Malazgirt Zaferinden Önce de Buradaydık

Yüce Tanrı, devlet güneşini Türk burçlarında doğurdu.
Dönenceleri onların ülkeleri çevresinde döndürdü.
Bundan dolayı onları Türk diye adlandırdı”

Kaşgarlı Mahmut, Divanü Lügatit Türk

Dünyada ilk insan kalıntılarına, tarihe konu teşkil eden büyük medeniyetlere, tarihin ilk şehir devletlerine Anadolu’da rastlanılması tesadüf değildir.Roma dilinde doğu eyaleti,doğu toprakları manasına gelen Anatolia, Türkçeleşerek Anadolu adını almıştır.

Rahmetli Servet Somuncuoğlu’nun da dediği gibi; Malazgirt zaferi Anadolu’ya ilk gelişimiz değil, son yerleşişimizdir.Binlerce yıla uzanan Anadolu Türk Tarihini esas hatlarıyla dört safhaya ayırabiliriz. Bu safhaların ilki Öntürklerin Anadolu tarihi, ikincisi kavimler göçüne sebep olan Orta Asya’dan batıya doğru yapılan göçlerle Anadolu’ya gelen Türkler, üçüncüsü Emevi ve Abbasiler döneminde Anadolu’ya gelen Türkler ve son olarak da 1018 yılında Çağrı Beyin başlattığı keşif hareketlerinden sonra aralıksız süren Türkiye Türklüğüdür. Bu dönemleri daha da daraltarak çoğaltmak mümkündür.Günümüzden geçmişe doğru gittikçe sahip olduğumuz bilgiler nispeten azalmaktadır. Haliyle en az bilgiye sahip olduğumuz, dolayısıyla da en az gündeme gelen,eğitim öğretim kurumlarında en az işlenen devir olan Öntürkler dönemidir. Biz burada daha fazla derinlerde bırakılarak unutulsun istemediğimiz Öntürk devri Anadolu Türk tarihine kısaca değineceğiz.

Atı terbiye eden, demiri yoğuran, göçebe olmakla beraber kendine mahsus yurdu, aile ve cemiyet yapısı, teşkilatı, hakanı, töresi bulunan ve “tek Tanrıya” inanan Türk Milleti çok eski ve köklü bir medeniyetin sahibidir.O tarihlerden başlayarak, İslam dinine büyük bir aşkla katılana kadar Türk, yüzyıllar boyunca “Tanrı istediği için “ cihana hükmetmek için savaşmıştır.[1]

MİLLİ TARİH ŞUURU

Türk eğitim sisteminin 1947’e kadar İngilizlere, 1947 sonrası Fulbright anlaşması ile Amerika’ya teslim edilmesi neticesinde ilk işaretini 10 Kasım 1938’de başta Atatürk’ün daha naaşı defnedilmeden, fotoğraflarının resmi dairelerden kaldırılması, akabinde Türk parasından çıkarılması,Atatürk’ün kamu kurumlarına ve özel teşebbüs tesislerine işaret olarak belirlediği “bozkurt” figürünün kaldırılması, Kahramanmaraş’ta Atatürk’ün emri ile dikilen bayrak tutan bozkurt heykelinin kaldırılması, müfredattan Türk tarih tezinin çıkarılarak tarihin tozlu raflarına kaldırılması görünen köye gitmek için kılavuza ihtiyaç olmayacağının ilk işaretleriydi.

Batılılar çizdikleri yol haritasında göçebe-çoban Türklerin Anadolu’ya ilk geliş başlangıcını Malazgirt zaferi olarak belletmeye çalıştılar.Sultan Alparslan’ın milletimizin gönlündeki yeri, kutsiyeti, bu tarihin tartışılmasının önüne set çekmişti adeta. Oysaki batının Sultan Alparslan’ı görünürde ön plana çıkarıp, tarihçilerimiz tarafından yüceltmesine ses çıkarmamasındaki asıl gaye, bu kabullenmenin batının da ekmeğine yağ sürmesinden ileri geliyordu. Batılı eğitim sisteminin uygulamaya koyduğu plan,1815 Viyana kongresiyle son şekli verilen Şark Meselesinin görünmeyen mayınlı arazilerinden biriydi.Şark meselesinin gayesi hiçbir kültürel birikimi olmadığı iddia edilen ve göçebe olarak addedilen çoban Türklerin, geldikleri Asya bozkırlarına geri gönderilmesine dayanıyordu.

Şark Meselesinde İslamın müdafii vazifesini Türkler deruhte etmiştir.Denilebilir ki, 3. asırdan başlamak üzere şark meselesi bir Türk-Hristiyan mücadelesidir. Gerçekten Bizans aleyhine harbe giren İslam ordularının kumandan ve efradının ekserisi Türk cengaverleriydi.[2]

Batı’nın bu uygulamasının, dayatmasının kabul edilmesi ile bizim için kutsal bir değer olan Malazgirt zaferi ve Sultan Alparslan tartışılmayacak ve böylece hiç fark ettirilmeden batının tezi kabul ettirilmiş olacaktı. Batılılar için bir sonraki hamle ise Anadolu’ya 1071’de geldiğini kabul eden Türklerin, kendilerinden önce bu topraklarda Helen, Ermeni,Süryani,Aryan kavimlerinin ev sahibi olduğunu kabul ettirmek olacaktı.

Batının dayatmaya çalıştığı eğitim ve tarih tezine Türkiye’de uzun bir süre geniş çaplı itiraz gelmedi. Muhalif ses Zeki Velidi Togan, H. Nihal Atsız, Reha Oğuz Türkkan, Osman Yüksel Serdengeçti, Nejdet Sancar gibi aydınların yüksek makamın alçak vekilleri tarafından tabutluklarda işkence görmelerine dek kısılmaya çalışılmıştı ancak 3 Mayıs 1944’te başlayan mahkemeler Milli Tarih,Milli Düşünce ve Milli Edebiyatın vatan sathında hasret kalınmış bir vuslat özlemiyle kabullenilmesine vesile oldu.

Atatürk’ün vefatından sonra başlayan Türklerin Anadolu ya ilk kez 1071’de geldiği tezine,kendisinden sonra olacakları fark eden Atatürk sağlığında Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumunu kurarak tedbir almaya çalışmıştı. Atatürk’ün şüpheli vefatıyla, batının yerli işbirlikçilerine de gün doğmuştu. Atatürk’ün vefatına sebep gösterilen sirozu Mehmet Âkif’in sirozuyla aynı şiddetliydi, Atatürk’ün vefatı alkole bağlı değildi.Bu konuda Ali Kuzu,Yusuf Ziya Koca ve Ogün Deli başta olmak üzere çok sayıda araştırmacı geniş zamana yayılı bir şekilde Atatürk’ün nasıl zehirlendiğini ve batının önündeki en büyük engeli sürüye sızmış yerli işbirlikçilerinin desteğiyle nasıl bertaraf ettiğini bilmemiz gerekiyor.

Atatürk bugünleri görmemesine rağmen, sanki Altaylardan Balkanlara kadar uzanan Türk runik yazıtlarını okumuş, taşlardaki izleri incelemiş ve Anadolu’nun yerli halklarının Türk ve akraba topluluklardan teşkil olduğunu ispatlayan kazı sonuçlarını görmüş gibi ileri görüşlülüğü ile batılıların kendisinden sonra dayatmaya çalışacakları tarih tezine karşı sağlığında gerekli tedbiri almış,Türk ilim adamlarınca başlatılan kazı çalışmalarına kendi hususi bütçesinden kaynak aktarmıştır.

Türkiye’de ilk demiryolu hatlarının inşaası ihaleleri hususi olarak demiryolu ve inşaat sahası çevresinde kontrolün inşaat süresince müteahit firmalara verilmesinin hikmetini belki de devletlülerimiz denge politikasının gereği olarak, bilerek göz yumuş olabilirler.1860’lardan itibaren demiryolları inşaası ile verilen imtiyazlarla İzmir Bergama, Çanakkale Troy, Aydın

Magnesia, 9Milet, Tralles, İzmir Efes, Simiryna ve benzeri pek çok tarihi yerleşimde çıkarılan, kimilerine göre taş toprak, kimilerine göre bu vatanın tapu senetleri ecnebi memleketlere nakledildi.Buradan kaçırılan eserler bugün Avrupa’nın pek çok müzesinde batılıların sözümona yaldızlı tarihinin birer parçası olarak sergileniyor.

Batılı üniversitelerden gelen ve batılı ülkeler tarafından maddi olarak desteklenen kazılarda Türklerin bu toprakların ilk sakinleri olduğunu ispatlayan deliller bulunduğunda, 9sonuçların 9dünyaya duyurulmasını beklemek fazla iyi niyetlilik olur. /Sümer ve Frig tabletleri ilk bulunduğunda okunmasına rağmen yazıların Türkçe olduğu ortaya çıkınca yıllar sonra aynı kazı alanlarında Türk bilim adamlarının yaptığı araştırmalarda Türklerin Anadolu’da 1071’den yaklaşık 2000 yıl evvel yaşadığını ispatlayan deliller bulunmuştur. Yabancı fonların desteklediği kazılarda bulunan eserler, kitabeler gizlenmiş, okunamadığı ifade edilmiştir örneğin Yazılıkaya Anıtı keşfinin üzerinden geçen onca yıla rağmen batılıların 60,70 yılda okuyamadığı kitabeleri Türk araştırmacı Kazım Mirşan Türkçe olarak okumuştur.

Prof. Halil İnalcık, batının İstanbul’un Fethini asla unutamadığını söyler, sadece İstanbul’u mu?

Malazgirt’i de unutmamış, Çanakkale’yi de, diğerlerini de; unutkan olan bizleriz.

Başımıza gelen birçok olayın altında onların bu karın ağrısı vardır, hazmedemeyişleri vardır.[3]

Doç.Dr. Osman Çataloluk’un Türk’ün Genetik Tarihi adlı eserinde çarpıcı ifadeler yer alır: Dünyada Türk’ün kan vermediği hiçbir kabile ve devlet yoktur, atalarımız gittikleri yerlerdeki ilkel toplulukları mağaralardan çıkarıp onlara insanlığı öğrettiler. Bir nevi kültür aşısı yapılıp birlikte yaşamaya başladılar .MÖ 12.000-MÖ 1000 yılları arasında bütün Avrupa’ya hakim olan kültür erken Türk kültürü, dil de Türk dili idi.[4]

Günümüzde, “Baltık denizinden Mançurya bozkırlarına, Sibirya’dan Hindistan’a yaklaşık 11.000.000 km²’yi bulan bir alanda 300 milyonun üzerinde Türk kökenli 40’tan fazla topluluk yaşamaktadır.”[5] Orta Asya; Altay Sayan Dağlarının kuzeyi ilk Türklerin yaşadığı bölgedir. MÖ 1700’lerden itibaren bulundukları bölgenin dışına çıkarak adım adım dünyaya yayılmaya başladılar.

Türk milleti, 9Türk devleti, zaman ve mekân içinde bölünmez bir bütün ve sürekli bir akış ifade eder. Değişik zamanlar ve mekanlarda farklı isimler alınmış olsa da tarihte bir tek Türk Milleti ve bir tek Türk devleti şuuru vardır. Hunlar, Göktürkler, Kutluklar, Selçuklular, Osmanlılar ve Türkiye Cumhuriyeti, birbiriyle irtibatsız devletler olmayıp,Türk milletinin ve devletinin tarih içindeki safhalarını temsil ederler. Bunlar bir 9tek devletin ve milletin birbirini tamamlayan dönemleridir.[6] /Atsız Hocanın tabiriyle hanedanlar değişse de Türk devleti bakidir.

Oldukça arızalı topografik bir yapıya sahip olan Anadolu’da ilk yerleşme yerleri günümüzden 10.000 yıl kadar öncesine uzanmakla birlikte yarımada üzerindeki kent olarak nitelenebilecek ilk iskân alanları MÖ 3.bin yılın sonları ve 2.bin yılın başlarında belirmeye başlar.[7] Çatalhöyük’te MÖ 7000’lere ulaşan iskân, bakır çağından eski Hitit devrine kadar sürekli olarak iskân olduğunu gösteriyor.[8]

MÖ 3500’lerde Mezopotamya’ya gelen Sümerlerin, Anadolu’nun eski kavimlerinden birleşerek ortaya çıkan Huriler ve onların devamı olarak kabul edilen Urartuların, güney Rusya’da büyük bir imparatorluk kuran İskitlerin, İtalya’da Roma medeniyetinin temelini atan Etrüsklerin, en eski Türk kavimlerinin önde gelenleri arasında yer aldıkları bugün artık bilinmektedir.Nitekim bu kavimlerden kalan yazılı belgeler üzerinde yapılan filolojik tetkikler adı geçen kavimlerin dillerinin Türkçe ile akraba olduğunu ortaya koymuştur.[9]

Tarihin tamamıyla muayyen olmayan zamanlarında Türkler daha iki defa aşağı Asya’yı, İran’ı istila ederek Anadolu’ya kadar gelmiş, orada yurt tutmuşlardır.[10] Bu yolculuğun hatırası olarak Sümer ve Part (Arkaşlar) dönemine ait medeniyet izleri tabletlerde, taşlarda ve kitabelerde yaşamaya devam etmektedir. Ekrem Akurgal’ın deyişiyle Anadolu’ya gelen bütün topluluklar yarımada potasında erimiş ve onun sonunda bugünkü Türkiye ortaya çıkmıştır. Eski çağda dünyanın en önemli doğal ve tarihi yollarının kavşak noktasında bulunan Anadolu birbirinden sıradağlarla soyutlanmış pek 9çok birim içeren, farklı coğrafi özellikleri ile dikkat çekmektedir.[11]

ANADOLU TÜRKLÜĞÜNÜN İLK BELGESİ

Türklerin Anadolu’daki varlığı ile ilgili en eski yazılı kaynak MÖ 2250’de Akad Kralı Naram Sin tarafından yazdırılan Şartamhari metinleri olarak anılan çivi yazılı tabletlerdir. Türk adının geçtiği en eski kaynak olan bu tabletin 15. satırında bahsedilen Doğu Anadolu’da “Türki krallığı” en eski Türk krallığıdır.[12]

Çin kaynaklarında Türkçe adındaki bir dilin bahsi ilk defa MÖ 1766’da geçer.Bu Şia hanedanı devrinde rast gelinmiş Çince Tujue, Orta Asya dillerinde Turuk-Türük adını taşıyan bir halkın dilidir. Türük o kavmin gerçek adı olmayıp şanlı şerefli asil anlamına gelen bir şandır, ünvandır. Zamanla özellikle MS 300’lerin başından itibaren Çinliler onları Hsiungu-komşularıysa Türük diye anar olmuşlardır.Nitekim bugün batıya intikal etmek suretiyle Orta Doğu Avrupa’ya yerleşmiş Macar dilinde Türük’e dönüşerek Türk anlamına gelmiştir.[13]

Osman Karatay’a göre Türkler Altaylar’a gelmeden önce Hazar ve Aral Gölü’nün kuzeyinde yaşıyorlardı. Ergenekon’dan çıkış da burada gerçekleşti ve Altayların engin dağlarının ardına korunmak için göçtüler, yani göç doğudan batıya değil batıdan doğuya doğru oldu.Bu tarih yaklaşık olarak MS 100 yılı civarında oldu.[14]

Eski Türkçenin kelimelerine bakarak Türk türeneğini bir taraftan yeterince soğuk, bir taraftan yeterince sulak ve bir taraftan da tarım yapılabilir bir sahaya yerleştirmek Asya şartlarında aslında işi kolaylaştırmaktadır.Dil verisine göre elimizde yerleşik hayatı iyi bilen,soğuk,sulak ve ormanın bol olduğu bir yerde yaşayan ,tarımı bilen, toprağı kerpiç veya tuğla şeklinde duvar örmede de kullanan bir toplum var.Bu şartları hep birlikte sağlayan yer çok azdır.Güney Ural sahası bunun için biçilmiş kaftandır.[15]15

Yaşlı Plinius, Pomponius Mela ve onlardan 500 yıl önce yaşamış Heredots Karadeniz çevresinde yaşayan Amazon, Sarmat, İskit, Messeget Dardari gibi Türk boylarından bahsetmektedir. MÖ 5. yüzyılda Karadeniz’in kuzeyinde Türklerin yaşadığı sabittir. Ksenephon’un “Onbinlerin Dönüşü” adlı eserinde ise İran seferinden dönen ordunun Karadeniz’in Anadolu kıyılarından Yunanistan’a doğru geri dönüşünce yaşadıkları sıkıntıları anlatırken,Karadeniz sahilinde yaşayan ve Yunanca olmayan diller konuşan kavimlerden bahsetmektedir.Son yıllarda yapılan araştırmalar bunların en azından bir kısmının Turanî kavimler olduğunu ortaya koymaktadır. Yapılan araştırmalarda ve dil incelemelerinde MÖ 2000’li yıllardan itibaren bölgede yaşayan kavimlerden bazılarının Türk olduğu söylenebilir. Bunları, Gaşkalar, İskitler, Kimmerler, Amazonlar, Driller, Hunlar, Kumanlar, Peçenekler, Akhunlar, Sabirler, Hazarlar, Bulgar Türkleri ve Oğuz Türkleri olarak sıralamak mümkündür.[16]

Osman Karatay’a göre Mezopotamya’da Sami tazyiki neticesinde Sümerlerin doğuya yani (Orta Asya) Türkistan’a göçmüş olabileceklerini söylüyor. Sümer tabletlerinde kendilerine Kenger diyen bu halk ortaçağ boyunca Kangar olarak kaydedilmiş ve Selçukluda Kengerlü adıyla Türkmen kitlelerine karışmış olan topluluğun Nahçıvan Türklerinin temelini oluşturduklarını düşünebiliriz.[17]

Türkler tarih boyunca pek çok şeyden vazgeçmek zorunda kalmışlar ama bağımsızlıklarından asla vazgeçmemişlerdir. Siyasi olarak varlıklarını sürdüremeyecek olduklarını anladıklarında göç etmeyi tercih etmişlerdir ama boyunduruk altına girmeyi asla kabul etmemişlerdir. Türklerin bu göçlerinin etkisi ile pek çok yerde izlerini görmek mümkündür.[18]Türkler adının Türkiye’den almamış, Türkiye adını Türklerden almıştır.

Selçuklular Anadolu’yu açmakla göçebelerin birbirlerini püskürtmeleri ve nüfus baskısı ile yetersiz ve muztar kalan Oğuz kavminin en büyük kısmına yurt buluyor veya devlet ile Türkmenler bu muazzam işi birlikte başarıyorlardı. Bu Türkleşme Bizans’a karşı İslâmiyeti emniyete almakla kalmamış, onun müstakbel kuvveti burada doğmuş ve yeni ufuklar da bu ülkede açılmıştır.[19]

Tüm ipuçları bize İdil nehrinden doğuya doğru gidildiğinde hem orman hem de bozkırı içeren bölgede şimdiki anladığımız kimliğiyle Türklüğün oluştuğunu göstermekte.[20] Türklerin ve Macarların aynı bölgede orta İdil’in doğusundaki sahada türediklerine ve ortak atalarının da oradan Mezopotamyaya gelip gittiklerine dair emareler buluyoruz. Bunlar 350 yılında İdil‘den Kuzey Kafkasya‘ya uzanan Alan ülkesini işgal ettiler. Daha sonra Derbent üzerinden inerek Anadolu’ya ve Azerbaycan’a 359 ve 373’te iki defa akın yaptılar. Urfa Pisikoposu Efrahimin nakline göre onlar Yecüc ve Mecüc süvarileridirler.[21]

Muazzez İlmiye Çığ, Karlı Dağlar belgeselini, Taştaki Türkler belgesini yapan rahmetli Servet Somuncuoğlu’nun kendisine Moğolistan’da Sümer Dağını gördüğünü söylediğini;Sümer dağının anlamının Moğolcada “uludağ” anlamına geldiğini, Moğol efsanesine göre Sümer dağının Tufandan etkilenmediğini Türksoy dergisi yazarı Timur Devletov’un kendisine bildirdiğini kitabında ifade ediyor.[22]

Ahmetcan Asena’nın J.M.De Groot’un Hunlar ve Türkistan adlı kitabından yola çıkarak bulduğu,

“Çin kroniklerinde geçen ve MÖ 2000’li yıllarda da bu bölgede bulunduklarından bahsedilen Orta Batı Asya’da mukim Kang-ki topluluğu ile kendilerine “Kengerli” diyen bu halkın” arasında bağ olduğu açıktır.[23]

1253-1255 yıllarında Wilheim von Rubruk’un yazdığı Moğolların Büyük Hanına Seyahat adlı eserinde de Hazar Denizinin kuzeyinde, İdil Nehri boyunca Sümerkent adlı bir şehir olduğu bilgisi yer almaktadır.Yine Hazar’ın doğusunda yer alan Özbekistan’ın kadim şehri Semerkand da Sümerkendi çağrıştırmaktadır. Bu isimler Mezopotamya’da kurulan ve Anadolu’nun doğusunda yaşayan, Veli Sevim’in dünyaya ilan ettiği Hakkari şehrinde de kalıntıları bulunan Sümerlerle; Türklerin kadim yurdu İdil boyları arasında bir irtibat olduğu delillerinden sadece birkaçıdır.Dilimizde meyve adı olarak,karaciğer rahatsızlığına şifa olan bir bitki olarak, soyismi, köy, Çankırı ilinin eski adı, Nahcivan’da bir yerleşim yeri, Selçukluda bir sülale adı olarak da Sümerlilerin kendilerini adlandırdıkları Kenger sözcüğü Türk coğrafyasında bugün yoğun olarak kullanılmaktadır.Bu kadar fazla benzerlik olması tesadüf olamaz.

AMAZONLAR

Romalı Vergilius Maro, Anadolu kökenli yazarlardan Amasyalı Strabon, Bodrumlu Heredot, Troyu anlatan İlyada şairi Homeros, Hipokrat Amazonlar bahsinde bunların başkenti olan Samsun Termeden ve yaşayışlarından önemle bahsetmişlerdir. Bugün Anadolu’da Türk üniversitelerinin yaptığı pek çok kazıda ya da yol çalışması sırasında tesadüfen bulunan kalıntılar Amazonların İskit Türkleri olduğunu ve Anadolu’da; batılıların dediği gibi İskitlerin 28 yıl değil aksine yüzlerce sene hüküm sürdüğünü ortaya çıkarmaktadır.

İskitler öncül ve ardıllarıyla yüzlerce yıl Anadolu’da hüküm sürmüşlerdir.Atlı göçebe Saka-İskitlerin Doğu Anadolu’ya yerleşmeleri MÖ 680 yıllarında başlamıştır.Onlardan önce de Anadolu’da yine İskitlerin öncülü olan Kimmerler yerleşmiştir. Bugünkü Kırmanç aşiretleri tarihi olaylardan az etkilenmiş olan sarp yörelerdeki Saka-İskit Türklerinin torunlarıdır.[24] 572 tarihinde İran Sasani hükümdarı meşhur Hüsrev Anuşirvan ile Bizans ordusu Malatya ovasında karşılaştıklarında burada Saka Türklerinin olduğuna dair bilgiler verilmektedir.[25](bkz. Bilge Umar, A’dan Z’ye Tarih Ans. İnkılap, Syf 45) Hakkâri balbalları, Artvin, Kars Kaya Yazıtları, Ordu Mesudiye Esatlı Yazıtları, Terme Ambartepe Yazıtı bunların ilk akla gelen örneklerdir. Yine Termenin yükseklerinde Canik dağlarının zirvesinde bulunan Garpu kalede ve Ünye’de yol çalışması esnasında bundan İskit dönemi balbal İskit Amazon Türklerinin Anadolu’da kalan hatıralarından bazılarıdır. Batılıların köklerini Etrüsklere dayandırmak için yaptıkları çalışmaların ucu önce Troya çıkmış, onların da Türk kökenli olmasının ortaya çıkması neticesinde yapılan araştırmalar sessiz sedasız geçiştirilmeye çalışılmıştır.

Dardan bölgesi Menderes’ten kuzeye Çanakkale boğazına kadar yayılan bir alanı kapsıyordu. Bu alanda Dardanoğullarının, Dardan soyundan gelenlerin kurduğu Troy, Assos, Kaz Dağları eteğinde0 Antrantos, Efes  gibi yerleşimler  Amazon-İskit  Türklerinin kurduğu şehirlerdir.

Eski Mısır kaynaklarında Turşa denilen Truvalılar, Latincede Turkski denilen Etrüksler, Sankrit ve İran dillerindeyse Turuşka adıyla bilinen Türkler aynı ulustur.[26]

Amazonlar Yunanların bahsettiği gibi sadece kadınlardan oluşan bir kavim değildir.10 yıl süren bir kuşatmayla gelen Yunan işgalini ve koloniciliğini haklı göstermek,eski Türkleri ötekileştirmek,Yunanların rakiplerini canavar ve zalimce göstererek onlara karşı verdikleri mücadeleyi kutsallaştırmak amacıyla Amazon adı işgalci, istilacı Akha Helen kolonicilerin taktığı bir addır.Anlattıkları sözde zalim ve insan dışı, ucube özelliklere sahip barbar Türklerle karşı “hanım hanımcık, yufka yürekli , filozof meşrep çiçek çocukların mücadelesini haklı göstermek için bir nevi mağduriyet yaratarak kahramanlık destanı oluşturmaya çalışmışlar o sebeple, aslı astarı olmayan söylentilerle gayri insani ve ahlaki iftiralar üretmişlerdir.Oysaki Amazonlar eskiçağ yazarlarının ayrıntılı tafsilatı haricinde günümüzde de Amerikalı Davis Kimbal’dan, Taner Tarhana, Adrienne Mayor’dan Ekrem Memiş’e arkeolojik, cografik ve genetik olarak Türk’tür.

Hristiyan-Latin edebiyatı umumi insan tipinden büsbütün başka şekiller altında bu muhayyel tipe “yamyamlık”,”canavarlık” vs gibi bütün çirkin sıfatları birden izafe ediyor ve bu mütemadi telkinlerin tesiri altında kalmış birçok garp seyyahları,şarka gelip Türkleri kendi gözleriyle gördükten sonra bile yazdıkları seyahatnamelerde gözlerinden ziyade kulaklarına inanarak Türk ırkı hakkında gene o Yecüc ve Mecüc masallarını aynen kaydetmekle iktifa ediyorlardı.[27]

Esas tabiriyle Kimmer-İskit Türkleri olan Amazonlar, Anadolu’yu mamur hale getirmek için bu toprakların dört yanında mücadele etmiş, Troy savaşından sonra batıya yapılan göçlerle Avrupa’ya Anadolu’da kurdukları medeniyetten elde ettikleri birikimi taşımışlardır.Samsun Termeyi başkent olarak kullanan bu kitleden bugün Samsun Terme Ambartepe ve Salıpazarı Garpu Kalede, Balıkesir Edremitte, Şanlıurfa Haliliyede, İzmir Selçuk Efes’te, Çanakkale Troya ve Assos’ta, Aydın Koçarlı’da, Ordu Ünye ve Mesudiye’de kalıntıları bulunmaktadır.

ORTAK DİL

Bugün batılılar kendi dillerinin Hint Avrupa kökünden geldiğini ispatlamak için üç-dört sözcüğü yeterli görmektedir. Aynen arkoloji kazıları yabancı menşeli kurumlarca desteklendiğinde buluntular Türk tarihine çıkıyorsa nasıl ki o araştırma sonuçları gizleniyor ve gözardı edilmesi teşvik ediliyorsa dil araştırmalarında da benzer durum vardır. Osman Nedim Tuna ömrünü 1947’den 2001 yılında vefatına kadar Sümercenin Türkçe olduğunu ispatlamaya adamış ve 168 çift kelimenin Türkçe olduğunu delilleriyle dünya bilim camiasına ilan etmiştir.Lisanlar arası akrabalığın tesadüf olmaması için batılı dillerde üç-dört kelimeyi yeterli görenler, sistematik kural olarak iki dilin akrabalığı için en az sekiz kelimenin yeterli olacağını belirtmişlerdir. Osman Nedim Tuna buna Türkçe ile Sümercenin aynı kökten geldiğini ispatlamak için 168 kelime ile cevap vermiştir. Kendi açıklamasıyla “iki dil arasında 15 benzer çiftin tesadüfen ortaya çıkması ihtimali; uzunluğu dünyanın çevresine eşit bir mesafede 1/10 mm ne ifade ediyorsa, onu ifade eder.Bu sebeple birbiriyle hiç ilgisi bulunmayan dünya dillerinde tesadüfi kelime uygunlukları bir mucize kabilindendir ve örnekleri bir elin beş parmağını geçmez” demektedir.[28]

Türklerin en az MÖ 3500’lerde Türkiye’nin doğu bölgesinde bulunduğu tespit edilmiştir.Türk dilinin zamanımızdan 5500 yıl önce müstakil ve iki kollu bir dil olarak varlığı ispatlanmıştır.Türk dilinin yaşı en pinti hesaplara göre 8500 yıldır bugün yaşayan dünya dilleri arasında en eski yazılı belgelere sahip olan dil Türk dilidir.Bunlar çivi yazılı Sümer tabletlerindeki alıntı kelimelerdir.[29]29

Genel kabul gören teamülün aksine fikir beyan eden Prof. Firudin Ağasıoğlu, Öntürklerin MÖ 4.bin yılda ilk türeyiş alanı, atayurdu olan Urmiye gölü çevresi ve Mezopotamyadan hem Orta Asya’ya hem de batıya göç ettiği ve Orta Asya’ya göç edenlerin bir süre sonra göç yollarını tekrar batıya çevirdiğini yazar.[30]

Şartamhari metinlerinin Hattuşa arşivinde ele geçirilen kopyasında geçen Türki Kralı İlşu Nail ifadesi çok önemlidir. MÖ 2180’de Akkad imparatoru Naram-Sin’in Anadolu’ya girdiği ve Hatti kralı Pampa önderliğinde Türki krallığı, Amurru, Armanu gibi şehir devletlerinin Akkadlara karşı savaş koalisyonu oluşturduğu yazılmaktadır Buda Türklerin Malazgirt zaferinden 4200 yıl öncesinde Anadolu’yu yurt edindiklerini gösteren bir yazıttır.[31]

Sümer kaynaklarında Zagros dağlarında Hurrilerden oluşan güçlü bir konar göçer topluluklar krallığı olarak geçen Turukkular, bu bölgeden Hakkari’ye uzanan alanda ortaya çıkan en eski Türk tamgalarını izah edebileceğimiz veya bu tamgaların sahibi olan kavmin mirasçıları olarak adlandırabileceğimiz bir uygarlık olabilir.[32]

Henüz eski çağda Avrupa’yı medeniyetle tanıştıran çorak ve ıssız ovaları tımar eden, Asya’nın yağız çocuklarına vahşi ya da barbar denmiyordu bu sıfat batılıların kalem erbapları ortaya çıktığında kullanılmaya başlandı. Eski çağda vahşi ve geri kalmış olan Roma’nın kendisiydi. Roma acizlik içinde mızraklı süvarilere teslim olmuştu .Gelecek nesillerin gözünde kendini aklamak için kalleşçe karaladılar bozkır çocuklarını.[33]

Benzer durum günümüzde ülkemizde de yaşanmakta; nasıl ki eski çağda yapılan kavimler göçünün batıya öğrettiği haniflik yani tek tanrı inancı, medeniyet, asrileşme, bir bayrak altında toplanarak milletleşmenin Türkler vesilesiyle olduğu gözardı ediliyorsa bugün de ülkemizde göz ardı edilen tarihi hakikatler var.Yukarda da kısaca değinmeye çalıştığımız Amazonlar belli bir grup tarafından gayri Türk kabul edilmekte hatta Helen görünmektedir. Oysaki Amazonlar önceki paragraflarda da belirttiğimiz gibi aynen Hunların Avrupa’yı medenileştirmelerine rağmen barbar olarak adlandırıldıkları gibi yine Helenler tarafından Troya Savaşındaki kendi işgalciliklerini meşrulaştırmak için Anadolu’nun kolonileştirilip sömürge Helen şehirleri kurulmasını haklı göstermek için; tepegöz, canavar,göğsünü dağlayan sapkın kadınlar olarak gösterilmiştir.

Bu canavarlarla savaşta Yunanlı savaşçılar efsaneleştirilip kutsal kahramanlar haline getirilmiştir Yunanın bu kalem ve kelime oyununa aldanan muhafazakâr bir kesim “gavur bunlar, sapık bunlar, bunlar bizim atalarımız olamaz diye tepki göstermektedirler. 1940’lı yıllarda Türk eğitim sisteminin tamamen batıya teslim edilmesi ile tarihine batılılarla aynı pencereden bakan kuşakların yetişmesiyle, kendi tarihlerini sadece anlatıldığı haliyle öğrenerek mazisine yabancılaştırılmış, kendi tarihini batının anlattığı haliyle kabul eden, utanılacak bir duruma düşeceğinden korkarak gerçekleri araştırmadan, kolaya kaçarak tarihini toptan inkar yoluna giden, sadece sınavdan geçmek için rakamları ezberleyen bir kitle meydana gelmiş,eski çağ Türk tarihini reddeden bir kesim ortaya çıkmıştır.

Batının anlattığı hikayeleri olduğu gibi kabul edersek, yarın Türklerin Ermenileri katlettiği, Arapları ve Balkanları sömürgeleştirdiği, Kürtleri, Rumları asimile ettiği palavralarına da inanılacaktır. Oysa hakikat bunun tam tersidir. Türkler Ermenileri katletmedi, Balkanlar ve Arapları sömürgeleştirmedi, Kürtleri ve Rumları asimile etmediği gibi Amazonlar da Helen,sapkın ve sadece kadınlardan oluşan göğsünü kesen kadınlardan müteşekkil bir kavim değildir.

ORTA ASYA’DAN YAPILAN GÖÇLER

Türkler nüfus yoğunluğunun artması,iklim şartların kötüleşmesi,mahsul yetersizliği,komşu kavimler ve Çin -Moğol baskısı gibi sebeplerle göç etmek zorunda kalmıştır.Türklerin göçebeliği amaçsız ve rastgele yapılmaz aksine her sene tekrarlanan, gidilecek arazinin belirli olduğu konar göçer göçebeliktir, yazın ortak mülkiyetin hakim olduğu yaylaklarda, kışın da ferdi mülkiyetin geçerli olduğu kışlaklarda yaşarlar.Asya steplerinde hayvanların yiyebileceği yaklaşık 7 tür bitki varken, bu sayı ılıman iklim kuşağına doğru gidildikçe iki binlere kadar çıkmaktadır.

Türklerin Orta Asya’dan çıktıktan sonra izlediği en önemli göç yolu Hazer Denizi ve Karadeniz’in kuzeyinden geçen kuzey yolu ile İran’a doğru yapılan güney batı göç yoludur.Kuzeyden gidenlerin büyük kısmı Avrupa içlerine kadar giderek Kavimler Göçüne sebep olmuş,Avrupa halklarının bir araya gelerek milletleşmesine yol açmış, Batı Roma’nın yıkılışını hazırlayarak çağ açıp çağ kapatmıştır.Kuzeyden göç edenlerin bir kısmı da Tuna ve Trakya üzerinden Anadolu’ya gelmiştir.Güneyden gelenler ise Mezopotamya,Horasan ve Anadolu’ya göç etmiştir.Asya Hunları Kafkasya üzerinden Azerbaycan ve Anadolu’ya 395 ve 398 yılında iki sefer yapmıştır.395’te batıya göç eden Hunların bir kolu Erzurum üzerinden Karasu Fırat vadisi boyunca Malatya ve Çukurova’ya kadar gelmişlerdir.466 yılında Avrupa Hunlarına bağlı Ağaçeri Türkleri Azerbaycan ve Doğu Anadolu’ya yerleşmişlerdir.575’den itibaren de Doğu Anadolu’ya gelen Sabir Türkleri Selçuklu fetihlerinden önce Anadolu’ya yerleşmiştir.[34]Bulgarlar 670’li yıllarda,Macarlar 830’dan sonra Peçenekler,Kumanlar ve Uzlar 9 ve 11. asırlarda bu yolu kullanan Türk topluluklarıdır.

Kuzey göç yolunun Türk kitlelerinin nüfuslarının azlığı sebebiyle zamanla Balkanlar ve Orta Avrupa’daki medeniyetlerin etkisine girerek, Türklüklerini kaybettikleri halde, Maveraünnehir üzerinden İran ve Anadolu’ya güney yolu izleyerek göçenler hem Türklüklerinin korudular hem de bağımsız olarak yaşadılar.[35]

Bizans imparatorları İranlılara karşı kendilerini emniyet altına alabilmek için 6. ve 7. asırlarda Balkanlardan getirdikleri Hristiyan Bulgar Türklerini Trabzon ve Rize taraflarına yerleştirdiler, daha sonra da Hazar,Peçenek ve Uz Türklerini Anadolu’ya iskân ettiler. Bunların hepsi Hristiyan Türk’tü. Malazgirt zaferinden birkaç asır önce Türkler Anadolu’yu Türkleştirme işine başlamışlardı.[36]Bunların büyük bir kısmı o dönemin hâkim gruplarının tesiri altında Ermeni ve Rum cemaatine karışıp gitti.Müslüman Türkler Anadolu’ya geldiklerinde karşılarında hristiyan Türkleri gördüler. İslamiyet’in dışında kalan Türkler milli hasletlerini kaybedip Hristiyan unsurlar arasında eriyip gitmişti.[37]

EMEVİ VE ABBASİ DÖNEMİ

Türkler 8. ve 9. yüzyıllardan başlayarak İslam Devleti hizmetinde ve hilafet ordusu içinde “İlayı Kelimetullah yolunda, fisebilillah Biladür Ruma gaza ve cihat akınları yapmışlar, İslam devletinin Suguur ya da Avasım adı ile anılan Uc vilayetlerinde yaşamışlardır. Bu başlangıç devresinin ardından 11.yüzyılda Oğuz ve daha sonraları da Türkmen adıyla anılan Türk boy ve uluslarının Horasandan Anadolu’ya Asya’dan boşanan bir sel gibi dalgalar halinde ,Selçuklu Sultanlarının sevk ve idaresinde ve Selçuklu orduları öncülüğünde Anadolu’yu fethederek bu ülkede yurt tutup,bu coğrafyayı kendilerine vatan yapmaları neticesinde Türkiye devleti teşekkül etmiştir.[38]Müslüman Oğuzlar Selçuklular idaresinde İslam ülkelerine ve Anadolu’ya doğru güneyden göç ederken, Şamani Peçenek, Uz(Oğuz) ve Kıpçak (Kumanlar) kuzey yol ile Balkanlara kadar ilerliyordu.

Emevî ve Abbasi döneminde Bizans’a yönelik akınlar Türk kumandanlar ve Türklerden oluşan ordular marifetiyle gerçekleştiriliyordu.Doğu Anadolu’da kurulan hudut vilayetlerine Türkler yerleştirilerek Bizans’a karşı sınır bölgesi güvenlik altına alınmaya çalışılıyor.Müslümanların Doğu

Anadolu’daki bu hareketine karşılık Bizans da Balkanlardan getirdiği Kuman, Peçenek ve Uz’lardan meydana getirdiği Hristiyanlaşmış Türkleri Doğu Anadolu’ya yerleştirerek güç dengesi sağlamaya çalışıyordu. Anadolu’daki çarpışma Hristiyan ve Müslüman Türkler arasında yaşanıyordu.Her iki halde de Anadolu’da Türk varlığı yerleşik hale geliyordu.Önce çatışan bu Türk boyları daha sonra karışıp kaynaşmışlardı.[39]

Bizans devrinde Hristiyanlaşmış olduğu için Osmanlılık ideolojisinin yabancı bir gözle gördüğü bu Hristiyan Türklerin adedi, bir kısmı “Karamanlı Rumlar” namı altında Anadolu’da da pek çoktu.Yunanistan’a kaçan veya gönderilen Rumlar arasında uzun müddet Rum kilisesinin milliyetçi ve temsil edici müessir çalışmaları altında kalmış olmalarına rağmen, öz Türkçe ana lisanslarını,milli ananelerini,soyadlarını muhafaza etmiş bulunanlar ve hatta Türk soyundan gelmiş olduklarına dair şuur ve iddiaları olanlar da pek çoktu.Tarihi vesikalarda pek çok misaline tesadüf ettiğimiz halis Türk isimli Hristiyanları da daha evvel Anadolu’ya geldikleri zaman Hristiyanlığa girmiş Türkler olarak kabul edebiliriz.[40]

Sınır boylarına yerleştirilen Türkler çevrede bulunan “gazi “teşkilatlarıyla sıkı münasebet kurmuşlardı. Aynı zamanda ferdi ve dağıtılmış kölelerin aksine, buralara gruplar halinde yerleştirildikleri için kendi örf ve adetlerini koruyorlardı.[41]Toprağa bağlı olarak Bizans ya da Emevi-Abbasi yönetiminde yaşayan köylüler Türklere nazaran zor şartlarda yaşıyorlardı. Türkler ise, erkekler askeri vazifelerinin yanında kadın erkek atlı konar göçerliğin sağladığı yetenekleriyle hem tarım ve hayvancılık yaparak geçimlerini sağlıyor, hem de her an hareket halinde olmanın verdiği üstünlükle Bizans ve Arap tebaya nazaran rahat bir hayat sürüyorlardı.

Türk derviş-gazileri bir şehri,bir memleketi fetheder etmez derhal bir kısmı oraya yerleşiyor,kalan kısımsa daha ileriye doğru yürüyordu. Arkadan daima taze kuvvetler geldiği ve en ateşli kuvvet en ileriye sevk edildiği için bu yürüyüşün ardı kesilmiyordu.Bu taze kuvvetler Türk milletinin en müteşebbis tabakasının teşkil ettikleri ve yerlerini yurtlarını terk ederek “İlayı Kelimetullah “aşkına gaza ve şehadet aradıkları için tarihteki mevkileri ,Amerikan pionnierlerinden (öncü) üstündür.[42]

Batılıların ekseriyeti asırlar boyunca Türkleri barbar ve medeniyeti yok eden ucube olarak tanımlarken, istisnai olarak Türklere hakkını iade edenlere de denk gelinmektedir. Paul Wittek “Türk istilasının her şeyi silip süpürmesi gibi bir durum yoktur. Fetihten sonra (1071)eski yer isimlerinin varlıklarını şaşırtıcı ölçüde koruması başlı başına fethedilen toprakların yerel kültürünün sonraki gelişmeler içinde önemli bir unsur olarak yerini koruduğunun kanıtıdır “demektedir.[43]

[1] S.Ahmet Arvasi, Türk İslam Ülküsü, Bilgeoğuz Yay, Cilt 1, Syf. 309,

[2] Raif Karadağ, Şark Meselesi, Turan Yay, Syf. 31

[3] Cemal Kurnaz, Türk Olmak, Post yay, 2020, Syf. 20,

[4] Osman Çataloluk, Türkün Genetik Tarihi, Togan Yay, 2012, Syf. 25

[5] Bahattin Ayhan, Tarih Türklerde Başlar, Kamer Yayınları, Syf. 9

[6] S.Ahmet Arvasi, Türk İslam Ülküsü Cilt 1,Bilgeoğuz Yay, Sf. 340

[7] Veli Sevin, Anadolu’nun Tarihi Coğrafyası, TTK, 2016, Syf.,1

[8] Tuncer Baykara, Türkiye Selçukluları devrinde Konya, Konya Kültür Müdürlüğü, 1988, Syf. 7

[9] Ekrem Memiş, Eskiçağda Türkler, Çizgi Yayınları, Syf. 43

[10] Hilmi ziya Ülken, Anadolu Kültürü Üzerine Notlar, Doğu Batı Yayınları, Syf. 31

[11] Veli Sevin, Anadolu’nun Tarihi Coğrafyası, TTK, 2019, syf. 7

[12] Hulki Cevizoğlu ,Yeniçağ Gazetesi, 13.4.2009

[13] Teoman Duralı, Omurgasızlaştırılan Türklük, Dergah Yayınları, 2021, Syf. 28

[14] Osman Karatay, Türklerin Kökeni, Kripto Yayınları, Syf. 155 vd

[15] age, Syf. 179

[16] Melek Öksüz, Kuruluşundan 19.yy Kadar Trabzon Tarihine Kısa Bir Bakış, Karadeniz Arş, Sayı:5

[17] Osman Karatay, Türklerin Kökeni, Kripto Yayınları, Syf. 237

[18] Rıza Süreyya, Çadırdan İmparatorluğa Türk’ün Yolu, Halk Kitapevi, Syf. 9

[19] Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, Ötüken Neşriyat, Syf. 23

[20] Osman Karatay, Türklerin Kökeni, Kripto Yayınları, Syf.. 260

[21] Mustafa Kafalı, Anadolu’nun Fethi ve Türkleşmesi, Berikan Yayınları, Syf. 17

[22] Muazzez İlmiye Çığ, Sümerler Türklerin Bir Koludur, Kaynak yayınları, Syf. 29

[23] Tamer Sağcan, Kavimlerin Kayıp Tarihi, Tün Kitap, Syf. 170

[24] Mehmet Dikici, Anadolu’da Türkler, Burak Yay, Syf. 52

[25] Orhan Tuğrulca, Malatya Geçmişten Günümüze Şehrin Serüveni, Malatya BŞB, Syf. 156

[26] Cengiz Karaşarlı, Truvalılar ve Etrüksler Türktür, Kömen Yayınları, Syf. 101

[27] İ. Hami Danişmend, Türklük meseleleri, İstanbul Kitabevi, Syf. 94

[28] Osman Nedim Tuna, Sümer ve Türk Dillerinin Tarihi İlgisi ile Türk Dilinin Yaşı Meselesi TDK, Syf. 38

[29] age, Syf. 48

[30] Tamer Sağcan, Kavimlerin Kayıp Tarihi, Tün Kitap, Syf. 101

[31] age, Syf. 174

[32] Emine Songur, Kültür Tarihi Açısından İskit Türk Aynılığı, Selenge Yayınları, Syf. 23

[33] Murat Adji, Türklerin Saklı Tarihi, Kaynak Yayınları, Syf. 25

[34] Ali Güler, Kartalın Pençesinde, Halk Kitapevi, sf. 131

[35] Ali Güler, Asya’nın Efendileri, Halk Kitabevi, sf. 28

[36] Mehmet Eröz, Türk Kültürü Araştırmaları, Kutluğ Yay, sf. 168

[37] Haluk Nurbaki, Anadolu Mucizesi, Damla Yay, Sf. 21

[38] Oğuz Ünal, Horasandan Anadolu’ya Türkiye Tarihi, Ötüken Neş, Syf. 21

[39] Mehmet Dikici, Anadolu’da Türkler, Burak yay, Syf. 62

[40] Ömer Lütfi Barkan, Kolonizatör Türk Dervişleri, Ötüken Neşriyat, Syf. 112

[41] Claude Cahen, Türklerin Anadolu’ya İlk Girişi, TTK, Syf. 4

[42] Yılmaz Öztuna, Kuruluş, Yakın Plan Yay, sf. 19

[43] Osman Gümüşçü, Türkiye’nin Beş Bin Yılı, Yeditepe Yay, Sf. 152

Yazar
Abdülkadir BAŞ

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2025

medyagen