İslâm’ın dört temel ibâdetinden ve beş esasından biri de Ramazan ayında oruç tutmaktır. Oruç, Farsçadan Türkçeye geçmiş bir isimdir. Kelimenin aslı “Ruze”dir. Önceleri “Oruze” (günlük) olarak kullanılmış; daha sonra “Oruç” şeklinde telaffuz edilmeye başlanmış ve bu şekliyle yaygınlaşmıştır.
Arapça karşılığı “savm” çoğulu “sıyam” dır. Savm kelimesinin lügât mânâsı; “yiyip-içmekten kendini tutmak, imsak, hareketsiz kalmak ve her şeyden el, etek çekmektir”. Kur’ân-ı Kerim’de bazen “susmak” manasına kullanılmıştır (Meryem, 19/26). İslâmi ıstılahta oruç, “İkinci fecirden (fecr-i sadık’tan)” itibaren, güneşin grubuna kadar yemekten, içmekten ve orucu bozan diğer şeylerden, Allah’u Teâlâ (c.c)’ya kulluk niyetiyle nefsi alıkoymaya verilen isimdir. Bilindiği gibi oruç, yalnız bedenle yapılan ibâdetlerden biridir. Dolayısıyla, her mükellefin kendi nefsi için farz-ı ayn’dır. Bir kimse, başka bir mükellefin yerine oruç tutmaz. Yine bir kimse, başka bir mükellefin yerine namaz kılmaz” [1]
Bazı müfessirler bu kelimenin, Kur’ân-ı Kerim’de; “sabretmek” manasına geldiğini söylerler ki, bu da, “nefsi zabt etmek, sebat etmek, tahammül etmek” demektir. Bu mânâlar, İslâm dinindeki oruç mefhumunun ne olduğunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır.İşte Oruç, belirli bir zaman süresince nefsin bu isteklerinin terk edilmesi oluyor. O halde orucun hakikatinin “nefsânî heveslerden, hayvânî arzulardan kendini alıkoymak, ihtiras ve hevâyı frenleme öğretisi” olduğunu söylemek mümkündür. Ancak bu dış isteklerden başka, iç arzulardan ve fenalıklardan kalbi ve dili korumak da “havâss” için, orucun hakikatine dâhildir.[2]
Oruç ibâdeti tarih boyunca insanlığın bildiği ve icrâ ettiği bir ibâdettir. “Ey iman edenler, sizden öncekilere farz kılındığı gibi oruç size de yazıldı (farz kılındı). Umulur ki sakınırsınız.” (Bakara 2/183) Her ne kadar zaman zaman yapılış şekli, zamanı ve kuralları değişse de, Oruç, başta ehli kitap olmak üzere diğer dinlerin de inanç esasları arasında olan bir ibâdettir.
Oruç; insanı, varlık amacına ters düşen düşünce ve yönelişlerden koruyan, gönlümüzü arındıran ve ufkumuzu aydınlatan bir takva eğitimidir. Orucun hikmet bahçesinde değişik renk ve kokuları olan çiçekler yetişir. Bu çiçekler, orucun baharı olan Ramazan ayında bütün güzellikleriyle açar. İslâm’ın şartlarından birisi olan oruç; insana varlık amacının bildirisidir. İnsanın dikkatini maddenin ötesine çekerek, ona yaratılış gayesini hatırlattığı içindir ki, bütün ilâhî dinlerde oruç vardır
Oruç bizlere bir ruh disiplini sağlar ve irâdemizi güçlendirmemize yardımcı olur. Böylece zorluklara tahammül etmek ve başarıya ulaşmak kolaylaşır. İnsana nefsanî ve şeytanî dürtülere karşı mukavemet, zorluklara ve kötülüklere karşı direnç,iyilik, ve güzelliklere karşı da istek ve hassasiyet kazandıran güçlü bir irâde, aştığı her engelin, yendiği her güçlüğün sonunda daha da kuvvetlenir.İradeyi mağlup edemeyen her zorluk, onun daha fazla güçlenmesini sağlar.
Oruçlu katlandığı mahrumiyet sebebiyle dikkatini önce kendi nefsine yöneltir. Kendisini keşfeder, hatalarını farkeder ve tevbe ederek Rabbine yönelir. Böylece oruç etkili bir nefis terbiyesi sağlar. İnsanın nefsini kendisine kötülükleri emreden bir güç olmaktan çıkarıp Yüce Allah’ın razı olduğu bir düzeye çıkarması büyük bir mücahedeyi gerektirir. Oruç bu mücâhedenin çok önemli bir unsurudur.[3]
Oruç, bizlere acziyyetimizi, Yüce Allah’a olan ihtiyacımızı ve dünya hayatının geçiciliğini hatırlatır. Oruçlu, öte yandan dikkatini bu mahrumiyeti sürekli yaşayan yoksullara çevirerek cemiyete yönelir ve yardım elini ihtiyaç sahiplerine uzatır. Oruç kalpleri yumuşatarak, merhamet duygularını coşturur. Yardımlaşma ve dayanışmaya vesile olan oruç, sosyal barışı ve kardeşlik duyguların pekiştirir. Zenginlerle fakirler ve diğer sosyal sınıflar arasındaki farklılıklar oruç sayesinde aşılarak takvaya bağlı üstünlük anlayışı etrafında bir araya gelinir.
Oruç, herkesten ayrı ve tek başına tutulabilir. Bu gösterir ki, dünyada inanan ve ibâdet eden tek kişi kalsa da, inancının gereğini yerine getirmelidir. Yüce Allah, farz olan orucun tutulmasını Ramazan ayına bağlamıştır. Farz olan orucun belirli bir ayda bütün Müslümanlar tarafından tutulması birlikte hareket etme anlayışını güçlendirir. Oruç nedeniyle benzer duyguları yaşayan insanlar arasında, benzer düşünce ve davranış modelleri gelişir.
Oruçlunun orucunu kasten bozduğunda kendisini keffaretle cezalandırması, onu hakikat karşısında, kendi aleyhinde olsa bile âdil ve doğru davranmaya sevk eder. Hakka inanan ve tâbi olan insanın hayatına adalet ilkesi hükmeder. Adalet her şeyi layık olduğu yere koymak ve herkese hakkını vermektir. Hak, hakikat ve adaletten sapanlar ise nefsanî arzularının ve kişisel çıkarlarının uydusu olurlar. Nitekim Yüce Kur’ân’da şöyle buyrulmaktadır: “Hevasını kendisine tanrı edinen kimseyi gördün mü?” (Furkan,43) Oruçlu, mahrumiyetlere katlanmasına, yeme ve içme ihtiyacına rağmen orucunu bozmamaktadır. Bu anlayış insana, hakikatı her şeyin üzerinde tutma, müdâfaa etme ve onun uğruna risk alma cesareti verir, ayrıca Allah rızası için feragatta bulunmayı öğretir.[4]
Oruç kötü alışkanlıklardan kurtulmak ve iyi alışkanlıklar kazanmak için çok önemli bir fırsattır. Alışkanlıkların insan hayatı üzerinde büyük bir tesiri vardır. Yakasını bir kere kötü alışkanlıklara her nasılsa kaptıran bir şahıs, artık kendisini onların tesirinden kurtarmak için kuvvetli bir irâdeye sahip olmalıdır. Şeytanın insanları kötü alışkanlıkların tuzağına çekmek için en çok kullandığı iki yol, mide ve şehvettir. Oruçla şeytanın bu iki tesir yolu da kapatıldığından âdetâ eli-kolu bağlanır.Nitekim bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmaktadır: “Ramazan geldiğinde rahmet kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır ve şeytanlar zincirlenir.”[5]
Oruç, bizlere sabrı ve tahammülü öğretir. Hayat içerisinde zahmetle rahmet, acı ile tatlı, mihnet ile nimet bir arada bulunur. Çoğu kere nimet ve rahmete ulaşmanın yolu zahmet ve mihnetlere katlanmaktan geçer. Bu yönüyle sabır ve tahammül, başarı ve zaferin anahtarıdır. İnsanın sabra ihtiyacı, sadece zorluk ve sıkıntılarını aşmak için değildir. Genişlik ve rahatlık zamanlarında da insan, elindeki nimetlerle şımarmamak, onları harama ve isyana vasıta yapmamak için sabra muhtaçtır. İnsanlar hareket, davranış ve amellerinden önce, iyi niyet ve ihlas; bunları yaparken, Allah’tan gafil olmamak, ifrat ve tefritten uzak olmak; bunları yaptıktan sonra da, yaptıklarını iptal edecek davranışlar sergilememek hususunda sabırlı olmalıdır.
İftar sofrasının başında, iftar vaktinin girmesini bekleyen oruçlunun dikkati zamana yönelir. Böylece zaman şuuruna sahip olur ve zamanını en iyi biçimde değerlendirmeye gayret eder. Zamana hükmetmek için onu planlamak ve disiplin altına almak gerekir. Aksi takdirde zaman, taşkın bir nehir gibi önüne kattığını sürükleyip götürerek, insan hayatı bakımından telafisi imkansız zararlara yol açabilir.
Bütün organların orucu vardır. Bedenin orucu, yemeyi, içmeyi, gözün orucu harama bakmayı, kulağın orucu haramı dinlemeyi; dilin orucu kötü şeyler konuşmayı; kalbin orucu kötü niyetler ve emeller beslemeyi terk etmektir. Böylece oruç insanı bütün kötülüklerden uzaklaştırarak günahlardan korur. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:”Oruç, bir kalkandır.”
Her ibâdet, rûhun ayrı bir gıdâsıdır. Lâyıkıyla tutulan bir orucun verdiği feyiz ve rûhâniyet ise pek müstesnâdır. Orucun aslî hakîkati, onun mânevî, ahlâkî ve ictimâî kıymetlerinde gizlidir. Zira: Oruç; nîmetlerin kadrini bildirerek gönüllerdeki şükran duygularını derinleştirir. Öyle ki, her gün rahatça yiyip içilen nîmetlerden günün belli bir kısmında mahrum kalmak bile, insana aczini hatırlatır. Her hâlükârda Rabbimize muhtaç olduğumuzu, hakîkatte bir an bile O’nun lûtfuna sığınmaktan müstağnî kalamayacağımızı telkin eder. Cenâb-ı Hakk’ın lûtuflarına karşı, gönüllerdeki hamd ve şükür duygularını kuvvetlendirir.
Sabır ayı olan Ramazân-ı şerîfte tutulan oruç, âdeta rûhun giydiği bir ihram gibidir. Nasıl ki ihramda fısk ve cidâl yasaksa, tıpkı bunun gibi, şehevî arzular, fısk u fücûr, münâkaşa ve bir gönle diken batırmak da orucun ecrini zâyî etmek demektir.Oruç; nefsâniyeti dizginleyerek rûhâniyete seviye kazandırmaktır. İnsanda rûhâniyet ve nefsâniyet, bir terâzinin iki kefesine benzer. Biri hafiflediğinde diğeri ağırlık kazanır. Nefsin bitmek bilmeyen arzularını, azim ve irâdesiyle eritemeyen ham ruhlar, ne dünyada ne de ukbâda saâdete erebilirler. Oruç da; rûhâniyeti nefsâniyete, bâkîyi fânîye, takvâyı fücûra gâlip getirmek için, nefse karşı girişilen büyük bir cihaddır.
Oruç, yoksulların ve muhtaçların çektiği sıkıntılardan sadece biri olan açlığı fiilen yaşatarak onların hâlinden anlamayı temin eder. Böylece gönüllerde merhamet, şefkat ve cömertlik tohumlarının filizlenmesini sağlar.
Mısır’da şiddetli kıtlığın hüküm sürdüğü günlerde Yûsuf (a.s.)’a:
“–Siz, devletin hazinelerine hükmeden bir idârecisiniz. Neden kendinizi aç bırakıyorsunuz?” diye sordular. O ise şu hikmetli cevabı verdi:
“–Karnım tok olursa açların hâlinden anlayamam diye korkuyorum!”
Oruçlarımızı Allâh (cc) beraberliğinde tutmamız için “sahur, terâvih, zikir, Kur’ân ve duâ” gibi mânevî istinadlardan lezzet almaya çalışmalıyız.İftar zamanı da, duâların kabûl olduğu ince bir vuslat demidir. İftar vaktinde yediğimiz yemek lokmasının her biri, birer mana incisi olur. Bunun içindir ki, bu heyecanlı anların birlikte yaşanması da ayrıca bir rahmet ve huzûr kaynağıdır. Hadîs-i şerîfde buyurulur:”Eğer insanlar, Ramazan-ı Şerîf’in ne olduğunu lâyıkıyla bilselerdi, senenin tamamının Ramazan olmasını arzu ederlerdi.”
Dünya orucu tutmak, dünyaya ve bedene olan bağlılığı kesmek, bir başka deyişle dünyayı ve bedeni boşamak demektir. Etkin bir şekilde oruç tutmak, hakikat yolunda ihtiyacı, özlemi, susuzluğu arttırır ve öteki dünyaya duyulan mutlak ihtiyacı arttırır. Orucu ihmal etmek; güzellik, aşk ve nurun eksikliğidir.
Oruca dünyayı boşayıp dünyaya olan bağlılığı kesince daha büyük bir takva kazanılır, aşk hazinesine ve ilahi farkındalığa daha büyük bir ihtiyaç duyulur. İlahi susuzluk, hakikat ihtiyacıdır. Oruç tutmak gerçek anlamda hakikat ihtiyacının artmasını, dolayısıyla Allah aşkının artmasını sağlar. Susamış olan su arar; muhtaç olan da kurtuluş için yalvarıp yakarır, el açıp ağlar. Açlık, yaratılanların Yaratıcılarına olan ihtiyaçlarını artırır, açlık günahları temizler ve Hâlık-ı Zü’lcelâl ve’l İkrama giden yoldaki engelleri kaldırır.
Şu Mübârek Ramazan ayı, tüm insanların ve İslâm âleminin, sebeb-i fevz ü felâhımız olsun, necâtımıza sebep olsun. Cenâb-ı Hakk’ın rahmetine erenler, Gerçek mânâ incilerini toplayanlar, süedâdan olalım İnşallah!
KAYNAKLAR
[1] İbnül-Hümam, Fethül-Kadir, Beyrut 1315, II, 85
[2], Ebu Davud Tercüme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 9/113-114.
[3] Yılmaz, H. Hilmi, Kur’an Kaynaklı Tasavvufî Kavramlar, İst.1977, s. 44.16)
[4] Daryal, Ali Murat, Dini Hayatın Psiko-sosyal Temel leri, İst. 1994,s. 125.
[5] Buhârî, Savm, 5; Müslim, Siyam, 2.24