Maveraünnehir Müslümanlığı

Bize şimdiye kadar “İslam Medeniyeti” olarak hep “Endülüs” ve Bağdat-Basra-Kufe (Abbasi-Arap) propagandası yapıldı. Mâverâünnehir’de Türklerin ortaya koyduğu performansın, onlardan geri yanı olmadığı gibi; fazlası vardır. İslam ve Tasavvuf yorumları, -ben, bu parçalanmaya teolojik olarak karşı olsam da- Selçukluların (Ahilik müstesna) ve Osmanlıların (“Derviş Devlet”) yorumundan daha sağlıklı ve doğru olduğuna inanıyorum: Ebu Hanife-Mâtürîdî-Yesevî-Nakşî çizgisi/sentezi (Düşünce-Duygu-Davranış).

*****

Prof.Dr. İlhami GÜLER[i]

Türk Müslümanlığı, klasik dönemde Mâverâünnehir ve Orta Asya’da Hanefî-Mâtürîdî-Yesevî-Nakşibendî çizgisinde oluşmuştur. Hanefî-Mâtürîdî çizginin Hindistan’da-Pakistan’da ve oradan etkilenen, modern dönemde Taliban’daki yorumu-pratiği, etnik köken ve coğrafyanın farklılığı ile farklılaşmıştır. Türk Müslümanlığı, Hive, Buhara, Semerkad, Horasanda…, dinin düşünce-duygu ve davranış boyutlarını birlikte içerir. Anadolu’daki “Âhilik”, bu yorumun pratiği ve uzantısıdır. Klasik dönemdeki Medreseler, Selçuklu ve Osmanlıda olduğu gibi, ağırlıklı olarak birer “dini tedris” mekânları değil; “Üniversite” kavramına daha yakındılar. Timur’un kurmuş olduğu devlet, kendinden sonra da, uzun bir süre ilmi ve bilimi birlikte deruhte etmiştir. Uluğ bey, Ali Kuşçu, onun soyundan gelen bilim insanlarıdır. Timur, Anadolu’yu istila ettikten sonra, geri dönmeseydi, kaderimiz nasıl olurdu diye insan merak etmiyor değil.

Medrese, minare, cami ve türbe, şehirlerin abidevi-mimari yapılarını oluşturuyor. Yatay mimariyi hala sürdürüyorlar. Medreselerin ve taç kapılarının mimari haşmeti ve büyüklüğü, dünyaya “evet” demeyi ifade ederken; türbelerin haşmeti, -Tasavvufun etkisiyle- kişi kültüne bağlılığı, onları kutsamayı yansıtıyor olsa da; bir türbenin taç kapısına “Kâle Sokrates…” diye Sokrates’ten bir cümleyi yazma cesaretini/özgüvenini de göstermişler. Minarelerin mimari kalınlığı, tuğla/toprak yapısı, süslemesi ve uzunluğu, -ezanın ötesinde- metafiziğin, fiziğe dönüşmesini ifade ediyor; Çelikten yapılmış Paris’teki materyalist “Eyfel Kulesi”ne zıt-inat bir şekilde. Klasik dönemde Mâverâunnehir’de ortaya konan yaşam, zanaatın-sanatın-mimarinin, ipekböceği kozası olarak “teknoloji”ye dönüşmeden öncesine ait olarak; İslam’ın, pratize ve estetize edilmesiydi.

Türkler, Kur’an’da vücut bulan “Şeriat”a Araplar’da (Şafii-Eş’âri) olduğu gibi lafzi/literal itibar etmekten çok; Hz. Muhammed’in ahlaki örnekliğine ve Kur’an’ın akli yorumuna (Rey Ehli) daha fazla itibar etmişlerdir. Türkler, Kur’an’ı ve Peygamberi “örnek” olarak alırken; Araplar (İmam Şâfii-Eşâri) “Edille-i Şeriyye”yi vazederek Hadisleri “ölçü” seviyesine çıkarmışlardır. En büyük hadis toplayıcıların Buharalı (Buhari) ve Tirmizli (Tirmizî) olmaları, tesadüf değildir. Anadolu Türkleri, bu sevgiyi, sarayda ve medreselerde “Buhari” okumak yerine, biraz daha popülist/vulger olarak, “Mevlid-i Şerif” okumak-dinlemek -adetâ bir ibadet- olarak sürdürmüşlerdir. Neyzen Tevfik’e izafe edilen “Şeriat, bu kuluna kaba geldi, ya Resulullah” cümlesi, -şikâyet mercisi olarak peygamberi seçerek- Türklerin sosyal psikolojisini ve şeriatla ilişkisi hakkında bize bilgi verir.

Moğol istilası ve yıkımından sonra, kültür ve mimari, kendini kısa sürede tekrar toparlamayı başarmıştır. Geç dönemlerde Rus ve Çin işgalleri, ikinci bir kültürel yıkım ve ekonomik değişim getirmiştir.

Rusya, seküler modernitenin alt bir önermesi (Marxizim-Komünizm-Sosyalizm) ile Ortodoxluktan çıkıp bir müddet burada eylendikten sonra, Kapitalizme evrildi. Çin de, aynı önerme ile (Mao’nun kültür devrimi) Budizm’den çıkıp, Kapitalizme evrildi. Türkler, Rusya ile Çin arasında bu maceralara girmeyip “Müslüman” kalmaya devam ettikleri için, Rusların ve Çinlilerin esiri oldular. Medreseler, ortaçağlarda ortaya koydukları “Aydınlanma”yı sürdüremediler. Çin’deki Uygur Türkleri hala esir. Rusya’da Komünizm çöktükten sonra, Türkler, kendilerini Rusya baskısından kurtarmaya çalışıyorlar. Bağımsızlaşmaları ve kendi kültürlerine/kişiliklerine bağlı, hukuki olarak adil, ekonomik olarak eşit fırsatlara haiz bir toplum oluşturmaları zaman alacaktır. Rejimleri, hala tek parti/otokratik olarak devam ediyor. Rusya’nın Komünizm döneminde demografi ile oynaması, etnik problemler olarak devam ediyor.

Özbekistan’da İslam Kerimov, -despotluğuna rağmen- tarihi yapıları eski görkemine kavuşturmak, Fetullah’ı ülkeden kovmak, Selefilerin ülkeye girmesine mani olmak ve sigara yasağı ile çok doğru işler yapmış.

Geziyi düzenleyen İslam tarihçisi Prof. Dr. Mehmet Azimli ve Prof. Dr. Fatih Erkoç, tur için doğru bir lokasyon (Hive-Buhara-Semerkad-Taşkent) ve iyi bir zaman (altı gün) belirlemişler. Otel, ulaşım, rehberlik ve lokantalar da mükemmeldi. 2022 Eylülünün ilk haftasında 23 kişilik grubumuzla geldiğimde burada gördüklerime gelince, aynı dilin biraz değişmiş lehçelerini konuşmak ve etnik köken aynılığının yarattığı empati-sempati ile birlikte, aynı dine/mezhebe/yoruma inanmanın doğurduğu yakınlık, “kanın (canın) kaynaması”nı doğuruyor: Kendini “yabancı” olarak görmediğin, ata yurdu ziyareti. Rusların dayattığı Kiril Alfabesinden Latin alfabesine geçmeleri, levhaların yarısını anlamamızı sağlıyor. Türkiye’den geldiğimizi duyunca, yüzleri gülüyor. Sıkça selam veriyorlar, selam alıyorlar. İnsanların yüzünden meymenet-masumiyet akıyor. Yaşlı amcaların ve teyzelerin yüzünden nur ve hüzün akıyor. Çocukların yüzleri çok masum ve sevimli. Biz “teşekkür” ediyoruz; onlar, “rahmet” diliyorlar. Onlarınki daha derin.

Semerkant’da mihmandarımız El Nur’un akrabalarının bir düğününe davet edildik. Biz de, aramızda para toplayıp hediyemizi alarak katıldık. Mükellef düğün sofrası, görülmeye değerdi. Yok, yok. Adet gereği katılan aileler adına birer konuşma yapılıyormuş. Bizden de rica ettiler. Bir arkadaşla ben, kısa birer konuşma yapıp intibalarımızı anlattık; oğlumun, Namangam’da mühendis olarak çalıştığını ve onların eniştesi olduğunu söyleyince, salonu alkışa boğdular. Müzik, bize çok yakın, hepimiz ayak uydurarak oynadık.

Arapların Peçe-Çarşaf, İranlıların Çador, Afganlıların Burka, Anadolu Türklerinin Türban takıntılarına karşı, Özbek kadınları, boğaz-diz-altı, tek parça pamuk-ipek, değişik desenli giysileri (elbise), bana göre İslam’ın “tesettür” emrine daha yakın. Kadınlar, dişiliklerini ve doğurganlıklarını/anaçlıklarını koruyorlar.

Özbek pilavı, Semerkand (kırmızı değil, sarı havuç kullanılıyor) versiyonu ile tek başına mükemmeldi. Bizim bulgur pilavı, fakir işi. Diğer yemekleri de öyle. Yemeklerde –besmele çekmede mahsur görmeden-alkollü içki tüketimi, Ruslardan kalma bir itiyat olsa gerek. Yaygınlığının derecesini bilmiyorum.

Çocuklarına genellikle peygamber, sahabe ve İslam’a-Allah’a izafetle oluşturulan isimler(Necmeddin-Abdullah, Medine, Elif…) koyarak, akil-baliğ çağına gelinceye kadar, “isim-müsemma etkis”i ile çocukları “dindar” yapıyorlar.

Bize şimdiye kadar “İslam Medeniyeti” olarak hep “Endülüs” ve Bağdat-Basra-Kufe (Abbasi-Arap) propagandası yapıldı. Mâverâünnehir’de Türklerin ortaya koyduğu performansın, onlardan geri yanı olmadığı gibi; fazlası vardır. İslam ve Tasavvuf yorumları, -ben, bu parçalanmaya teolojik olarak karşı olsam da- Selçukluların (Ahilik müstesna) ve Osmanlıların (“Derviş Devlet”) yorumundan daha sağlıklı ve doğru olduğuna inanıyorum: Ebu Hanife-Mâtürîdî-Yesevî-Nakşî çizgisi/sentezi (Düşünce-Duygu-Davranış).

Taşkent’in göbeğinde muhafaza edilen yeşil alanın genişliği, beni hayrete düşürdü. Anadolu şehirlerinin Muhafazakâr siyasetçi ve müteahhit Belediye başkanlarımız tarafından betona boğulmasından utandım. Bizdeki şehir “meydan”ları, burası ile mukayese edilemez. Bizim müteahhitler, onları da kandırarak çok katlı binalar dikmeye başlamışlar bile.

“Müstakillik Meydanı”nda, önünde sürekli ateş yanan yaşlı bir ana heykeli, adları tek tek yazılmış İkinci Dünya savaşında Ruslar tarafından ön cepheye sürülüp geri gelmeyen 1.5 milyon Özbeğin anısını yaşatıyor. Yerel tezyinatla süslenmiş Taşkent metrosu, Rusların Özbeklere yaptığı nadir iyiliklerden biri.

Özbekistan’ın zengin ekonomik kaynaklarına rağmen, gelir dağılımının dengesizliği, bütün Türk cumhuriyetlerinde ve Araplarda olduğu gibi, İslam adına utanılacak bir husus. Alt kesimin iş bulmak için Rusya’ya ve Türkiye’ye aktığı bilinmektedir. Umarım, aç-gözlü, muhteris politikacıları, kendi kese-kasalarını doldurduktan sonra, ülke gelirlerini, halka dağıtırlar. Üretim yetersizliğinin temel neden olduğunu unutmamak gerekir.

Din konusunda FETÖ, Taliban, El-Kaide, IŞİD tecrübelerinden sonra ürkek olmaları, son derece anlaşılır bir şey. Bizim tarikatçılar, buradaki paçozluklarını, “Kaynağımız sizsiniz” diyerek oraya taşımak istiyorlar. Umarım, buradaki “İlahiyat” birikimi ile sağlıklı bir etkileşim geliştirirler. Özbeklerin, Türk devletlerinin/kavimlerinin en “Medeni/Terbiyeli”si olduğuna dair Türkiye’de bir kanaat mevcut. “Medeniyeti”, gezegenler arası yolculuk değil; “insani ilişkiler” ve içinde huzurla yaşanan “Şehir kurma” bağlamında tanımlarsak; -onca badireye rağmen- Özbekler, acaba bizden de daha medeni olmasınlar? Onların Rus hayranlığı, bizim Batı taklitçiliğimizden daha zayıf.

——————————————————-

Kaynak:

https://www.karar.com/gorusler/maveraunnehir-muslumanligi-1692473  

[i] Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen