Bir büyük âlim, bir büyük filozof, bir büyük inanış öncüsü.
Özbekistan’ın Mâtürid kasabasında, Türk kültür havzasında yetişti.
Eş’arî ile beraber İki akaid (inanış ilkeleri) önderinden biri.
Biz Türkler ve bizim tesirimizdeki müslüman topluluklar onu inanış anlayışlarının (mezhep) esaslarıının koyucusu (İmamı) kabul ederiz.
Biz, Tanrı, yaradılış, inanış ve o ölçüyle dünyaya bakışı ondan öğrendik.
“Ondan öğrenmiştik” demem lazımdı.
Çünkü artık o büyükler büyüğünü anlayacak kültürün, derinliğin, yaşama sırlarının uzağındayız.
Bugün daha çok ama belki yüzyıllardır uzağındayız.
.
Dün TRT’de bir Mâtüridî belgeseli yayınlanmış.
İyi ki seyretmemişim.
Avaz gibi aslında dışarıya yayın yapan bir kanalda yayınlanmasına rağmen onu da günün vıcık vıcık parti politikasına âlet etmişler.
BunA hiç şaşırmadım.
Osman Bey’i, Ertuğrul’u, 2. Abdülhamid’i, hatta Atatürk’ü.. kimi bulursa böyle harcayan bir zihniyet hiçbir değer tanımıyor.
Bu derin bozulma, son yılların işidir.
Tarihe, tarihî şahsiyetlere, ilim ve sanat adamlarına kendi propagandasını yaptırmaya kalkan ideolojik bakış hakîkat katili sayılsa yeridir.
Bu anlayış insanı çürütür.
Bunun için itiraz etmek lazımdır.
Büyük ceddimiz Mâtüridî de bu küçüklüğün bulaşıklığından kurtulamamış.
Bunu, zamanımızın önde gelen Mâtüridî uzmanı Prof. Dr. Sönmez Kutlu söylüyor.
Açıklamasını tam metin veriyorum:
“TRT-AVAZ’da yayınlanan Mâtürîdî belgeselinde, onun tarihsel kişiliğine zıt mekıbevi bir Maturidi portresine şahit olduk.
Başına da sarık sarıldı. Onun baş giyimi, gemi şeklinde bir kalpaktı. Türkistanlı alimler, gösterişten uzak, zahidane tavırlarıyla öne çıkıyordu. Akılcılığı, ”bizim suyumuzdan” içirerek batıni-işariliğe feda edildi.
Anakronizm doluydu. Mâtürîdî’nin kemikleri sızlamıştır herhalde. Eleştirilerimi daha sonra uzunca yazmak isterim.
Diyanet-Siyaset ayrımı ve Abbasiler’e karşı eleştirileri yoktu.
Günümüz olaylarıyla ilişkilendirmeler politik imalar içeriyordu.
Onun siyasilerle ve kendi dönemindeki sufilerle ilişkileri görmezden gelinmiş görünüyor.
İmam Mâtürîdî, ulemanın siyasilerle ilişkilerindeki ahlaki duruşunu şu sözleriyle gayet güzel anlatmaktadır: “Siyasilerin davetlerine ulema bir şartla katılabilir. O da siyasilere yaptıkları yanlışları, adaletsizlikleri ve zulümleri söylemesi şartıyla. Eğer bu görevini yerine getirmeden onların sofrasında yemek yerse haram yemiştir.”
İmam Mâtürîdî’yi bu günün siyasi kutuplaşmalarına ve siyasi meşruiyet çabalarına kurban etmemek gerekir.
Sonuç olarak, dağ fare doğurdu.”
Sönmez Hoca böyle diyor.
Mâtüridî’den verdiği ilim adamlarının politikacılardan uzak durması gerektiğine dair cümle sıkça tekrarlanacak bir ölçüdür.
“Yalnızca onları tenkıd şartıyla yanlarına gidilebilir”.
Ölçü budur ve ilim ahlâkının değişmez ölçüsüdür.
Bugün rektör, profesör, aydın.. kimselerin politikacıları savunmak için giriştikleri tavra dikkatinizi çekerim.
Bunun tam tersidir.
Aynı tavrı Fıkıh(hukuk) İmamımız Ebû Hanife de kesin ve keskin hatlarla ifade ediyor.
Hârun Reşid gibi çok iyi bilinen bir Hükümdara, “Senin için değil bir hüküm vermek, şu binanın pencerelerini bile saymam!” diyor.
Bu büyükler, dini de böyle anlıyorlardı.
Bizde tavsayan bu anlayış bugün modern dünyada epeyce geçerlidir.
Trump’ı nasıl tenkıd ettiklerine bakınız.
Macron’la nasıl dalga geçildiğine kadar dikkat ediniz!
Belçika sağlık çalışanlarının daha dün Başbakan’a sırtlarını dönmelerini yaşadı, ilim adamlarının ilim adamı gibi davranmaları ve eleştirmeleri sebebiyledir.
İlim adamı ve aydın olmak budur, derseniz buyurun!
Biz, gün boyu sahibinin sesi gibi konuşanları ilim adamı sanıyorsak, sıkıntı oradadır.
Bu halimizle Mâtüridî de değiliz, Hanefî de.