Maarif Modeli’nin Stratejisi: Bilimle Parçala, Dinle Bütünleştir

Tam boy görmek için tıklayın.

                                           

Prof. Dr. Hasan AYDIN[i]

 

Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli Öğretim Programının, felsefi bakımdan bütünlükçü (holistik) bir yaklaşımı temel aldığı ve yetkin ve erdemli insan yetiştirmeyi ereklediği iddia edilmektedir. Bu yüzden Türk eğitim tarihinde ilk kez, değerlerin tüm öğretim programlarına yayıldığı ve insanın anlam arayışı ve manevi yönünün ön plana çıkarıldığı bir programla karşı karşıya olduğumuzu belirtmek gerekiyor. Ayrıca program, geçmişten geleceğe sloganı ekseninde, daha önceki programlarda görülmedik bir biçimde İslam kültür ve uygarlığına köklü bir vurgu içermekte, sekülerist, materyalist ve pozitivist olarak nitelenen Batı uygarlığı karşısında bir manevi derinliği olan bir İslam uygarlığı söylemi geliştirmektedir. Bu söyleme koşut bir biçimde, insan önce beden ve ruh varlığı olarak düalistik bir çerçevede ele alınmakta, insanın asıl varlığının manevi yanı yani ruhu olduğu belirtilerek, idealist bir temelde bütünlük kurulmaya çalışılmaktadır. Ruhun, anlam arayışı gündeme getirilmekte, anlam dünyasının önemi vurgulanmakta ve bu anlam dünyası, dinsel bir temelde gerekçelendirilmektedir. İşte programın varlık (ontolji), bilgi (epistemoloji) ve değere (aksiyoloji) bakışı bu çerçevede yapılandırılmaktadır.

Program, insanı beden ve ruh diye bölse de, onları manevi temelde bütünleştirmekte, bu nedenle genel yaklaşımın holistik/bütünlükçü olduğunu düşündürmektedir. Bu holitik/bütüncül yaklaşım, bazen özcü, bazen de inşacı bir perspektifle sunulmaktadır. Programda, holistik/bütünlükçü yaklaşım nedeniyle olsa gerek, ilk ve orta çağlarda olduğu gibi varlık, bilgi ve değer iç içe örülmüştür. Program, sık sık insana vurgu yapsa da, varlık, bilgi ve değeri insan odaklı ele alan modern, seküler bakıştan ısrarla kaçınmaktadır. Programda, varlık farklı disiplinler aracılığıyla parçalı bir biçimde ortaya konmakta, varlığın ortaya çıkışı ve canlılığın evrimiyle ilgili bütünleştirici ve açıklayıcı bilimsel teoriler genelde görmezden gelinmektedir. Bu yüzden evrim sözcüğünün programda ilineksel bir biçimde birkaç kez karşımıza çıktığı gözlenmektedir. Genelde coğrafya derslerinde ele alınan jeolojik evrim de görmezden gelinmektedir. Benzer bir biçimde fizik programında, bütüncül astrofizik teorilere genelde yer verilmemektedir. Öyle anlaşılıyor ki, program yapıcısı, bilimsel açıdan varlığı parçalamakta, bütünleştirme işini din ve dinsel içerikli derslere bırakmaktadır. Program tümel olarak irdelendiğinde, varlığa bakışta, dinsel bir özcülüğün egemen olduğunu söylemek olasıdır. Evren din dersleri aracılığıyla, yaratıcı-yaratılan ikiliğiyle ele alınmakta, tıpkı Aristotelescilikte ve klasik İslam düşüncesinde olduğu gibi, varlığın ereksel açıklaması ve türlerin değişmezliği esas alınmakta, sadece spesifik tür içi değişime yer verilmektedir. Bu açıkçası program yapıcısının türleşmeyi görmezden geldiğini göstermektedir. Program yapıcısı, öyle görünüyor ki, evrenin ve canlılığın oluşumunu din derslerindeki yaratma yaklaşımına havale etmektedir. Programın odağına, böylelikle, ontolojik olarak, yaratıcı-yaratılan ikiliği oturtulmuş olmakta, varlıkta bütünlük Tanrı’da aranmaktadır. Ayrıca tanrısal bütüncülük, insanın anlam arayışına bir yanıt olarak sunulmaktadır. Program yapıcısına göre, bilimsel temelde bir anlam dünyası kurmak olanaksızdır.

Programın bilgiye yaklaşımında sıklıkla, merak, eleştiri, sorgulama, üst düzey düşünsel ve kavramsal becerilerden söz edilse de, bilgi sanki kesin ve değişmezmiş gibi sunulmaktadır. Bu açıdan, bilgiye bakışta da özcülüğün egemen olduğu söylenebilir. Bilginin kesinliğini ve değişmezliğini imleyen bir yaklaşım içerisinde, eleştiri, sorgulama, yeni bilgi üretme gibi hususlardan söz edilemeyeceği açıktır. Öte yandan, bilim tarihi, bilimsel bilginin zaman içinde değiştiği ve evrildiğini göstermektedir. Sanırım program yapıcısının kafasının gerisinde beşeri bilgiyi vahiy, ilham ve sezgiyle ilişkilendiren, statik dinselleşmiş bir bilgi anlayışı vardır. Bu yüzden denilebilir ki, program yapıcısı, bilim ve bilgiden değil, daha çok ilimden ve ilimcilikten söz etmektedir. Buna koşut bir biçimde, program yapıcısı, anakronik okumalarla, bilim ve bilgi anlayışında İslami öncüleri ön plana çıkarmaya çalışmaktadır.

Aynı değişmezci ve özcü yaklaşım değerlerde de göze çarpmakta, mutlak/saltık değerler dizgesi öncelenmektedir. Genel olarak program üç tür değeri ön plana çıkarmaktadır. İlki, neolibaral değerler, ikincisi milli değerler, üçüncüsü ise dini değerlerdir. Fakat neoliberal ve mili değerler son kertede dine indirgenmektedir. Değerleri önceleyen derslerde değerler önce parçalanmakta, din dersleri aracılığıyla Tanrı’ya bağlanarak bütünleştirilmektedir. Sözgelimi, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi derslerinde güncel dini meseleler adlı ünitede,  günlük yaşam, gıda ve genetik gibi konular; din ve sosyal hayat ünitesinde sosyal yaşam, haklar ve sorumluluklar ünitesinde hak ve özgürlükler tümüyle dinsel bir çerçeveye oturtulmaktadır. Hatta program yapıcısı değer aşılamaktan bile söz etmektedir. Öte yandan program yapıcısının sözünü ettiği, milli değerleri, ulus devlet öncesinde, girişimcilik ve finansal alana gönderme yapan değerleri, neoliberal dünyadan önce bulmak pek olası değildir; o değerler ulus devlet ve kapitalist koşulların yarattığı değerlerdir. İslami değerler bile, dönemin Arap toplumunun, üretim biçiminin ve yaşam tarzının bir tür türevidir. Program yapıcısı, bilgide olduğu gibi değerler alanında da özcüdür; onların tarihsel, sosyo-kültürel ve sınıfsal temellerini hiçe saymaktadır. Bu yüzden program taslağında evrimselci, ilerlemeci ve tarihselci hiçbir perspektif yoktur; Platon’un ideaları gibi her şey muallakta yani boşluktadır. Bu bakışa uygun olarak programda özcülüğün tavan yaptığı din derslerinin sayısına dokunulmamış; dinsel temalar, değerler adı altında tüm derslere ve etkinliklere yayılmış, din dersleri de tarihsel bağlamdan kopup biçimde ele alınmış, ama buna rağmen, ulusal ve neoliberal değerlerle din arasında sentezler kurmaktan da kaçınılmamıştır.

Kısaca söylemek gerekirse, Maarif Modeli’nin ilginç bir strateji ile hazırlandığı söylenebilir. Bu strateji şudur: Önce varlığı çeşitli disiplinler aracılığıyla parçala, bütünsel bakışlı bilimsel ve felsefi teorileri saf dışı et ve parçaları dinle bütünleştir. Bu açıdan programı parçacı bir bakışla inceleyenler, bütünü görmeyenler, programın oldukça bilimsel olduğunu düşünebilir. Unutulmamalı ki, programın temel iddiası holistisizm/bütüncüllüktür; bu bütüncüllüğün neyle sağlandığı bu açıdan çok önemlidir. Programın bütününe bütüne odaklanınca, idealist ve dinsel çerçevede yapılanmış bir programla karşılaşılmaktadır. Bu açıdan Maarif Modeli’nin, dinsel-kapitalist-özcü-milliyetçi-tarihsiz bir yaklaşımdan yana tavır aldığı, seküler yaklaşım tarzını, milli ve manevi değerlerimize ters diyerek neredeyse tümüyle dışladığı açıktır. Program yapıcısı, laikliğe doğrudan cephe alınamadığı için, sekülerizmle laiklik arasında kimilerinin yaptığı ayrımı kullanılarak, bir tür şark kurnazlığıyla, sekülerizm eleştirisi adı altında laik düşünce ve değerleri saf dışı etmeye çalışmaktadır. Seküler/laik bakış, özünde varlık, bilgi ve değerlere insan yetileri temelli, tekilci, diyalektik ve evrimsel bir yaklaşımı esas alır. Varlık, bilgi ve değerlere Tanrı merkezli, durağan, özcü bakışa karşı durur. Bu açıdan, programın, varlık, bilgi, değerler ile bir bütün olarak eğitimin örtük bir biçimde İslamileştirilmesini, dinselleştirilmesini erekleyen bir yaklaşım tarzıyla hazırlandığını açıkça ifade etmek gerekir. Programın, bütünsel açıdan bakıldığında, yetkin insan (insan-ı kâmil) adı altında varlık, bilgi ve değere dinsel perspektiften bakan, her şeyi dinle bütünleyen, anlam dünyasını dinse arayan bir tür homo ahireticus (homo escatologicus) yaratacağı ve bu insan tipinin modern dünyada başarılı olamayacağı, modern topluma ve uygarlığa katkı sunamayacağı açıktır. Osmanlı devleti bile, Batı karşısında yenilmeye başlayınca Tanzimat ile birlikte bu tipten vazgeçmiştir. Dolayısıyla taslak modelin yahut taslak programın insan tipinin, varlık, bilgi ve değere bakışının Osmanlı modernleşmesinden bile geriye gittiği aşikârdır.

[i] Ondokuz Mayıs Üniversitesi, İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi, Felsefe Bölümü Öğretim Üyesi

Yazar
Hasan AYDIN

10 Mayıs 1971’de Ordu/Ünye’de[1] doğdu. İlk ve orta öğrenimini Ünye’de, yüksek öğrenimini ise Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde tamamladı. Üniversiteyi bitirdiği yıl, aynı üniversitenin Sosyal Bilimler Enstit... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen