M. Hayati Özkaya P.K.546 Adlı Eserine Bir Bakış

 

Mehmet Hayati Özkaya PK 546 adlı kitabını ağabeyi Necdet Özkaya’ya ithaf ediyor. Önsözünde yazarın kaleme aldıklarını okuyunca Adana Kültür Derneği’ni kuran ağabeyi Necdet Özkaya, kültür derneğinin etrafında yetişen gençlerin ve derneği yaşatmaya çalışan milletini vatanını seven idealist insanların hayat hikâyelerine de tanıklık edeceğiz diye düşünüyorum. Adana Kültür Derneği merkezli bir neslin yaşadıklarını kaleme alan Özkaya mektup tadındaki kitabını PK 546 numaralı posta kutusuna bırakıyor. Ve okuruyla buluşmasını diliyor. 

PK 546 posta kutusunun anahtarını elimde tutuyor gibi hissediyorum kendimi. Mersin’e gittiğim gün geliyor sonra aklıma ve niçin çok istediğim hâlde Adana’ya gitmediğimi düşünüyor, hayıflanıyorum. Olsun diyorum, belki nasip olur da bu yıl görebilirim oraları. Adana’ya doğru bir yolculuğa çıkıyor gibiyim, neden mi? Çünkü kitabın yazarı Adana’da bir postanede PK 546 numaralı posta kutusuna bırakıyor hatıralarını. Onları oradan almak ve okumak istiyorum.  Elimde küçük bir anahtar ile Adana sokaklarında yürüyorum, postaneye varıyorum. Anahtarımla PK 546 posta kutusunu açıyorum, adıma gönderilmiş olan mektubu alıp dışarıya çıkıyorum. Gün boyu mektupları ara ara okuyacağım. Peki okumalarım sona erdiğinde kendimi nasıl hissediyor olacağım? Bir neslin hikâyesinin anlatıldığı satırları okuduğumda acaba onları yeterince anlamış olacak mıyım? İşte bu sorular eşliğinde okumalarım başlıyor ve ilerliyor. 

Aile fertlerinin her birinin evden ayrılmasıyla odada yalnız kalan delikanlının görüntüsüyle başlıyor mektuplar. Kitap değil de mektuplar diyorum, benim için elimde tuttuğum bu kitap adıma gönderilmiş bir mektuptur diye düşünüyorum ve böyle hissediyorum. Kitabın yazarının da okurun bu şekilde düşünmesini istediğini sezinliyorum. 

Delikanlı okuluna ara vermiş durumdadır, yapacak bir işi olmadığından gidenlerin arkasından bakıyor ve belki de kendini şu anda okulunda olması gerektiği hâlde olamadığı için biraz da suçluyor. Aslında çok normal gibi başlayan her ailenin sabahları yüklendiği olağan rutinleşmiş hareketlerin anlatıldığı satırların sonrasında okuduklarımdan hiç de öyle olmadığını, ters giden ve normalin dışında yaşanan olayların varlığının olduğunu anlamaya başlıyorum. Büyük bir facia yaşanıyor ve on altı yaşındaki bir fidan bu facianın altındaki enkazda can veriyor. Delikanlı, Ahmet’i hatırlıyor, Ahmet’in arkadaşlarını ve evlat acısıyla yanan teyzesini düşünüyor. Ahmet, on altı bahar görmüş delikanlı, annesinin bir erkek evladı ölmüştür. Peki ama ne için, neden? Delikanlı düşünceler eşliğinde uzandığı yatağında gördüğü rüyanın etkisiyle mi yoksa çalan zilin zihninde yankılanan sesiyle mi girdiği düş âleminden gerçek dünyaya geçiş yapıyor. Kapıyı açtığında biz okuyucular da onunla birlikte onun dünyasına kapımızı aralamış oluyoruz. Kapının eşiğinde duran polisle karakola gidiyoruz ve orada bir kahredici haber daha alıyoruz. Her insanın bir hayat hikâyesi vardır, yalnız bazı insanların hayat hikâyeleri diğerlerine nazaran çok daha fazla acı, kahır barındırabilir. İnsanlar hayatta yüklendikleri misyonlar, görev ve sorumluluk, hissiyat, adanmışlıkla donatıldıkça çektikleri acı yüklü hatıraları elbette daha fazla oluyor. Aldığı haberle yıkılan delikanlı ağlayamıyor, gözyaşlarının görülmesinden mi korkuyor, şaşkınlık mı yaşıyor, gerçek olamayacağını mı düşünüyor? Zaman zaman hangimiz bizi kahredecek bir haber aldığımızda hiç tepki veremeden donakalmayız ki. Sadece bakarız, hiç konuşmayız. Ne söyleyeceğimizi bilemediğimiz için değil, o anda ne söylesek tarifi imkânsız olan kederi ifade edemeyeceğini bildiğimiz için susarız. Yavuz Özkaya ölmüştür, Oğuz Özkaya ise yaralı olarak hastaneye kaldırılmıştır. Peki ya Yavuz Özkaya ve Oğuz Özkaya kimdir? Yirmi dört bahar görmüş Yavuz Özkaya’yı bu dünyadan ayıran sebep nedir? Ne suç işlemiştir ki kendisi? Vatanını ve milletini seviyordu, inançlıydı, Türk milliyetçisiydi, İmam Hatip Lisesi’nde öğretmendi, Adana Kültür Derneği’nde Ankara’ya tayin sebebiyle gitmiş olan Necdet Özkaya yerine başkanlık ediyordu. Henüz yirmi dört bahar görmüş bir genci bu dünyadan koparan eller onun bir annesi olduğunu biliyorlar mıydı? Kardeşleri olduğunu ve seven pek çok kişinin arkasından ne kadar çok acı çekeceğini biliyorlar mıydı ya da önemsiyorlar mıydı? 

Erol Cihangir’in PK 546 posta kutusuna bıraktığı mektubunda yazdıklarından küçük bir kısmı alıntılamak istedim: ‘‘Benim için Adana Kültür Derneği edep, erkan öğrenmek kadar, şahsiyetimin oluşumundan, en aykırı, en çılgın zengin bir insan profili tanımaya, verilen sözün ayet hükmünde olmasından, fikri formasyon kazanmamda bir taşra şehrinin olması gerekeninden fazlasını verdi. Dernekte mutad üzere yapılan konferansla (bu konferanslardan birine Necdet Hoca (Özkaya) rahmetli Galip ağabeyi (Erdem) getirmişti.) kitap okuma ve değerlendirmeler, süreli yayınların takibi, seminerler, seminer ödevleriyle, o dönemin sosyal tarihi açısından bir okul görevi gördü.’’

Erol Cihangir’in değindiği gibi Adana Kültür Derneği genç insanlar için âdeta bir okul mantığıyla hareket ediyor; tarih, edebiyat alanında seminerler düzenleniyor, tiyatro alanında faaliyetleri olduğu gibi durumu müsait olmayan Anadolu’nun dört bir yanından gelmiş, kalacak yeri bulunmayan öğrencilere bir yuva oluyor. Dernekte hoş sohbet tarzında muhabbetler kuruluyor bu sohbetlerin içi daima dolu oluyor ve gençlerin sosyal, kültürel, edebiyat, tarih bilinci kazanması, sanat anlamında gelişmesi için çok yararlı oluyor. Seminerler düzenleniyor ve seminerler ciddi konular üzerinde konuşuluyor; konuşmalar bir milletin kendi öz değerlerine yabancılaşmaması, birlik ve beraberlik hâlinde olması, vatan ve millet sevgisini artırma, din, kardeşlik, insanlık, milli değerleri unutmama… adına idealist bir avuç genç insanın faaliyetlerini kapsıyor. 

Necdet Özkaya Adana Kültür Derneği’nin kurulmasında önemli yere sahip idealist bir öğretmen. İlk kurulma aşamasında çekilen maddi sıkıntılar, yer bulma konusundaki zorluklar, güzel dostlukların bir Kültür Derneği kurmak için uğraşıları insanı duygulandırıyor. Necdet Özkaya aynı zamanda babası öldükten sonra ailesine bir baba şefkatiyle sahip çıkan bir büyük ağabey. Gencecik yaşında hayat Necdet Özkaya’ya ağır bir görev yüklüyor. Adana’ya öğretmen olarak tayin olunca Van’da yaşayan annesini ve kardeşlerini yanına aldırıyor. Özkaya ailesinin talihi Adana’da onlardan yana seyredecek miydi? Rabia Hanım henüz genç yaşında eşini kaybetmiş, evlatlarıyla bir başına kalmıştır. Onlara kol kanat germek zorundaydı. Özkaya ailesi oğullarının ve -yine aynı zamanda bu vatanın evlatlarının cinsiyet fark etmeksizin- hikâyeleri Adana’da yaşamaya başlamakla mı çizilmişti yoksa binlerce yıl öncesinden yüreklere işlenen bozkırlarda dolu dizgin at koşturan ataların ruhlarının mirasçısı olmakla mı? Necdet Özkaya idealist bir öğretmendir. Öyle ki hafta sonları öğrencilerine ücretsiz Türkçe dersleri verdiği gibi kurulmasında büyük rolü olduğu Adana Kültür Derneği’nde yaptığı faaliyetlerle o dönemde pek çok genç için aydınlanma, bilinçlenme, sosyalleşme, birlik ve beraberliği öğrenme anlamında yol gösterici olmuştur. Necdet Hoca yaptığı güzel ve faydalı işlerle Adana’da sayılan ve sevilen biri olmuştur. İnsanlar onu severler ve saygı duyarlar. Toplum içinde insanların henüz çok fazla kutuplaştırılmadığı, birbirine düşman hâline getirilmediği yıllardır o yıllar. Ya da en azından Adana’da bir dönem rahat yıllar yaşanmıştır. Necdet Özkaya’nın Ankara’da Bakanlığa tayin sebebiyle boşalan Adana Kültür Derneği başkanlığını Yavuz Özkaya devralır. Bundan sonra dernek Yavuz ve Oğuz Özkaya ve onlara destek olan arkadaşları tarafından yaşatılacak, yine aynı derinlikte faydalı ve güzel işler yapmaya devam edecektir. Lakin artık toplumda bazı çatırdamalar, kırılmalar olmaktadır. İnsanlar farklılaşmakta, kardeş kardeşi tanımamakta, ayrışmalar, şiddetli sokak olayları, hatta sonu cinayetle biten ideolojik kanlı hesaplaşmalar yaşanmaktadır.

PK 546’da yer alan birçok farklı sima ile karşılaşıyoruz. Hiçbiri birbirine benzemiyor bu insanların, nasıl benzesinler fıtratları ve belki de yaradılış gayeleri ayrıdır. Yalnız birleştikleri noktalar vardır, nedir onlar? İnsanın insana muhtaç olduğu noktalardır bunlar; muhabbet etme, bilgiyi öğrenmede duyulan istek, acıları paylaşma, ortak inanç ve değerler noktasında birleşme, kendi milletine yabancılaşmak istememe, vatan sevgisi, millet sevgisi, aile sevgisi, sevinç, mutluluk, sanat, bilim… ne kadar çok konu varmış konuşulacak bir de bunlar sesi ruhlara işleyen yüce gönüllü insanların kelimeleriyle anlatılırsa çok manalıdır, anlam kazanır.

Kitap içinde bahsedilen bir de Bayrak şiirinin nasıl yazıldığını okurken duygulanmamak mümkün müdür? Arif Nihat Asya’nın 4 Ocak’ı 5 Ocak’a bağlayan gecesinde Adana’nın kurtuluşu için yazdığı o muhteşem şiirden bir alıntı yapmamak olur muydu?

Dalgalandığın yerde ne korku, ne keder…
Gölgende bana da, bana da yer ver.
Sabah olmasın, günler doğmasın ne çıkar:
Yurda ay yıldızının ışığı yeter.

Savaş bizi karlı dağlara götürdüğü gün
Kızıllığında ısındık;
Dağlardan çöllere düştüğümüz gün
Gölgene sığındık.

Ey şimdi süzgün, rüzgarlarda dalgalı;
Barışın güvercini, savaşın kartalı
Yüksek yerlerde açan çiçeğim.
Senin altında doğdum.
Senin altında öleceğim.

Tarihim, şerefim, şiirim, her şeyim:
Yer yüzünde yer beğen!
Nereye dikilmek istersen,
Söyle, seni oraya dikeyim!

Şimdi bir de Arif Nihat Asya’nın 4 Ocak’ı 5 Ocak’a bağlayan gecesinde vefat ettiğini öğrendiğimde artık kesinlikle enin oluyorum ki bazı yaşananlar İlahi Takdirin bir tecellisidir. Bayrak şiirini 4 Ocak akşamı oturup yazan ve ezan okunmadan, şafak sökmeden hazır hâle getirmiş olan Arif Nihat Asya 4 Ocak’ı 5 Ocak’a bağlayan akşam ölmüştür. Bizler tesadüfe değil tevafuka inanmış bir milletin evlatlarıyız. Takdir sizlerindir efendim. Galip Erdem 1970’li yılların sıkıntılı günlerinde ülkücü gençlerin moralini yükseltmek, onlara iman ve inanç tazeletmek için birkaç kez Adana’ya gidiyor. Adana Kültür Merkezi Derneği müdavimleri de Galip Erdem’i yakından tanıma fırsatı yakalıyor. Galip Erdem 5 Ocak 1975 akşamı Adana’ya geliyor ve bir konuşma yapıyor daha sonra Necdet Özkaya’nın evinde Süleyman Kürkçü’yle misafir oluyor. Yemekten sonra açtıkları televizyon ekranında Arif Nihat Asya’nın vefat haberi verilmektedir. Hepsi çok üzülmüştür, Galip Erdem ile Arif Nihat Asya yakın dostturlar. Yukarıdaki satırlarda bahsetmiş olduğum Bayrak şiirinin yazılma hikâyesini Yavuz Bülent Bakiler’in kitap içinde alıntılanan yazısından size kısaca özetlemiş bulundum. 

Terzi İsmet Usta’dan, Mehmet Ali Kalkan’dan bahsetmemek de olmaz lakin o zaman da mektupların yeni ulaşmayı istediği sahiplerine yani siz okurlarına haksızlık olur kanaatindeyim. Hayati Özkaya’nın o su gibi okunan duru ve ışıl ışıl Türkçesi’yle bir devre aralanan kapıdan sizlerin de geçmesini temenni ederim. Kitap birçok güzel insanın hayatlarına dair ipuçları yakalayacağımız, yaptıkları anlamlı işere tanık olacağımız ve aynı zamanda toplumun bir zamanlar nasıl kanlı hesaplaşmalar içine sokulduğu, kimlerin oyunlarına bu ülkenin güzel evlatlarının kurban verildiği ve hâlâ yaşanan ayrıştırılıp kutuplaştırılarak birbirine düşman hâline getirilen bir milletin niçin bu hâle geldiğini anlamamıza yardımcı olacak bir tarihi belge olma özelliği de taşıyor.

Kitap hakkında iki sayfa uzunluğundaki yazdığım notlara hiç bakmadan gönlümden geçeni kaleme aktardığım şu dakikalarda P.K.546 numaralı posta kutusunu iyi ki açmış ve içindeki adıma gönderilmiş olan mektupları iyi ki okumuşum diyorum.

Okumanız dileğiyle. Saygılar sevgiler efendim.

Yazar
Burcu BOLAKAN

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen