Maturîdî’de Aklın İşlevleri ve Çağdaş Sorunlarımız Açısından Tahlili

Prof. Dr. Hulusi ARSLAN

İnönü Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Kelâm Anablim Dalı Öğretim Üyesi

Giriş

Mâturîdî Türk-İslam dünyasının yetiştirdiği en seçkin düşünürlerden biridir. Yorumlarında yaptığı rasyonel açıklamalar onu öne çıkan hususlardan biridir. Genel bir ifadeyle belirtecek olursak ona göre olgu ve olayları kavramak ve eşyayı yönetmek için akla ihtiyaç vardır. Daha özelde ise akıl, dinin anlaşılması için vazgeçilmez bir araçtır.

İslam’ın ilk dört beş asrında genel bir yaklaşım olarak hâkim olan bu düşünce sayesinde bir İslam medeniyetinden bahsedebiliyoruz. Zira bu dönemlerde Müslüman idareciler akla, düşünceye, ilme ve ilim adamlarına çok önem verdiler. “Abbasi halifeleri El-Mansur ve onun yolundan yürüyen el-Me’mûn ilim adamlarını ve mütercimleri toplayarak kütüphaneler, medreseler ve akademiler tesis ettiler. Bunlar her şehirde herkese açıktı. Yunanca; Süryanca ve Sanskrit dilinden Arapçaya tercüme ettikleri kitapların ağırlığınca tercüme yapanlara altın para verdiler. Bağdâd ve diğer İslam merkezleri ahlak, fıkıh, felsefe, hey’et, riyaziyat, tabiiyât, mûsikî, edebiyat, içtimaiyat ve daha başka ilimlerin beşiği olmuştu.”[1]

Bu anlayış İslam dünyasını kısa zamanda bir medeniyet havzası haline getirdi. “Müslümanlar dünyanın muhtelif merkezlerindeki bütün ilimleri öğrenmeyi dinlerinin icaplarından saydıkları için bu yoldaki çalışmaları ile az bir zamanda hem o ilimleri kendi dillerine çevirip memleketin her tarafına yaymışlar, hem asıl sahiplerini kat kat geçmişler ve hem de o ilimlere yeni yeni keşifler ilave ederek ve üzerlerine vurdukları damga ile bunların her biri, İslam medeniyetine has bir şekil almıştı.”[2]

Buna karşılık İslam dünyasının bugün içerisinde bulunduğu duruma bakıldığında, tarihte kazanılan bu konumun çok çok gerisinde olduğumuzu görüyoruz. Teorik ve pratik hayatımızda pek çok sorunla karşı karşıyayız. Aslında iki üç asırlık bir geçmişse sahip olan bu sorunların nedenleri ve çözüm yolları üzerinde birçok fikir imal edilmiştir elbette. Tabii olarak çözüm önerileri de farklı farklıdır. Yine de ortak yönlerden bahsetmek mümkündür.

Genel bir tasnif yapacak olursak biz bunları, teorik ve pratik hayata ilişkin sorunlar olmak üzere iki ana bölüme ayırabiliriz:

Teorik olarak dile getirilen sorunlarımız genellikle birbiriyle ilişkilidir. Bunlar, cehalet ve taklid, akıl ve düşüncenin ihmal edilmesi, yorumların ve geleneklerin nasslaştırılması, dinin maslahat ve makasıd açısından değil, nassların zahiri anlamları üzerinden anlaşılması, özgün ve yaratıcı düşünceden yoksunluk, bu dünyaya olan meyli bırakıp bütünüyle ahirete yönelimi netice veren dini düşüncenin baskın olması gibi sorunlardır.

Pratik hayata ilişkin sorunlarımızı da siyasal, ekonomik ve sosyal sorunlar olarak ayırabiliriz. Siyasal alanda kendini yönetememe, sömürge konumunda olma, insan hak ve özgürlüklerden yoksunluk, özgür seçim esasına dayanmayan baskıcı ve totoliter yönetim biçimleri; ekonomik alanda tembellik, üretememe, kalkınmama ve buna bağlı olarak fakirlik, açlık, hastalık ve ölümler.. Sosyal alanda ise, özgün kurumsal yapıları oluşturamama, toplum kesimleri arasında parçalanmışlık, şiddet ve çatışma temayülü, kavmiyetçiliğin yeniden tırmanması gibi sorunlardan bahsedilebilir.

Bunun yanında özellikle Modern Batı düşüncesinden yansıyan problemlerimiz de vardır. Bunlardan birincisi siyasal, hukuksal ve ekonomik modellerin Batı’dan ithal edilmesi sonucunda doğan problemlerdir. Buna bağlı sorunlardan biri, ithal edilen sistemlerle halkın inanç ve değerleri arasında çelişkilerin yaşanması ve bunun siyasal gerilimler halinde topluma yansımasıdır. Yine Batı tarzı ekonomik modellerin, özellikle daha yakın dönemlerde kazanç, fayda ve hazzı önceleyen bir insan tipini yaratması ya da dünyevileşme sonucunda kapitalin en önemli değer haline dönüşerek Batı’da olduğu gibi aşırı bireyselleşme ve değerlerin araçsallaşması gibi sorunlara neden olmasıdır.

Şüphesiz bütün bu sorunların aşılması ve İslam medeniyetinin yeniden inşası yolunda birçok çözüm ve fikir ileri sürülmektedir. Biz de bu çözümlere Mâturîd’i’nin akla yüklediği işlevleri incelemek suretiyle katkıda bulunmaya çalışacağız.

Burada bilhassa belirtmemiz gereken bir husus, Mâturîdî’nin akla yüklediği işlev, asla aydınlanmacı ve seküler akılın gördüğü işleve benzetilmemelidir. Zira Mâturîdî akla, dini dışlayan değil, tam aksine dinin daha iyi anlaşılmasını ve insanın her iki dünyada da mutlu olmasını öngören bir işlev yüklemektedir.

1. Mâturîdî’ye Göre Akıl

Mâturîdî akla büyük değer veren bir mütekellimdir. O, aklı dinin anlaşılması için vazgeçilmez araçlardan biri olarak görür. Kitâbu’t-Tevhîd’in hemen giriş bölümünde dinin öğrenilmesi için başvurulacak vasıtalardan birinin nakil, diğerinin de akıl olduğunu söyler.[3]Zira ona göre akılda, her iyi olanı iyi; kötü olanı da kötü olarak algılama yeteneği vardır.[4]Onun düşünce sisteminde akıl, sadece bir bilgi vasıtası değil, fakat bütün kelam sisteminin can damarı durumundadır. Mâturîdî bilgi kaynaklarını açıklarken akıl yerine bazen ve sıklıkla nazar kelimesini kullanmıştır ki, bunda aklın işlevsel olması halinde ancak bilgi üretebileceğine ima vardır.[5]

Mâturîdî’ye göre akıl, eşyanın güzellik ve çirkinliğini bilse dahi, bizzat kendi keyfiyet ve mahiyetini bilmekten acizdir.[6]Bu sebeple olsa gerek o, aklı tanımlamaktan çekinmiştir. Bunun yerine daha ziyade aklın yerine yapabildikleri ve işlevleri üzerinde durmuştur

Mâturîdî’ye Göre Aklın İşlevleri

Mâturîdî Kur’an’daki “lâ ya’kılûn” şeklindeki ifadeleri “aklını kullanmayanlar” veya aklından faydalanmayanlar” şeklinde açıklamıştır.[7] Dolayısıyla o, harekete geçirilmediği ve kendisinden istifade edilmediği takdirde, potansiyel aklın işe yaramadığını ima etmiştir.

Türkçe de işlev kelimesi, bir nesne veya bir kimsenin gördüğü iş, iş görme yetisi, görev, fonksiyon gibi anlamlara gelmektedir.[8]Öyle ise Mâturîdî’ye göre aklın işlevleri denildiğinde, onun akla yüklemiş olduğu yetkiler, işler, vazifeler ve fonksiyonlar gelmektedir.

Bu çerçevede bizim keşfedebildiğimiz kadar, Mâturîdî’nin akla yüklediği işlevleri şu şekilde sıralamak mümkündür.

Allah’ı Tanımak

Mâturîdîye göre akıl, yeme ve içme gibi sıradan şeyler için düzenlenip yaratılmış değildir. Çünkü yeme ve içme konusunda akılsız canlılar, akıllı olanlardan daha güçlüdür. Öyle ise akıl, ibret almak ve tefekkür etmek üzere yaratılmıştır.[9]

Allah’ı tanımak, Mâturîdî’nindüşünce sisteminde insanın yaratılış hikmeti olarak gösterilebilecek hususların başında gelir. Mâturîdî’ye göre, gerek insanları gerekse cinleri Allah’ın varlığı ve birliği inancına (tevhid) götüren tek bir yol vardır; o da akıldır.[10]İnsan ve tabiatın varlığı Allah’ın bilinmesi hikmetine mebnidir. Mâturîdî’ye göre Allah’ı tanımak sadece tabiatın O’na kılavuzluk etmesi suretiyle mümkündür. Çünkü duyular yoluyla veya nakilile O’nun bilgisine ulaşma imkânı bulunmamaktadır.[11]Dolaysıyla Mâturîdîye göre Allah’ı bilmek duyular veya nakil ile değil ancak akıl ile mümkündür.

Mâturîdî’ye göre insan aklını, Allah’ı tasdik etmeye götüren o kadar çok delil vardır ki inkâr edeni hayretle karşılamak gerekir. Yeryüzündeki her şeyi, kendi varlığı ve birliğini (tevhid) gösterecek şekilde yaratmış olduğu halde, insanoğlu nasıl olur da Allah’ı inkâr edebilir.[12]

Mâturîdî’ye göre aklın Allah’ı tanıması için üzerinde düşüneceği materyallerden biri de insanın kendi özüdür. Bu çerçevede o, “kendini tanıyan rabbini tanır” prensibini hatırlatır.

Mâturîdî’ye göre kendi öz yapısını tanıyan kişi, yaratıcı şuuruna rahatlıkla varabilir. Örneğin insan kendisine baktığında işitme ve görme gibi hususiyetlerin inceliklerinden haberdar olmadığını anlar. Keza o bedeninde meydana gelen bozulmanın nasıl düzeleceğini, ne kadar bir süre yaşayacağını ve hangi mekânlarda bulunacağını bilemez. Keza kişi fizyolojik ve psikolojik ihtiyaçlarının ortaya çıkış zamanını, şeklini ve bunları gidermenin mahiyetini tam olarak tespit edemez. Bunun yanında o hayatı boyunca kendine yönelik gözlemlerine dayanarak fiziki yapısının süreksizlik ve kararsızlığına da tanıklık eder. İnsan, varlık sahasına çıkması için çeşitli aşamalardan, hatta var olduktan sonra da birçok aşamadan geçmiştir. Kişinin bütün bu hallerden gerçek manada haberdar olması zordur. Bütün bu gerçekleri düşündüğü takdirde kişi, bizzat kendisi tarafından yaratılıp yönetilmediğini bilir. Eğer nefsinin yönetimi kendi elinde olsaydı, onu bütün evrelerini bilecek şekilde düzenleyip idare ederdi.[13]

Mâturîdî “İnanacaklar için yeryüzünde ve kendi nefislerinizde birtakım ayetler vardır. Hiç düşünmez misiniz?”[14]“Kendi kendilerine hiç düşünmezler mi?”[15]gibi ayetlerden hareketle, insanın kendi varlığına bakması ve üzerinde derinden düşünmesi halinde, bir yaratıcının bulunduğunu ve bu yaratıcının tek olduğunu kavrayabileceğini söyler.[16]

Görüldüğü gibi insan bedenine yönelik inceleme ve müşahedeler onu yaratıp idare eden bir varlığa işaret etmektedir. Mâturîdî’ye göre insanın duyusal ve akli yapısı incelendiğinde de aynı neticeye varılır. İnsan, düşündüğü takdirde varlıklar içerisinde seçkin bir yere sahip olduğunu anlar. Örneğin yaratıklar içerisinde en tedbirli ve en beceriklisi olduğunu, karşılaştığı gerçekleri en yüksek derecede idrak edebildiğini, bilinen ve ifade edilen hususlara en süratli bir şekilde vakıf olabildiğini bilir. Sonra varlığının oluş, yok oluş ve devamlılık prensipleri içerisinde yönetilmesini, sonra algılanabilen bütün varlıların idrakine sunulmuş olduğunu fark eder. Böylece insan kendisi gibi bir varlığın mevcudiyetinin, ancak kendisinin taşımış olduğu özelliklerden uzak olan bir varlık sayesinde mümkün olduğunu bilir. Keza bu varlığın acze düşmeyen bir kadir, cehle maruz kalmayan bir âlim, yönetimine karşı durulamayan bir cebbar olduğunu anlar.[17]

Kur’an-ı Kerim’de “Varlığımızın delillerini dış dünyada ve kendi nefislerinde onlara göstereceğiz”[18]buyurulmaktadır.

Mâturîdî’ye göre Allah’ın varlığının nefislerdeki delilleri, onları halden hale çevirmesi, ana rahminde nutfe (zigot) halinden alaka (yapışkan cisim) haline, alakadan da mudğaya (küçük bir et parçasına) sonra mudğadan insan şekline dönüştürmesidir. Bu şekillendirme ve terkibin bu şekilde sonuna kadar anlatılmasından maksat, ortada tek bir varlığın yapımı ve ondan başkasında bulunmayan tek bir varlığın yönetimi olduğunun bilinmesidir.[19]

Netice olarak aklın en büyük vazifesi ve işlevi kendi yaratanı olan Allah’ı tanımaktır. Akıl dış dünyaya ve kendi öz varlığına nazar ettiği takdirde Allah’ın varlığını ve birliğini bilir. Akla yüklenen bu işlev, modern dönemde inanç-akıl veya din-dünya ayırımından kaynaklanan problemlere çözüm oluşturabilir. Zira modern Batı düşüncesi, Kant gibi bazı filozofların metafiziğe getirdiği eleştirilerin de desteğiyle akıl ile inancı ve sonrasında din ile dünyayı birbirinden farklı alanlar olarak kabul etmişlerdir. Dine mesafeli yaklaşımların seküler ideolojiler şeklinde İslam dünyasında doğurduğu sorunların kaynağını burada görmek mümkündür. Mâturîdî’nin iman ile akıl arasında kurduğu bu bağ, insanlığın din ile arasının açılmasına ve çok çeşitli siyasi ve edeoljik kamplaşmalara neden olan bu sorunların çözümü için bir başlangıç oluşturabilir.

2. Evrenin Yaratılış Hikmetini Kavramak

Aklın önemli işlevlerinden biri de kâinattaki hikmetleri kavramaktır. Çünkü akıl evrendeki hikmetlerin bilinmesi gerektiğini telkin eder. Zira bu özelliklere sahip olan kâinatın hikmetten uzak olarak meydana gelmesi mümkün değildir.[20]Mâturîdî’ye göre, evrenin sadece yok olmak için vücut bulması, hikmete uygun değildir. Öyle ise aklın da bir parçasını oluşturduğu evrenin hikmet dışı bir temel üzerine kurulmuş veya isabetsiz ve yararsız yaratılmış olması ihtimal dâhilinde değildir.[21]

Mâturîdî’nin açıklamalarından hareketle, evrenin yaratılış hikmetini üç başlık halinde inceleyebiliriz.

Birincisi, evren insanın faydası için yaratılmasıitibarıyla hikmettir.Mâturîdî’ye göre, evrenin yaratılış gayesi insandır; yaratılışın faydaları bütün canlılara olmakla birlikte nihaî anlamda insana yöneliktir. Düşünürümüze göre, yer ve göklerin yaratılmasında bizzat kendilerine dönük bir faydadan söz edilemez. Bir şeyin herhangi birinin faydası amaçlanmadan veya sırf yok olması için yaratılması da abestir. Öyle ise yüce Allah, yer ve gökleri insanın faydası için yaratmış ve onun tasarrufuna vermiştir (sehhara).[22]Hatta öyle ki evrende zararlı gibi görünen bütün nesneler, aynı zamanda bir faydayı içinde barındırmaktadır. Örneğin ateş, yakma özelliği bakımından zararlı gibi görünür; fakat besinlerin kullanılır hale getirilmesi ateşe bağlanmıştır ve bu yönüyle faydadır.[23]

İkincisi, evren fayda ve zarar ekseninde yaratılması yönüyle hikmettir.Mâturîdî’ye göre insan için amaçlanan faydaların ortaya çıkması için, evrende fayda ile zarar, iyi ile kötü, güzel ileçirkin iç içe yaratılmıştır. Çünkü biri olmadan diğerinden amaçlanan neticeler hâsıl olmaz. Mâturîdî’yegöre, eziyet veren nesnelerin, çirkin manzaraların yaratılması ve duyu organlarında hastalıkların meydana getirilmesi, hikmet açısından gereklidir. Çirkin ve zararlı varlıklar her şeyden önce güzel ve faydalının bilinmesi için gereklidir. Şayet Allah duyular dünyasında sözü edilen zararlı ve çirkin görünüşlü varlıkları yaratmamış olsaydı, insanlar çirkini güzelden, eziyet vereni faydalıdan ayıramaz, bunu yapamayınca da onların aklı çirkini güzelden, elem vereni lezzet verenden ayırt edip anlayamazdı. Mâturîdî’ye göre bunların yaratılma sebeplerinden biri de metafizik alana yönelik işaretler vermesidir. Ona göre, Allah kâinatı bu şekilde yaratmıştır ki, insan bu âlemdeki acı ve lezzetlere bakarak kıyas yoluyla duyu ötesi konular hakkında kavrayış ve inanç sahibi olsun.[24]

Üçüncüsü ise,evrenin yaratıcısına işaret edecek biçimde yaratılması hikmettir. Faydalı ve zararlı olma bakımından farklı olsalar bile yüce Allah; yaratılmışları kendi varlığına, birliğine ve hikmetine; onları yöneten ve bilen olduğuna delâlet etmesi bakımından tek bir cevher gibi yaratmıştır.[25]

Sonuç olarak Mâturîdî evrendeki hikmetleri hem ibret ve delil olma açısından hem de insan ve canlılar için faydalar içermesi yönüyle ele almıştır. Bu düşünce, hem geleneksel anlayışımızdaki hem de Batı’nın modern bakışındaki eksikleri gideren ve bu iki düşünceyi dengeleyen bir anlayıştır. Zira özellikle tarihin belli bir döneminden sonra Müslümanlar tabiata genellikle ibret nazarıyla yaklaşmışlardır. Modern Batı’da ise tabiata sadece sahiplenme ve ondan daha çok yararlanma düşüncesi hakim olmuş, bu da birçok insani ve çevresel sorunlara neden olmuştur.Mâturîdî’nin bu hikmet felsefesi, her iki yaklaşımın mahsurlarını ortadan kaldırabilir. Bu anlayış sayesinde tabiata bir taraftan ibret nazarı ile bakıp onu bize bahşeden varlığa karşı tazim ve şükürle yönelme;diğer taraftan da tabiatı inceleyip ondan insanlık için yararlı şeyleri bulup keşfetme gibi yeni İslam medeniyetinin dengeli tabiat algısı ortaya çıkmış olur.

3. Dinin Gerekliliğini Kavramak

Mâturîdî’ye göre aklın önemli işlevlerinden biri de dinin gerekliliğini kavramaktır. Akıl evrenin yapısı ve insan tabiatı üzerinde düşündüğü takdirde dinin gerekliliğini anlar. Çünkü kâinatın sadece yok olmak üzere vücut bulması hikmete uygun değildir. Yine aklı yerinde olan herkes için, davranışlarını hikmetten uzak bir şekilde yapması çirkindir. Şu halde aklın da bir parçasını oluşturduğu evrenin hikmet dışı bir temel üzerine kurulmuş veya isabetsiz ve yararsız yaratılmış olma ihtimali yoktur. Bu da evrenin yok olmak için değil devamlılık arz etmek için yaratıldığını gösterir.[26]

Mâturîdî’ye göre evrenin bu amaç üzere varlığını devam ettirebilmesi için dinin varlığı zaruridir. Çünkü evrenin asıl yapısı farklı tabiatlar ve zıtlıklar üzerine kurulmuştur. İnsan doğası da böyledir. O çeşitli arzulara ve farklı tabiatlara sahip kılınmıştır. İnsanların beşeri yapısına öyle baskın nefsani arzular yerleştirilmiştir ki, yaratılışlarıyla baş başa bırakıldıkları takdirde, menfaatlerin paylaştırılmasında, muhtelif üstünlük, şeref, hükümranlık ve iktidarların ele geçirilmesinde mutlaka birbirleriyle çekişirler. Bunu da karşılıklı nefret duygularıyla birlikte kanlı mücadeleler takip eder. Böyle bir durumda toplumların birbirlerini yok edişleri ve çöküşleri kaçınılmaz olur.[27]

Eğer evrenin var oluş amacı, bu şekilde yok oluş ve çöküşe bağlı kılınsaydı var olmasının hikmeti boşa gider, yaratılışı abes olurdu. Bunun yanında, gerek insan türü ve gerekse diğer bütün canlıların, gıdalar ve bedenlerini ayakta tutacak şeyler olmadan kendileri için belirlenen sürelere kadar varlıklarını devam ettirebilmeleri ihtimal dâhilinde değildir. Şimdi eğer onların yaratılmasıyla sadece yok olup gitmeleri murat edilmiş olsaydı, varlıklarını sürdürmeye yarayan nesnelerin meydana getirilmesine ihtimal kalmazdı. Bütün bunların doğruluğu sabit olduğuna göre, insanları uzlaştıracak, çöküşe ve yok oluşa sebep olan çekişmeye ve ayrılığa düşmekten alıkoyacak bir “asl”ın mevcudiyeti kaçınılmaz olmuştur ki o da dindir.[28]

Mâturîdî’ye göre dinin gerekliliği akla dayanmaktadır. Bu konuda insanların Allah’a karşı bir mazeretleri olamaz. Zira her insanın yaratılışında deliller vardır. Şayet, teemmül ve tefekkür ederse bu onu Allah’ın varlığı, birliği ve rubûbiyyetine götürür. Fakat ibadet ve şer’î hükümler ancak vahiy yoluyla elde edildiğinden peygamber gönderilmediği takdirde insan bu konuda Allah’a karşı mazeret sahibi olabilir.[29]Netice olarak insan Allah’ın varlığını ve dinin gerekliliğini akılla anlar. Fakat şer’î hükümleri ve ibadetleri akılla kavrayamaz. Allah bu sebeple bunları bildirmek için peygamberler gönderir.

Mâturîdî’nin bu düşüncesi, dinin insan mutluluğu için vazgeçilmez bir değere sahip olduğunu göstermektedir. İnsanı dinden ve manevi olandan uzaklaştıran ve onun yerine akıl ve bilimi koyan modern düşüncenin doğurduğu mahsurları dikkate aldığımızda, Mâturîdî’nin akıl ile dini uzlaştıran bu yaklaşımı son derece önemlidir. Mâturîdî’nin akla dinin gerekliliğini kavramak gibi bir işlevi öngörmesi, hem İslam dünyasının rasyonelleşme sorununu çözmede, hem de dinden uzaklaşmayı ve hayatın anlamsızlaşmasını netice veren Modern düşüncenin problemlerini çözmede önemli bir yaklaşım olarak değerlendirilebilir.

 4. Bilgilerin Doğruluğunu Test Etmek

Mâturîdî’ye göre bilginin kaynakları üçtür: 1.Duyular 2.Haber 3.Akıl. Akıl onun bilgi sisteminde bir bilgi kaynağı olmanın yanında, aynı zamanda diğer kaynaklardan gelen bilgilerin doğruluğu ve güvenilirliğini test eden bir ölçüttür. Ona göre duyular aklın kontrolünde çalışır ve haber aklın süzgecinden geçirilirse ancak epistemolojik bir öneme kavuşmaktadır.[30]

Mâturîdî’ye göre, duyu ve haber yoluyla bilgi elde ederken akli düşünceye başvurmak zorunluluğu vardır. Örneğin duyulardan uzak olan veya latif olan nesnelerin bilinmesi yahut haberin yanılma ihtimali taşıyıp taşımadığının bilinmesi, peygamberin mucizeleriyle sihir ve göz boyamanın ayırt edilmesi gibi hususlarda bütün aydınlığıyla doğru ile yanlışın ortaya çıkması için akla ihtiyaç vardır.[31]Haberin doğru veya yalan oluşu akıl yoluyla sabit olur.[32]

Netice olarak Mâturîdî’nin sisteminde akıl müstakil bir bilgi kaynağı olduğu gibi adeta diğer bilgi kaynaklarının üstündedir. Hepsine hâkim konumdadır ve denetim görevini üslenmiştir.

Geleneğimizdeki ihtilafların ortaya çıkmasında ve bugün hala bu ihtilaflar üzerinden bazı polemiklerin sürdürülmesinde, rivayetleri kabul ve yorumlama şartlarının önemli bir etkiye sahip olduğunu düşünüyoruz. Bu açıdan Mâturîdî’nin akla bilgileri test etme işlevi vermesi, düşünce ve pratik hayatımızın sağlam veriler üzerine kurulması açısından önemlidir.

5. Eşyayı Yönetmek ve Sınıflandırmak

Mturîdî’ye göre aklın işlevlerinden biri de eşyayı yönetmek ve tasnif etmektir. Zira insan tabiatı, yaratılmışları yönetme, o uğurda zorluklara göğüs germe ve onlar için aklen en uygun olanını isteme, iyi ve güzel olanları tercih edip bunlara aykırı düşenlerden sakınma özelliğine sahiptir. Bu hususları bilmenin yolu, olgu ve hadisler üzerinde düşünmek suretiyle aklı kullanmaktır. Bunun başka da bir yolu yoktur.[33]Dolayısıyla nesne ve olayları yönetme ve onları istifade edilir hale getirme akıl vasıtasıyla gerçekleşen bir husustur.

Mâturîdî’ye göre insan akıl sayesinde güzellikleri ve çirkinlikleri tanımakta ve diğer canlılardan üstünlüğünü akıl sayesinde anlamaktadır. Yine yaratıkların yönetilmesindeki inisiyatif ancak akılla sağlanabilmektedir.[34]

Mâturîdî’ye göre evren, birbirinden farklı ve zıt tabiatlar üzerine yaratılmıştır. Aklın buradaki fonksiyonu birleşenleri bir araya getirmek ve ayrılması gerekenleri de ayırmaktır.[35]Düşünürümüze göre akıllar, varlık ve hadiseleri, ayırma veya birleşmeyi gerektiren özelliklerinden hareketle ayrılması lazım gelenleri birbirinden ayırma; birleşmeyi gerektiren özelliklerinden hareketle de birleşmesi lazım gelenleri birleştirme özelliğiyle yaratılmıştır. Ona göre akıl, nazar ve tefekkür ile bu sonucu elde edebilir.[36]Dolaysıyla aklın analiz ve sentez yapma fonksiyonu vardır.

Mâturîdîye göre akıl özellikle duyu ve haberin dışında kalan dünyevi konularda vazgeçilmezdir. Zira akıl dünya menfaatlerini ve işlerin varıp dayanacağı neticeleri (avakıb) kavrayabilir ve bunda isabet de edebilir.[37]

Sonuç olarak insan aklı eşyayı yönetmek ve sınıflandırmak kabiliyetiyle, işlerini düzene koyabilir, gelecek hakkında planlar yapabilir. Girişte belirtildiği gibi Müslümanlar hem siyasî düzlemde hem de eşyayı yönetme ve tasnif etme noktasında birçok sorunla karşı karşıyadır. Mâturîdî’nin bu düşüncesi, adeta bütün işlerinde Batı’daki hazır çözümlere yönelen ve bir türlü kendi işlerini çekip çeviremeyen Müslümanların zafiyetlerini ortadan kaldıracak ve onu yeniden tarihin öznesi haline getirebilecek bir yaklaşım olarak değerlendirilebilir.

6. Problem ve Şüpheleri Çözüme Kavuşturmak

Mâturîdî’ye göre olağanüstü durumlarla karşılaştıklarında veya şüphe ve tereddüt içerisine düştüklerinde herkesin sığınacağı yer, o olay üzerinde akıl yürütmek ve derinliğine düşünmektir (nazar ve teemmül). Bu da gösteriyor ki akıl yürütmek, gerçeği işaret ediyor, onunla hakikatlere ulaşılabiliyor. Nasıl ki renklerin karışması durumunda göze, seslerin karışması durumunda kulağa başvuruluyor ve daha genel anlamda karışıklığa maruz kalan her şey onu algılayan duyu ile ayırt ediliyorsa, akli düşünce de aynen bunun gibidir.[38] Bu açıklamaya göre akıl bir bakıma şüphe, karmaşa ve kaosu çözüme kavuşturan çok değerli bir araçtır.

İslam dünyasının birçok problemi olduğunu söylemiştik. Bugün maalesef Türkiye gibi kalkınmaya çalışan birkaç ülkeyi bir kenara koyarsak İslam dünyasının durumu tam bir kaos ve problemler yumağıdır. “İyiliği insanlara emrediyor, kendinizi unutuyor musunuz?”[39]âyetini yorumlarken, Mâturîdî insanın önce kendisini ıslah etmekle işe başlamasının akli bir gereklilik olduğunu söyler.[40]Bu açıdan bakıldığında İslam dünyasının dünyaya örnek bir medeniyeti ortaya koyabilmesi açısından önce kendi problemlerini çözüme kavuşturması lazımdır. Öyle ise din ve maksatları üzerine yeniden düşünmeye, tefekküre ve araştırmaya ihtiyaç vardır.

7. İyi ve Kötüyü Ayırt Etmek

Mâturîdî’nin düşünce sisteminde akıl, değer sistemini belirlemede çok önemli bir işleve sahiptir. Zira ona göre insan aklı, tabiatı gereği bazı temel ahlaki erdemleri tanıyabilir. Allah insanın tabiatını, aslen iyi olmasa dahi zevk veren, hoşuna giden şeylere karşı yönelecek bir şekilde, aklını ise aslen iyi veya kötü olan şeyleri tanıyacak bir yapıda yaratmıştır.[41]

Mâturîdî’ye göre eşyanın iyiliği ve kötülüğü genel ilkeler biçiminde akli zorunlulukla (bibedâheti’l-ukûl) bilinir. Örneğin insan tabiatı gereği lezzet ve faydalara yönelir, çirkin ve acı veren şeylerden kaçınır. Fakat akıllar her şeyin iyiliği ve kötülüğünü bizzat tek tek belirleyemezler. Tikel olarak şeylerin iyiliği ve kötülüğü ya peygamberin haberiyle veya düşüncenin harekete geçirilmesiyle (biistimâli’l-fikr) bilinir.[42]

Mâturîdî’ye göre iyi ve kötü, üç şekilde bilinir. Birincisi tabiatların hoşlanması ve nefret etmesiyle, ikincisi akılla, üçüncüsü de emir ve nehiyle. Tabiatların nefret etmeleri ve kaçınmalarına göre ortaya çıkan iyi ve kötüler aklî değil tabiîdir ve bunlar da eğitim ve adete göre değişir. Örneğin boğazlamak tabiatın kaçındığı bir şey olduğundan kötü gibi görünebilir. Ancak kasaplar bu işe alışkanlık kazandıklarında, artık onu kötü görmeyebilirler.[43]

Aklın iyi ve kötü saydığı şeyler ise ikiye ayrılır. Birincisi nimete şükretmenin iyiliği, akılsızlığın (sefeh) kötülüğü gibi değişmeye uğramayanlar, ikincisi ise aklın öncesine veya sonucuna göre ya da duruma göre iyi saydığı şeydir. Mâturîdî’ye göre adâlet herkese göre iyi, zulüm ise herkese göre kötüdür. Fakat iyiliği ve kötülüğü ancak emir ve nehiyle bilinebilen şeyler de vardır. Hayvanın kesilmesi ve kişinin durum ve şartlarının değişmesine göre olanlar bu nevidendir.[44]

Mâturîdî’ye göre adâlet ve doğruluk aklen güzel, zulüm ve yalan ise aklen kötüdür. Bunlardan birinciler kalplerde yüce ve değerli, ikinciler ise değersiz ve bayağı olarak yerleştirilmiştir. Bunun içindir ki akıl, kendisine bu nimetleri veren kimseyi yüceltecek işleri yapmayı emreder, kötü şeyleri yapmayı da yasaklar. O halde aklî zaruret ile de emir ve nehiy vâcip olur. Sonra, aklın işareti ile iyiyi yapana sevap, hevâsını seçene de ikab vermek gerekir. Bunun için adâlet ve doğruluğun neler olduğunu ve bunların zıtlarının zararlarını ve mahiyeti şüpheli olan şeyleri göstermek ve bu durumların övgüye mutabık olmaları için peygamberlerin varlığı gereklidir.[45]

Çünkü şehvet, ümit, hazların yoğunluğu, acı ve ıstıraplar ve daha birçok nedenler aklın doğru karar vermesine engel olabilir. Bu gibi sebeplerden dolayı insanlar şüpheye düştüklerinde Allah’ın peygamber göndermesine ihtiyaç vardır.[46]Mâturîdî’ye göre, Allah’ın peygamber gönderip emir ve yasaklarını bildirmesi akıl için bir kolaylaştırma, hafifletme kabilinden yardım ve irşattır.[47]

İnsan tabiatıyla sadece şimdi olan ve şu an duyu alanına giren (hazır) şeyler algılanıp şekillendirilebilir. Akıl yoluyla ise hem duyulur âlemde hem de duyular ötesinde bulunan şeyler algılanır. Akıl sayesindedir ki gaybtaki şeyler asli tabiata malum olur, hoşlandıkları ve hoşlanmadıklarıyla birlikte huzurunda imiş gibi bir konum alır. Yine bu sayededir ki aslında zor olan şey kolaylaşır; insan tabiatının hoşlanmadığı meşakkatler hafifler. Söz ve ifadelerin değerlendirilmesi de bu esasa dayanır. Bunun içindir ki nesnelerin güzelliği (meşruluğu) asli tabiat veya güzel ifade edilmeleriyle takdir edilmemiş, aksine güzeli çirkin görmeyen akıl kriteriyle değerlendirilmiştir. Öyle ise akıl her türlü işin konum ve düzenlenmesinin kendisine dayandırılması gereken bir temeldir.[48]

Sonuç

Mâturîdî’nin düşünce sisteminde akıl, insanın yaratılış amacını ve bu amacın gerçekleşmesi için gerekli şeylerin kavranılmasını sağlayan vaz geçilemez bir araçtır. Akıl gerek evrenin yaratılış hikmetini kavrarken ve herekse iyi ve kötüyü belirlerken insanı daima asıl amacına doğru yönlendirmektedir. Böylece akıl, yaratıcının varlığına, din ve peygamberin gerekliliğine ve oradan da insanın nihai bir gaye için yaratılmış olduğuna işaretler çıkarmaktadır. Düşünürümüzün sisteminde akıl sadece dinin gerekliliği için değil aynı zamanda dünyevi işlerimizi yönetirken, problem ve sorunlarımızı çözmeye çalışırken de mutlaka başvurmamız gereken bir vasıtadır. Bu sebeple olacak ki Mâturîdî akla sırt çevirmenin ancak Şeytanın telkin edebileceği bir iş olduğunu söylemiştir.[49]İçinde bulunduğumuz şartları göz ününde bulundurarak Mâturîdî’nin ortaya koyduğu bu anlayışa oldukça ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum.

  

Yukarıdaki pasaj Maturîdî’de Aklın İşlevleri Ve Çağdaş Sorunlarımız Açısından Tahlili / Sayfa 401, Prof.Dr. Hulkusi ARSLAN. Uluğ Bir Çınar İmam Maturidi Uluslararası Sempozyum Tebliğler Kitabı, Ahmet Kartal, 28-30 Nisan 2014, Eskişehir, Doğu Araştırmaları Merkezi Yayınları.” isimli izinle eserden alınmıştır. Tam metin ve kaynaklar için bu esere müracaat edilmesi, atıf yapılacağı zaman da bu eserin dikkate alınması önemle rica olunur.

KAYNAKLAR

Akseki, Ahmed Hamdi,İslamiyet ve Terakki, İsmail Kara, Türkiye’de İslamcılık Düşüncesi, İstanbul 1997.

Arslan, Hulusi, Mâturîdî’de İnsanın Yaratılış Hikmeti, Mengücekli Yay., Malatya 2013

Alper,Hülya,Mâturîdî’de Akıl-Vahiy İlişkisi, İz Yay., İstanbul 2010, s.86-87

Mâturîdî, Ebu Mansur Muhammed b. Muhammed b. Mahmud, Kitâbu’t-Tevhîd, thk: Bekir Topaloğlu ve Muhammed Aruçi, İstanbul 2003

———-, Kitâbu’t-Tevhîd, thk. FethullahHuleyf, İstanbul 1979

———-, Te’vîlâtü’l-Kur’ân (I-XVII), thk. Murtaza Bedir, Mizan Yay., İstanbul 2008

———-, TevilâtüEhli’s-Sünne, thk. Fatıma Yusuf el-Hıyemî, Beyrut 1425/2004

———-, Kitâbut-Tevhîd Tercümesi, terc. Bekir Topaloğlu, Anakara 2003

Özcan, Hanifi, Mâturîdîde Bilgi Problemi, M.Ü.İ.F.V. Yay., İstanbul 1993

http://www.tdk.gov.tr/index.

 [1]Akseki, A.H, İslamiyet ve Terakki, (İsmail Kara, Türkiye’de İslamcılık Düşüncesi İçinde), İstanbul 1997, II/347-348.

[2] Akseki, İslamiyet ve Terakki, II/348.

[3]Mâturîdî, Ebu Mansur Muhammed b. Muhammed b. Mahmud, Kitâbu’t-tevhîd, thk: Topaloğlu B. ve Aruçi M., İstanbul 2003, s.345-346; Mâturîdî, Kitâbut-Tevhîd Tercümesi, s.277. (Not: Bundan sonraki dipnotlarda Kitâbut-Tevhîd Tercümesi’nin safya numarası sadece parantez içerisinde gösterilecektir.).

[4]Mâturîdî, Kitâbu’t-tevhîd, s.157 (127).

[5] Özcan, H., Mâturîdîde Bilgi Problemi, M.Ü.İ.F.V. Yay., İstanbul 1993, s.70-72.

[6]Mâturîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân, thk. Murtaza Bedir, Mizan Yay., İstanbul 2008,III/251.

[7]Mâturîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân, VII/116.

[8]http://www.tdk.gov.tr/index.

[9]Mâturîdî, Kitâbu’t-tevhîd, s.254-255 (208).

[10] Özcan, H., Mâturîdî’de Dinî Çoğulculuk, İFAV Yay., İstanbul 1995, s.79.

[11]Mâturîdî, Kitâbu’t-tevhîd, s.199 (164).

[12]Mâturîdî, Te’vîlâtüEhli’s-Sünne, thk. Fatıma Yusuf el-Hıyemî, Beyrut 1425/2004,I/29.

[13]Mâturîdî, Kitâbu’t-tevhîd, s.159-160 (130).

[14]Zariyât, 51/21.

[15] Rum, 30/8.

[16]Mâturîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân, I/66.

[17]Mâturîdî, Kitâbu’t-tevhîd, s.160 (130).

[18]Fussılet, 41/53.

[19]Mâturîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân, XIII/157.

[20]Mâturîdî, Kitâbu’t-tevhîd, s.17 (14).

[21]Mâturîdî, Kitâbu’t-tevhîd, (1979) s.4 (4).

[22]Mâturîdî, Te’vîlâtüEhli’s-Sünne, I/345.

[23]Mâturîdî, Kitâbut-Tevhîd(1979), s.108-109 (137-138).

[24]Mâturîdî, Kitâbu’t-tevhîd, s.259 (211).

[25]Mâturîdî, Kitâbu’t-tevhîd, s.109-110.

[26]Mâturîdî, Kitâbu’t-tevhîd, s.5 (4).

[27]Mâturîdî, Kitâbu’t-tevhîd, s.5-6 (4-5).

[28]Mâturîdî, Kitâbu’t-tevhîd, s.5-6 (4-5).

[29]Mâturîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân, IV/112; Hülya Alper Mâturîdî’de Akıl-Vahiy İlişkisi, İz Yay., İstanbul 2010, s.86-87.

[30] Özcan, Mâturidide Bilgi Problemi, s.125.

[31]Mâturîdî, Kitâbu’t-tevhîd, s.17 (14).

[32]Mâturîdî, Kitâbu’t-tevhîd, s.20 (17).

[33]Mâturîdî, Kitâbu’t-tevhîd, s.17 (14).

[34]Mâturîdî, Kitâbu’t-tevhîd, s.207 (171).

[35]Mâturîdî, Kitâbu’t-tevhîd, s.4 (6).

[36]Mâturîdî, Kitâbu’t-tevhîd, s.426 (341).

[37]Mâturîdî, Kitâbu’t-tevhîd, s.20 (17).

[38]Mâturîdî, Kitâbu’t-tevhîd, s.17 (14).

[39] Bakara, 3/44.

[40] Mâturîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân, I/116.

[41]Mâturîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân, II/244-256

[42]Mâturîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân, XVII/222

[43]Mâturîdî,Kitâbu’t-tevhîd, s.201.

[44]Mâturîdî, Kitâbu’t-tevhîd, s.200.

[45]Mâturîdî, Kitâbu’t-tevhîd, s.178-179.

[46]Mâturîdî, Kitâbu’t-tevhîd, s.182-183.

[47]Mâturîdî, Kitâbu’t-tevhîd, s.185; Mâturîdî’nin bilgi-ahlak ilişkisine dair daha geniş bilgi için bkz.: Özcan, Mâturîdîde Bilgi Problemi, s.155-163.

[48]Mâturîdî, Kitâbu’t-tevhîd, s.355-356 (285).

[49]Mâturîdî, Kitâbu’t-tevhîd, s.208 (172).

Yazar
Hulusi ARSLAN

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen