İzmir’e girdik. Anadolu Yunanlılardan temizlendi. Şimdi işin siyasi safhası başlayacak. Hemen mümkün olduğu kadar çabuk barış yapmamız lâzım. On beş seneden beri muharebe ediyoruz. Hele son dört sene, bütün Cihan Harbi’nde çektiklerimizi unutturacak kadar zordu. Memlekette, halkta, hepimizde hiç söylenmeyen bir tek arzu var: Barış…”
İsmet İnönü (Hatıralar)
Mustafa Kemal Paşa Lozan’a İsmet Paşa’nın gitmesi kararını Mudanya ateşkes görüşmelerini ayrıntıları ile dinledikten sonra vermişti. Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Tengirşenk’e şifreli bir telgraf çekerek Dışişleri Bakanlığı’ndan istifasını ve yerine İsmet Paşa’nın gelmesi için de çalışmalara başlamasını istemişti. Mustafa Kemal Paşa bu konuşmaların arkasından da hiçbir şeyden haberi olmayan İsmet Paşa’yı çağırmış bir emrivaki gibi kendisinin Hariciye yâni Dişişleri Bakanı olacağını ve daha sonra da heyetin başkanı olarak Sulh Konferansına gideceğini söylemişti. İsmet Paşa büyük bir şaşkınlık yaşayarak kendisinin bir asker olduğunu söyleyerek özür dilemişti. Kendisine bunun kat’i bir emir olduğu ihsas edilince de kabul etmek zorunda kalmıştı. İsmet Paşa 26 Ekim1922 Mudanya Ateşkes anlaşmasından 2 hafta sonra 38 yaşında genç bir general olarak Batı Cephesi Kumandanlığından ayrılmıştı. Ankara’ya hareket etmesinden önce Batı Cephesinin birliklerine bir vedâ bildirisi göndermişti. Bu okuyanları çok duygulandıran satırlarıyla şaşırtan bir vedalaşmaydı. Yıllarca taşıdığı üniformayı birden bire çıkarıp bir diplomat olarak Lozan yollarına düşmek onun için hiç kolay değildi. Mudanya’da İngiliz delege Harrington bile çok şaşırmış “İsmet Paşa’yı ilk gördüğümde benim üzerimde büyük bir etki ve intiba bırakmadı. Görünürde gösterişsiz, ufak tefek bir insandı. Az konuşuyordu. Bundan başka, bir eksiklik mi yoksa bazı hallerde bir meziyet mi bilinmez, çok da ağır işitiyordu” demişti.
Daha sonra bu düşüncelerinde değişiklik olmuş “Konferansın sonlarına doğru kendisine daha fazla saygı hisleri duydum. Öyle sanıyorum ki, konferansa seçilmesi iyi olmuştur ve konuşulanların çok daha ötesini görmektedir” diye yazmıştı.
Sözün kısası İsmet Paşa artık bir dışişleri mensubudur. İçinde, yazdığı “LOZAN HATIRALARI” adını taşıyan kitabıyla olaylara komik ve esprili tarafından bakan Sağlık Bakanı Rıza Nur, Milletvekili Hasan Saka ve büyük şairimiz Yahyâ Kemal’in de bulunduğu 40 kişilik bir heyetle Lozan’a hareket edeceklerdi. Konferans, Vahdettin’in hayatını tehlikede gördüğü için İngiltere’ye sığınmasından üç gün sonra 20 Kasım 1922’de saat 15.00 de Mont Benon salonunda, İsviçre Cumhurbaşkanı’nın açış nutku ile büyük bir törenle başlayacaktı. Toplantıya İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon başkanlık edecek, davetliler arasında Fransa Başbakanı Poıncare, İtalyan Başbakanı Mussolini de bulunacaktı. Şaşırtıcı bir şeydi ama konferansa Birinci Dünya Savaş’ında harp halinde olduğumuz İngiltere, Fransa, İtalya, Yugoslavya, Romanya, Yunanistan heyetleri de katılacaktı. ABD gözlemci bulundurmayı kâfi görmüştü amma boğazlar konu olduğunda Rusya ve Bulgaristan da teşrif! edeceklerdi. Kısacası bu 40 kişilik heyet bizim bütün eski dostlarımızla! kuşatılmış vaziyette idi.
İsmet Paşa ise biraz kendine gelmiş, bu yeni durumuna intibak etmiş olarak arkadaşlarına: “Ben bu meydanı da tıpkı muharebe meydanı olarak görüyorum, onun için de o meydanın usullerini tatbik edeceğim.” demeye başlamıştı. Artık sırtına üniformasını giymiş bir İsmet Paşa vardı. Ankara ile her gün telgraf başında temasta olan, bütün olayları raporlar halinde her gün Ankara’ya bildiren bir İsmet Paşa… Bazı zamanlar ise “Bize hâlâ eşit bir devlet muamelesi yapmıyorlar” diyerek asabileşen bir İsmet Paşa… Fransız başdelegesi olan General Pelle İsmet Paşa’yı böyle anlatmıştı, “Mükemmel bir asker olduğu kadar mükemmel bir diplomat. Az söylüyor. Bir şeye olmaz dediği zaman, biliyorsunuz ki o şey olmazdır. Artık onu yaptırmamaya uğraşacaktır. Onun için müzakerelerde “peki kabul ediyorum” dediği zaman rahatlık duyar, “hayır” dediği zaman ise büyük bir mücadelenin başlamak üzere olduğunu anlardık.” İsmet Paşa’nın Venizelos’a verdiği cevap da mühimdir, düşündürücüdür;
“Mösyö Venizelos cenapları iddia ediyor ki, Yunanistan, müttefiklerin çağrısı ile savaşa sürüklenmiştir. Ama Sayın Venizelos unutuyor ki, Müttefikler Yunanistan’a işgal için vekâlet vermişler, tahrib için, zulüm için vekâlet vermemişlerdi.”
İsmet Paşa’nın devamlı didiştiği İngiltere Başbakanı Lord Curzon’dur. Onun, vatanının egemenliğine darbe olarak gördüğü her teklifini ısrarla, inatla kabul etmeyişinden bıkarak pes etmiş, İngiltere’ye dönmek üzere Lozan’dan kaçar gibi ayrılıvermişti. (4 Şubat 1923) Ama İsmet Paşa’nın asabiyetle “Ankara’ya döneceğim ve milletime, Lord Curzon’un başkanlığındaki konferans harp istiyor diyeceğim” demesini de hiç unutmamıştı. İsmet Paşa’yı tasvir eden bu satırlar da onundur; İsmet, bana her şeyden önce bir müzik kutusunu hatırlatıyorsun. Bizi iyice bıktırıncaya kadar her gün aynı eski şarkıyı çalıyorsun!
Lord Curzon’un sekreteri, onunla İsmet Paşa arasındaki çekişmelerin yakın şâhidi Nicolson’un bu satırları da mühimdir: “İstasyonda büyük bir kalabalık ve çok sayıda polis var. Trenden eğilerek, sarkarak bakıyoruz. Belki son dakikalar İsmet Paşa yumuşar, inadından vazgeçer diye…” Dünyanın her tarafında gelmiş gazeteciler heyecanla “Ne oldu Paşam” diye soruyorlar. O ise “Ne olacak, esaret altına girmeyi kabul etmedik.” diyordu. Trenin kalkmasından önce Fransız delegesi Bonbart ve İtalyan Garoni ise alelacele Paşa’ya koşmuşlar ama onu inadından vazgeçirememişlerdi. Cevabı kesindir “Hayır. Türk millî hâkimiyetine aykırı hiçbir kaydı kabul etmem.”
Bu satırlar da Nicolson’undur. İsmet Paşa’nın başta Lord Curzon olmak üzere diğerlerinin şaşırtıcı teklifleri ve tehditleri karşısında hissettikleridir: “Her zamanki gibi bu kısa boylu insan için merhamet duyuyorum. Curzon da öyle duyuyor. Fakat İsmet daha çok onların silâhlarına yapışmış metanetle savunuyor… Lord Curzon saatine bakmaktadır. Sonra İsmet Paşa’ya, ‘Memleketinizi kurtarmak için ancak yarım saatiniz’ var, diyor. İsmet Paşa mendilini dudaklarına götürüyor, kendisini sandalyeye atıyor. Ter içinde kalmış alnına eliyle, parmaklarıyla vuruyor. Çaresiz bir halde yapamam, yapamam diye mırıldanıyor. Çok acıklı bir haldedir. İsmet’i seven Curzon muzdarip oluyor, ona tebessüm ederek Fransızca olduğunu sandığım bir takım mırıldanmalarla sevgi gösteriyor. Sonra Bonpart’a bakarak ‘Pekâlâ’ diyor. Ümit yok…’ ‘Ümit yok, ümit yok’ diyerek Bonpart ve Garoni de tekrarlıyorlar ve ona katılıyorlar.”
Lozan Palas Oteli’nin sahibi iki güzel çiçek buketi hazırlamıştır. Buketler otelin kapısında Fransız başdelegesi’nin hanımı Madam Bonpart tarafından imzalanacak barışın şerefine İsmet Paşa’ya ve Bonbart’a verilecekti. Ama ne yazık ki Madamın elinde kalmıştı, Rıza Nur’un dayaklık dediği, onu yatırıp dövmek için can attığı bu edebsiz kadın barışın gerçekleşmemesi üzerine elindeki şemsiyesiyle Türk grubunun üzerine yürümüş, sinirden titreyen sesiyle- Ou sont les bon vieux Turcs? (Nerede o eski iyi Türkler?) diyerek haykırmıştı. Evet, artık o eski Türkler yoktu.
Ankara hükümeti konferansın kesilmesinden bir ay sonra 8 Mart 1923’de ilgili hükümetlere tekliflerini sıralayan bir nota göndermiş, onlar da hepsi birlikte 28 Mart’da verdikleri cevapta yeniden görüşmeyi istemişlerdi. Konferansa ara verilmesinden iki buçuk ay sonra 23 Nisan 1923 ‘de görüşmeler Lozan’da tekrar başlayacaktı. Hava daha yumuşaktı, bir türlü uzlaşmayan Lord Curzon’un yerine Sir Horas Rumbold seçilmişti. Fransızlar da huysuz ve edebsiz karısıyla tanınan Bonpart’ın yerine anlaşmaya yatkın General Pelle’yi göndermişlerdi. Ama zorluklar gene gündemdeydi ve anlaşılması çok güç olan bir yığın mesele vardı. İsmet Paşa gene aynıydı. Konferanstaki yerini koruyor ve aynı tarzda devam ediyordu. Tarzında hiçbir değişiklik yoktu. Mesela müttefiklerin boğazların emniyeti için ikişer kruvazör bulundurulması teklifine “Değil iki kruvazör’ün, müttefik bayrağı taşıyan silâhlı bir kayığın kalmasına bile razı olamam.” Demişti. Uzun ve çok çetin, yorucu ve sinirleri yıpratıcı müzakerelerden sonra alabileceğimizin azamisini alarak rahatlamıştık. Fakat İsmet Paşa bu sefer de bir başka sıkıntının içinde idi. Ankara’daki hükümetten bir türlü “İMZALA” haberi gelmiyordu. İsmet Paşa bu sefer yabancılarla değil kendi hükümetiyle sabır imtihanını yaşıyordu… İşte Paşa’nın hâtıralarından o güç günler: “Lozan’daki son krizi hatırlarım. İmza edeceğiz, fakat cevap alamıyoruz. Ankara cevap vermiyor. Bir ara büyük salondayız. Terasa açılan büyük bir camlı kapı var. Terasın altı uçurum… Ben kapının arkasına geçiyor, terasa yürüyorum. Arkadaşlar birden telaş ediyorlar. Çünkü arkadaşların hatırına o buhranlı demde korkunç bir ihtimal gelmiştir: Acaba Paşa?…”
İsmet Paşa son çare olarak Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal Paşa’ya başvurmaya karar veriyor: “Eğer hükümet, kabul ettiğimiz şeyin katiyen reddine musır ise (ısrar ediyorsa) bunu bizim yapmamıza imkân yoktur. Düşüne düşüne benim bulduğum yol İstanbul’daki yabancı yüksek kimselere tebligat yapılıp imza salahiyetini bizden almaktır. Bu hal gerçi dünya yüzünde görülmemiş bir skandal olur. Fakat vatanın yüksek menfaatleri şahsi düşüncenin üstünde olduğundan, Millî hükümet kanaatini tatbik eder. Hükümetten teşekkür beklemiyoruz. İşlerimizin muhasebesi millete ve tarihe bırakılmıştır.”
Bu sitem dolu çok acı telgrafın ferahlatıcı cevabı ertesi günü gelir:
“18 Temmuz 1923 tarihli telgrafnamenizi aldım. Hiç kimsede tereddüt yoktur. İhraz eylediğiniz (kazandığınız) muvaffakiyeti en sıcak ve samimi duygularımızla tebrik ederek, usulen imza edildiğinin bildirilmesini bekliyoruz kardeşim.”
İsmet Paşa ile Rauf Bey hükümeti arasındaki gergin havayı çok iyi bilen ve takib eden Mustafa Kemal Paşa sonunda bütün sorumluluğu yüklenip, “hükümetin olur dediğini” bildirerek, çıkacak karmaşayı önlemişti. İsmet Paşa’nın bu teşekkür telgrafı da tarihe geçmişti:
“Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine,
Her dar zamanımda hızır gibi yetişirsin. Dört beş gündür çektiğim azabı tasavvur et. Büyük işler yaptırmış bir adamsın. Sana bağlılığım bir kat daha artmıştır. Gözlerinden öperim pek sevgili aziz kardeşim.”
Peki, “Lozan hezimet miydi, zafer miydi? Hezimet diyenler istedikleri kadar yırtınsınlar ZAFER’di hem de hiç küçümsenmeyecek bir ZAFER… O kısa boylu generalin bir başka harp meydanında üniformasız olarak Mustafa Kemal Paşa ile her gün istişare ederek kazandığı büyük bir Zafer… Sevr tarihin mezarlığına gömülmüştü. Onunla beraber Büyük Ermenistan ve “Megali İdealı Yunan yurdu ve Pontus Rumluğu da Lozan sayesinde o gün herkesin ittifak ettiği gibi yok olmuştu.
Keşke bu zafer devrini takip eden bir başka devir başlamasaydı “DARGIN SAVAŞÇILAR” devri… Hepsi birbirinden kıymetli insanların ne yazık ki birbirlerini yediği bir devir… Mustafa Kemal Paşa’nın “Artık çok yoruldunuz, bundan sonra dinlenirsiniz” diyen Halide Edib’e “Dinlenmek mi? Yunanlılardan sonra birbirimizle kavga edeceğiz, birbirimizi yiyeceğiz” demesi bir başka devrin geleceğinin işareti değil miydi? O devir de çeşitli hükümlerle tarihe geçmiştir. Hataları ve sevaplarıyla