7 Bilge’nin Mekânı Beyrut Ulusal Müzesi; Baalbek, Medinetü’l-Encere (Aynü’l-Car)
Mevlüt UYANIK
29. Ekim 2021 günü sabah, ülkemde bayram, biz de, sömürge güçlerinin özellikle de Fransa’nın biladuşşam’daki hala etkisini görünce, Güneydoğu Anadolu işgallerini hatırlayınca, Anadolu Ergenekonu dediğim Milli Mücadele kahramanlarını, Türkiye Cumhuriyetini kuranları bir kez daha hayırla yad ediyoruz. Yani ülke dışında az biraz buruk ama bir o kadar da gururlu oluyor bayram anımız. Ve ilk durağımız Beyrut Ulusal Müzesi.
- Felsefe Tarihinin Yedi Bilgesi Bizleri Selamlıyor
Üç katlı müzenin geniş girişinde 7 bilgenin de içinde olduğu 9 filozofu gösteren mozaik bizi selamlıyor. Baalbek bölgesinde M.S. 3 yüzyıla aitmiş. İlki Thales, Pittakos, Periandre, Chilon, Bias, Cleobule, Solon. Tabii bu sayı hakkında değişik fikirler var, nitekim Sokrates ve İskit filozofu Anakharsis’i de sayanlar var. Önemli olan onların ahlak felsefesine dair ilkeleri, yani “Kendini bil, hiçbir şeyi abartma, arzularına hükmet” demeleri. 4 büyük lahit var burada, birinde Truva savaşını işlemişler o kadar başarılı ki, anlatmak zor.
Üst kata ortadan büyük merdivenlerle çıkıyorsunuz, orada milattan önce bölgede yaşayan kavimler ve Arap ve Osmanlı dönemi eserler bulunuyor. En alt katta ise mumyalar var.
Beka Vadisi, Baalbek, Ayn’ül-Car
Müze ziyaretinden sonra Türkiye’de malum terörist yapının konuşlandığı ve Beyrut ve Şam arasındaki Bekaa (Bikâ’a) Vadisi, Medinetü’l-Ancere’yi (Aynu’l-Câr) gitmek üzere yola koyulduk.
“Bekā‘ın Ba‘l’i denilenin Ken‘ânîler’in yani Fenikelilerin baş Tanrı’sı, malum. Aslında Ba’l; efendi, sahip, kral anlamına geliyormuş. Helenistik devirde Heliopolis (güneş şehri) deniliyor, çünkü onlara O, bir güneş tanrısı. Kur’an’da 37. Saffat suresi 125. Ayetinde “En yaratanı, sizin geçmişteki atalarınızı da rabbi olan Allah’ı bırakıp Baal’e mi taparsınız?” diyerek, cahiliye Araplarındaki Hubel’e atıf yaptığı da malum.
Hz. Ömer döneminde 637 yılında Ebu Ubeyde bin Cerrah tarafından İslam topraklarına katılmış. Hz. Osman’ın katillerinin buradaki hapishanede tutulduğu söyleniliyor. Baalbek; İpek yolu yani doğu batı arasındaki ticaret yolunun kilit noktalarından birisi olduğundan dolayı Abbasiler, Tolunoğulları, İhşîdîler, Hamdânîler, Karmatîler, Fâtımîler, Selçuklular hakimiyeti altına girdi. 1401’de Timur tarafından kısa süreyle işgal ve tahrip edilen Ba‘lebek 1516’da Yavuz Sultan Selim’in Suriye seferi sırasında Osmanlı hâkimiyetine geçti. Burası 1100’lü yıllarda haçlılar ile Müslümanlar arasında büyük savaşlara sahne olmuş. Şehir, en büyük zararı Haçlılar tarafından ele geçirildiği dönemde görmüş.
- Baalbek Velid Camii
Cuma namazını Dimaşk (Şam)daki Emevi camiinden sonra ikinci büyük ibadethane olan Baalbek (Ba’labek) kasabasındaki Velid (Emevi) Ulu camiinde kıldık, buranın iki sütunundan sonrasının Mimar Sinan denetiminde Osmanlı zamanında yapıldığını ve caminin genişletildiğini öğreniyoruz.
Cami zaten dünyanın en görkemli tapınağının yanında. Namaz sonrası imamla konuşulduğunu, İsmail hocamın tercüme ettiğini görünce gidip sorayım, buranın tam olarak Kıblesinin ne Kudüs me de Mekke’yi göstermediği, bilakis Ürdün’deki Petra’yı gösterdiği iddiası var diye, sonra vazgeçtim. Yani aynı şey kıblesi kurulduğundan itibaren değişmemiş ona yakın mescid için söyleniliyor, astronomi ve matematik disiplinlerinin ilk gelişen bilim dalları olduğunu bilinince, bu soru da komplo teorisi gibi duruyor, sen gezine bak efendi dedim bende.
Oldukça yaşlı ve Fransızca konuşan rehberimizin peşine takılıp gezmeye başladık, bu tarihin en gizemli tapınağını, İsmail Taşpınar hocamın tercümesiyle. Dinler Tarihi profesörü olması nedeniyle zaten konuya hâkim, hem burada hem Sur’daki antik mekanları gezerken oldukça yoruldu, hocamız, kendisine çok teşekkür ediyorum.
Yaklaşık beş bin yıllık olan tapınak şehir, Baal, Zeus ve Jüpiter adına kurulmuş, Fenike, Grek ve Roma izlerini taşıyor. Jüpiter tapınağı 22 metre yüksekliğindeki 84 devasa sütunundan günümüze sadece 6’sı ayakta kalabilmiş. Söz konusu sütunlar halen dünyanın en uzun sütunları olarak kabul ediliyor. Osmanlıların Almanlara verdikleri izinlerle buralar yeniden ortaya çıkmaya başlamış. Ayasofya’nın temelinde, Baalbek’ten getirilen taş blok ve sütunların kullanıldığı söyleniliyor.
- Medinetü’l-Ancere
Hemen oradan Medinetü’l-Ancere’yi (Aynu’l-Câr ) geçiyoruz. Beyrut’tan Şam’a giden yol ve Humus’u Bekaa Vadisi’nden geçerek Filistin geçişine bağlayan yol üzerine kurulmuş bir ticaret merkeziymiş aslında. Emevî halifesi Velid b. Abdülmelik tarafından 714-15 yılında Roma şehircilik planı üzerine inşa edilen şehir-sarayı ve Cuma namazını kıldığımız Emevi Ulu Camiinden bu dönemi çalışan tarihçi hocamın büyük bir sitayişle ve o anları yaşar gibi bahsetmesi hoştu. Burası salt Emevilere ait bir şehirmiş, şimdi kasabada Ermeniler çoğunluktaymış.
Benim açımdan bu şehrin bir diğer önemi, Moğolların/İlhanlıların Bağdat’ı alarak (1258) Abbasi devletine son verip, Memlûk eyaletlerini bir bir alarak Mısır’a kadar gelmelerinin durdurulduğu yere yakın olması. Diğer bir ifadeyle Sultan Kutuz Mısır ve Suriye kuvvetleri ile beraber Baalbek yolundan gelen Moğol ordusunu Aynu’l-calut denilen bölgede kılıçtan geçirmesiydi. Baalbek’te Kitboğa kumandasında Moğol/ilhanlı birliğinin yardıma gelmemesi üzerine Kumandan Baybars Gazze’deki Moğol birliğini yenmiş, psikolojik olarak hazır bulunuşluğu zaten sağlamıştı. 3 Eylül 1260 günü Moğollar’a karşı Baybars idaresindeki öncü birlikleriyle saldırı başladı. Moğol Kumandan Kitboga da bütün gücüyle savaştı ama yenildi, Humus’a kaçması da onu kurtarmadı, Baybars orada öldürdü, başı Kahire sokaklarında gezdirildi. Bütün İslam dünyası sevince boğuldu denilse yeridir. Çünkü yenilmez sanılan Moğollar yenilmiş, sadece İslam dünyası değil, Avrupa’nın ele geçirilmesini engellemişti. Zaten kısa bir süre sonra kumandan Baybars Memluk Sultanı oldu, Altın Orda lideri Berke han ile dayanışma içinde Moğollara karşı stratejiler geliştirdi, demem o ki, bu savaş, bölgedeki Türk hükümranlığının en önemli aşamalarından biri olmuştur aynı zamanda.
Ayn calut, benim Ürdün’da kaldığım yıllarda (1993) oturduğum evin bulunduğu Salt kasabına da yakın sayılır. Zaten o zaman Salt tepesine çıkıp Kudüs’ü görebilir miyiz diye baktığımızı, bir gün Hz .Ömer Camii’nin altın sarısı kubbesini seçebildiğimizi hatırlıyorum, yoksa düşümde mi gördüm acaba?
- 300 Yıllık Arap Tarihi ve İslam Coğrafyasında Bin yıllık Türk Tarihi
Pandemi öncesinde Amman üzerinden Kudüs ziyareti yapmıştık, Ayn Calut, Salt, Baalbek derken konu karıştı gibi. Baalbek ve Encer’de büyük bir iştiyakla Emevi dönemi hakkında bahseden hocama şakayla karışık takıldım, yahu Emeviler 90 yıl, Abbasiler (750-1258) hüküm sürmüş, ama 945 yılından itibaren Bağdat ve civarında yüzyıl boyunca Şii Büveyhiler hakim aslında. Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey, 1055 yılında Bağdat’ı Arslan el-Besâsîrî’den kurtararak halifeye dinî itibarını iade ettiği da malum. Yarım asır kadar halifeler, Selçuklular’ın siyasî hâkimiyetleri altında varlıklarını devam ettirdileri de. 998-1030 yılları arasında Gazneli Mahmud’un faaliyetlerine dikkat edince, bin yıldır İslam dünyasının büyük kısmına hakim olan Türkler, ama yaklaşık 300 yıllık Arap Tarihini İslam Tarihi diye anlatmayı anlamak biraz zor, yoksa bana mı öyle geliyor? Tabi ki burası uzun boylu müzakereler yapma yeri ve zamanı değil, ama kanaatimi kısaca arz edeyim.
Hz. Muhammedin vefatı ile başlayan gerilimin Hz. Osman döneminde zirveye çıktığı, onun bir kanlı darbe ile şehit edilmesi, hz.Ali döneminde karmaşanın daha artması, Cemel, Sıffın, Harre iç savaşları, Kerbela katliamı, Suriye’den getirtilen paralı askerler tarafından Mekke’nin talan edilmesiyle Peygamberimizin getirdiği yeni sistem karşı devrimle bitirildi. Bundan kastım Onun ortadan kaldırdığı cahiliyye sisteminin yani ebevi nizam (patrimonyal yapının) yeniden tesis edilmesinden bahsediyorum. Peygamberimizin Vehbi (vahyi) bilgiye epistemik hazırlık dönemi olarak gördüğüm vahiy öncesi dönemini dönemin oligarşik sistemine pasif muhalefet olarak görür ve hanif bilincinin dirilişi olarak değerlendiririm. Vahiy ile birlikte aktif muhalefete geçtiğini, Mekke’den Medine’ye hicretini ise yeni sistemin miladı olarak görürüm. Fakat vefatıyla birlikte başlayan kırılma süreçlerinin çok geçmeden karşı devrimle sonuçlandığını ve gugün Arap dünyasındaki devletçiklerin hepsinin cahili sistemdeki kabilevi yapının devamı olarak görürüm. Suud,Kuveyt, Kadar, Ürdün, hele Birleşik Arap Emirlikleri ismine bir bakınız.
Özetleyim tekrar olma riskine rağmen, Emevilerin ekonomi politik alandaki başarılarının süresi malum, ardından Abbasi yönetimi geliyor, onların da son yüzyılında Büveyhiler ve Türk kumandaların elinde bir nevi kukla oldukları da malum, Tuğrul Beyin bu duruma son verdiği de malum. Yani kurumsal olarak Gazneliler ile birlikte bütün İslam dünyasında Türklerin hakimiyeti 1918 yılına kadar sürüyor.
Bu kültürü tevarüs eden Türkiye’nin bölgede olması doğal, ama bundan Fransız lider Macron alenen rahatsızlığını dile getiriyor, onların ülkedeki izdüşümleri olan Hristiyan Maruni Cumhurbaşkanı Mişel Avn ise durumu daha da geriye götürüyor ve Osmanlı devletinin bölgede büyük bir kaos yarattığını devlet terörü uyguladığını belirtebiliyor. Yani Uzun süre Türklerin hâkimiyetinde kalan bölgede Müslüman kesimi Sünni, Şii, Alevi ve DürzilerHristiyan kesim Maruni, Rum Katolik, Ermeni Ortodoks, Ermeni Katolik, Süryani Ortodoks, Süryani Katolik, Keldani, Aşuri, Kıpti Ortodoks ve Kıpti Katolik “Ehl-i Kitap” olarak görülüyor bir arada Osmanlı Milletler Topluluğu olarak yaşadı.
Katip Celebi, Seyahatname’sinde Dürzî, Teymanî, Mervanî, Arap, Frenk, Hristiyan ve Rum grupların yanında Çingenelerden de bahsetmektedir. Sur şehrinde Araplaşmış rumlardan söz eder. Oysa siz Osmanlı’nın bölgede sömürgeci olduğunu söylüyorsunuz. Malum daha sonra Fransa bölgeyi işgal ediyor, güya 1943 bağımsız oluyor ama iki liderin acıkmalarına bakınca durum buradan farklı gözüküyor.
Türkiye ise aylık gelirleri yüz doları bulmayan iç güvenlik kuvvetlerine gıda yardımını dün teslim etti, yaşadığımız ekonomik sıkıntıya rağmen bilad-şam diye bilinen yerlerdeki insanlara, dil, din, ırk ayırımı yapmaksızın yardım etmeye de devam ediyor. Benim içimin yandığı husus, buna rağmen İlahiyat fakültelerinde İslamlaşma ile Araplaşma arasındaki fark gözden kaçıması. Yaklaşık üç yüz yıl küsürlük Arap tarihi İslam tarihi olarak sunulmaya devam edilmesinde gerçekten bir gariplik yok mu?
Eğer sizi biraz da sıkıp germeme müsaade ederseniz (yoksa yazıyı okumayı bırakabilirsiniz), Mişel Avn’ın Hıristiyan Maruni ama Hizbullah ile birlikte hareket ettiğini, Hizbulllah’ın Şii Emel örgütünden çıktığını ama birbirleriyle de çatıştığını geçen yazıda söylemiştim. Avn’nın Hizbullah ile dirsektemasında olması, ülkede alternatif devlet haline gelmesinde mi, yoksa İran’ın İsrail ile Lübnanlı Şiiler ve ABD ile Iraklı Şiiler kanallarıyla manevra alanı oluşturmasına karşı direnç oluşturmak için mi bilemem, bildiğim Osmanlı’nın bölgede terör yarattığını söylemesi Türkler çekildikten sonraki durumlarına bakması ve komik duruma düştüğüdür. Lübnan’daki Şii yapının 16. Yüzyıl’a kadar giden tarihine bakacak olursak, Safevi Devletinin resmen Şiiliğe geçişiyle, Osmanlıyla mücadelesine kadar gider, demem o ki, bölge Şah İsmail, Yavuz Sultan Selim ve Sultan Baybars gibi üç büyük Türk liderin mücadelelerinin tarihini bilmeden günümüz sorunlarının çözümü eksik kalır, bu da küresel emperyalizmin ateşine odun taşır.
Akşam yemeği yine bol garnitürlü ama bu sefer kebap türüydü, dolayısıyla benim patetes kızartması istememe gerek kalmadı diyebilirim. Beyrut’a dönünce baktık dünkü yorgunluk yok, yürüyerek buranın İstiklal caddesi denilen Hamra’ya gittik, tabiki sadece birkaç cafe ve market, müzikholler açık, dönüşte Adnan Zeki Bıyık hocam Güvercin kayalıklarına yakın bir yerde dondurma ikram etti ve otele döndük geç saatte.
09.10.2021, Çorum