1406 yılında vefât eden İbn Haldûn, hayat defterine pek çok iyi, güzel ve doğruyu sığdırmış tâlihli insanlardandır. Onun yaşadığı dönem, Osmanlı Devleti’nin XIV. asırdaki târîhiyle çağdaştır. Ölümünde, Ankara Muhârebesi yapılalı iki yıl olmuştu. Sultan Yıldırım Bâyezîd hayatta değildi. Yıldırımoğulları, birbirleriyle kıyasıya ve öldüresiye bir saltanat mücâdelesine girişmişlerdi. Süleyman, Îsâ, Mûsâ ve Mehmed Çelebîler, Timur’un müsaadesi dâhilinde, onun ekmeğine yağ sürercesine iktidâr ipini çekiştiriyorlardı.
İbn Haldûn, Memlûk Sultanlığı’nda Mâlikî Başkadılığı’na kadar yükselmişti. Bir Türk devleti olan Mısır merkezli bu büyük siyâsî teşkilât, Asya ve Afrika’da çok geniş topraklara sâhipti. Güney ve Güneydoğu Anadolu’da, küçümsenmeyecek bir arâzi, Memlûk hâkimiyetinde idi. Dulgadıroğulları ve Ramazanoğulları başta olmnak üzere, bâzı Anadolu Türk Beylikleri de, Memlûk nüfûzunda bulunuyorlardı Memlûk Sultanlığı’nın devlet yapısında, Osmanlı’daki Şeyhülislâm’ın karşılığı olmak üzere dört Sünnî mezhebin yüksek dereceli temsîlcilerinden oluşan dört kişilik bir Başkadı Hey’eti vardı. Hanefî, Şâfiî, Hanbelî ve Mâlikî mezhebleri, bu hey’ette, aynı derecede ve seviyede temsîl ediliyordu. İşte İbn Haldûn, bu komisyonda Mâlikî Başkadısı idi.
Bu dinî vasfına bakarak, İbn Haldûn’u, dar bir çerçeveye sıkıştırmamak lâzımdır. 5 Eylûl 1857 günü Paris’de ölen Auguste Comte, pek çok mahfîlde sosyoloji ilminin kurucusu olarak bilinir. Hâlbuki, ondan 451 yıl önce rahmetli olan İbn Haldûn, sosyoloji sâhasında daha kuşatıcı ve îcâd kaabiliyeti bulunan sözlerin sâhibidr. Yavaş yavaş, Comte’un bu unvânı, İbn Haldûn’a devredilmektedir. Hem İslâm Âlemi’nde, hem de Batı Dünyâsı’nda, sosyolojiyi, İbn Haldûn’un kurduğu, ileri seviyede kabûl görmeye başlamıştır.
“Mukaddime” isimli hacimli eserinde, târîhî gelişmelerle birlikte insan topluluklarının yaşadığı muhtelif safhaları da dile getiren İbn Haldûn, bu arada devletlere ömür biçen bir nazariyeyi Dünyâ’nın dikkatine sunmuştur. Buna göre, insanlar gibi, devletlerin de belli hayat devreleri vardır. Doğan, büyüyen, gençlik dönemine ulaşan, yaşlanan ve ölen insanların kurduğu devletler de, aynı safhalardan geçerler ve sonunda ömürleri biter.
İbn Haldûn’un ölümünden 111 yıl sonra, 1517’de, Yavuz Sultan Selîm Hân’ın kazandığı Rîdâniyye Zaferi, Mukaddime müellifinin Mâlikî Başkadılığı yaptığı devleti, yâni Memlûk Sultanlığı’nı târîhin arşivine kaldırıyordu. Elbette, İbn Haldûn, bahsi geçen nazariyesini ortaya atarken, kendinden önceki asırlara bakarak delîl topluyordu. Ancak, oldukça üst seviyede bir makâmda bulunarak temsîl ettiği kendi devletinin de bu nazariyeyi doğrulaması, ondaki zihin isâbetini göstermesi bakımından dikkat çekicidir.
Rahmetli Cemil Meriç’in, keskin ifâdelerle okuyucu önüne çıkan dimâğ örücü söz keşifleri arasında, hayli zengin bir İbn Haldûn paragraf yekûnu vardır. İbn Haldûn, aslâ ihmâl edilmeyecek bir mevkide, okuma ve düşünme konusu yapılmalıdır. Fânî ömrünü tamamlayalı altı asırdan fazla olmasına rağmen, fikir ve eserleri ter ü tâze duruyor..