Anımsadınız değil mi? Mahmur’u? Kuzey Irak’taki PeKaKa’nın beslendiği, yardım yataklık eden Mahmur Kampını kastediyorum. Nasıl oluştuğunu da anımsamışsınızdır, sanırım. Hani bir gece ABD’nin doğrudan CENTCOM’un talimatı ve PeKaKa’nın baskısıyla Şırnak ve Hakkâri bölgesinden zorla göçürülen köyler ve köylüleri ile Irak’ın kuzeyinde oluşturulan bir kamp. Vay be, nerdeyse 30 yıl olmuş. Haklısınız hatırlayamamakta. 1994 yılında Kuzey Irak sınırında bulunan Şırnak ve Hakkâri bölgesinden PeKaKa vasıtasıyla bir gece Kuzey Irak’a zorla göçürülen, bir anlamda tehcir ettirilen yaklaşık 12 bin Türk vatandaşının acıklı durumunu ortaya koymak istedim, bu makale kapsamında. ABD’nin örgütün her ne şart olursa olsun yaşamasına karar vermesi için kuşkusuz bu durum elzem olarak görülmüştür. Yapılan karşı propagandada köylerin güvenlik gerekçesiyle Türk Ordusu tarafından boşaltılmasından sonra kaçak yollardan Kuzey Irak’a göç eden Kürtler olarak dünya kamuoyu etkilenmeye çalışılmıştır. Oysa Türkiye her bir şekilde kendi vatandaşına sahip çıkmıştır. O kadar ki, Türkiye ilk andan itibaren Mahmur’un tasfiyesine yönelik çalışmalar yapmış hatta daha da ileri giderek ABD ve Irak’la bir üçlü mekanizma bile kurulmasına ön ayak olmuştur. Daha sonra ABD’nin ısrarlı istemleri doğrultusunda ‘üçlü mekanizma’ya Bölgesel Kürt Hükümeti de dahil edilmiştir. Ancak Türkiye bu mekanizmaya hiçbir şekilde PeKaKa’nın dahil edilmemesine özel önem atfetmiştir. Barzani desteğini de bilmektedir. Çünkü Türkiye hemen her vesileyle Terörle müzakere etmemiş, şanlı mücadelesine devam etmiştir. “Mücadele ettik fakat sonuç alamadık” şeklinde bir mazereti, akan kanı ve anaların gözyaşını dindirmek gibi beyanlar bir ucuzculuk olarak görmüştür. Bu yaklaşım kesinlikle kabul edilemez. ÇÜNKÜ TERÖRLE MÜZAKERE EDİLMEZ, ANCAK VE ANCAK MÜCADELE EDİLİR.
Mahmur Kampının güvenli bir PeKaKa barınağı olma durumuna son verilmesi, Kuzey Irak’ta terör örgütüne Barzani ve yönetimi tarafından sağlanan desteğin sonlandırılması, örgütün kara para aklama faaliyetlerine son verilmesi için Avrupa ülkeleri üzerinde ABD’nin siyasî nüfuzunun kullanılması ile mevcut çalışmaların bir an önce sonlandırılması amacıyla 2006 yılında bir Terörle Mücadele Özel Temsilciliği kurulmasını bile sağlamıştır. (1)
Ancak biline ve herkes tarafından kabul edilen bir gerçek, PeKaKa’nın yaşam suyu her ne vesileyle olursa olsun yerinden ve ucuz bir şekilde sağlanmalıdır. Güdüm altına alınmış halk hem de seçimli bir biçimde bir yerlerden, başka, başka yerlere savrulacakmış hiç de efendilerin umurunda değildir. Şimdilerde 15 bini aşkın Kürt kökenli yurttaşımıza, Kuzey Irak’ta gittikleri ilk 4 yılda 8 yer yani çadırlı kamp yeri değiştirtmişlerdir. Öyle ben buraya sevdim, burada kalayım yok öyle bir hayat. Kalk kalk, çök çök, yürü yürü, kal kal. Bu işin kanunu bu. Bir kere paldum’u birilerinin eline verdin mi, durum bu. Zihnimde kalmış “paldum” sözcüğü geçmişte çok şey ifade ederdi. Hayvanın üstüne serilen ‘palan’ın öne kaymaması için hayvanın kuyruğunun altından geçirilerek bağlanan kayış ya da ipe kırsal kesimde “paldum” denilir. Kaderini birine bağladın mı? Palanınla paldumunla yutulursun. Sosyal Medyada yayımlanan Gazze fotoğraflarına mutlaka aşinasınızdır. Anımsayanlarınız vardır, İsrail’den Filistinlilere çıplak gözaltı işkencesini. İsrail Ordusu tarafından iç çamaşırlarına kadar soyunmaya zorlanan, sokakta diz çöken, gözleri bağlanan ve kış kıyamette soyunuk vaziyette askerî araçlara bindirilen erkeklerden oluşan gözaltıları şöyle bir düşünün. Ben İdlip’te yağmış buzlaşmış kar içinde çıplak ayaklarıyla gezinen çocukları gördüğümde irkilmiştim. Kimsesizlik işte böyle bir şeydir. ‘Kimsesizlerin kimsesi’ Türkiye Cumhuriyeti’nde hiçbir vatandaşımız bu duruma düşmez, hiçbir çocuk ‘aç ve geride’ kalmaz, bu nimetin varlığını unutmayalım, sevgili okurlar.
Zordur, zor zanaattır, kaderleri birilerinin iki dudağı arasında olan kişilerce yaşam döngüsünün devamına karar verilmesi. Sonra bir bakarsınız, emir yukarıdan gelir ve bulunduğunuz yerde tasfiye edilirsiniz. Yaşam dediğiniz de öyle nitelikli bir yaşam değil, her zaman boynu bükük yaşamak bir nev’i köleliktir. Aynen açık hava hapishanesinde yaşayan Gazzeli kardeşlerimiz gibi, İdlip kampında yaşamaya mahkûm edilen, yıllardır bir türlü yüzleşilmeden halının altına süpürdükleri eski “Osmanlı Tebaası” gibi. Siz hiç algılayabiliyor musunuz, hafta sonu tatilinde Türkiye sınırına gidip, Türk bayrağına bakıp bakıp hüzünlenmeyi. Bunu Suriye’den çok iyi bilirim. Sonrasında da koynundan çıkardığı Türk bayrağına akan gözyaşlarını silmenin ne demek olduğunu. O bayrak da kendisine gelin olurken babası ve sünnetinde kirvesi tarafından hediye edilmiştir. Allah kimseyi bayraksız, yurtsuz, vatansız bırakmasın. Vatansız, Haymatlos etmesin. Mahmur Kampında yaşayanların yüzde 65’i ise kadın ve çocuklardan oluşmaktadır. Dolayısıyla, kampın kapatılmasından sonra, ‘mülteci’ statüsüne düşecek bu insanların nereye gideceği meselesini ayrı bir yere koyalım. Hoş BM görevlileri şimdilerde Mahmur’dan çekilmişlerdir.
Erbil’e 100 kilometre mesafede bulunan BM denetimindeki Mahmur Kampı, Irak’ın Musul kentine bağlıdır. Mahmur, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi idarî taksimatı dışındadır. Irak Merkezi Hükümetine bağlı bölgede yer almasına karşın, Mahmur kampında görev yapan bütün merkezî hükümete bağlı güvenlik güçleri ise Iraklı Kürtlerden oluşmaktadır. Kamp siyasî olarak Bağdat’a bağlı olmasına rağmen Mahmur’un kaymakamını Irak Kürdistan Yönetimi atamaktadır. Halil Rıfat Paşa ne güzel söylemiş “Varlığını hissettiremediğin yer senin değildir.” Diye. Resmen bir darb-ı mesel, özdeyiş, bir vecize. Gerçekten de “Gidemediğin, ulaşamadığın, dokunamadığın, varlığını hissettiremediği yer senin değildir.” Ama kaymakam kampın içişlerine pek de müdahale etmemektedir. Kamp sakinleri senede bir kez PeKaKa’nın işaret ettiği 60 kişilik çarşaf listeyi pardon halk meclisini ve belediye başkanını seçerler. Mahmur kampında oluşturulan ve 60 kişiden oluşan yönetim kadrosunun aldığı bütün kararlara 12 bin kişilik nüfus da harfiyen uymaktadır. Bu bir gerçek anlamda biat işlemidir. Şimdi adama sorarlar. Türkiye’deyken neden uymuyordun diye? Türkiye Cumhuriyeti’nin yasalarına, devletin atadığı kişilerin yönetimine ve kendi seçtiğin kişilere sivil itaatsizlik, pasif direniş gösteriyordun, hadi şimdi yap, yapabiliyorsan. PeKaKa’nın talimatı olduğu için yönetimin izni olmadan kampa hiçbir gazeteci de alınmamaktadır.
Niçin Mahmur konusunu ayrıntılı bir şekilde anlattım, bu tür yönetimlerin feriştahını biliyor Filistin halkı da ondan. 75 yıldır bir kobay gibi kendilerine uygulanan “Etnik Temizlik” le duvarlardan duvarlara savrulan “Gazze Halkı” bunu çok iyi biliyor. Filistin halkı geçmişten ders çıkararak başına gelecekleri çok iyi özümsemiş vaziyette. ABD bölgede kaldığı müddetçe, problemin, sorunun Filistin ve İsrail’den çok daha büyük ve devasa boyutlarda olduğunu biliyor. Hiç bunun bilincinde olmasa kırk yıl, kırk üç kaldığı mezalim yuvası Ofer Hapishanesinden özgürlüğe kavuştuğu gün bu cehennemin içine, dibine kadar dönmek ister mi? Dönmek istiyor ve dönüyor. Hem de toprağı öperek dönüyor. Gidecek başka yeri olmamak duygusu işte böyle bir şey sevgili okurlar.
Öyle ya da böyle, peki şimdi çanlar kimin için çalıyor? Hiç kuşkunuz olmasın Gazze Halkı için. Mısır Dışişleri Bakanlığı İsrail’in Filistinlileri zorla göç ettirmesine spesifik olarak da Gazze halkının tehcir planından büyük endişe duymaktadır. (2) Kahire, İsrail’in tehcir planını reddeden tutumuna verilen uluslararası kamuoyu desteğine karşın “Gazze Şeridi’ndeki nüfusun Sina Yarımadası’na göç ettirilmesi” senaryosuna hazırlanmakta bu durum sadece kapalı kapılar arkasında değil, neredeyse her zeminde dillendirilmektedir. İsrail ordusu, savaşın başlangıcından yani geçen Ekim ayından bu yana, Gazze Şeridi’nin kuzeyinde yaşayan sivilleri güneye, Mısır sınırına yakın bir yere taşınmaya çağırıyor ve geçtiğimiz günlerde “insanî duraklama”nın gerçekte ve uygulamada ateşkes’in başlamasıyla birlikte İsrail, yerinden edilenlerin çoğunun evlerine dönmesine izin vermemiştir. Bunun anlamı açıkça “sürgün” (exile)’ün başladığının bir kanıtıdır. Sürgün’ün açık anlamı Prof. Dr. Justin McCarthy’nin “Sürgün ve Ölüm” (Ezile &Death) kitabına konu olacak biçimde tam bir “Osmanlı Soykırımı” (Ottoman Holocost)’dur. Sürgünle ölüm iç içedir ve de bu coğrafyaya özgüdür. “Osmanlı Soykırımı” (Ottoman Holocost)’deyişi de toprağı bol olsun, toprağı bol olsun, yakın dostum, Yahudi kökenli ABD’li Prof.Dr. Stanford Shaw’a aittir.
İsrail medyası 13 Ekim 2023 tarihinde yayınladığı İsrail İstihbarat Bakanlığı’na atfedilen bir belgede Gazze’deki sivil nüfusun Kuzey Sina’ya nakledilmesi öneriliyor ve böyle bir planın İsrail’in uzun vadeli güvenliği için en iyisi olacağı iddia edilmektedir. (2)
Şarku’l Avsat’a konuşan eski Mısır Dışişleri Bakan Yardımcısı Büyükelçi Salah Halime’ye göre “Mısır birçok kez Filistinlileri zorla Mısır topraklarına gönderme çabalarını reddetmiş ve aynı zamanda İsrail’in zorla tahliye planlarına ilk andan itibaren açıkça karşı çıkmıştır. Mısır’ın bu tutumu ve tutarlılığı ister Gazze Şeridi’nden ister Batı Şeria’dan olsun zorla yerinden edilmeye karşı uluslararası destek sağlamayı ve İsrail’in daha fazla toprak ilhak etme amacıyla Filistin topraklarındaki nüfusun demografik durumunu bozma girişimlerine son vermeyi başarmıştır.” (2)
Mısır’ın yerinden edilmeyi reddetme pozisyonunu desteklemek için çeşitli uluslararası örgütler aracılığıyla baskıya başvurmanın yanı sıra, Kahire Üniversitesi’nde uluslararası hukuk uzmanı Prof. Dr. Ahmed Ebu El-Vefa, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamalarda Mısır’ın Güvenlik Konseyi’ne başvurma ve BM Şartı’nın Yedinci Bölümü uyarınca, yerinden edilme sürecini önlemek için ABD’nin gerekli tedbirleri almakla yükümlü olduğunu içeriyor. Bu önlemlerin, İsrail’e karşı askeri ve askeri olmayan uygulamalar olmak üzere iki türe ayrıldığı belirtilmektedir. (2) Ancak böyle bir kararın verilmesi, İsrail ile ticari ilişkilerin kesilmesine ilişkin askeri olmayan tedbirler ve sivil nitelikteki diğer tedbirlerle sınırlı olsa bile, Ebu El Vefa, özellikle de İsrail’in mevcut durumu göz önüne alındığında bunun kolay bir mesele olmadığını belirtmiştir.
Uluslararası ilişkiler uzmanı Dr. Hamid Faris ise, Mısır’daki hareketlerin Avrupa Birliği ve ABD ile koordineli olarak, “Arap ve İslam ülkelerinin önemli bir rol oynadığı bir seferberlik olan yerinden edilme planlarının uluslararası reddini harekete geçirmeyi başardığına inanmaktadırlar. Ama bu mümkün değil tabii ki. Böylece Gazze Şeridi’ne daha fazla yardım getirilmesinin ve bu yardımın ulaştırılması için koridorların açılmasının gerekliliğinden bahsediliyor. Nüfus tahliyesi değil, yardım. Faris, Mısır’ın Gazze halkının yerinden edilmesinin kesin bir şekilde reddetmesinin, Mısır’ın egemenliğini ve ulusal güvenliğini korumak için tüm seçenekleri açık hale getireceğine inanıyor.” (2)
Aslına bakaranız bütün bunlar zahiri olan görüntülerdir. Bu zahiri görüntülere Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah El Sisi’nin değerlendirmeleri de başka bir renk katmıştır, doğrusu. Gazze halkının Mısır’a kitlesel göçe zorlanması fikrine oldukça sert tepki gösteren Mısır lideri, bunu, “Batı Şeria’dan Ürdün’e yaşanacak benzer bir göçün” de ilk adımı olarak değerlendirmiştir. Bunun anlamı Ürdün’den örtülü bir destek istenmesini de göstermektedir. Arap dünyası anlamında ise “Gelinim sana söylüyorum, kızım sen anla!” yaklaşımıdır. Mısır lideri Sisi, bu yaklaşımı da şöyle sürdürmüştür: (3)
“Gazzelileri Mısır’a gitmeye zorlama fikri, İsrail tarafından işgal edilen Batı Şeria’da yaşayan Filistinlilerin de benzer şekilde yerlerinden edilmesine yol açacak ve bu bir Filistin Devleti kurulmasını imkânsız hale getirecektir.”
Gazzelilerin Sina’ya yerleştirilmesi her şeyden fazla Sisi’yi ürkütmektedir. Her şey o kadar açıktır ki, Gazzelilerin bir diğer deyişle Müslüman Kardeşlerin bir kolu olan HAMAS’ın Mısır’a yerleştirilmesi doğrudan Sisi’nin meşruiyetine ağır bir darbe olarak görülmektedir. Sisi’nin Mısır’da Müslüman Kardeşler ile mücadelesinin bir tarafına HAMAS’ın gelmesi onun iktidarına doğrudan bir tehdittir.
Evet Sevgili okurlar, Ortadoğu’da başta İsrail ve Suriye olmak üzere hiçbir devlet kendi tabirleriyle halının altına süpürülenlerle uğraşmak istemiyor, istememektedir. Diktatoryal Devletler halının altına süpürdüklerinden müthiş endişe ettikleri gibi, Arap saçına döndürdükleri sorunlar yumağının alayını başka ülkelere ihraç etmek peşinde olduklarını da unutmayalım. Örneğin bu durum Suriye’nin, Baas partisinin bir devlet politikasıdır, dışarıya terör ihraç etmek. Fransa bile, BM Soykırım Sözleşmesi kapsamında ‘İnsanlığa karşı işlenen suçlar’a iştirak ettiği belirtilen sivillere karşı yasaklı kimyasal silahların kullanılması nedeniyle Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad, kardeşi Mahir Esad ve diğer iki üst düzey yetkili hakkında uluslararası tutuklama emri çıkarmıştır. Netenyahu ve onun Siyonist Yönetimi hakkında benzer hususlar bir çığ gibi büyümelidir. Hiç kimsenin bağırsaklarını temizlemek deyişiyle eşdeğer tutulan bu tür davranışlarda eli kolu bağlamak ya da seyretmek gibi lüksü olmamalıdır. Çünkü hasıraltı edilen her şey, daha doğrusu halının altına her ne süpürüldüyse, onlar orada birikmiş, müzminleşerek çoğalmış, çoğaltılmıştır. Filmin senaristi ve filmin baş oyuncuları İdlip özelinde Türkiye’ye, gazze özelinde ise Mısır’a ihraç etmeye karar vermişlerdir. Unutmayalım, bu filmin başka benzeri versiyonları da var. Bu seferlik ya da bir seferlik de olsa figüranlara takılıp kalmayalım, sevgili okurlar.
Dipnotlar:
(1) Edip Başer, Kanatsız Uçmak, Remzi Kitabevi, İstanbul, Eylül 2014, s.308
(2) İndependent Türkçe, “Mısır Gazze halkının tehcir planından endişeli”, 28 Kasım 2023; https://www.indyturk.com/node/677576/d%C3%BCnya/m%C4%B1s%C4%B1r-gazze-halk%C4%B1n%C4%B1n-tehcir-plan%C4%B1ndan-endi%C5%9Feli/ Erişim Tarihi 10.12.2023/
(3) https://tr.euronews.com/2023/10/18/misir-lideri-sisi-filistinlilerin-topraklarindan-surulmesini-reddediyoruz/ErişimTarihi 10.12.2023/