*Doktoru darbeden 3 kardeş 7 şer yıl hapse mahkûm oldu.
*Hapisten kaçan koca, karısını öldürdü.
*Boşanma aşamasındaki kadın, kocası tarafından öldürüldü.
*Kamyon, 10 araca zarar verdi.
*Sürücü, ambulansa yol vermedi.
*Ambulansın önünü kesen sürücü, içerisini kontrol etti.
*İlkokul çocuğunun önünü kesen iki çocuk, onun ceplerinden para almak istedi, olayı fark eden esnaf, o çocukları uzaklaştırdı.
*Yeni doğmuş bebeği sokağa atan câni anne aranıyor.
*Yaşlı hastayı hırpalayan bakıcı yakalandı.
*Düğün konvoyu, tünelde şenlik yaptı, yolcular çaresizce bekledi.
*Gönüllü muhâbirimiz olun: şu numaraya gönderin, YAYINLAYALIM.
(Vatandaş, “ilgi çekici olay” olarak; ya kaza, veya cinâyet haberi verecektir; onun için “ilgi çekici” olaylar, bu cins olaylar değil midir?)
*Dünya’nın bilmem neresindeki bir korkunç cinâyet, Türk medyasında NÎÇİN gösterilir? Türk milleti öyle cinâyetleri seyretmeğe ÇOK mu isteklidir?
*
Türk dilini kullanan, “Türk medyası” kabul edilen birçok kanalın, HER GÜN, her haber bülteninde BEŞ DEFA tekrarlayarak ballandıra ballandıra verdiği HABERLER.… Bu haberleri haftada 7 gün, ayda 30 gün TEKRAR TEKRAR dinleyen bir kişi, birkaç ay sonra, hâlâ rûh sağlığını koruyabilir mi dersiniz? Böyle haberlere, HER GÜN, BİRKAÇ DEFA mârûz kalanın, sinirleri yıpranmaz da ne olur?
Böylesine sinirleri bozulan insanlardan meydana gelen toplumda kargaşanın yaygın olmasından daha tabiî ne olabilir?
Örnek alınan Avrupa’da, böyle haberlere YER VERİLMEDİĞİNİ, “bizim”(!) medya yöneticilerimiz BİLMEZLER Mİ?
Dünya medyasına yahûdî’nin hâkim olduğu gerçeği, vâkıası hatırlandığında: “Türkiye, bu konuda ihmâl edilmiş olabilir mi? yahûdî, Türkiye’yi ihmâl etmiş olabilir mi? NE dersiniz?
Uganda’yı adam etme yoluna girdiği için yahûdî oyunuyla devrilen İydî Emin (İdi Amin/Bayram Emin), sürgünde bulunduğu Cidde’de, kendisine hesap soran bir Türk okur-yazara, durumu çok güzel anlatmıştı: Afrika’da olan bir şey, İsviçre’ye, İsrail’e gider, işlenir, size öyle gelir; Türkiye’de olan da, İngiltere’ye gider, oradan Afrika’ya aktarılır: tabiî “onların” istedikleri gibi!)
Politikacılar, bu konuyu ASLA dile getirmezler, gündeme taşımazlar: elleri mahkûmdur: Medya ile İYİ GEÇİNMEK zorundadırlar: ne kadar çok tv kanalında boy gösterirlerse, kendileri için o kadar kazançlıdır, NASIL eleştirsinler?
*
“Türkiye’de medyaya hiçbir zaman Türkler hâkim olmadı” sözüne NE buyurulur? “Muhafazakâr, sağcı denilen kanalların kimisinde çalışanların örnek aldıkları “duayenler”, böyle olunca, çıraklar da onların döşediği yörüngede gidince, geleceğe ne kadar iyimserlikle bakılabilir?
*
Böylesine yıkıcı bir yolda israrla, inatla devâm eden medyayı yola getirmek için, iktidarın atacağı her adım, “sansür”,”özgür medyayı kısıtlama”, “diktatörlük”, “tek kişi yönetimi” yaygaralarıyla karşılaşacaktır, bunda şüphe yok. İyi de, bu milletin sinirlerini böyle bozma özgürlüğüne de bir çâre bulunması gerekmiyor MU?
*
Yıkıcı, sorumsuz basına karşı 1960 yılında, TBMMnde, “bir kısım basının durumu için Tahkîkat Komisyonu” kurulmuştu; basın, yaygarayı bastı: “diktatörlük”, “demokrasiyi ortadan kaldırmak” suçlamaları ayyuka çıktı; ordu, “demokrasiyi kurtarmak, diktatörlüğü önlemek” üzere 27 Mayıs’ta darbe yaptı; Yassıada’da mahkeme kuruldu. Açılan dâvalar: “köpek dâvası”, “bebek dâvası” idi!
Millet, birtakım işlerin farkına varmadığı müddetçe, bu türlü kirli oyunlar, sürüp gideceğe benzer.
*
Japon antropolog Ikalyu Yasuo diyor ki:
“Türkler çok garip. Üç yıldır Türk kültürünü inceliyorum. Bir şey çok korkunç, diğeri garîp.
*Korkunç olan, Batı, bir ülkeyi savaşmadan yok ediyor.
Ülkede 3-5 dizi hâriç, hepsi Türk dîn ve geleneğine ters.
*Garîp olan ise, herkes bunu biliyor ama, yine de izliyor. Anne-Baba ise, çocuğu ile izliyor.
Hayret!
*
“Batı, bir ülkeyi savaşmadan yok ediyor” çok korkunç bir söz, çok iddialı bir ifâde, değil mi? Japon araştırıcı, bu korkunç olayın NASIL gerçekleştiğini de hemen belirtiyor:
“ülkede 3-5 dizi hâriç, HEPSİ TÜRK DÎN ve GELENEĞİNE TERS” diye açıklıyor.
Evet, evlerimizin baş köşesine yerleştirdiğimiz televizyonlardan HER GÜN, HER SAAT BOYUNCA akan konuşmalar, aktarılan DEĞER YARGILARI, çok ilgi çekici şekilde sunulan -eskiden ahlâka aykırı kabul edilen- hareketler, milletin geleceği demek olan çocukların, gençlerin dünya görüşünü değiştiriyor, bozuyor. Televizyonlarda, birçok gazetelerde çok doğal, sıradan bir şeymiş gibi söz edilen ‘sevgilisi’, ‘birlikte yaşadığı’ gibi ifâdeleri hatırlamak yeter.
Nikâh, insanla hayvan arasındaki farklardan biridir. Bir kadınla erkeğin nikâhsız olarak bir arada yaşaması, hayatımıza televizyonun girmesinden önce, doğal bir olay olarak kabul ediliyor muydu, gizli kapaklı mı yürütülüyordu? Zina, suç olmaktan başka, çok utanılacak bir “eylem” idi!, artık bu “çok utanılacak eylem”, ‘aşk’ diye sunulmaktadır: öldürücü, insan hayatını mahveden ‘uyuşturucu’ yerine, ‘toz’ denilmesi gibi. ‘Şehvet’ kelimesi yerine ‘aşk’ kullanılmakta, yeni yetişenlerde değerler dizisi bile oluşmamaktadır.
Şiddet içeren, cinâyetin nasıl kolayca işleneceğini gösteren Batı filmleri ne kadar güzel, heyecanlı, ilgi çekici değil mi?
Ya bir kaza haberinin, yangının, tekrar tekrar, âdetâ ‘insanlar iyice ezberlesin, beyinlerine çok sağlam şekilde çakılsın’ dercesine gösterilmesine ne buyrulur?
*
Yahudiler 2000 yıldır başka milletlerin yurtlarında, deyim yerindeyse, tarihin dışında yaşadılar, geleneklerine sıkı bağlılıkları, onların kimliklerini yitirmelerini önledi. ‘Bir Cuma akşamı, şamdandaki bilmem sağ taraftaki mumu, âilenin falanca çocuğu yakacak’ geleneğine uyulsa ne olur, uyulmasa ne olur? Şamdanın sol tarafındaki mum önce yakılsa ne olur, şamdan aydınlatmaz mı? Asansör -elektrik bir nevi ateştir diye- cumartesi günü asansöre binmek için, başka birinin asansör düğmesine basmasını bekleyen Yahudi, sizce komik bir şey yapıyor olabilir; ama o gelenekler Yahudilerin 2000 yıldır eriyip kaybolmalarını önledi.
*
Japon araştırıcının sözlerini açıklamak için sayfalar yetmez, anlayana, bu kadarı yeter.
***
25 Şubat 2024