Majoriteryenizm ve Demokrasinin Geleceği

“Çoğunluğun üstünlüğü ilkesine dayalı çoğunlukçu demokrasi anlayışı özellikle demokrasi kültürünün yerleşmemiş olduğu azgelişmiş ülkelerde kolaylıkla çoğunluk despotizmine dönüşebilmektedir.”

*****

Doç. Dr. Faruk ATAAY

Giriş

Liberal bir düşünür olan Fareed Zakaria’nın “illiberal (otoriter) demokrasi” kavramı günümüz demokrasi tartışmaları açısından önemli bir referans noktası oluşturmaktadır. Zakaria, geniş bir ilgi uyandıran çalışmasında, içinde bulunduğumuz dönemde, azgelişmiş ülkelerde, demokrasinin paradoksal bir gelişim sergilediğini belirtmektedir. Zakaria, azgelişmiş ülkelerde, bir yandan iktidarın serbest seçimlerle belirlendiği demokratik rejimler giderek yaygınlaşırken, diğer yandan da varlığını demokrasiye borçlu olan bu iktidarların yurttaşlık haklarını sınırladıklarına dikkat çekmektedir. Zakaria’ya göre, bu süreçte ortaya çıkan en tehlikeli gelişmeler, demokratik yollarla iktidara gelen hükümetlerin, mutlak iktidara sahip olduğu inancına kapılarak, kuvvetler ayrılığı ilkesine aykırı bir biçimde bütün gücü elinde toplamaya ve demokratik hakları kısıtlamaya girişmesi olmaktadır. Bu türden eğilimler, iktidarı kazanan partinin her şeyi kazandığı, kaybeden partilerin de her şeyi kaybettiği bir ortama yol açmakta; bu da, siyasetin dost-düşman kutuplaşması temelinde kurulduğu, demokrasi açısından son derece olumsuz bir atmosfer yaratmaktadır. Zakaria, bu türden ihtiraslı siyasetçilerin kutuplaştırıcı ve demokrasiyi suistimal eden eğilimlerinin uç noktalara gittiğinde, toplumdaki etnik ve dinsel bölünmeleri şiddetlendiren, demokrasinin yozlaştırılmasına ve özgürlüklerin erozyona uğramasına neden olan sonuçlara yol açıldığına dikkat çekmektedir. Üstelik, bu durum modernleşme-demokratikleşme sürecindeki geçici bir aşama olarak da kalmamakta, kalıcı bir özellik kazanabilmektedir (Zakaria, 1999: 47-55).

“İlliberal demokrasi” veya “demokratik otoriteryenizm” gibi nitelemelerle tanımlanan bu türden rejimler, liberal demokrasinin, kurumsallaşmış hukuk devleti, insan hakları, kuvvetler ayrılığı, güçlü sivil toplum, azınlık hakları, partiler arası rekabetin kurumsallaşması gibi ilkeleri açısından eleştiriye uğramaktadırlar. Güçlü yürütme ve istikrar arayışlarının da desteklediği bu rejimler, demokrasiyi, adeta, iktidarın seçimle belirlenmesi ilkesine indirgemiş görünmektedirler.

Zakaria’nın “illiberal demokrasi” olarak nitelediği ve pek çok boyutuyla “çoğunluk despotizmi”ne dönüşen bu demokrasi modeli, günümüzde demokratikleşme sorunu açısından çok önemli bir başlık durumuna gelmiştir. Bu demokrasi anlayışı, esasen, “çoğunlukçu demokrasi” anlayışının yozlaştırılması sonucunda ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle, çalışmamızda “çoğunlukçu demokrasi” anlayışı ile “çoğunluk despotizmi” arasında net bir kavramsal ayrım koymak amaçlanmaktadır.

Bu amaçlar doğrultusunda, çalışmanın ilk bölümünde, çoğunlukçu demokrasi anlayışı çoğulcu demokrasi anlayışı ile karşılaştırmalı olarak incelenerek, temel özellikleri ortaya konulacaktır. İkinci bölümde, çoğunlukçu demokrasi anlayışının çoğunluk despotizmine dönüştüğü durumlar üzerinde durulacaktır.       

I.  Çoğulcu ve Çoğunlukçu Demokrasi Anlayışları

“İlliberal demokrasi” veya “demokratik otoriteryenizm” gibi deyimler, başlangıçta paradoksal bir tanımlama gibi görünse de, aslında paradoks kavramdan değil, liberal demokrasinin kendisinden kaynaklanmaktadır. Liberal demokrasinin en temel ilkelerinden birisi iktidarın serbest ve adil seçimlerle belirlenmesi olmakla birlikte, demokrasinin yalnızca bu ilkeye indirgenmesi durumunda, arzu edilenin tam tersine, baskıcı bir yönetime ulaşılması şaşırtıcı olmayacaktır. Siyasal düşünce tarihinde pek çok ünlü düşünürün demokrasiyi “çoğunluğun despotizmi” olarak görerek yermesinin temelinde de bu paradoks bulunmaktadır. Bu nedenle, modern liberal demokrasinin gelişim tarihi, aynı zamanda, demokrasinin çoğunluğun despotizmine dönüşmesini engelleme çabalarına sahne olmuş, bunda başarısızlığa düşüldüğü durumlarda ise Nazi Almanya’sı ve Mussolini İtalya’sı gibi totaliter rejimler ortaya çıkmıştır.

Liberal demokrasi, aslında, sınırlı devlet ve doğal haklar öğretisini temel alan liberalizm ile iktidarın serbest seçimlerle belirlenmesi ilkesini temel alan temsili demokrasinin bir sentezine dayanmaktadır. Bu demokrasi anlayışı, kapitalist ekonomik sisteme ve devlet / sivil toplum ayrılığına dayanmaktadır. Sistemin en temel özelliklerinden biri de özerk sivil toplumun, birey özgürlüklerinin ve sivil hakların alanı olarak tanımlanmasıdır. Bu tanım, iktidarın sınırlanması ve despotizme dönüşmesinin engellenmesinde son derece önemlidir. İktidarın sınırlanmasında bir başka temel ilke hukuk devleti ilkesi olmaktadır. Ancak, bu ilkelerin kuvvetler ayrılığı ve çoğulculuk ilkeleriyle desteklenmesi gerekir. Zira, iktidarın tekelleşmesinin engellenmesi ve toplumdaki farklı sosyal grupların iktidardan pay almaları ancak bu yolla sağlanabilir. Bu ilkeleri tamamlamak üzere, rekabetçi parti sistemi, muhalefete hoşgörü, örgütlenme ve ifade özgürlükleri de sistemin kurucu unsurları arasında yer almaktadır. (Lijphart, 1996: 12)

Buraya kadar sayılan ilkelerin liberal demokrasinin temelini oluşturduğu konusunda  genel bir mutabakatın bulunduğunu söylemek mümkün olsa da, uygulamada iktidarın seçimle belirlenmesi ve çoğunluğun yönetimi ilkesine dayanılarak, demokrasinin diğer ilkelerinin ortadan kaldırıldığı, muhalefetin baskı altına alındığı, insan haklarının ihlal edildiği örneklere sıklıkla rastlanabilmektedir. Bu örneklerde, iktidarın parlamentoda çoğunluğa sahip olması da yapılan anti-demokratik uygulamalara meşruiyet sağlamak üzere kullanılabilmektedir. Böylece, çoğunluğun desteğine sahip bir iktidar eliyle “çoğunluğun despotizmi”ne kayılabilmektedir. Bu türden örneklerde, genellikle, “çoğunlukçu demokrasi” anlayışından “çoğunluk despotizmi”ne kayıldığı gözlenmektedir. Bu nedenle, öncelikle çoğunlukçu ve çoğulcu demokrasi modellerinin aydınlığa kavuşturulmasında yarar bulunmaktadır.

Arendt Lijphart’a göre, liberal demokrasiler birbirine taban tabana zıt iki farklı demokrasi modeli içinde sınıflandırılabilirler. Bunlar çoğunlukçu ve çoğulcu (oydaşmacı) demokrasi modelleridir. Lijphart, bu demokrasi modellerini birer “ideal tip” olarak tanımlamış ve çeşitli ülkeleri bu ideal tipler temelinde incelemiştir. (Lijphart, 1996) 

Lijphart’ın sınıflandırmasına göre, çoğunlukçu demokrasi modeli, seçmenlerin çelişen tercihlere sahip olması durumunda hükümetin kimin çıkarlarına hizmet edeceği sorusuna, “çoğunluğun arzularına göre” cevabını vermektedir. Bu yaklaşımda, azınlığa düşen ise muhalefette kalmak olmaktadır. Oysa, çoğulcu (oydaşmacı) demokrasi modelinde, toplumun çoğulcu yapısının yönetim sürecine de yansıması amaçlanmaktadır. Böylece, toplumdaki farklı sosyal grupların yönetimden pay alması ve yönetimin de toplumun farklı kesimlerinin desteğine sahip olması öngörülmektedir.

Lijphart, çoğunlukçu ve çoğulcu demokrasi tipolojilerini seçim sistemi, parti sistemi, hükümet yapısı gibi ölçütler açısından sınıflandırmıştır (Lijphart, 1996; Heywood, 2006: 43-46). Bu sınıflandırma aşağıda ana hatlarıyla verilmiştir.

demokrasi tablo 

Seçim sistemi: Seçim sistemleri, esasen, partilerin seçimde aldıkları oyları parlamentoda sahip olunan sandalye sayısına dönüştürme formülleri olarak işlev görürler. Seçim sistemleri, bu dönüştürme işlemini gerçekleştirirken sonuca önemli ölçüde etki ettiklerinden, partilerin seçim başarısı ve iktidara gelme şansı üzerinde de belirleyici olabilirler. Nisbi seçim sistemi, partilerin seçimde aldığı oy oranı ile parlamentoda sahip olacağı sandalye oranı arasında denge gözetme özelliği taşır. Bu özelliğiyle temsilde adalet ilkesine en uygun seçim sistemi olan nisbi seçim sistemi, toplumdaki farklı eğilimlerin parlamentoya yansıması açısından demokratik sonuçlar verir. Ancak, nisbi seçim sisteminin bu özelliği, yüzde 50 oy oranını aşan parti bulunmaması durumunda, hiçbir partinin parlamentoda tek başına çoğunluğu sağlayamamasına ve tek başına hükümet kuramamasına yol açabilmektedir. Bu durum,  çok partili sisteme (çoğulcu parti sistemi) ve koalisyon hükümetlerine yol açabilmektedir. Çok partili sistem ve koalisyon hükümetleri bazı ülke örneklerinde etkin ve istikrarlı yönetime yol açsa da, kutuplaşmış toplumlarda uyumsuz, zayıf ve istikrarsız koalisyon hükümetlerine de neden olabilmektedir. Bu tür olumsuz örnekler, koalisyon hükümetlerinden kaçınmayı ve etkili ve istikrarlı tek parti hükümetlerine ulaşmayı hedefleyen seçim sistemi arayışlarına neden olabilmektedir. Nitekim, çoğunlukçu sistemlerin en temel meşruiyet gerekçesi de budur (Lardeyret, 1995: 200). Çoğunlukçu seçim sistemleri, genellikle her bir seçim bölgesinde en çok oyu alan adayın seçilmesine imkan tanıyan dar bölge çoğunluk sistemi ile uygulanır. Bu seçim sisteminin en önemli özelliği, büyük partileri kayırması, küçük partileri ise dezavantajlı kılmasıdır. Büyük partiler, parlamentoda, ülke genelinde aldıkları oy oranının üzerinde oranlarda sandalye kazanırken, küçük partiler ise, parlamentoda, ülke genelinde aldıkları oy oranlarının altında oranlarda sandalye kazanırlar. Esasen, seçmenlerin tercihlerini parlamentoya yansıtırken çarpıtan bu seçim sistemi, temsilde adalet ilkesine de aykırıdır. Ayrıca, bu seçim sistemi, seçmenleri, küçük partiler yerine büyük partilerden birine oy vermeye yöneltme özelliği de taşır. Dar bölge çoğunluk sisteminin en önemli özelliği, yüzde 35-40 civarında oy alan bir partinin parlamentoda çoğunluğu sağlamasına ve hükümeti tek başına kurmasına imkan tanımasıdır. Temsilde adalet ilkesi açısından anti-demokratik sonuçlara yol açabilen bu özellik, yönetimde istikrar ve etkinlik arayışında olanlar açısından ise tercih nedenidir (Lardeyret, 1995: 202; Quade, 1995:). Sonuç olarak, dar bölge çoğunluk sistemi, büyük partileri kayırarak, parti sisteminin iki partili sisteme ya da hakim parti sistemine dönüşmesine yol açtığı gibi, tek parti hükümetlerini de kolaylaştırmaktadır.

Parti sistemi: Çoğulcu demokrasi modelinde çok partili sistem, çoğunlukçu demokrasi modelinde ise iki partili ya da hakim partili sistem geçerlidir. Lijphart’a göre, bunun temelinde, çoğunlukçu modelde seçmenler esasen sosyo-ekonomik ayrışmalar ekseninde bölünürken, çoğulcu modelde sosyoekonomik ayrışmalar yanısıra, din-mezhep, dil, etnik köken vb. farklı ayrışmaların çok daha parçalı bir parti sistemi yaratması yatmaktadır. Çoğulcu model, toplumdaki farklılaşmaların parti sistemine yansımasına, nisbi seçim sistemi de bu farklılıkların parlamentoda temsil edilebilmesine olanak tanır. Bu durum, çoğulcu bir toplum açısından genellikle daha sağlıklı sonuç vermekle birlikte, uzlaşma kültürünün yerleşmediği toplumlarda siyasal krizlere de neden olabilmektedir[2]. Oysa, çoğunlukçu modelde, çoğunlukçu seçim sisteminin de katkısıyla, seçmenler bir ya da iki büyük partiye yönlendirilir. Hakim parti sistemi, demokratik bir sistem içinde uzunca bir dönem boyunca hep aynı partinin seçimi kazanarak iktidar olması; iki partili sistem ise, demokratik bir sistem içinde yalnızca iki büyük partinin iktidar şansının olması durumuna karşılık gelir. Çoğunlukçu demokrasi modelinde hakim parti sistemi ya da iki partili sistem çerçevesinde bir tek parti hükümeti garantilenmiş olmakla, siyasal istikrar ve güçlü-etkili yönetim amacına ulaşılmış olmaktadır. Ancak, bu durumda da, toplumdaki farklı eğilimlerin siyasal temsilinde önemli eksiklikler yaşanmakta, bu da demokratik temsil ilkesi açısından arzulanmayan sonuçlar doğurmaktadır. 

Hükümet yapısı: Çoğunlukçu demokrasi modeli, gerek başkanlık sistemi gerekse parlamenter sistem çerçevesinde gündeme gelebilmektedir. Çoğunlukçu model, yürütme gücünü belirli bir çoğunluğu elinde tutan partiye verir. Böylece, yürütme organı, çoğunluğun temsilciliğini yapan ve çoğunluğun çıkarlarını gözeten bir partinin eline geçmiş olur. Çoğulcu demokrasilerde ise, seçim sistemi nisbi temsile dayandığından bir partinin yüzde 50 oya ulaşarak tek başına hükümet kurması kolay değildir. Bu nedenle, sıklıkla koalisyon hükümetlerine rastlanır. Koalisyon hükümetleri bazı ülke örneklerinde kısa süreli ve istikrarsız-güçsüz hükümetlere yol açsa da, istikrarlı ve uyumlu koalisyon hükümetlerinin görüldüğü ülke örnekleri de az değildir.

Devlet sistemi: Çoğunlukçu modelde genellikle üniter devlet modeli ve merkeziyetçi yönetim anlayışı uygulanmaktadır. Çoğulcu model ise, adem-i merkeziyetçi yönetim modeliyle azınlıktaki grupların yerel özerklik kazanmasına imkan tanımaktadır.

Devlet kuvvetlerinin ilişkisi: Çoğunlukçu demokrasi modeli iktidarın merkezileşmesine, çoğulcu demokrasi modeli ise iktidarın parçalanmasına-paylaşılmasına yol açmaktadır. Çoğunlukçu demokrasilerde iktidar partisi aynı zamanda parlamentoda da çoğunluğa sahiptir ve bu durum yasama ile yürütmenin kaynaşmasına ve aynı çoğunluğun denetiminde uyumlu faaliyet yürütülmesine neden olmaktadır. Bu durum, yönetimde etkililik sağlamakla beraber, demokratik denetim açısından yetersiz kalabilir. Oysa, yasama ile yürütmenin birbirinden bağımsız olduğu çoğulcu demokrasilerde, hem yasama ile yürütmenin uyumunun sağlanabilmesi için uzlaşmanın gerekli olması nedeniyle daha oydaşmacı sonuçlar doğmakta, hem de demokratik denetim açısından daha başarılı sonuç alınmaktadır.

Parlamento yapısı: Çoğunlukçu demokrasi modelinde parlamento tek meclisli olur. Ancak, iki meclisli bir parlamento bulunduğu durumda da meclislerden biri belirgin biçimde daha etkilidir. Çoğulcu demokrasilerde ise, iki meclisli bir parlamento bulunur. Çoğulcu modelde, her iki meclis de az-çok denk güçte olurken, meclislerden biri küçük eyaletlerin (ve azınlıktaki grupların) etkin temsiline olanak sağlar.

II. Çoğunlukçu Demokrasiden Çoğunluğun Despotizmine

Lijphart’a göre, çoğunlukçu demokrasi modeli az-çok homojen toplumlarda işlese de, etnik köken, ırk, din, dil, kültür, ideoloji vb. açılardan bölünmüş ve her grubun kendi partisi, çıkar grubu ve iletişim araçlarına sahip olduğu toplumlarda ciddi tehlikeler yaratır. Zira, bölünmüş toplumlarda çoğunlukçu demokrasi anlayışının çoğunluğun despotizmine kayması çok da zor olmadığı gibi, sürekli olarak iktidardan uzak kalan ve ayrımcılığa tabi tutulan gruplar da rejime olan bağlılıklarını yitireceklerdir. Oysa, böylesi bölünmüş toplumlar açısından, çatışmadan çok uzlaşmayı, dışlayıcılıktan çok kapsayıcılığı vurgulayan çoğulcu demokrasi modeli çok daha uygun düşecektir. Lijphart, bu nedenle, çoğunlukçu modelin türdeş (homojen) toplumlara, çoğulcu modelin de bölünmüş (çoğulcu) toplumlara daha uygun düşeceğini belirtmektedir (Lijphart, 1996: 12-13, 25-26).

Robert A. Dahl da, çoğunlukçu demokrasinin olası sakıncalarına dikkat çeken siyaset bilimcilerden biridir. Dahl’a göre, çoğunlukçu demokrasinin sağlıklı bir şekilde işlemesi üç özel koşulun bulunmasına bağlıdır. Dahl’a göre, çoğunlukçu demokrasi modelinin ilk koşulu,  toplumun türdeş-homojen olmasıdır. İkinci koşulu azınlıkların kemikleşmemiş olması olarak sayan Dahl, üçüncü olarak da azınlıktaki grupların haklarının korunması konusunda sağlam güvencelere sahip olması gerektiğini belirtmektedir. Dahl’ın analizine göre, çoğunlukçu demokrasi modeli, ancak bu sayılan koşulların bulunması durumunda çoğunluğun despotizmine dönüşmeksizin, sağlıklı bir demokrasi modeli olarak işleyebilir. Ancak, Dahl, çoğunlukçu demokrasi modelinin uygulandığı çoğu ülkede bu koşulların bulunmadığını, bu yüzden de azınlıktaki grupların çoğunluk demokrasisine direndiğini belirtmektedir. Dahl’a göre, demokrasinin sağlıklı bir biçimde işleyebilmesi için çoğunlukçuluğun sınırlanması daha uygun bir yaklaşımdır (Dahl, 1993: 203-204).

Çoğunlukçu demokrasi modelinin, özellikle demokrasinin kökleşmediği ve istikrar kazanamadığı azgelişmiş ülkelerde kolaylıkla çoğunluk despotizmine kayabildiği görülmektedir. Giovanni Sartori, çoğunlukçu demokrasi ile çoğunluk despotizmi arasındaki ayrımın, muhalefetin sağlam güvencelere sahip olup olmadığına, muhalefetin baskı altına alınıp alınmadığına bakılarak çizilebileceğini belirtmektedir. Sartori’ye göre, bireysel ve sivil özgürlüklerin ihlali de, çoğunluk despotizminin yaygın uygulamaları arasında yer almaktadır. Sartori, “seçimli zorbalık” olarak nitelediği çoğunluk despotizmine yol açan temel bozukluğu ise, kuvvetler ayrılığı ile sınırlandırılmamış bir hükümetin, sınırsız iktidar kullanımı olarak görmektedir (Sartori, 1996: 143-149).

Çoğulcu demokrasinin çoğunluk despotizmine dönüşmesinde, toplumun ortak çıkarını temsil eden milli iradenin, çoğunluğun iradesine indirgenmesi yanlışı yatmaktadır. Bu yaklaşım, çoğunlukta bulunan grubun, toplumdaki farklı gruplardan en büyüğü olmakla, aslında “en büyük azınlığı” oluşturduğu ve çoğunluktaki grubun toplumun tamamını temsil edemeyeceği gerçeğini göz ardı etmektedir (Sartori, 1996: 148). Bu yaklaşım, milleti seçmenler topluluğuna indirgerken, milletin iradesinin ortaya çıkışını da seçimler ve yöneticilerin seçilmesiyle sınırlamaktadır. Böylece, parlamentoda çoğunluğu oluşturan ve hükümeti kuran parti, milli iradenin temsilcisi olarak görülmektedir (Tanör, 1995: 353-354). Milli iradeyi, çoğunluğu eline geçiren grubun iradesine indirgeyen bu yaklaşım, toplumsal uzlaşma gereğine inanmamakta, çoğunluğun hakimiyeti anlayışına dayanmaktadır. Dolayısıyla, çoğunluktaki grubun azınlıktaki gruplar üzerinde hakimiyet kurması ve farklı düşüncelere, değerlere ve çıkarlara sahip diğer grupların bastırılması, milli iradenin gereği sayılmaktadır (Sarıbay, 1997: 34). Bu milli irade anlayışı, çoğunluğun da yanılabileceği ve adil-demokratik olmayan kararlar alabileceğini göz ardı etmekte; çoğunluk iradesini sınırlayacak hiçbir gücü tanımama eğilimi taşımakta; liberal demokrasinin kuvvetler ayrılığı, özerk kurumlar, sınırlı devlet, anayasa yargısı, idarenin yargısal denetimi, sivil özgürlükler gibi ilkelerini de milli iradeyi sınırlayan ayak bağları olarak görmektedir (Hakyemez, 2003: 74-76).

Sonuç

Çoğunluğun üstünlüğü ilkesine dayalı çoğunlukçu demokrasi anlayışı özellikle demokrasi kültürünün yerleşmemiş olduğu azgelişmiş ülkelerde kolaylıkla çoğunluk despotizmine dönüşebilmektedir. Demokrasinin çoğunluğun despotizmine dönüşmesini engelleyebilmek için, “çoğulcu demokrasi” modelinin “çoğunlukçu demokrasi” modeline göre daha geniş güvencelere sahip olduğu görülmektedir. Üstelik, çoğulcu demokrasi modelinin, toplumdaki farklı grupların özgür tartışma ve uzlaşısına alan açılması, bütün toplumu ilgilendiren konularda basit çoğunluk yerine daha geniş mutabakatlar arayarak azınlıktaki grupların da desteğinin kazanılması gibi üstünlükleri sayesinde, demokrasinin meşruiyetini de güçlendirme avantajı bulunmaktadır.

 

Kaynaklar

Dahl, Robert A. (1993). Demokrasi ve Eleştirileri, Çev. L. Köker, Ankara: Yetkin Y.

Diamond, Larry ve Marc F. Plattner (1995). Demokrasinin Küresel Yükselişi, Ankara: Yetkin Yayınları.

Diamond, Larry (1995). “Demokrasinin Üç Paradoksu”, Ed. L. Diamond ve M.F. Plattner, Demokrasinin Küresel Yükselişi içinde, Ankara: Yetkin Yayınları, s. 127-141.

Duverger, Maurice (1986). Seçimle Gelen Krallar, 2. Baskı, Çeviri: Necati Erkurt, İstanbul: Kelebek Yayınevi.

Hakyemez, Yusuf Şevki (2003). “Çoğunlukçu Demokrasi Anlayışı, Rousseau ve Türk Anayasaları Üzerine Etkisi”, AÜHF Dergisi, Cilt: 52, Sayı: 4, Sayfa: 69-92.

Heywood, Andrew (2006). Siyaset, Ankara: Liberte Y.

Lardeyret, Guy (1995). “Orantılı Temsile İlişkin Sorun”, Ed. L. Diamond ve M.F. Plattner, Demokrasinin Küresel Yükselişi içinde, Ankara: Yetkin Yayınları, s. 199-205.

Lijphart, Arend (1995). “Yeni Demokrasiler İçin Anayasal Tercihler”, Ed. L. Diamond ve M.F. Plattner, Demokrasinin Küresel Yükselişi içinde, Ankara: Yetkin Yayınları, s. 185-198,.

Lijphart, Arend (1996). Çağdaş Demokrasiler: Yirmibir Ülkede Çoğunlukçu ve Oydaşmacı Yönetim Örüntüleri, Çev. E. Özbudun – E. Onulduran, Ankara: Yetkin Y.

Mouffe, Chantal (1985). “Demokrasi ve Yeni Sağ”, Dünün ve Bugünün Defterleri, Dünya Sorunları Dizisi, Sayı: 1, s. 65-83.

Quade, Quentin L. (1995). “Orantılı Temsil ve Demokratik Devlet Yönetimi”, Ed. L. Diamond ve M.F. Plattner, Demokrasinin Küresel Yükselişi içinde, Ankara: Yetkin Yayınları, s. 207-213.

Sarıbay, Ali Yaşar (1997). “Türkiye’de Demokrasi ve Sivil Toplum”, Liberal DüşünceBahar, s. 32-43.

Sartori, Giovanni (1996). Demokrasi Teorisine Geri Dönüş, Çev. T. Karamustafaoğlu – M. Turhan, Ankara: Yetkin Y.

Tanör, Bülent (1995). Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri (1789-1980), İstanbul: Der Y.

Touraine, Alain (2000). Demokrasi Nedir?, 2. Baskı, Çev. Olcay Kunal, İstanbul: YKY.

Zakaria, Fareed  (1999). “İlliberal Demokrasinin Yükselişi”, Der. ve Çev. Atilla Yayla, Sosyal ve Siyasal Teori (seçme yazılar) içinde, Ankara:  Siyasal Kitabevi, s. 47-55.


[1] Makalenin yayınlandığı yer: Ataay, Faruk, “Majoriteryenizm ve Demokrasinin Geleceği”,  Siyaset Bilimi Araştırmaları, Teori ve Türkiye Uygulamaları içinde, Editör: H. Aliyar Demirci, İsmet Parlak, Nigar Değirmenci, Ankara, Seçkin Yayıncılık, 2014, Sayfa: 29-36.

[2] Guy Lardeyret, nisbi temsile dayalı seçim sistemine ve çoğulcu parti sistemine karşı çıkarken, ayrılıkçı ve aşırı partilere gereğinden fazla iktidar verilmesini tehlikeli bulduğunu belirtmektedir. Ona göre, küçük partilere temsil imkanı vermek, bu partilerin koalisyon pazarlıklarında avantaj sağlamasına yol açmakta, bu da hükümet istikrarı açısından olumsuz sonuçlara yol açmaktadır (Lardeyret, 1995: 201). 


Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen