. Erol Özmen, “Her yalakalık yapanın amacına ulaştığını söyleyemeyiz, fakat ülkemizde yalakalığın işe yaradığını tereddüt etmeden söyleyebiliriz. Karşısındaki kişinin yalakalık yaptığını bilse bile yöneticilerin birçoğu bu durumdan rahatsızlık duymaz hatta memnun olur. Bu da yöneticilerin onlara itibar etme olasılığını çok arttırır. Yöneticilerin yalaka insanların etkisinde kalmalarının en önemli nedeni narsistik gereksinimleridir. Başka bir deyişle yalakalar yöneticilerin narsistik gereksinimlerini doyururlar” diyor. Prof. Dr. Özmen, gözlemlerine dayanarak, yalakaların sayısında bir artış olduğunu söylüyor ve bunun en önemli nedenini, ülkemizde yükselmelerde liyakat dışında başka etmenlerin giderek daha etkili olmasına bağlıyor.
Üsküdar Üniversitesi Etiler Polikliniği’nden psikiyatrist Yrd. Doç. Dr. Alper Evrensel de yalakaların büyük ölçüde amaçlarına ulaştıkları, bir üst makama geldikleri konusunda hemfikir. Evrensel, “Yönetici, içinde her ne kadar samimiyetsizliğin olduğunu bilse de, bu insanların çevresinde bulunmasını ister. Bunu iki sebepten tercih eder. Birincisi kişiliği okşanır. Övgü almak ve karşısında el pençe divan durulması her yöneticinin hoşuna gider. İkinci sebebi ise, bu kişiler yöneticiye yaranmak için aşırı uğraş verirler ve yöneticiyi memnun edecek şekilde çok çalışırlar. Verilen her işin kayıtsız şartsız yapılmasını görmek, yapılacağını bilmek ise yöneticiyi rahatlatır” diyor.
Özetle, bir takım yöneticiler, özellikle de yükselmede/ödüllendirilmede liyakatin önemsenmediği kurumlarda/ülkelerde görev yapanlar, liyakatli/şahsiyetli insanlarla çalışmaktan hoşlanmazlar ve bu durum, uzun dönemde o kurumun/ülkenin herhangi bir dış etken olmasa da zamanla çürümesine/yozlaşmasına, rekabette geride kalmasına sebebiyet verir. Ülkemiz ve pek çok kurumumuz (buna üniversitelerimiz de dâhildir) ne yazık ki bu durumdadır. Çözüm, her ne pahasına olursa olsun, inandığı doğruların mücâdelesini vermekten çekinmeyen donanımlı/şahsiyetli insanların sayısını artırmaktan geçiyor. Bu insanlar, Nazım’ın dediği gibi, belki kendileri yanacaklar, ancak karanlıktan aydınlığa çıkmak için başka da bir yol görünmüyor.
Bu gün yollanıyorken bir gurbete yeniden,
Belki bir kişi bile gelmeyecektir bize.
Bir kemiğin ardında saatlerce yol giden,
İtler bile gülecek, kimsesizliğimize
Atsız
Varsın gülsünler… Yalnızlığa tahammül edebiliriz, ancak “yalakalığa” ve “yalakalara” asla…
————————————————
* Prof.Dr., Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi öğretim üyesi