Mahalleli gözüyle seçimlere bakmak

İzzet krizin ezip geçtiği mahalle sakinlerinden biri. Genç, işsiz, tek başına çocuk büyüten bir baba. Eski işi nedeniyle ikametgâhı farklı yerde olduğu için cebinde tek bir kuruş yokken seçim günü kilometrelerce yol gidip Erdoğan’a oy verdiğini anlatıyor. Niye sorusuna bir yanıtı yok, onu seviyorum çünkü diyor. Neden sevdiğini açıklayacak karmaşık kelimeleri bulamıyor. Duygusunu siyasetin ya da sosyal bilimcilerin anladığı bir dile çeviremiyor. Ya da sadece çevirmek istemiyor. Israr edince “sormayın artık” diyor, “sevginin tarifi mi olur. Seviyorum işte.”

*****

Evren BALTA[i]

Bu ülkenin bölünmeleri, arzuları, hayalleri ve bütün bunlara bir biçimde bağlı oy verme biçimleri seküler-muhafazakâr çatışmasına sıkıştırılamayacak kadar karmaşık. Bu karmaşıklığı siyaset basit ve anlaşılır kimliklere ve/veya çıkarlara indirgeyip oradan bir dil kuruyor çoğu zaman. O karmaşık arzu, hayal ve çıkarlara sahip gerçek insanlara seçmen adı verip, sonra onu bir toplamın içindeki bir rakama indirgeyip seçim oyununu oynamak istiyor. O oyuna o gerçek insanlar siyaset(çiler)in istediği gibi katılmadığında dönüp neyi yanlış yaptıklarını değil, “seçmenin” neyi yanlış anladığını soruyorlar.

Mahalleli seçmen

Türkiye’nin seküler kalesi İzmir’in Roman mahallesi Tepecik, ağırlıklı olarak CHP’ye oy veren kentin aksine yıllardır ağırlıklı olarak Ak Parti’ye oy veren bir mahalle. Üstelik bildiğimiz anlamda dindarlıkla ve muhafazakarlıkla ilişkisi farklı bu mahallenin. Kentin tam merkezinde ve yoksulluğun pençesinde bir mekân burası. Ülkenin bütün sorunları hem de olağanüstü boyutlarda katlanarak bu mahalle sakinlerinin hayatına sızmış.

Mahalledeki ev kiraları birkaç yıl içerisinde neredeyse beş katına çıkmış. İşsizlik artmış. Gündelik işler azalmış. Karşılaştığım tüm yetişkinler çocuklarından ve uyuşturucu sorunundan endişeli. Geçim derdi ve pahalılık mahallenin en büyük sorunu. Peynir ya da soğan fiyatından şikâyet etmeyen yok. Ne asgari ücret artışı ile enflasyon karşısında göreli alım gücünü koruyan bir iş gücü, ne taşrada olduğu için kira ya da fiyat artışlarından daha az etkilenen hane halkı var bu mahallede. Kriz hepsini ezmiş ve geçmiş. Buna rağmen oy tercihleri değişmemiş.

Seviyorum işte…

İzzet krizin ezip geçtiği mahalle sakinlerinden biri. Genç, işsiz, tek başına çocuk büyüten bir baba. Eski işi nedeniyle ikametgahı farklı yerde olduğu için cebinde tek bir kuruş yokken seçim günü kilometrelerce yol gidip Erdoğan’a oy verdiğini anlatıyor. Niye sorusuna bir yanıtı yok, onu seviyorum çünkü diyor. Neden sevdiğini açıklayacak karmaşık kelimeleri bulamıyor. Duygusunu siyasetin ya da sosyal bilimcilerin anladığı bir dile çeviremiyor. Ya da sadece çevirmek istemiyor. Israr edince “sormayın artık” diyor, “sevginin tarifi mi olur. Seviyorum işte.”

“Seviyorum işte” mahallenin neden sorusuna en sık verdiği yanıt. O sevginin bir açıklaması olmadığına derinden inanıyorlar. Bir kere kurulan bir bağın bozulmayacağı, bir söze ihanet edilmeyeceği, bir vefa borcunun mutlaka ödenmesi gerektiği gibi. Sevdiğin birinin hatasını, yanlışını, eksiğini görmek istemeyeceğin gibi. Güçlü bir duygusal bağ tarif ettikleri. Bizden biri, bizim gibi biri diyorlar. Ama bizden çok farklı, çok yüksek, çok güçlü.

Aynı bağ örneğin Ak Parti ile yok. Bazı kişiler Erdoğan’a oy verdiği halde Ak Parti’ye oy vermediğini söylüyor. Neden oy vereyim ki diyor, nasıl bir bağım var? Kimi mahalleli bir zamanlar mahallede var olan Ak Partiyi tarif ediyor. Mahallede olan, mahalleli ile duran bir partiyi. Sosyal ağları inşa eden, kendi içlerinden insanları bir yere getiren, onlarla mahalleyi örgütleyen bir teşkilat yapısını anlatıyorlar. O teşkilat artık bir hayalet. Adı var, kendi yok. Mahalleliden teşkilatta bir zamanlar aktif olanların kimisi çoktan ayrılmış. Kavgalar kopmuş. Bölünmeler yaşanmış. Zaten artık yardım ağları için partiye de ihtiyaç yok. Devlet partinin yerini almış ve o devlet Erdoğan ile özdeşlemiş gözlerinde. Parti etkisiz bir tabela. Oy versen de olur, vermesen de…

Güçlü lider, güçlü ülke ve güçlü “Ben”

Erdoğan’ın bu mahalledeki etkisini güçten bağımsız düşünmek imkânsız. SİHA’lardan miting performansına kadar her şey bir erkeklik ve güç gösterisi aslında. Bu sanki yiten bir erkeklik halinin onarılması arzusu gibi. Eve yemek götürecek parası olmadığını söyleyen Tolga, bunun hemen ardından ABD Başkanının nasıl Erdoğan’ın arkasından yürüdüğünü anlatıyor. Sonra bir başka arkadaşı lafa giriyor. Kemal Kılıçdaroğlu’nun bırak Amerikan başkanının arkasından yürümesini, gelip şu mahallede tek başına yürüyebildiğini düşünebiliyor musun diye soruyor.

Kavganın, dövüşün eksik olmadığı bir mahalle burası. Ayakta kalmanın güç demek olduğu, gücü olmayanın ayakta kalamadığı bir mahalle. Kendisini temsil edeceklerde zayıflık görmek istemiyor, onun yerine ayakta kalmasını istiyor, diklenmesini, kafa tutmasını. Çünkü kendisi öyle ayakta kalıyor. Hayatını her gün mücadele ederek geçiren birine mutfaktan yumuşak sesiyle konuşan bir liderin cazip gelmesi, onunla bağ kurması imkânsız geliyor bu mahallenin kaotik sokaklarından bakıldığında hayata.

Sadece günü yaşamak

Zeliha nasıl gündelik bir hayat yaşadıklarını anlatıyor. Ertesi haftası olmayan sadece ertesi günü olan bir hayat bu diyor. Bu mahalle gündelik çalışır, kazandığını o gün harcar diye devam ediyor. Cebinizde sadece ertesi gün işe gitmek için kullanacağınız yol parası kalır. Eğer ertesi gün iş bulamazsanız o yol parası da gider. Biz o yüzden diyor elimize geçen her ek kuruşa, her parasız hizmete muhtacız. Daha kaliteli bir eğitim sözü ya da daha kaliteli bir sağlık hizmeti hayatını günlük kazanan bu mahalle için çok da anlam ifade etmiyor.

Esma sadece bir doktorun onu parasız görmesinin ve aldığı ilaçların parasız olmasının önemli olduğunu söylüyor. Nesrin çocukların okula giderken harcadığı yol parasından şikâyet ediyor. Sonra kitaplar parasız olmasaydı çocukları okula gönderemeyeceğini anlatıyor. Biz eskiden okula gidemezdik diyor, ailemizin okulun al dediği kitapları alacak parası yoktu. Her gün azar işitirdik bu yüzden. Erdoğan değiştirdi bunu diyor.

Ne sağlık ne eğitim için ayıracak paraları var. Yoksulluktan kurtulmak o kadar gelecek odaklı bir hedef ki mahalleli için, istedikleri belki sadece daha iyi bir yoksulluk yaşamak. Erdoğan onlara bunu veriyor, daha yaşanabilir, idare edilebilir bir yoksulluk. Ta ki idare edilemeyene kadar.

“Bir ara başkasına oy vermeyi düşündüm”

Bir başka mahalleli bundan bir yıl önce Erdoğan dışında bir başka adaya oy vermeyi düşündüğünü söylüyor. Artık yeter, çok uzun iktidarda kaldı dediğini. Ama sonra fikrini değiştirdiğini. Zaten mahallede iki grup Erdoğan seçmeni var. Biri fikrini hiç değiştirmeyenler, Erdoğan’a büyük bir sevgi ile bağlı olanlar; diğeri fikrini değiştirip geri dönenler. Neden fikrini değiştirdiğini sorduğum herkes aynı şeyi söylüyor. “Başka bir aday olsaydı verirdim. Ama Erdoğan karşısında Kılıçdaroğlu’na vermek olmaz” diyorlar.

Erdoğan’ın yıllar boyunca en büyük rakibi olmuş, onun her mitinginde aşağılanmış, iteklenip, kakılmış, beğenilmemiş bu lider için oy değiştirip, Erdoğan’a oy vermemek onlara en büyük ihanet gibi geliyor. “Hani” diyorlar “yeni biri çıkıp da oyumuzu isteseydi olurdu, ama biz Kılıçdaroğlu’nu yıllardır biliyoruz, yapamaz o bu işi”. Ne Millet ittifakı’nın yönetim şemasını biliyorlar, ne ortak mutabakat metnini. Bildikleri sadece Erdoğan’ın karşısında kimin aday olduğu.

“Terör” Sorunu

Konuşmaların pek çoğunda Millet İttifakı’nın terörle bağı olduğu iddiası gündeme geliyor. İktidarın propagandası bu mahallenin de kılcal damarlarına kadar sızmış. Millet ittifakının kazanmak için teröristlerle iş birliği yaptığı lafı her taşın altından çıkıyor. Bu iş birliği iddiasını çoğu ne televizyondan duymuş ne haberde seyretmiş ne yayılan videoları sosyal medyada görmüş. Çoğu birbirinden duymuş bunları. Ak Parti’nin mahalle örgütleri bu kampanyada en çok bu işe yaramış. Güvenilir bir kaynaktan alınan doğru bir bilgi gibi kulaktan kulağa yayılmış mahallede: biliyor musunuz “millet ittifakı teröristlerle iş birliği” yapıyormuş…

Ama bu bilgi bunu söyleyenlere dair bir güven çoktan inşa edilmemiş olmasa belki de duyulup bir kenara atılacak. Bu bilginin eğer muhalefetin bu bilgiye alternatif üretecek, kendi kulaktan kulağa ağlarını kuracak gücü olsa kolayca üstünden atlanacak. Ama söyleyene güven hissedildiği, hakkında konuşulanın ise o güveni henüz inşa etmediği bir ortamda bu bilgi zehirli.

Demokrasi dedikleri

Bir de demokrasi soruyorum mahalleliye. Tabii olsun diyorlar. Demokrasi zaten onlar için seçim demek. Sosyal medyanın dert ettiği hiçbir isimden, hiçbir davadan haberleri yok. İçeride olanların niye içeride olduklarını, davalarının ne olduğunu, kimin kime ne ile haksızlık yaptığını bilmiyorlar. Sonu gelmez bir adaletsizliğin içinde yaşayan, her gün yoksullukla bütün gücüyle mücadele eden, çocuklarını uyuşturucu yüzünden kaybeden bu mahalle için demokrasi evet sadece oy vermekten ibaret.

Bilmem bunları okuyunca siz ne düşünüyorsunuz. Ama cebinde olmayan para ile dışarıdan gelen misafirlerine börek ve kahve ısmarlamaya çalışan bu seçmene ben kızamıyorum. Oradan ayrılırken kalbim onların hayat mücadelesinde kalıyor. Ve kızgınlığım bunu hiç görmeyecek, hiç anlamayacak olanlara yöneliyor.

(Foto: Claus)

———————————————-

Kaynak:

https://yetkinreport.com/2023/06/09/mahalleli-gozuyle-secimlere-bakmak/

***

[i] Prof. Dr., Özyeğin Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen