İmam-ı Maturidi’nin Tevhid Anlayışı
Doç.Dr. Ahmet AK
İmâm Mâturîdî’ye göre Allah, bütün insanlığı tevhid inancına davet etmiştir. Fakat bu inancı, sadece bir İslam fırkası bozmadan koruyabilmiş, diğerleri ise birtakım hurafeler katarak bu inancı bozmuşlardır33.
İmâm Mâturîdî’ye göre, Allah’ın tevhidine yani eşi ve benzeri olamadığına üç şey delalet etmektedir: Bunlar, nakî ve aklî deliller bir de âlemdeki nizam ve intizamdır.34
1. Naklî Deliller: İmâm Mâturîdî, Allah’ın eşi ve benzeri olmadığı konusunda birçok ayeti delil getirmektedir. Bu ayetlerden bazıları şunlardır:
- “Sizin ilahınız, tek bir ilahtır, O’ndan başka ilah yoktur”35.
- “Allah’tan başka ilah yoktur”36.
- “Yerde ve gökte birden fazla ilah olsaydı, yer ve gök fesada uğrardı”37.
- “Eğer Allah’ın insanların bir kısmının kötuluğünü, diğerleriyle savması olmasaydı, elbette yeryüzü altüst olurdu”38.
İmâm Mâturîdî, ayet ve hadislerin yanı sıra tarihi ve sosyal gerçekleri de delil olarak kullanmaktadır. Ona göre, bütün toplumlar tek bir ilaha inanma konusunda ittifak etmiştir.39 Allah’tan başka hiçbir varlığın ilah-lık iddiasında bulunarak ilahlığına delalet edecek bir delil ortaya koyduğu duyulmamıştır.40 Görüldüğü gibi İmâm Mâturîdî, nasların yanı sıra tarihî ve sosyolojik gerçekleri de delil getirmiştir.
2. Aklî Deliller:
Temânu’ Delili: Mâturîdî’ye göre kaianat ve onun içinde bulunan her şey mümkün varlıktır. Bu sebeple onların meydana gelmesi için bir yaratıcıya ihtiyaç vardır41. Ona göre, alemin yaratıcısı “Bir” ve “Tek” tir. Zira âlemin yaratıcısı birden fazla olmuş olsaydı, âlemin var olabilmesi ancak onların anlaşmasıyla mümkün olurdu. İlahlar arasında bir anlaşmanın olması ise onların aczini ve bilgisizliğini gösterir. Çünkü birden fazla ilah olsaydı, birinin diğerinden habersiz tek başına bir fiili gerçekleştirmeye gücü ya yeter, ya da yetmezdi. Her ikisinin güç yetirmesini iddia etmek, temelde yanlış bir görüştür. Eğer her ikisi de güç yetiremezse, o zaman ikisi de acze düşmüş olurlar. Bu acziyet ise onların ilah olamadıklarını gösterir. Yine her ikisi de güç yetirebilir denilirse, bu durumda, ilahlardan birisi bir şeyin olmasını isterken, diğeri olmamasını isteyebilir. Onlardan birisi, olan bir şeyin varlığını sürdürmek isterken, diğeri, aynı şeyin yok olmasını dileyebilir. Bu durumda ise, onların arasında çekişme ve uyuşmazlık kaçınılmaz olacağı için âlemde düzensizlik söz konusu olurdu. Âlemde böyle bir kargaşanın olmayışı, aksine âlemin muhteşem bir nizam ve intizam içerisinde olması, kâinatın yöneticisinin ve yaratıcısının tek olduğunu göstermektedir42. Mâturîdî, bu açıklamayı “Eğer yerde ve gökte Allah’tan başka ilahlar olsaydı, ikisinin de düzeni bozulurdu43” ayetinin ışığında yapmaktadır.44 Yine ona göre, Allah ile birlikte başka bir ilah daha bulunsaydı, o da, gücünü ve hâkimiyetini göstermek amacıyla bir takım girişimlerde bulunması gerekirdi. Böyle bir şeyin olmayışı, Allah’ın ulûhiyyette ve rubûbiyyette yegâne olduğunu göstermektedir. Mâturîdî, görüşlerini şu ayetlerle desteklemektedir:45
“Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur. Eğer öyle olmuş olsaydı her ilah, kendi yarattığını sevk ve idare eder ve mutlaka biri diğerine büyüklük taslardı46“.
“Yoksa o müşrikler, Allah’a karşı, O’nun yarattığı gibi varlıklar yaratan ortaklar mı buldular?47“
İmâm Mâturîdî, hükümdarlar arasında süregelen siyasi geleneği de Allah’ın birliğine delil göstermektedir. Çünkü hükümdarlar saltanatlarını sürdürebilmek ve sadece kendi hükümlerinin geçerli olmasını sağlamak amacıyla, bütün imkânları kullanarak rakiplerini devre dışı bırakmak isterler. Mâturîdî’ye göre bu durum da Allah’tan başka bir ilahın bulunmadığına ayrı bir delildir48. O bu görüşünü, “Ey Muhammed! De ki: Eğer Allah ile beraber başka ilahlar bulunsaydı, o takdirde onlar, o Arş’ın sahibine bir yol ararlardı49” ayetine dayandırmaktadır50. Onun bu ayeti, hem Allah’ın birliği konusunda, sem’î delil olarak göstermesi, hem de tevhid konusunda bu ayeti yorumlarken hükümdarların ortak kabul etmemesini delil getirmesi son derece ilginçtir.
Nizam Delili: Mâturîdî’ye göre, kâinattaki bütün olay ve varlıklar belli bir nizam ve intizam içerisinde ceryan etmektedir. Şayet yaratıcı birden fazla olmuş olsaydı, mutlaka mevsimlerin değişmesi, ekinlerin çıkması ve olgunlaşması, yerin ve göğün şekli, güneş sistemindeki hareketler, yaratıkların beslenmelerine ve canlıların yaşamını sağlayan sisteme ait düzenler bozulurdu. Bununla birlikte, insanların farklı dillerde, renklerde ve biyolojik yapılarda yaratılmış olması, yeryüzündeki nebatın kuruduktan sonra her sene tekrar yeniden yaratılması, müdebbir, her şeyi bilen her şeye gücü yeten bir zatın (Allah’ın) işi olduğuna işaret etmektedir. Allah’ın yarattığı her şey, O’nun vahdaniyetine şahadet etmektedir51. O halde kâinattaki bütün varlıkların ve olayların, düzenli bir sistem içerisinde meydana gelmesi ve ahenkle devam etmesi, açıkça Allah’ın birliğine delalet etmektedir.52
Mâturîdî’ye göre evren ve içerisindeki bütün varlıklar farklı yapılarda ve zıt konumlarda yaratılmıştır.53 Kâinattaki hiçbir şey, sadece zararlı veya sadece faydalı olacak şekilde tek amaçlı yaratılmamış; aynı zamanda birbirine zıt karakterde (mesela artı eksi kutbunun olması gibi) yaratılmıştır. Buna rağmen, her nesne, zararlı ve yararlı özellikleriyle bir arada, bir cisimde toplanmıştır54. Her cismin yapısında bu şekilde zıt karakterli özellikler bulunmaktadır. Şayet cisimler bu özellikleriyle baş başa bırakılmış olsaydı, içerisinde bulunan zıtlık özelliğinden (mesela, ters kutuplardan) dolayı birbirini iterek cismin parçalanmasına sebep olur, bu da, tabiatın düzenini bozardı. Hâlbuki tabiattaki her varlık, hem kendi içinde hem de birbirleri arasında muhteşem bir uyum içerisinde bulunmaktadır. Tabiatın yapısında bulunan bütün bu özellikler, cisimleri uzlaştırıp yöneten ve yaratan Allah’ın varlığının ve birliğinin apaçık birer delille-ridir.55Hatta her nesnede fayda ve zarar gibi birbirine tamamen zıt olan bu iki özelliğin, bir arada yaratılması ve onların ahenklerini korumaları, Allah’ın tev-hid ve azametinin en büyük (aklî) delilidir.56Bu ifade, İmâm Mâturîdî’nin akla ne kadar büyük önem verdiğini açıkça göstermektedir.
İmâm Mâturîdî’ye göre, yerde ve gökte bulunan bütün varlıklar birbirlerinden uzak olmalarına ve oluşumunu sağlayan unsurların başka yerlerden yetişmesine rağmen, menfaatleri gereği karşılıklı ilişki içerisinde yaratılıp düzenlenmiştir. Mesela yeryüzünde yetişen her türlü bitki, gökte bulunan yağmur ve güneş gibi varlıkların sayesinde meydana gelir. Bu durum/kanun diğer bütün varlıklar için de geçerlidir. Eğer bütün bu kanunlar birden fazla yaratıcının eseri olmuş olsaydı, varlıklar arasında böylesine muazzam bir düzenin olması imkânsız olurdu. Bu da göstermektedir ki, bunların hepsinin yaratıcı ve yöneticisi birdir. Mâturîdî bu görüşünü, “Rahman olan Allah’ın yaratışında hiçbir uyumsuzluk göremezsin”57ayetiyle desteklemektedir.58
Mâturîdî’ye göre “Tabiatta gözlenebilen her şeyde mutlaka akıllara hayret verici bir hikmet ve yaratıcısına sanatkârane bir işaret bulunmaktadır.”59Bu bakımdan düşünen insan, evrendeki nizam ve intizamı fark edip, aklıyla bu ahengi sağlayan yüce bir varlığın olması gerektiğini anlar ve O’nun varlığını ve birliğini tasdik eder. O halde insan âlemdeki nizam ve intizama, aralarındaki eşsiz ahenge bakıp düşünürse, Yüce Yaratıcının varlığına ve birliğine mutlaka ina-nır.60Bu sebeple Mâturîdî, kendisine tebliğ ulaşmayan kişinin de âlemdeki nizam ve intizama bakıp Yüce bir Yaratıcı’ya inanmasını gerekli görür.
İman Anlayışı
- İmanın Tarifi
Ebû Mansûr el-Mâturîdî’ye göre iman, Allah’ın varlığına ve birliğine, Muhammed (a.s.)’ın O’nun kulu ve rasûlü olduğuna ve rasûlünün Allah’tan getirdiği her şeye inanıp, kalp ile tasdik etmektir.61Mâturîdî, bir kimsenin iman edip etmemesinin insanın hür iradesine bağlı olduğunu belirtmektedir.
- Mukallidin İmanı
İmâm Mâturîdî’nin yukarıdaki açıklamalarına ve onun daha önce geçen iman, kalbin tasdikinden ibaret olduğu hakkındaki görüşünden dolayı bir kimseyi taklid ederek inanan kişi de mümindir. Çünkü İmâm Mâturîdî’ye göre bir kimse dine şu üç sebepten dolayı inanır:62
- Kendisinden daha akıllı, bilgili ve ileri görüşlü olan bir kimseyi, bu üstünlüklerinden dolayı taklid ederek inanır.
- Kendine göre hak görünen şeyde şüphe etiğinden dolayı – şüphelerini gidermek için- bir dine inanır.63
- Kendisine Hak/gerçek apaçık göründüğünden dolayı inanır.
Ancak mukallid mümin, imanın güzelliğini ve hakikatini kısa zamanda öğrenmeye çalışmalıdır.64Zira taklid ederek inanan kişi, imanın hakikatini ve güzelliklerini bilemediği için her an imanını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Bundan dolayı taklidî imanın, son nefese kadar muhafaza edilmesi çok zordur. Bu yüzden mukallidin imanı, insana pek fayda vermez. Onun için mukallid olarak inanan kişi, bir an önce hakikî imana kavuşmaya çalışmalıdır. Aslında mukallid olsun olmasın her müminin, aklını kullanarak ve tefekkür ederek Allah’a bilinçli bir şekilde inanması ve imanın gereğini yerine getirerek kâmil bir mümin olması gerekmektedir.65O halde mukallidin imanı geçerlidir. Fakat dünya ve ahiret saadeti için yeterli değildir. Aynı zamanda her an yok olma riski taşımaktadır.
- İman-Amel İlişkisi
İmâm Mâturîdî, imanı kalbin tasdiki olarak gördüğünden amelleri imandan bir cüz kabul etmemektedir. Ancak imanı asıl, amelleri ise imanın gereği/ kemâli olarak görmektedir.66
- Büyük Günah Meselesi
İmâm Mâturîdî, imanı tasdikten ibaret görüp amelden tamamen ayırmasından dolayı, şirk müstesna, diğer büyük günahları işlemenin, imandan çıkmaya sebep olmayacağını savunur. Ona göre, iman ettiği halde, Allah’a ortak koşmanın dışında günah işleyenin durumu Allah’a kalmıştır. O, günahkâr kimseyi dilerse affeder, dilerse cezalandırır. Çünkü Allah, bu fiilleri işleyenleri, kınamasına, tehdit ederek uyarmasına rağmen, onları mümin olarak isimlendirmektedir. Nitekim Cenabu Allah bir ayette, “İman edenlerin Allah’ı zikretmelerinin ve Kur’an’ı anlamalarının zamanı hâlâ gelmedi mi?”67diyerek azîz ve celîl olan Allah, hatalı davranışlarından dolayı müminleri kınamakla birlikte onları mümin kabul etmiştir.68Di-ğer bir ayette ise, “Ey iman edenler! Yapmadığınız şeyi niçin yaptığınızı söylersiniz. Yapmadığınız şeyi yaptık demeniz, Allah katında büyük gazaba sebep olur69“buyurmaktadır.
Allahu Teâlâ bu ayette, yapmadığı bir şeyi yapmış gibi göstererek yalan söyleyen kimseyi, “yapmadığınız şeyi niçin yaptığınızı söylersiniz” demekle, günah olarak vasıfladığı yalan söylemeyi, kınamış ve “yapmadığınız şeyi yaptık demeniz, Allah katında büyük azaba sebep olur” diyerek tehdit etmiştir. Fakat bununla birlikte, ayetin başında “Ey iman edenler” diye hitapta bulunulması, büyük günah işleyenin mümin olduğuna delildir.70 Yine Allah’ın başka bir ayette, “Ey müminler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kı-lındı71” buyurup, adam öldürmek gibi büyük günah işleyenlere “Ey müminler” diye hitap etmiş olması ve onlardan müminlik ismini kaldırmamış olması da, büyük günah işleyenin imandan çıkmadığını gösteren başka bir delildir.72
- İmanda Artma ve Eksilme
İmâm Mâturîdî’ye göre iman, amellerin yerine getirilmesiyle artmaz, terk edilmesiyle azalmaz.73Zira iman, Allah’ın varlığına ve birliğine, Muhammed (a.s.)’ın O’nun kulu ve rasûlü olduğuna ve rasûlünün Allah’tan getirdiği her şeye inanıp, kalp ile tasdik etmektir. Bu bakımdan imanın kendisinde her hangi bir artma ve eksilme söz konusu olamaz. Fakat imanın vasfında/keyfiyetinde/ kalitesinde artma ve eksilme olabilir. Diğer bir ifadeyle bir mümin, kaliteli/ kâmil bir imana sahip olabildiği gibi kalitesiz / kuru bir imana da sahip olabilir.
İmâm Mâturîdî’ye göre imanın keyfiyetindeki ziya-delik/artış, iman üzere kalmada sebat edip daim olmak, teceddüt/yenilenme ve kuvvetlenmek gibi çeşitli anlamlara gelmektedir.74
- İmandaki artış, toptan/icmâlen inanılan şeylere, ayrıntılı bir şekilde inanmaktır. İman esaslarına toptan inanan, Allah’ın ayetlerini okuyup öğrendikçe imanı “bit-tefsîr” güzelleşip, olgunlaşır. Mesela A’râf suresinin 54. ayetinde geçen “lehü’l-halk ve’l-emr” deki el-emr kelimesinin manasını anlayan kişinin Allah’ın kudret ve azametini daha iyi anlar ve O’na olan güveni artar. Böylece imanı kuvvetlenir75.
- İmandaki artış, iman şuurunun yenilenmesi/teceddüdü ve sürekli hale getirilmesiyle, daima iman üzere bulunarak sebat etmek demektir. Allah’ı inkâra sevkedecek her şeyden, daima uzak durarak ve iman halini yenileyerek/ tazeleyerek sürekli hale getirmek demektir.76Diğer bir ifadeyle var olan imanı, her an yenileyerek korumak demektir. Mâturîdî, imandaki artışı, namaz kılan müminin her namazında “Allah’ım bize hidayet ver” demesine benzetmektedir. Ona göre bir müminin “Allah’ım bize hidayet ver” demesi, Allah’ım bizi sırat-ı müstekîm yolunda daim eyle, ayağımızı kaydırma anlamına gelmektedir. O halde imanın artması, hidayette olan kimsenin hidayet istemesi gibi bir şeydir.77
- İmandaki artış, Allah’ın varlığının ve birliğinin delillerine bakarak, Allah’ın âlemdeki her şeyi yerli yerince yaratmasına vakıf oldukça, kişinin daha önce sahip olduğu imanının kökleşip güçlenmesi ve kesinleşmesi demektir. Mâturîdî’ye göre, Allah’ın ayetleri sadece Kur’an ayetleri olmayıp aynı zamanda O’nun varlığına ve birliğine delalet eden her şeydir. Bu bakımdan ona göre, bir kimse âlemdeki nizam ve intizama bakıp onlardaki ahengi ve ihtişamı gördükçe, Allah’ın kudret ve azametini daha iyi anlar ve böylece O’na olan güveni artar ve imanı kökleşip kuvvetlenir.78
İmâm Mâturîdî imandaki artışı, aynı şeye bakan iki kişinin bakışına ve yenilenmeye de benzetmekte-dir79. Ona göre, bu artış, iki kişiden birinin bir müddet başka bir tarafa yönelmesi halinde, devamlı surette aynı şeye bakan kimsenin bakışının, diğerinin bakışından fazla olmasına benzemektedir. Bu bakımdan imandaki artış, iman üzere sebat ve devam etmek anlamına gelir. O halde insanın her an hidayet karşıtı davranışta bulunmaktan endişe edip, korkması ve imanda sebat etmesi gerekir. Bu durum, insanın daima hidayet üzere olmasını sağlar. Böylece o kişinin hidayeti yenilenerek, tazelenerek sürekli hale gelir. Nitekim “Ey iman edenler! Allah’a iman ediniz …”80 ayeti buna işaret etmektedir.81
İmâm Mâturîdî’nin ifadelerinden anlaşıldığına göre imanın gerçekleşmesi için iman esaslarının tamamına inanmak gerekir. Bu esasların bir kısmına inanıp bir kısmına inanmamakla iman edilmiş olmaz. O halde bir kişide iman ya vardır ya da yoktur. Diğer bir ifadeyle yarım imanlı olunmaz. Bu nedenle, imanın kendisinde kesinlikle artma ve eksilme söz konusu olamaz. Artma ve eksilme ancak imanın kalitesinde olabilir.
İmâm Mâturîdî’nin imanda artma ve eksilme olmayacağı, fakat imanın kalitesinde artma ve eksilme olacağıyla ilgili anlayışı, H2 O’dan oluşan suya ve kalitesine benzetilebilir. Yani iki hidrojen atomuyla bir oksijen atomunun bir araya gelmesiyle su meydana gelir. Yoksa sadece bir oksijen veya sadece bir hidrojenin birleşmesiyle; ya da sadece hidrojenle veya sadece oksijenle su meydana gelmez. İmanın gerçekleşmesi de iman esaslarının tamamına inanmakla olur. Yoksa olmaz. Ayrıca iki hidrojen ve bir oksijenden meydana gelen su, berrak, koku ve tat gibi bulunması gereken özelliklerini taşıyınca kaliteli su olur. Yoksa kalitesiz su olur. Suyun bazı vasıfları yeteri kadar bulunmasa da ona su denilir. Bu bakımdan imandaki artış, suyun kalitesinin artmasına benzetilebilir.
- İmanda İstisna
İmâm Mâturîdî, “İnşallah müminim” diyerek imanda istisna yapılmasını, imana şüphe sokacağı gerekçesiyle doğru bulmamakta; “Ben gerçekten müminim” veya “Ben müminim” şeklinde ifade edilmesini savunarak bu konuda bir takım aklî ve naklî deliller getirmek-tedir.82 Ona göre istisna, halk arasında kesin olarak bilinen konularda değil, şüphe ve zan ifade eden hususlarda kullanılır. Zira kesin olarak bilinen bir hususu, “inşallah” diyerek istisna yapan bir kimse, muhataplarının tepkisini alır ve onun bu tutumu hoş karşılanmaz.83Öte yandan Allah, “… sonra da imanda asla şüpheye düşmeyenler”84ayetiyle insanları uyararak ve açıkça “Biz Allah’a …. inandık deyiniz”85be-yanıyla, iman konusunda şüphe ve tereddüde düşül-memesini, imanın kesin bir şekilde ifade edilmesini istemektedir.86O halde iman konusunda istisna yapılması doğru değildir.87 Ona göre mümin hiçbir kuşkuya kapılmadan göğsünü gere gere “Ben müminin” veya “Ben gerçekten müminin” demelidir.
İmamet / Siyaset Anlayışı
İmâm Mâturîdî’ye göre, imâmet (devlet başkanlığı) meselesi, itikâdî bir konu olmayıp, aklî bir konudur. Zira insanların birlikte huzur ve barış içerisinde yaşayabilmeleri için hukukî ve toplumsal bir düzenlemenin olması şarttır. Bu sebeple siyasi ve toplumsal bir düzenin kurulması ve bunun bir başkan tarafından tarafından yönetilmesi gerekir.88Aklın yanı sıra siyasî gelenek ve tarihî gerçekler de bir yöneticinin olmasını gerekli kılmaktadır.89
İmâm Mâturîdî, toplum düzenini sağlayacak bir imamı gerekli görmekle birlikte, imamın kim olacağı, nasıl seçileceği ve hangi özellikleri taşıyacağı konusunda Kur’an’da açık bir hükmün bulunmadığını savunur. Ona göre imâmet konusunda her mezhebin farklı görüşler ileri sürmesi de, Kur’an’da bu konuyla ilgili açık bir ifadenin olmayışından kaynaklanıyor.
Mâturîdî’ye göre imamda bulunması gereken en önemli özelliğin adaletle hükmetmek olduğu söylenebilir. Nitekim o, “insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmedin”90 ayetinin açıklamasında, Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.) kanalıyla Hz. peygamberin şöyle dediğini nakleder: “Kıyamet gününde insanların en sevimlisi ve bana en yakın olanı âdil imamdır, insanların en kötüsü ve azabı en şiddetli olan ise câir/ zalim sultandır.”91Yine o, “biz seni yeryüzünde halife kıldık”92 ayetinin, Hz. Âdem ve bütün âdemoğulla-rına şamil olduğunu belirtip, insanların, özellikle de peygamberlerin, hükümdarların ve diğer yöneticilerin, yeryüzünde Allah’ın halifesi/temsilcisi olduğunu savunur.93 Bundan dolayı, yöneticilerin insanlar arasında hükmederken hak ve adalete riayet etmelerini gerekli görür.94
Ebû Mansûr el-Mâturîdî’ye göre imâmet konusunda dini açıdan gözetilmesi gereken şey ise, takvâ95 sahibi olmaktır.. Zira takvâ, idarî görevin adaletli bir şekilde yerine getirilmesine yardım eder.96
Mâturîdî’ye göre imam/devlet başkanı, seçimle iş başına gelmelidir.97 Ona göre imamların Kureyş’ten seçilmesinin dînî bir yönü olmakla birlikte, aynı zamanda idârî ve siyasî bir yönü de vardır. Çünkü Allah, Ku-reyşlilerin rahat yaşaması için Mekke’yi güvenli ve değerli bir hale getirmiş, Kur’an’ı Kureyş lehçesiyle indirmiş ve son peygamber Hz. Muhammed’i aynı kabileden seçmek suretiyle, Kureyşlilere bir takım nimetler vermiştir. Bütün bunlar Kureyş kabilesinin o dönemde saygın bir konuma sahip olduğunu gösterir. Ayrıca onlar, uzun süre Kâbe’nin yetkilisi olmuşlar ve bu görevi saygın bir şekilde yürütmüşlerdir.98
İmâm Mâturîdî’ye göre, halife/imam/devlet başkanı masum değildir; o da hata yapabilir. Bu nedenle devlet başkanı uzman danışmanlarla çalışmalı ve onlarla iştişare edip, onların uyarılarını dikkate almalıdır. Gerektiğinde danışmanlar, başkanı uyarmalılar; eğer onlar görevlerini yapmazlarsa, başkanın yaptığı bütün haksızlığa ortak olurlar.99
İmâm Mâturîdî, sultanın devlet işlerini yürütürken yaptığı yanlışların ehil kişiler tarafından usulüne göre düzeltilmeye çalışılmasını önermektedir. Ancak bunun rastgele yerlerde ve rast gele kişiler tarafından yapılarak devletin ve devlet başkanının itibar kaybetmesini doğru bulmamaktadır. O, mevcut devlet başkanına ve devlete zeval gelmemesine büyük önem vermektedir.
Mâturîdî’nin anlayışına göre, devlet başkanlığı, devletin ve vatandaşların güvenliği ve huzuru için oldukça önemli bir yere sahiptir. Siyasi ve toplumsal bir düzeninin kurulması ve bunun bir başkan tarafından yönetilmesi gerekir.100
İmâmet konusunda açık bir nass bulunmaması ve Hz. peygamberin de açık ve net olarak herhangi bir kimseyi imam olarak tayin etmemesi, bu konunun inanç esasları dışında bir mesele olduğunu göstermektedir. Bununla birlikte Allah’ın Kur’an’da, insanları yeryüzünde kendisinin halifesi olarak yarattığı da bir gerçektir. Bu yüzden Allah, insanları tevhide davet etmekte ve insanların hak ve adaletle hükmetmelerini istemektedir. O halde imamet, insanların ve toplumun problemlerini en iyi bilen ve onları en güzel şekilde çözmeye muktedir olan kimseye verilmelidir.
İmâm Mâturîdî, dînî konularda, peygamberleri ve onun varisleri olan âlimleri; idârî ve siyâsî konularda ise hükümdarları ve valilerini yetkili görmektedir. Buradan hareketle, peygamberliğin ve dini tebliğ etmenin, Allah tarafından verilmiş ilahî bir görev olduğu; devlet başkanlığının ise, siyasî ve ictimâî bir görev olduğu söylenebilir.
İmâm Mâturîdî, yaşadığı dönemde zulüm ve haksızlık yapan hükümdarları eleştirip uyarmasına rağmen imama/devlet başkanına itaati gerekli görmüştür. Diğer bir ifadeyle o, imama itaati gerekli görmekle birlikte, yanlış uygulamalarda bulunan imamın ikaz edilmesini savunmuştur. Bununla birlikte o, halkın isyana kalkışmasını doğru bulmamıştır. Ortaya çıkan haksızlık ve yanlışlıkların yapıcı tenkitlerle düzeltilmesini tercih ve tavsiye etmiştir.
———————
Yukarıdaki pasaj “İmâm Mâturîdî’nin Hayatı Eserleri ve Görüşleri / Sayfa 17 Doç. Dr. Ahmet AK. Uluğ Bir Çınar İmam Maturidi Uluslararası Sempozyum Tebliğler Kitabı, Ahmet Kartal, 28-30 Nisan 2014, Eskişehir, Doğu Araştırmaları Merkezi Yayınları.” isimli eserden “izinle” alınmıştır. Tam metin ve kaynaklar için bu esere müracaat edilmesi, atıf yapılacağı zaman da bu eserin dikkate alınması önemle rica olunur.