Arslan KÜÇÜKYILDIZ[i]
“Bir Şair Öldü” başlıklı yazım[1]beklemediğim kadar tenkit edilince kendimi bu yazıyı yazmaya mecbur hissettim. Okumamış olanlar bulunabilir, o yazıyı Öğretmen Şair Sadık Çakırsipahi’nin vefatı üzerine kaleme almıştım. Dört satırlık vefat haberinde, kendisinden “Çankırı edebiyatına önemli katkılar sunan, şair ve yazar kişiliği ile tanınan emekli öğretmen” olarak söz ediliyordu.[2]Merak edip internetten araştırdığımda bir iki fotoğrafı, kendi okuduğu birkaç şiiri[3]ve sahaflara düşmüş kitaplarının kapak[4]ları dışında derli toplu bir bilgi bulamayınca üzülmüştüm. Haberde özgeçmiş yoktu; kitaplarından söz edilmemiş, şiirlerinden tek bir örnek bile verilmemişti. Birçok insan öldükten sonra kıymete binerken, -şiirlerine bakıldığında iyi bir şair olduğu anlaşılan- Sadık Çakırsipahi, öldükten sonra da kıymetlendirilememişti. İnsan buna üzülmez mi? Yazma sebebim, öğretmenliği boyunca birçok çocuğun gönlünde iz bırakmış, güzel şiirleri ile sanatseverlere ulaşmış, şair yazar kişiliğiyle memleketine katkıda bulunmuş önemli bir insanın hayatında sahipsizlik, vefatına vurdumduymazlık, ilgisizlik ve vefasızlıktı. Arif Nihat Asya’nın “Ağıt” şiirinden üç mısra gelmişti aklıma, yetenek dolu böyle kişilere rastladığımda dilimden dökülen: “Yiğitlerim uyur gurbet ellerde… / Kimi Semerkant’ta bekler beni, / Kimi Caber’de”. Kahırla “…Mücevher kaynayan dağlarımızda, kadrini kıymetini bilmeyen çobanlar, elmasları sapan taşı olarak kullanıyor. Yazıktır.” deyivermişim. Bu duygularla kaleme aldığım yazımda, Şair Sadık Çakırsipahi için en azından vefatının ardından bir şeyler yapması gerekirken yapmayan kişi ve kurumlar, gazeteciler, aile efradı, aydınlar, sanatçılar ve Çankırı Şair ve Yazarlar Derneği (ÇAYASAD) eleştirilerime hedef olmuşlardı. Onların şahsında, umuma, çeşitli sorular sormuştum. Çünkü söz konusu olan Şair Sadık Çakırsipahi ve sanatı değil, şairlerimizin ve Türk Şiiri’nin, nihayet Türk sanatının durumu idi. Dolayısıyla belki sorduğum sorular, eleştirilerim muhataplarına biraz ağır gelmiş olabilir. Aslında bahsetmem gereken çok önemli iki konu daha varmış ama bunları yazım yayınlandıktan sonra öğrendim: 1. Çankırı’daki bir öğretmen derneğinin kurucusu imiş, 2. Birçok şair ve yazar adayına rehberlik eden bir öğretmenmiş. Sen ol da vefa arama!
Yazımda, “Şair” ve “Şiir” için ilgililere çeşitli sorular sormuştum, izin verirseniz birlikte göz atalım:
1. Gazetecilere:“Hem öğretmen, hem de şair yazar olarak ‘Çankırı edebiyatına önemli katkılar sunan; şair-yazar kişiliği ile tanınan’ bir şahsın vefat haberini verdikten hemen sonra, gazeteci arkadaşımızın oturup Şair’in hayatı hakkında ayrıntılı bilgi vermesini, eserlerini tanıtmasını, şiirlerinden örnek vermesini bekledim. Yok, yok. Hadi haber acildi, bulamadı, koyamadı diyelim. Çankırı için böylesine önemli biri için daha önce hakkında hiç haber yapılıp, yazı yazılmaz mı?”, “Gazeteci arkadaşlarım. Siz özgeçmişe, hayat hikâyesine daha yakındınız. Ölen bir şair; elinizde hiç mi bir şiiri yok, ekleyemediniz mi?” (Maalesef aradan bir hafta geçmesine rağmen bir değişiklik olmadı.)
2. Öğretmenlere:“Çankırı’da bir okul öğretmeni onu okullarına davet etmiş, öğrencileriyle tanıştırmış. Güzel ama orada fotoğraflar, öyle uzaktan çekilmiş. Şairden çok öğretmen ve öğrenciler öne çıkmış. Acı acı düşündüm, neden insanlar yaşarken kıymetli insanlara hak ettiği değeri vermez? İlgilenmez. İlgilendiğinde de onu değil kendini öne çıkarır?”
3. Sanatçılara, edebiyatçı ve şairlere:“Sadık Softa bir yazısında “…güzel şiir okuyanlardan birisi de şüphesiz Sadık Çakırsipahi. Çakırsipahi, Çayasad şairlerinin isteklerini geri çevirmeyerek o güzel şiirlerinden birkaçını kendi sesinden yorumladı. Bunlardan birisi de benim çok sevdiğim “Kentlerde” şiiri idi. Sayın Çakırsipahi, keşke “Kentlerde” şiirin biraz daha genişleterek bütün kentleri anlatan dizlerle genişletse demekten kendimi alamıyorum.[5]diyerek aklınca ona ayar vermiş. Sorsanız, Sadık Çakırsipahi’nin o gün okuduğu şiirlerin ses kaydı nerede deseniz, cevabı yoktur!”, “Ey anlı şanlı Çankırı Şairler Yazarlar Derneği, bakalım Şair Sadık Çakırsipahi’yi Türkiye’nin gündemine nasıl taşıyacaksınız? Nasıl anacak, hakkında neler yapacaksınız? Ey şair yazar arkadaşları, kaleminiz nerenizde? Bugün O’na ise yarın sizedir! İyi bir şair değildi ise neden aranızda gözüküyordu? Yok, iyi bir şair ise ona verdiğiniz değer nerede?” (Aradan bir hafta geçmesine rağmen hâlâ bir biyografisi hazırlanıp kamuoyuna sunulamadı.)
4.Türk Miileti’ne:“Parıldadığına göre O bir Yıldız’dı. Türk Milleti, bir yıldızın söndü. O yıldızı öğretmenliğin çileli yollarında yalnız bırakıp, Türk Edebiyatı’na kazandırmayan edebiyat dünyamıza ‘saygılarımı’ sunuyorum. Fotoğrafta ben daha iyi çıkayım çabasından ileri gitmeyen ‘aydınlarımız, sanatçılarımız’ farkında mısınız; bir şair öldü? … Sözün özü, mücevher kaynayan dağlarımızda, kadrini kıymetini bilmeyen çobanlar, elmasları sapan taşı olarak kullanıyor. Sipahioğlu’nu öldüren işte bu vurdumduymazlıktır; güzelliğe, estetiğe, güzel şiirlere, güzel insanlara reva görülen vahşi ilgisizliktir. Kendilerini parlatmaktan başka bir şey düşünmeyenler, ne yazık ki gerçek kıymetleri unutulmaya terk ediyor. Bu yüzden ölen Şair değil, şiirdir; kaybeden ise Türk şiiridir.”
Bu yazı üzerine iki gelişme oldu. 1. Şairi hiç tanımadan hakkında böyle bir yazı yazmış olduğum için birçok insan bana teşekkür etti. “Türklerin arasında, dağ köylerinde, kasabalarda kıymeti bilinmeyen nice çok değerli vatan evlatları vardır… Onları ilgisizlik öldürür.” “Ne yazık ki yaşarken kıymetini bilmediğimiz nice cevherler var aramızda…” “Kim bilir ne yıldızlar böyle sessizce kaydı gitti…“ “…Maddi dünyanın boyalı sahte yüzü ile o kadar yoğun yaşıyoruz ki kıymetli değerlerimizi unuttuk. Unutmak masum kalır. Faydacı kötücül yanımız, sade ve mütevazı kişileri görmezden geliyor. Nedense birilerinin kıymetli ve saygıdeğer olması için ötelere göçmesi gerekiyor. Bu yazı aksayan hastalıklı yanlarımızı görmek ve düşünmek için bahane olsun lütfen. Yıldızmış hakikaten, gittiğinde bile bize kendimizi onarmamız için ortaya gidişinin garipliğini koymuş.” diyerek bana katıldılar.[5] 2. Şairin yakın çevresinden, Çankırı Şair Yazarlar Derneği’nden kendisi de bir şair olan Sayın İlknur Han, -muhtemelen derneği adına-bir mektupla bana yazdıklarımda pek çok doğru noktaların olduğunu (doğru olmayan noktaların da varlığını?) bildirdi. Sayın Han’ın mektubunu noktasına virgülüne dokunmadan sunuyorum:
“Sayın Küçükyıldız, Sadık Çakırsipahi hocamızın vefat üzerine yazdığınız yazı ve paylaşım da pek çok doğru noktalar var. Bu da yaşarken pek çok sanatçının değerinin bilinmemesi, ki, bu nokta Sadık hocamla birlikte yaptığımız sohbetlerde de konuştuğumuz konulardan dı. Kendisi hem insan olarak hem şair olarak benim için çok değerli ve özel bir insandı. Onun değerini teslim etmek üzere, literatürde yerini alması anlamında, Çankırı belediyesi tarafından çıkarılan Araştırmalar Dergisinde (hakemli dergidir) hocamın yaşamını ve eserlerini konu alan bir yazıyı ben yazdım ve yayınlandı. Aynı şekilde Çankırı Karatekin gazetesinde (köşe yazdığım üç yıl içinde) Sadık Çakırsipahi ile yaptığım, -yaşamı, eserleri, edebi kişiliği-ile ilgili bir yazıyı ben yazdım, ve başka yazılarım da da hocamın şiirleri zaman zaman yer almıştır. Çankırı’dan ayrılmadan önceki 5 yıl boyunca Cayasad etkinlikleri dahilinde yıl boyunca her cuma akşamı şiir sohbetlerinde tüm şairler olarak bir arada idik. Bu anlamda birbirimizin değerini de, önemini de iyi kavramış bir dernek olduğumuzu rahatlıkla söyleyebilirim. Bu değerin ulusal düzeye yayılamamıs olması hepimizin yarasıdır. Çayasad Ekim 2019 da sokakta Sonbahar Şiir dinletisi yapmıştır. Bu dinleti Sadık hocama bir vefa gecesi niteliğinde sürpriz bir dinleti idi. Ancak kendisi rahatsızlığı nedeni ile dinletiye katılamadı. Biz sonbahar yaprakları ile bezeli sokakta şiirlerimizi onun için okuduk. Ertesi gün evinde ziyaret ettim Konuyu duyunca çok duygulandı. Ben o gün Ankara’dan kalkıp, o sokakta hocam için bir şiir okumak amacı ile Çankırı’ya gittim. Bu önemin derecesini anlayabiliyor musunuz. Çayasad Aralık ayında hocamıza vefa gecesi için tekrar bir şiir dinletisi yaptı ve Sadık hocam, şiirleri ve sevenleri buluştu. Görünüşte orta boylu, zayıf, oldukça mütevazi olan bu insanın sahnede şiir okurken ne kadar büyüdüğünü gören şanslı insanlardan biriyim. Yazınızı görünce hem bazı yanlış saptamalarınıza katkı sağlamak, hem bazı konularda bilgi paylaşmak adına bu yorumu yazmak istedim. Ben üstadım, hocam, dostum, abim dediğim güzel bir insanı kaybettim. Derin bir üzüntü içindeyim. Çayasad ailesi olarak acımız sonsuz. Bu vesile ile Sadık hocamla ilgili dile getirdiğiniz güzel yorum ve dilekler için teşekkürler.”
Bu mektubu cevapsız bırakmak olmazdı. Anlaşılması ümidiyle şunları yazdım:
“…Sadık Çakırsipahi’nin internet ortamında öz geçmişi, şiirleri, düz yazı örnekleri ve hakkında başka bir yazı bulunmaması beni bu yazıyı yazmaya sevk etmişti. Sözünü ettiğiniz 1. Çankırı Araştırmaları Dergisinde Şair’le ilgili yazınızı, 2. Çankırı Karatekin gazetesindeki yazınızı, 3. Diğer yazılarınızda yer verdiğiniz şiirlerinden örnekleri hemen araştıracağımdan emin olabilirsiniz… Sizin, çok yakın olduğunuz Sadık Çakırsipahi’ye vefa için sonbahar yapraklı sokakta düzenlenen şiir akşamına başka bir şehirden gelerek katılmanız ne kadar güzel. Ona verdiğiniz önemi anlayabiliyorum. Kendisi o geceye maalesef rahatsız olduğu için katılamamış. Ertesi günü gidip siz anlatmışsınız. (Keşke birlikte gidip şiirlerini yüzüne okusaydık dediğiniz oldu mu?) Acaba o geceyi anlatan bir yazı yazıldı mı, yahut siz böyle bir yazı yazdınız mı? Aralık ayında aynı vefa gecesinin tekrar yapıldığını söylüyorsunuz. İnşallah o gecenin ses ve görüntü kayıtları vardır. Böyle toplantılar sadece birilerini hatırlamak için değil geleceğe iz bırakmak için yapılacağına göre kayıtla, gece hakkında yazılar vb. olmalı diye düşünüyorum. Zira yazımı yazarken, belki de o kadar iyi bir şair değildi, iyi bir öğretmen değildi gibi düşüncelere de kapılmış, acaba anılmasına vesile olmakla iyi mi yapıyorum, diye düşünmüştüm. Beni çok mutlu eden aşağıdaki cümlenizi okumak, yazımda yapmış olduğum hatalarıma, bu hatalardan dolayı ayıplanmama ve üzüntüme değer, diye düşünüyorum: “Görünüşte orta boylu, zayıf, oldukça mütevazi olan bu insanın sahnede şiir okurken ne kadar büyüdüğünü gören şanslı insanlardan biriyim.” Dediğim gibi, sizin Şair Sadık Çakırsipahi hakkındaki yazılarınızı ve başka yazılarınızda kullandığınız şiirlerini, hakkında yazılmış diğer yazıları hemen şimdi araştıracağım. Bulamazsam başınızı ağrıtmaktan korkarım. Bu vesileyle Şairin sahipsiz yaşamadığını, hayatında hak ettiği ilgiyi gördüğünü, öğrencilerinin onunla ilgili yayınlar yaptığını, şair arkadaşlarının düzenlenen geceye dair duygu ve düşüncelerini paylaştıkları ve Sadık Çakırsipahi’nin şairliğini ve şiirlerini anlattıkları yazılar yazdıklarını, İl Kültür Müdürlüğü’nün kitaplarının basımına ve dağıtımına katkıda bulunduğunu vb. gibi bilgileri benimle paylaşabilecek, Şair’i yakından tanıyan başka kıymetli insanlar da varsa, lütfen onlar da benim yanıldığımı yazsınlar. Bundan ancak mutluluk duyarım… “
Feysbukta süren bu mektuplaşmamızdan sonra İlknur Han hanımefendinin başkanlığında çıkarılan Çankırı Araştırmaları Dergisinde Sayın Sadık Çakırsipahi hakkında yazmış olduğu makale Çayasad feysbuk sayfasında yayınlandı.[6]
Mektup teatimiz burada bitmedi. Sonraki mektuplarından birinde Sayın İlknur Han, “Çayasad bir aile, herbirimiz birbirimizin kıymetini bilen, birbirini destekleyen ve takdir eden bir aile. Çayasad şairlerinin herbiri bir değer. Temelde Çayasad’ı tanır ve anlarsanız sorularınızı daha kolay ve anlamlandırarak cevaplarınız. Çayasad gerek hocamız hakkında yazılanlarla ilgili gerek hocamızın yazı ve eserleri ile ilgili bir kaç link ilk anda paylaştı, siz de sayfanızdan paylaşmıssınız, endişelerinizin büyük bölümü giderildi sanırım. Sadık Çakırsipahi hocamızın anısına ve çalışmalarına ilginiz için teşekkür. Yolunuz Çankırı’dan geçerse, Çayasad’a uğrayın, hocamızın kitap ve CD si elde kalmış ise severek hediye edeceklerdir. Son kitabında seslendirdiği şiirlerinin CD si eşim tarafından yapılmıştır.” diyordu.
Evet, yine biraz uzun oldu galiba ama yazımla ilgili olarak geldiğimiz nokta budur.
Şimdiki ruh halimi ve ne düşündüğümü açıkça söyleyeyim; endişelerim giderilmiş değil, tersine artmış bulunuyor. Çünkü buradan, Cide’den Türk Şiiri’nin can çekiştiğini görebiliyorum.
Mesele Sayın İlknur Han’ın bahsettiği kadar küçük değil. Yani öyle bir makale, bir cd, bir şiir akşamı ile düzeltilecek kadar sıradan bir mesele değil. Elbette kendisine ve eşine Şair Sadık Çakırsipahi ile ilgili çalışmalarından dolayı minnet borçluyuz ama artık mızrağın çuvala sığmadığını görmemiz lazımdır. Meselenin Sadık Çakırsipahi olmadığını, asıl sahipsiz olanın Türk Milleti olduğunu; Türk Edebiyatı ve Türk Şiiri olduğunu, bu sanata gönül verenlerin önlerindeki derin uçurumu görmeleri gerektiğini, yine kendi göbeğimizi kendimizin kesmek zorunda olduğunu söylemek istiyorum.
Edebiyata ilgi ne kadar ki şiire ilgi olsun? Şairimizin, şairlerimizin sağlığında ve vefatında görmesi gereken ilgi bu mudur? Şiir, Türkiye’de ne kadar ilgi görüyor? Bunda şairlerin rolü nedir? Şair yazar dernekleri şiirimize ne kadar hizmet ediyor? Şiirimiz kuvvetli mi, zayıf mı? İyi şiir yazan şairlerimiz var da görülmüyorlar mı? Görülüyor, biliniyor, onlara büyük saygı duyuluyor ve milletimize kanaat önderliği yapıyorlar da acaba halkımız mı haberdar değil? Şiir eleştirisi niçin yapılamıyor? İyi şiiri kötü şiirden ayırmak neden zor ve daha buna benzer birçok soru.
Bu soruların cevaplarını edebiyat çevreleri biliyor ama milletimiz bilmiyor. Kendi penceremden izah etmeye çalışayım ama önce şiirden ve şairden ne anlıyorum onu belirtmeliyim:
Şiir bütün sanatların önünde ve üstünde yer alan, bir dilin ulaşabildiği zirveyi gösteren söz sanatıdır. Hiç karı erimeyen bir ulu dağ zirvesi düşünün, işte o zirve şiirdir. Zirvenin karı her dem mevcut olmasa idi kenarın karı eriyip toprağı, tabiatı besleyip canlandıramazdı. Kendi başına olağanüstü etkili olan bu sanat başka herhangi bir sanatın desteğine ihtiyaç duymadan ayakta durabilecek kudrettedir. Felsefesi, muhtevası, biçimi vardır. Bu sanatı icra eden şairler, kendi milletlerin dilini en güzel şekilde bilen ve bu dil deryasından inciler devşirerek dillerini ve milletlerini yücelten çok muhterem kişilerdir. İşlenmemiş, zayıf bir dilin şiiri de zayıftır. Şairleri iyi olan bir dil, bu zayıflıktan kurtulma yolunda demektir. Türk parası ile Fars dilini ihya eden Firdevsi Fars milletini ayağa kaldırmıştır. Elbette destek görmelidir ama bunun için şairin, milletinin kendi yaşadığı döneminin dilini bildiği kadar, milletinin o döneme kadar olan dilini de iyi bilmesi gerekir. Yeni ve güzel bir şey söyleyebilmenin yolu söylenmişleri bilmekten geçer. Sadece kendi tarihindeki değil, başka milletlerin tarihindeki söylenmişleri de bilmek gerekir. Dünya çapında bir şair olmak başka türlü nasıl mümkün olabilir? Gök kubbe altında söylenmedik söz yok denir. Eliot’un “Bir dilin bütün imkânları kullanıldığı zaman, yeni zirveler oluşturmak için dilin bir süre zenginleşmesi gerektiği” fikrine katılmıyorum. Şair odur ki söylenmiş olan en güzeli, daha güzel bir şekilde söyleyebilsin. Tabii düşünce başka, gerçekler başka, hatta birbirine karışmış olabiliyor:
İlkokuldan başlayarak çocuklarımıza çok güzel şiir örnekleri sunamadığımız halde yine de bütün çocuklarımız, gençlerimiz şiir yazmış, bunların bir kısmı yazmayı bıraksa da kalanı yazmaya devam etmiştir. Bir kıymeti parlatmaya, öne çıkarmaya dayanmayan eğitimimiz gerçek şiire ulaşabilecek birçok kişiyi yakalayamamış, buna karşılık, şiirle ilgisi olmayan birçok kişinin de kendini şair olarak görmesine yol açmıştır. Maalesef Türkiye’de bu kadar cazip başka bir sanat, başka bir meslek yoktur. En aşağıdan en yukarıya kadar herkes bilir bilmez şiir okur. Atalardan kalan bir meslek olduğu için âşık bayramlarımız vardır. Orada âşıklarımız uzun uzun uzun şiir söyleyebildiklerini gösterirler. Ülkenin önde gelen sanatçı ve yöneticileri, biraz sıkılsalar da bu bayramlara katılıp halkın ruh dünyasına nüfuz etmeye çalışırlar! Şairler sözün o kadar efendisidirler ki her dönemde iktidar sahiplerine şiirleriyle yol gösteren kişiler olmuştur! Çok şükür ki şairimiz sayıca oldukça fazladır.
Şairimiz çok olduğu için şair yazar derneklerimiz de çoktur. Bu dernekler kendi içlerinde haftada bir toplanıp şiir söyler, müzik dinlerler. Şiir okunurken geriden gelen ud sesinin şiiri bastırmasının çok da önemi yoktur. Önemli olan şiirler okunsundur. Hatta bir büyük kentimizde, bir büyük edebi kuruluşumuzda olduğu gibi, haftalık edebî konferanslardan sonra şiir okuma törenine geçilir. Sırayla herkes şiirini okur. Dinleyiciler de zaten şairlerden oluşmuştur. En nezih sanat dalı, erbaplarının elinde daha da yücelir! Kendi paralarıyla bastırdıkları şiir kitaplarını birbirlerine imzalarlar. Çünkü yayınevleri şiir satmıyor diye şiir kitabı basmazlar. Şair ne yapsın? Her yıl birçok il ve ilçemizde şiir şölenleri, buluşmaları, toplantıları yapılır. Toplantılara katılmak için koltuğunun altında bir şiir kitabı olmalı insanın. Toplantıların bir kısmı şair yazar derneklerinin katkılarıyla, bir kısmı da belediyelerin kültür işleri dairesindeki şair yetkililerin destekleriyle düzenlenir. Toplantılarda diğer sanat dallarına izin verilmez. Örneğin, şiir okunurken müzik icra edilmez! Gazinoda müzik icra edilirken yemek yeniyor mu? Rakının yanındaki meze gibi ne o öyle canım. Arkada şiirle ilgisi olmayan abuk sabuk görüntüler olmaz! Hele sanal ortamdaki şiirlerde konuyla ilgisi olmayan görüntüler görmeniz mümkün değildir. Hristiyanlık aşılamaya çalışan video görüntülerine rastlayamazsınız. Böylelerinin önemli edebiyat kurumlarında büyük şair diye kitabı yayınlanmaz! Şiir toplantıları demiştik; sanal basın, gazeteler, televizyonlar, radyolar bu toplantılara olağanüstü ilgi gösterirler. Burada okunan şiirler eleştirmenler tarafından ele alınıp bütün yönleriyle değerlendirilir. Şairler tanıtılır, Şiire getirdiği yenilikler, yeni mecazlar üzerinde durulur! Televizyonlarda şiir programları yapılıp Hayati İnanç hazretlerinin ne kadar derin bir şiir bilgisi olduğu gösterilir, Bedirhan Gökçe Abimizin şiirlerinden örnekler verilen iftar sahur programları bile vardır! Ülkemizde şiire her alanda yer verilir. Genç kızların ve erkeklerin anı defterlerinde, sakızların fallarında, asker mektuplarında hep şiir vardır. Şairlere önem verilmekte her yıl İstiklal Marşı şairimiz anılmaktadır. Siyasetçilerimiz, din adamlarımız başları sıkışınca mutlaka şiire başvururlar. Şaire, şiire en az ilgi ve hoyrat yaklaşım edebiyat çevrelerindedir. Hatta şairlere birkaç ilin adı geçen bir şiiri için şiirlerini bütün illeri içine alacak şekilde genişletmesi bile söylenebilir. Sanki boyacı küpü; bir şiir yaz, şiir şöleni için her gittiğin yerde o ilin, içenin adını koyarak oku, geç git, ne olacak sanki!
Efendim, bendeniz “Dağdan kestim kereste / Kuş besledim kafeste / Dediler yârin hasta / Yetiştim son nefeste” gibi nahif halk şiirine bayıldığım için olacak, öyle her şiiri beğenmem. Sıradan şiirlerde bile sadelik içinde ihtişam ararım. Önüme şiir diye gelen metni önce bir düzyazı gibi okurum. Okunabiliyorsa o benim için şiir değildir. Sonra anlattığında olağanüstü bir durum, duygu, düşünce, estetik yoksa bunu babam da yazar deyip bir kenara koyarım. Yeni ve güzel bir duyuş, söyleyiş ve benzetiş yoksa o metin benim için şiir değildir.
Söylemesi ayıp, oturduğum evin hayatında çilek yetiştiriyorum. Çilekler suyu sever. Ben de her seher onlara su verir, saksılarında büyüyen zararlı otlar ayıklarım. Geçen gün biraz dikkatli bakınca çileğin birinin köküne yakın bir yerde kendisini çileğin rengine, şekline ve boyuna benzetmiş bir zararlı ot gördüm. Çilek kadar boyu uzamış, yaprakları çilek yaprağı gibi büyümüş, uzaktan bakıldığında ayırt etmek zor. Hâlbuki onu daha büyümeden kökünden söküp almış olmam gerekirdi. Çünkü çileğimin saksıdan alacağı besini azaltıyor, toprağın gücünü yok ediyordu. Nasıl oldu da gözden kaçırmışım. Bana kaliteli şairin yanında kendisini gizleyen kötü şair ve iyi şiir in yanında ondan nemalanan kötü şirin durumunu hatırlattı. Bunlar o kadar çok ki. Edebiyat dünyamızda ve özellikle şiirde ciddi bir tenkit geleneği olmadığı için maalesef o iklimde her türlü ayrıkotu rahatça yeşeriyor.
Bir atasözümüz şöyledir: “Yüz attan bir yüğrük at, bin yüğrük attan da bir Tulpar çıkar” Yüğrük, koşan at, Tulpar ise uçan at demektir. Dilimiz bu kadar sahipsizken, edebiyatımız bu kadar çoraklaşmış iken şiirimizin var olamayacağını söylemeye çalışıyorum. İstisnası, bu bin şairin içinden çıkan bir şairimizdir. Binlerce şair içinden bir kişi çıkar ve biz onun kıymetini bilmezsek milletimiz kaybeder; dilimiz, sanatımız, edebiyatımız kaybeder. Şiiri başka hiçbir sanat dalına meze yapmadan kendi başına yüceltmek, öncelikle şairlerin görevidir. Onlar kendilerini değerlendirerek güzeli çirkini ayırmak zorundalar. Yalnız şiir akşamları yapıp şiir okumak yetmez, o şiirin Türk şiirine getirdiği yenilik ve güzellikle, şairin başardığı şeyin ne olduğu da konuşulmalıdır. Binlerce yıllık dilimize ne kazandırmıştır? Kaybolup gitmekte olan hangi kelimeyi tam yerinde kullanıp hayata döndürmüştür? Yoksa bu şiir toplantıları kendin çal kendin oyna toplantıları oluyor. Buna bir son vermek durumundayız. Çünkü şiirimiz ölüyor. Gerçek şairler yol bulamıyor. Pek azı istisna tutulursa ortada dolaşanlar şair, yazdıkları da şiir değil. Vezni kafiyeyi bırakın, imlâ yok. Bir dili en üst düzeyde bilip kullanması gereken şair imlayı bilmiyor. Hece desen değil, serbest desen o da değil. Modern resim diye yutturulan tuvale atılmış boyalara benziyorlar. Hatta mısraların ortasında kesme işareti kullanılan şiirler yazılıyor, bu da bir yenilik diye sunuluyor. Rahmetli Mehmet Akif Ersoy’un beş bin şiir bildiği söylenir. Bizimki ise doğru dürüst şiir okumamış, şairleri tanımıyor ki Mehmet Kaplan’ın şiir tahlillerini okusun.
Şiirin ve şairin gıdalanacağı iklimi oluşturmada gazete ve dergilerimizin rolü nedir? “Günümüzde hangi gazeteyi açsanız tiyatro ve müziğe ayrılmış sütunlar, hatta sayfalar dolusu yazıyla karşılaşırsınız. Gazetelerin hemen her günkü sayılarında herhangi bir gösteriye, sergiye ya da yeni yayınlanan roman, öykü, şiir kitaplarına ilişkin tanıtma ya da değerlendirme yazıları yer alır. Gerçekleşen bir etkinliğin daha dumanı üzerindeyken, o etkinliği en ince ayrıntılarına dek irdeleyen yazılar yayımlanır: Falanca dram, komedi ya da operada, falanca aktris ya da aktör filanca rolü üstlenmiş ve bilmem nasıl bir sunum sergilemiş; dramın, komedinin ya da operanın konusu şuymuş, falanca falanca üstünlükleri ya da eksikleri varmış. Falanca sanatçının keman ya da piyanoyla falanca parçayı nasıl yorumladığına, sanatçının ya da yorumladığı parçanın ne gibi üstünlükleri ya da eksiklikleri olduğuna ilişkin olarak da yine aynı ayrıntı ve özenle kaleme alınmış yazılara da rastlayabilirsiniz. Her büyük kentte en az bir tane yeni bir resim sergisi açılmıştır ve sergide yer alan yapıtların üstünlüklerine ve eksiklerine ilişkin olarak bu işin uzmanlarınca, eleştirmenlerince kaleme alınmış, derin düşünceler dile getiren yazılar, serginin hemen ertesi günü boy gösterir gazete sayfalarında. Hemen her gün dergilerde yeni romanlardan bölümler ya da şiirler yer alır ve gazeteler okurlarına bu sanat yapıtlarına ilişkin ayrıntılı değerlendirme yazıları sunmayı görev bilirler.” [7]
Sözün özü: Ben bir şair vefat etmedi, öldü derken, yaşarken unutulmaya terk edildi, kendi denizimizden inciler toplamasına yardım etmedik, çünkü şiirimizin geldiği nokta bu, öldükten sonra da onu adam yerine koymadık, layık olduğu şekilde ebediyete uğurlayamadık demeye çalıştım. Bundan kurtulmak istiyorsak kabiliyetleri erken keşfedip onu baş tacı etmemiz, nerede olursa olsun bulup çıkarıp desteklememiz lazımdır. Dilimizi çok seven ve ustaca kullanabilen insanları bulup önümüze katmazsak, dilimiz de çoraklaşır, gönlümüz de. Konuşma özürlü, üç yüz beş yüz kelimeyle konuşan kekeme bir toplum olup çıkarız vesselam.
Şair öldü mü yoksa vefat mı etti; şiir yaşıyor mu, siz söyleyin. Şiir ve şair üzerine söylenmesi gereken sözleri edebiyatçılarımıza bırakıyor, Öretmen Şair Sadık Çakırsipahi’ye Allah’tan rahmet diliyorum. İnşallah onları unutmayacağız.
[1]13 Mayıs 2020 https://haberiniz.com.tr/kose-yazilari/bir-sair-oldu-13052020/
[2]https://www.cankiripostasi.com/ilgaz/egitimci-yazar-sadik-cakirsipahi-vefat-etti-h9212.html
[3]Kendi sesinden şiirleri için bakınız:
https://www.facebook.com/RejisorHasanER/videos/1880654048655112
https://www.facebook.com/watch/?v=2216434271943708
https://www.facebook.com/watch/?v=523702125069149
[4]http://www.karatekin.com.tr/arsivler/5013
[5]Leyla Türkeli, Mehmet Çatak, Hasan Kallimci, Kamuran Özaktürk, Hüseyin Özbay, Emel Dinseven, Cahit Topçuoğlu, Şermin Kılıç…
[6]https://www.facebook.com/photo?fbid=3207353432631590&set=pcb.3207356539297946
[7]Burada bugünkü Türkiye değil, bundan 120 yıl kadar önceki Rusya anlatılıyor. Maalesef bu seviyede sanata ilgi gösteren bir basınımız hiç olmadı. L. N. Tolstoy. Sanat Nedir? Çev. Mazlum Beyhan. 10. Baskı. İstanbul, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2007, sf. 3-4
[i]Yazar, TRT Prodüktörü (E)